Sonuçta asasını aldı, tuniğinin eteklerini kuşağına sıkıştırdı ve ban çelerin sanatoryuma en uzakta bulunan üst kısmına yollandı. Burası ona göre en cazip yerdi. Kraterin en vahşi, en el değmemiş kesimi olması dışında, neden en çok burayı beğendiğini bilemiyordu. Duvarlardan iri kayalar kopmuş ve yuvarlandıkları yerlerde, eski kralla kahramanların harap olmuş anıtları gibi kalmıştı. Üzerlerini bitkiler kaplayıp çiçeklerle bezemişlerdi. İyi bildiğini sandığı bir yol seçti, ama yolun iki kayanın arasından keskin bir dönüş yaptığı noktaya gelince, krater duvarına doğru yükselen yeni bir yol fark etti. Son gelişinde o yolun orada olmadığından emindi, fakat artık bahçenin yarattığı bu yanılsamalara alışmıştı ve hiç tereddüt etmeden o yola saptı. Biraz gittikten sonra, sağ tarafında bir yerden akan suyun sesini duydu. Sese doğru gitti ve sonunda yeşillikler arasında gizlenmiş başka bir ücra köşe buldu. O küçük açıklığa girip, merakla etrafına bakındı. Küçük bir mağaranın ağzından akan ince bir ırmak, liken kaph birkaç seti aşıp, bir havuza dökülmekteydi.
Her şey o kadar güzel ve huzur vericiydi ki, Taita yumuşak otların ustüne kendini bırakıp, sırtını devrilmiş bir ağacın gövdesine dayadı. Bir SUfe aşağıdaki karanlık suyu seyretti. Havuzun dibinde iri bir balığın göv-
363
Wilbur Smith
desini gördü, hayvanın yarısı bir kayanın ve suya sarkan eğreltiotlannın altına gizlenmişti. Kuyruğu, rüzgârda dalgalanan bir bayrak gibi, hipnotize edici bir şekilde sallanmaktaydı. Onu seyrederken, ne kadar yorgun olduğunu anladı ve gözlerini yumdu. Hafif bir müzik sesiyle uyandığında, aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu.
Müzisyen, gölün öbür başındaki taş çıkıntısına oturmuş, üç, dört yaşlarında görünen afacan bir oğlandı, kamış flütünden çıkan namelere uygun olarak başını oynattıkça, sapsarı bukleleri yanaklarına dökülüyordu. Güneşten altın gibi yanmıştı; melek gibi bir yüzü, tombul tombul kol ve bacakları vardı. Çok güzeldi, ama Taita, onu İç Göz'üyle inceleyince çevresini saran bir aura olmadığını gördü.
Taita, çocuğa, "Adın ne?" diye sordu.
Çocuk flütü ağzından çekti, aleti boynundaki kordona bağlıydı. "Birçok adım var benim," diye cevap verdi. Billur gibi sesi çocuksuydu ve peltek peltek konuşuyordu, konuşması adeta çaldığı müzikten daha hoştu.
"Peki adını söyleyemiyorsan kim olduğunu söyle bari," diye ısrar etti Taita.
"Ben birçok kişiyim," dedi afacan. "Kalabalığım."
"O zaman kim olduğunu anladım. Kedi değilsin ama kedinin pençe-sisin." Onun adını yüksek sesle anamazdı, ama bu nur yüzlü çocuğun Eos'un bir tezahürü olduğunu tahmin ediyordu.
"Ben de senin kim olduğunu biliyorum, sen Hadım Taita'sın."
Taita'nın yüz ifadesinde bir değişiklik olmadı, ama bu alay, ruhunu koruyan kabuğu buzdan bir ok gibi delip geçti. Çocuk, bir kuğu zarafetiyle yerinden kalktı. Gelip Taita'nın karşısında durdu ve flütünü tekrar dudaklarına götürdü. Pes perdeden neşeli bir melodi çaldı ve flütü yine ağzından çekti. "Bazıları sana Büyücü Taita diyor, ama yarım bir adam ancak yarım bir büyücü olabilir." Bir parça daha çaldı. Müziğinin güzellig1»
364
11. Yazıt
izlerinin yol açtığı ıstırabı dindirmiyordu. Flütü yeniden elinden bırakıp, karanlık gölü gösterdi. "Orada ne görüyorsun Sakat Bırakılmış Taita? O cörüntüyü tanıdın mı, ne erkek ne de kadın olmayan Taita?"
Taita, çocuğun önerisi üzerine karanlık sulara baktı. Suyun dibinde beliren genç adamı gördü, adamın saçları gür ve parlaktı, kaşları geniş, zekâyla parlayan gözleri anlayış, şefkat doluydu. Uzun boylu ve sapasağlamdı. Bedeni hafifçe kaslıydı. Duruşu dengeli ve zarifti. Kasıklarını ağartılmış ketenden kısa bir etek örtüyordu. Bu bir atletin ve savaşçının vücuduydu.
Çocuk, "Bu adamı tanıyor musun?" diye ısrar etti. Taita boğuk bir sesle "Evet," dedi. Sesi zar zor duyulmuştu. "O sensin," dedi çocuk. "Yani çok uzun zaman önce bir süre için böy-leydin."
Taita yine, "Evet," diye mırıldandı.
Asap bozucu çocuk, "Bir de şimdiki halini gör," dedi. Genç Taita'nın beli büküldü, kolları bacakları kalınlaşıp sopa gibi oldu. Zarif kasları in-celdi, göbeği sarktı. Saçları ağanp, uzun, düz ve seyrek bir hale geldi, bembeyaz dişleri sararıp çarpıldı. Yanaklannda derin çizgiler oluşup, çenesinin altında kat kat bir gerdan ortaya çıktı. Gözleri parıltısını yitirdi. Aslında görüntü bir karikatürdü ama az çok gerçeği de yansıtmaktaydı.
Sonra, aniden, rüzgârla uçuvermiş gibi belindeki peştamal kayboldu ve kasığı ortaya çıktı. Hadım etme bıçağıyla, kızgın dağlama çubuğunun bıraktığı büzülmüş, pembe pembe parlayan yara iziyle, etrafındaki bir tutam ağarmış kasık kılı göründü. Taita hafifçe inledi.
Çocuk, "Şimdiki halini de tanıdın mı?" diye sordu. İşin tuhafı bu kez sesinde sonsuz bir merhamet vardı.
Acıma, Taita'yı alaydan da çok incitti. "Bunları niye gösteriyorsun bala?" diye sordu.
365
Wilbur Smith
"Seni uyarmaya geldim. Hayatın bundan önce yalnız ve anlamsız olduysa, yakında bin kat beter olacak. Bir kez daha aşkı ve arzuyu tadacaksın, ama bu duyguların asla tatmin olmayacak. İmkânsız bir aşkın yarattığı cehennemde kavrulacaksın." Taita'nın onu yalanlayacak gücü yoktu, çünkü daha şimdiden o acıları çekmeye başlamıştı. Bundan sonra olacakları düşünerek inledi.
Çocuk, "Bu ıstıraptan kurtulmak için ölmeyi dileyeceğin zamanlar da gelecek," diye acımasızca devam etti. "Ama bir düşün Uzun Yaşayan Taita. Kim bilir ölüm acılarını dindirene kadar, kaç zaman geçecek?"
Göldeki yaşlı adam görüntüsü solup gitti ve yakışıklı, dinç genç adam geri geldi. Karanlık suların içinden Taita'ya gülümsedi, dişleri pırıl pırıl, gözleri çakmak çakmaktı.
Çocuk, "Senden alınmış olanı geri verebilirim sana," dedi yavru kedi gibi mırıldanarak. Genç adamın belindeki ipeksi peştamal kaydı ve sağlıklı, güçlü, görkemli cinsel organları meydana çıktı.
"Sana erkekliğini iade edebilirim. Tıpkı bu görüntüdeki gibi bir bütün olmanı sağlayabilirim." Taita bakışlarını oradan ayıramıyordu. O bakarken, genç adamın cinsel organı şişip uzamaya başladı. Taita, uzun hayatı boyunca hiç tatmadığı şeyin hasretiyle doldurmuştu onu. Öylesine erotik hayallere kapılmıştı ki, bunlann kendi zihninde oluşamayacağını, o iblis çocuk tarafından oraya yerleştirildiğini biliyordu. Hayallerden kurtulmaya çalıştı ama lağım çukurundan sızan pislikler gibi her yanı sarmışlardı.
Güzel çocuk minik ellerinden birini kaldırıp Taita'nın kasığım gösterdi. "Eğer bana inanırsan, her şey mümkün olur Taita."
Taita aniden kasığında güçlü bir duygu algıladı. Başına gelenin ne olduğunu bilmiyordu; sonunda, gençlik hayalinin yaşadığı duyguların kendisine yansıdığını kavrayabildi. O muhteşem penisin ağırlığını hissetti. Sertleşip, yay gibi gerilişini izlerken, kendi sinirlerinin kopacakmış gibi
366
11. Yazıt
oluşunu duyumsadı. Genç Taita'nın penis başının kanla dolup, koyulaştığını gördüğünde, kendi bedenindeki bütün sinir uçları titreşti. Gençlik hayali bereketli bir boşalma yaşarken, Taita da her fışkırmada keskin bir sı-1\ ve zevk hissetti. Elinde olmadan sırtı büküldü ve dişleri kenetlendi. Gırtlağından boğuk bir feryat yükseldi. Bütün bedenini felç geçiriyormuş-çasına bir titreme sardı ve bir fersah yolu koşarak gelmiş gibi soluyarak çimenlere düştü, bütün gücü tükenmişti.
"Unutmuş muydun yoksa? Fiziksel zevkin zirvesini hafızandan silip atmış miydin? Bu yaşadıklann, sana verebileceğim dağın yanında bir kum tanesi gibi kalır." Bunları söyleyen çocuk koşarak az önce oturduğu taşa tumandı. Orada durup Taita'ya son kez baktı. "Düşün bunu Taita. Eğer bana elini uzatmaya cesaret edebilirsen, senin olacak." Sonra göle daldı.
Taita, onu bir an suyun derinliklerinde gördü ve sonra gözden kaybetti. Güneş, gökyüzündeki yolunu yarılayana kadar kendinde yerden kalkacak gücü bulamadı.
Sanatoryuma geldiğinde akşamüzeri oluyordu. Meren'i karanlık hücresinde hastabakıcısıyla oturur buldu. Taita'nın sesini duyduğu andaki sevincine tanık olmak hazindi ve Taita, onu bu karanlık hücrede, kuşkular içinde bunca zaman tek başına bıraktığı için kendini suçlu hissetti.
Meren, "Sen yokken kadın yine geldi," diye bağırdı. "Yarın sargıları tamamen çıkaracakmış. Kendimi zor tutuyorum."
Wilbur Smith
Az sonra enstrümanla birlikte döndü. Bir zamanlar Taita'nın dinleyen herkesi mutlu eden bir sesi vardı, şimdi de fena değildi. Meren'in çenesi göğsüne düşüp horlamaya başlamasına kadar, çalıp söyledi. O andan sonra bile alçak sesle mırıldanmaya devam etti, ama sonunda parmaklarının, o gün çocuğun çaldığı melodiyi tıngırdattığını fark etti. Çalmayı kesip lavtayı kenara bıraktı.
Meren'in karşısındaki yatağa uzandı ama uykusu yoktu. Karanlıkta zihni harıl hani çalışıyordu, giderek de kontrol edemediği vahşi bir ata dönüştü. Çocuğun zihnine kazıdığı hayaller ve duygular o kadar canlıydı ki, söküp atamıyordu. Sonunda kalkıp pelerinini aldı, hücreden çıktı ve parlak ay ışığında yıkanan çimlere ulaştı, göl kenarında yürümek niyetindeydi. Yanaklarında bir soğukluk hissetti, ama bu seferkinin sebebi yabancı bir yaratık değil, kendi gözyaşlarıydı.
"Ne kadın ne erkek olan Taita." Çocuğun yaptığı gibi kendisiyle alay ederek, yün pelerinin ucuyla gözlerini kuruladı. "Acaba sonsuza kadar bu yaşlı ve sakat bedene mi mahkûmum?" diye merak etti. "Eos'un ayartmaları da fiziksel işkence kadar acı verici. Horus, İsis ve Osiris, onlara karşı koyabilmem için güç verin bana."
Meren'in yanına diz çöküp, hücrenin yegâne ışığı olan kandilin fitilini düzelten Hannah, "Bugün bakıcılara ihtiyacımız olmayacak," dedi. "Sana daha fazla ıstırap vermeyeceğiz. Aksine, şimdiye kadar çektiklerini telafi edeceğimizi umuyoruz." Kandili kaldırdı. Meren'in sanlı başına hafif bir ışık vurdu. "Hazır mısın Dr. Gibba?" Gibba, Meren'in başını destek olurken, kadın sargının düğümünü çözdü ve tamamını açtı. Sonra kandili Taita'ya uzattı. "Lütfen ışığı gözüne doğru tut." -
368
11. Yazıt
Taita, fitilin arkasındaki gümüş diski, ışığı Meren'in yüzüne yansıtacak şekilde ayarladı. Hannah gözkapaklanndaki dikişleri kontrol etti. "Güzel," dedi rahatlamış bir şekilde. "İz bırakmadan iyileşmiş. Artık dikişleri alabilirim. Lütfen ışığı titretme."
Koyun bağırsağından yapılmış ipleri forsepsle tutarak temizledi. Göz kapakları, kurumuş kan ve akıntıyla yapışmıştı. Onları da aromalı bir suya batırdığı bezle sildi.
"Şimdi lütfen gözünü açmaya çalış Albay Cambyses," dedi. Gözkapağı titreşti ve açıldı. Taita, artık boş bir çukurdan ibaret olmayan göze bakarken kalp atışlarının kuvvetlendiğini ve hızlandığını hissetti.
"Kutsal üçlü Osiris, İsis ve Horus adına," diye fısıldadı Taita. "Mükemmel bir gözün olmuş yine."
Hannah, "Mükemmel değil," diye itiraz etti. "Daha büyümesinin yarısını tamamladı ve hâlâ öteki gözden küçük. Bebeği de bulanık." Gib-ba'dan gümüş diski alıp doğruca henüz olgunlaşmamış olan göze tuttu. "Öte yandan, bak gözbebeği nasıl tepki veriyor. Fonksiyonlarını yerine getirmeye başlamış." Meren'in sağlam gözünü pamuklu bir bezle kapadı. "Bize ne görebildiğinizi söyleyin albay."
"Parlak bir ışık."
Hannah parmaklarını açarak elini Meren'in gözünün önüne getirdi. "Şimdi ne görüyorsunuz?"
Meren kuşkulu bir halde, "Gölgeler," dedi. Ardından daha emin bir şekilde, "Hayır, durun! Beş parmağı seçebiliyorum," diye devam etti.
Taita, Hannah'in gülümsediğini ilk kez görüyordu, sarı ışıkta kadın daha genç ve yumuşak görünmüştü gözüne. "Hayır iyi kalpli Meren," dedi. "Bugün parmaklardan fazlasını gördün. Bir mucizeyi gördün."
"Gözü tekrar sarmam lazım." Hannah yine soğuk ve profesyonel tav-rma bürünmüştü. "Gün ışığına dayanacak hale gelmesi için daha çok vakit var."
369
F:24
Wilbur Smith
Göl başında gördüğü çocuğun hayali Taita'nın peşini bırakmıyordu Yine oraya gidip çocuğu görebilmek için her gün giderek artan bir istekle mücadele etmesi gerekiyordu. Zihninin gerilerinde, bu dürtünün kendisinden kaynaklanmadığını, doğruca Eos'tan geldiğini de biliyordu.
O bölgeye girdiğim anda gücümü yitirdim demektir. Bütün avantajlar onun eline geçer. O kocaman kara bir kedi, ben de onun faresi olurum, diye düşünüyordu.
O zaman da iç sesi, "Ne olmuş yani Taita?" diye araya giriyordu. "Jarri'ye onunla mücadele etmek için gelmedin mi? Ne oldu o büyük planlarına? Şimdi onu bulmuşken bir ödlek gibi sıvışacak mısın?"
O zaman da korkaklığına başka bir mazeret buluyordu: Onun habis oklarına karşı bir kalkan bulabilseydim keşke.
Bu korkularından ve ayartmalardan Meren'e gözünün tamamen iyileşmesi için yardım ederek kurtulmaya çalıştı. Hannah ilk seferinde sargıları sadece birkaç saatliğine çıkarmıştı ve o zaman bile gün ışığına çıkmasına izin vermeyip, içeride tutmuştu.
Göz merceği hâlâ pusluydu ve irisin rengi de soluk ve sütümsüydü. Sağlam gözüyle uyum içinde hareket edemiyordu. Taita, Lostris Tılsımı 'm Meren'in gözlerinin önünde iki yana, aşağı yukarı sallayarak, yaklaştırıp uzaklaştırarak odaklanmasına yardım etti.
İlk başta, yeni göz çabuk yoruluyordu. Sulanıyor ve istemsiz olarak sürekli kırpışmaya başlıyordu. Kanlanıyor ve kaşıntı yapıyordu. Meren de görüntüler bulanık ve bozuk olduğundan şikâyet ediyordu.
Taita bu konuyu Hannah ile görüştü. "Gözün rengi orijinalinden farklı. Devinim olarak da, boy olarak da uyumsuz. Bir keresinde insan
370
İL Yazıt
bahçıvanları olduğunuzu söylemiştin. Belki de aşıladığın göz başka bir ,rktandır."
"Hayır Büyücü. Yeni göz, orijinalinin kökünden çıktı. Biz savaşta kopan kol ve bacakları da yeniden çıkarttırmıştık. îlk başta tüyleri tama-men çıkmamış gibi görünürler. Himayendeki adamın gözü gibi, önce fide olarak çıkar ve giderek olgun hale gelirler. İnsan bedeninde, zamanla aslına uygun şekilde kendini biçimlendirme ve geliştirme yeteneği vardır. El ayağın yerine geçmez. Hepimizin içinde kendini kopyalama becerisi bulunur. Bir çocuğun anne babasına nasıl benzediğini hiç merak etmedin mi?" Durup Taita'nın gözüne baktı. "Aynı şekilde, kesilmiş bir kol da kendini kopya edebilir. Hadım edilen bir penis, aynı şekilde yeniden büyüyüp eski haline gelebilir." Taita şaşkınlıkla donakaldı. Kadın konuyu acımasızca ve kinci bir şekilde ona çevirmişti.
Benim kusurumdan söz ediyor, diye düşündü. Yaşadığım olayı biliyor. Ayağa fırlayıp odadan çıktı. Gözü hiçbir şey görmeden gölün kıyısına kadar gidip diz çöktü. Kendini çaresiz ve yıkılmış hissediyordu. Gözyaşları kesilip, görüşü netleşince bahçelerin üzerinde yükselen yamaçlara baktı. Eos'un yakınlarda olduğunu hissetti. Mücadele edemeyecek kadar zayıf ve kırgındı.
Sen kazandın, diye düşündü. Savaş, daha başlamadan bitti. Boyun eğeceğim sana. Sonra onun etkisinin değiştiğini hissetti. Artık tamamen kötü ve habis değildi, aksine nazik ve şefkatliydi. Sanki onu acılarından ve duygusal çekişmelerden kurtarmak istermiş gibiydi. Bahçelere tırmanıp °na teslim olmak, kendini onun merhametine bırakmak istiyordu. Güçlük-'e ayağa kalktı ve düşünceleriyle hareketlerinin uygunsuzluğu bir anda kafasına dank etti. Sırtını dikleştirip çenesini kaldırdı. "Hayır!" diye fısıldadı. "Bu teslim olmak değil. Daha savaşı kazanmadın. Sadece ilk çarpışmayı kazandın." Lostris Tılsımı'nı tuttu ve ondan güç aldığını hissetti. "Me-
371
Wilbur Smith
ren'in gözünü aldı. Benim erkeklik organlarımı aldı. Bütün avantajlarını üstümüzde kullandı. Keşke benim de ona karşı kullanacak bir silahım olsaydı. Ama bulur bulmaz karşısına dikileceğim." Eos'un boyalı yamaçlarının altındaki bol çiçekli ağaçlarına baktı ve kendini durduramadan o yöne doğru bir adım attı. Fakat büyük bir çabayla geri döndü. "Henüz değil. Henüz hazır değilim."
Sanatoryuma dönerken yere daha sağlam basıyordu. Hannah'ın Me-ren'i o karanlık hücreden çıkarıp, eski geniş ve konforlu odalarına götürdüğünü gördü. O içeri girer girmez Meren ayağa fırladı ve tuniğinin koluna yapıştı. "Kadının gösterdiği bütün hiyeroglifleri okudum," diye bağırdı, belli ki son başarısından gurur duyuyordu. Ama yine de Hannah'ın adını veya unvanını söyleyemiyordu. "Yarın sargıları tamamen çıkarıp ata-cakmış. O zaman, iki gözümün nasıl aynı renk olduğunu ve yeni gözümün de nasıl hızlı hareket ettiğini gösterip şaşırtacağım seni. İsis'in tatlı nefesi adına, yakında her zamanki gibi iyi nişan alacağıma da eminim." Gevezeliği heyecanının göstergesiydi. "Sonra da bu uğursuz yerden kaçacağız. Nefret ediyorum buradan. Hem burada hem de buradakilerde iğrenç bir yan var."
"Ama bak senin için neler yaptılar," diye belirtti Taita.
Meren hafifçe utanır gibi oldu. "Bence bu daha çok senin eserin Büyücü. Beni buraya getiren ve bu işe ikna eden sendin."
O gece Meren yatağına uzanıp, tıpkı bir çocuk gibi uyuyakaldı. Homurtuları gürültülü ve tasasızdı. Taita onlarca yıldır bu horultulara öylesine alışmıştı ki, ona ninni gibi geliyordu.
O da gözlerini kapattı ve o şeytani çocuğun zihnine yerleştirdiği düşler geri geldi. Onları unutup uyumaya çalıştı ama mümkün olmadı. Kendini alıkoyamıyordu. Burnuna sıcak dişi bir tenin kokulan doluyor, ipek-si kabarıklıkları, çukurları derisinde hissediyor, kulağına müstehcen da-
372
11. Yazıt
vetlerde bulunan istekli fısıltılar geliyordu. Yaramaz parmaklar bedeninde her yere dokunuyor, diller hızla yalıyor, yumuşak ağızlar emiyor ve sıcak, gizli delikler yutuyordu. Eksik kısımlarında fırtına gibi duygular kabarıyor, bir noktaya kadar yükselip yok oluyordu. Onların geri gelmesini istiyordu, tüm vücudu rahatlamak için kıvranıyordu ama elinden bir şey gelmediği için işkence çekiyordu.
"Beni rahat bırak!" Müthiş bir çabayla kendini kurtardı ve ter içinde, kulakları zonklayarak uyandı.
Karşı duvardaki yüksek pencereden ay ışığı giriyordu. Titreyerek kalkıp sürahinin yanına gitti ve kana kana su içti. Suyunu içerken, gözü, yatarken yatağın yanına bıraktığı kuşağına ve kesesine takıldı. Ay ışığı doğruca keseye vurmuştu. Sanki bir dış güç dikkatini oraya çekmek istiyordu. Keseyi alıp ipini çözdü ve canlıymış gibi gelen sıcak bir şeye eli değdi/Parmaklarının uçunda oynuyordu. Elini hızla çekti. Artık tamamen uyanmıştı. Kesenin ağzını açtı ve içini görebilmek için ışığa tuttu. Dipte bir şey parlıyordu. Taita bakarken, parıltı belli belirsiz bir biçim aldı. Bu, bir kedi pençesiydi.
Taita dikkatle bir daha elini sokup, Hannah'ın, Meren'in gözünden çıkardığı minik kızıl taşı aldı. Hâlâ sıcak ve parlaktı ama kedi pençesi kaybolmuştu. Avucunda sıkıca tuttu. Rüyaların verdiği huzursuzluk bir anda geçmişti.
Odanın köşesindeki yağ kandiline gidip fitilini yaktı. Kandilin ışığında minik taş parçasını inceledi. Kristalin kırmızı kıvılcımları canlı gibiydi. Sonunda, o taşta Eos'un özünden bir parça bulunduğunu kavradı. Meren'in gözüne o taşlan püskürtürken, sihir gücüyle bunu da yapmış olmalıydı.
Neredeyse göle atıyordum. Artık eminim ki orada bunu almak için bekleyen bir şey vardı. O sırada suyun altında gördüğü muazzam girdabı hatırladı. İster bir balık ya da timsah olsun, ister olmasın, gerçekte o da ca-
373
Wilbur Smith
dinin tezahürlerinden biriydi. Belli ki bu değersiz taş parçasına çok önem veriyordu. Taita da aynı önemi verecekti.
Tılsımlı madalyonunu açıp küçük kızıl taşı saç buklelerinin içine yerleştirdi. Kendini daha güçlü ve daha güvenli hissetti. Şimdi o cadıyla karşılaşmak için daha iyi donanımlıyım, diye düşündü. ?
Sabah da cesareti ve kararlılığı eksilmemişti.
Kahvaltılarını bitirdikten az sonra Hannah, Meren'in yeni gözünü kontrole geldi. İrisin rengi koyulaşmış ve neredeyse aslı gibi olmuştu. Meren, kadının sağa sola, aşağı yukarı hareket eden parmağına bakarken her iki gözü de aynı şekilde hareket ediyordu.
O gittikten sonra Meren yayıyla kabartmalı deri sadağını alıp, Taita ile birlikte göl kenarına gitti. Taita, kısa bir direğin üstüne koyduğu boyalı diskle bir nişangâh oluşturdu ve kenara çekildi. Meren yayına yeni bir ip gerdikten sonra, bir oku avuçlarının arasında yuvarlayarak simetrisini ve dengesini kontrol etti.
"Hazırım!" diye bağırıp nişan aldı ve okunu fırlattı. Karşıdan esen rüzgâra rağmen, ok merkeze bir parmaktan yakın bir noktaya saplandı. Taita, "Rüzgârı da hesap et," diye seslendi. Nefer Seti ile birlikte Kızıl Yol'da koştuklarından beri, Taita, Meren'e okçuluk öğretirdi. Meren başını sallayarak anladığını belirtti ve yayını gerip bir ok daha attı. Bu seferki hedefin tam ortasına saplanmıştı.
Taita, "Arkanı dön," deyince Meren döndü. Taita hedefi yirmi adım yaklaştırdı. "Şimdi dön ve döner dönmez ak"
İriyarı bir adam olarak son derece çevik olan Meren, söyleneni yaptı. Tek gözünün kör olmasıyla yitirdiği denge ve duruşu yeniden kazan-
374
11. Yazıt
mıştı. Ok rüzgârdan hafifçe döndü ama Meren bunu da hesaba katarak nişan almıştı. Atışı mükemmeldi. Ok yine hedefin ortasına saplandı. Bütün sabah antrenman yapmaya devam ettiler. Sonunda Taita hedefi iki yüz adım mesafeye taşıdı. Meren, o mesafeden bile dört oktan üçünü hedefe isabet ettirebiliyordu. Görevlinin getirdiği basit yemekleri yemek için ara verdiklerinde Taita, "Bir günlük bu kadar yeter," dedi. "Kolunu ve gözünü biraz dinlendir. Benim yapmam gereken bir şey var."
Asasını aldı, Lostris Tılsımı'nın boynundaki altın zincirin ucunda asılı olup olmadığını kontrol etti ve canlı bir şekilde üst bahçelere doğru yürüdü. Yine çocuğun bulunduğu yere gidiyordu. Oraya yaklaştıkça, beklentileri de artıyordu. Ama aslında hâlâ dış güçlerin etkisi altında olduğunun da farkındaydı. Açıklığa gelince biraz şaşırdı. Bu sürprizler bahçesinde oranın kendisinden saklanacağını düşünmüştü ama her şey son gördüğü zamanki gibiydi.
Kıyıdaki çimenlerin üstüne oturup ne beklediğini bilmeden beklemeye başladı. Her şey gayet huzurlu ve doğal görünüyordu. Altın rengi bir güneş kuşunun cıvıltısını duyunca başını kaldırıp baktı ve kuşun, kırmızı bir çiçeğin üstüne doğru inip, nektarını emmek için kıvrık gagasını uzattı-\ ğını gördü. Birden, ok gibi uçup gözden kayboldu. Taita, kendini toparlayıp, karşısına çıkacak şeylere hazırlanarak bekledi.
Sonra, ne olduğunu tam kestiremese de tanıdık gelen hafif bir vurma sesi duydu. Arkasındaki patikadan geliyordu. O yöne döndü. Vurma sesi durdu ama çok geçmeden tekrar başladı.
Patikadan uzun boylu, iki büklüm biri iniyordu, elinde de uzun bir asa vardı. Taita'nın duyduğu ses, taşlı yolda asanın çıkardığı sesti. Adamın uzun, gümüşi bir sakalı vardı ama beli bükülmüş yaşlı görüntüsüne rağmen, daha genç birinin kıvraklığıyla yürümekteydi. Taita'nın orada oturduğunu fark etmemiş gibi kıyıdan karşı tarafa doğru yürümeye başladı.
375
Wilbur Smith
Taita'nın karşısında bir yere oturdu. Ancak o zaman başını kaldırıp, sessizce onu izleyen Taita'ya baktı. Taita sersemlemiş bir halde yüzündeki kanın çekildiğini hissetti ve tılsımı sıkı sıkı tuttu. Birbirlerinin gözünün içine bakan her iki adam da, karşısında kendi yansımasını görmekteydi.
Sonunda Taita, "Kimsin sen?" diye fısıldadı.
Yabancı, Taita'nın sesiyle, "Ben senim," dedi.
"Hayır," diye bağırdı Taita. "Ben birim ve sen kalabalıksın. Sende kedi pençesinin karanlık izi var. Bana ise Doğru'nun beyaz işareti dokunuyor. Sen, Eos'un yarattığı bir fantezisin. Ben gerçeğim."
"İnatçılığınla ikimizi de perişan ediyorsun, çünkü biz ikimiz tekiz ve aynıyız," dedi gölün karşısındaki ihtiyar adam. "Beni inkâr edince kendini inkâr etmiş oluyorsun. Sana bizim olabilecek hazineleri göstermeye geldim."
Taita, "Bakmayacağım," dedi. "Çünkü yarattığın zehirli görüntülerden yeterince gördüm zaten."
Yansıması, "Sakın böyle konuşayım deme," dedi. "Kendi özünü inkâr etmiş olursun. Göle bak, öteki yüzüm."
Taita karanlık sulara baktı. "Bir şey yok burada," dedi.
Öteki Taita, "Her şey orada," dedi. "İkimizin, yani seninle benim gerçekten istediğimiz her şey orada. İç Göz'ünü aç ve birlikte bakalım." Taita İç Göz'ünü açtı ve karşısına gölgeler arasında bir manzara çıktı. Ve-... rimsiz kumullarla dolu bir çöle bakarmış gibiydi.
Öteki Taita, "O çöl, Doğru'nun bilgisi olmadan bizim yaşamımız," dedi. "Doğru olmazsa her şey kısır ve monoton. Ama bir de çölün ötesine bak, ey benim aç ruhum."
Taita itaat etti. Ufukta güçlü bir işaret, ilahi bir ışık, tamamen saf elmastan yontulmuş bir dağ gördü.
"Bu, bütün görenlerin ve büyücülerin varmaya çalıştığı yer. Bunu boşuna yaparlar. Hiçbir ölümlü kutsal ışığa erişemez. Bu, bütün bilgilerin ve bilgeliğin dağıdır."
Dostları ilə paylaş: |