376
11. Yazıt
Taita, "Çok güzel," diye fısıldadı.
"Ona çok uzaktan bakıyoruz. Ölümlü bir akıl, zirvesindeyken yaşanacak güzelliği hayal bile edemez." Taita, ihtiyar adamın sevinç ve huşu içinde ağladığını gördü. "O zirvede ikimiz birlikte durabiliriz öbür yarım. Daha önce hiçbir insana nasip olmayanı yaşayabiliriz. Bundan daha büyük bir ödül olamaz."
Taita ayağa kalkıp ağır ağır gölün kenarına gitti. Görüntüye bir daha baktı ve daha önce hiç tatmadığı yoğun bir hasret duygusuna kapıldı. Bu utanç verici bir kıvranma, fiziksel bir arzu değildi. O elmas dağ kadar berrak, soylu ve saf bir şeydi.
"Benimkilerin aynısı olduğu için duygularını biliyorum," dedi ikizi. O da ayağa kalkmıştı. "Bizi kaplayan ve hapseden şu kırılgan, eski bedene bak. Bir zamanlar sahip olduğumuz ve yine olabileceğimiz o kusursuz bedenle kıyasla. Suya bak ve bizden önce kimsenin görmediği, göremeyeceği şeyi gör. Bütün bunlar önümüze seriliyor. Böyle armağanları reddetmek dine saygısızlık değil mi?" Elmas dağın görüntüsünü işaret etti. "Bak nasıl soluyor. Ona bir daha bakabilecek miyiz hiç? Seçim senin, senin ve benim." Parlak dağın görüntüsü, Taita'yı boynu bükük ve boş bir çuval gibi bırakarak kayboldu.
Taita'nın ayna imajı ayağa kalkıp gölün etrafından ona doğru yürüdü. Tiksintiyle titreyen Taita'ya sarılmak üzere kollarını açtı. Taita da mecburen bu kardeşçe jeste karşılık verdi. Daha birbirlerine dokunmadan aralarında mavi bir kıvılcım çaktı ve Taita dehşetle bakarken öteki benliği içine girerek kayboldu ve tek bir kişiye dönüştüler.
Sihirli gölden ayrılıp bahçelere döndüğünde bile, görmüş olduğu elmas dağın ihtişamı aklından çıkmamıştı.
Meren aşağıdaki kapının başında onu bekliyordu. "Son birkaç saatte seni arıyorum," diyerek Taita'ya koştu. "Ama burası çok garip bir yer. Binlerce patika var fakat hepsi bu noktaya çıkıyor."
377
Wilbur Smith
"Niye beni aramaya çıktın?" Büyücünün bahçesinin karmaşık yapısını Meren'e anlatmaya çalışmak beyhude olacaktı.
"Az önce Albay Tinat Ankut geldi sanatoryuma. Neyse ki Yüzbaşı Onka ortada yok. O iyi albayla konuşma fırsatını hiç bulamadım. Pek konuşkan değildi."
"Yalnız mı geldi?"
"Yok, başkaları da var, altı askerle yaklaşık on kadar kadın gördüm."
"Ne tür kadınlar?"
"Sadece uzaktan gördüm... ben gölün bu tarafındaydım. Bir anormallikleri yoktu. Genç gibiydiler ama hayvanlarından pek rahat ötülmüyorlardı. Albayın gelişini sana haber vermem gerektiğini düşündüm."
'Tabii ki iyi yapmışsın. Ama zaten bu konuda sana hep güvenmişimdir."
"Ne oldu sana? Üstünde tuhaf bir hal var... gözlerin kamaşmış gibi, bakışların hülyalı. Nasıl bir haylazlık peşindeydin Büyücü?"
"Bu bahçeler çok güzel," dedi Taita.
"Bence iğrenç bir güzellikleri var." Utançla gülümsedi. "Açıklayamıyorum ama buradan hiç hoşlanmadım."
"Hadi gidelim o zaman," dedi Taita.
Sanatoryumdaki odalarına dönünce bir görevlinin onları beklediğini gördüler. "Dr. Hannah'tan bir davet getirdim. Yakında Bulut Bahçeleri'nden ayrılacağınız için, bu akşam yemekte birlikte olmanızı arzu ediyor."
"Lütfen davetini memnuniyetle kabul ettiğimizi söyle."
"Güneş battıktan az sonra, gelip sizi ona götürürüm."
Görevli geri geldiğinde güneş, yamaçların üstünde yeni gözden kaybolmuştu. Adam onları bir dizi avludan ve üstü kapalı galeriden geçirdi. Galerilerde telaşla yürüyen başkalarıyla karşılaştılar ama adamlar selam vermeden geçip gitti. Taita, Meren'in tedavisi sırasında gördüğü bazı görevlileri tanımıştı.
378
11. Yazıt
Bu binaların ne kadar yaygın olduğunu niye hiç fark etmedim şimdiye kadar? Niye onları daha önce keşfetmeye çıkmadım? diye merak etti. Hannah, bahçelerin ve kliniğin yüzyıllar önce kurulduğunu söylemişti, öyleyse neden hiç merakını çekmemişti? Sonra o üç kızı nasıl takip etmeye çalıştığını hatırladı, ama devam etme isteğini yitirmişti.
Burada kapılara veya muhafızlara ihtiyaçları yok, diye düşündü. Yabancıların istenmedikleri yerlere girmelerini zihinsel engeller koyarak da sağlayabiliyorlardı. Tıpkı bana yaptıkları gibi, tıpkı beni bulmaya çalışan Meren'e yaptıkları gibi, dedi.
Avlulardan birinde, bir fıskiyenin yanında sessizce oturan küçük bir grup genç kadının yanından geçtiler. Kadınlardan biri lavta çalıyor, diğer ikisi de tefe benzer aletler sallıyordu. Geri kalanlar ise tatlı bir hüzünle şarkı söylemekteydi.
Meren, "Bunlar öğleden sonra gördüğüm kadınlardan bazıları," diye fısıldadı. Güneş çoktan battığı halde hava hâlâ ılık ve durgundu; kadınlar ince giysiler giymişlerdi.
Taita, "Hepsi de çocuk bekliyor," diye mırıldandı.
"Kratere ilk geldiğimiz gün gördüklerimiz gibi." Taita bir an için, bunun önemli olduğunu düşündü ama daha fikri tam olarak yakalayama-dan avluyu geçtiler ve uzak bir köşedeki sütunlu avluya ulaştılar.
Rehberleri, "Sizi burada bırakacağım," dedi. "Yemekten sonra da gelip alırım. Doktor öteki konuklarıyla birlikte sizi bekliyor. Lütfen girin."
Geniş ve sanatsal bir şekilde döşenmiş salona girdiler, tam ortadaki süslü havuzda yüzen oyuncak gemilere takılmış minik cam lambalar vardı. Duvarlara asılı sepetlerde ya da yerdeki mozaiklerin üstüne hoş bir şekilde dizilmiş seramik ve toprak vazolarda muhteşem bitkiler duruyordu.
Hannah salonun öbür ucundan onları karşılamaya geldi. İkisini de birer elinden tutup, alçak sedirlere uzanmış veya minderlere bağdaş kur-
379
Wilbur Smith
muş öteki konukların yanına götürdü. Gibba ile, ikisi erkek biri kadın üc tane daha doktor vardı. Böyle seçkin görevlere getirilip Bulut Bahçele-ri'nin olağanüstü tıbbi mucizelerine tanık olma ayrıcalığına sahip olmak için oldukça genç görünüyorlardı. Diğer konuk da Albay Tinat'tı. Taita onun sedirine doğru yaklaşırken ayağa kalktı ve büyük bir saygıyla selam verdi. Gülümsememişti ama Taita da bunu beklemiyordu zaten.
"Birkaç güne kadar Albay Cambyses'le dağdan gidiyorsunuz," diye açıkladı Hannah, Taita'ya. "Albay Tinat size eşlik etmek üzere geldi."
"Benim için bir zevk ve onurdur," dedi Tinat.
Diğer cerrahlar Meren'in etrafına toplanmış hayranlıkla yeni gözü inceliyorlardı. "Diğer başarılarını biliyorum Dr. Hannah," dedi kadın. "Ama bu, başarıyla yenilediğin ilk göz."
"Başkaları da olmuştu ama onlar senden önceydi," dedi Hannah. "Artık insan bedeninin her alanında başarılı olacağımıza güveniyorum. Buradaki yürekli albaylar buna şahitlik edecek." Üç cerrah Tinat'a döndü.
"Sen de mi albay?" dedi daha genç olan kadın. Cevap olarak Tinat sağ elini kaldırıp parmaklarını esnetti.
"İlk elim vahşi bir savaşçının baltasıyla koparılmıştı. Bunu Dr. Han-nah'ın becerilerine borçluyum." Eliyle kadını selamladı. Öteki cerrahlar Meren'in gözüne gösterdikleri ilgiyle Albay Tinat'ın elini incelemeye başladılar.
Erkek cerrahlardan biri, "İnsan bedeninde yenilenebilecek yerler konusunda bir sınırlama yok mu?" diye sordu.
"Evet. Önce ameliyatın Yüksek Konsey tarafından onaylanması gerekiyor. Sonra, kalan kısımların işlevini sürdürüyor olması lazım. Bir kafayı ya da kalbi yenileyemeyiz, çünkü biz daha tohumlama yapamadan beden ölmüş olur."
Taita o akşamı çok eğlenceli buldu. Cerrahların sohbeti, daha ön hiç duymadığı bir sürü tıbbi mucizeye değiniyordu. Onlann konulan bir
380
11. Yazıt
harika Bulut Bahçeleri şarabından sonra bitmeye yüz tutunca, bu sefer de Meren'le Taita yolculuklarında karşılaştıkları garip şeyleri anlatıp onları eğlendirdi. Yemekten sonra Gibba lavta çaldı ve Taita da şarkı söyledi.
Görevli Taita ile Meren'i almaya geldiğinde, Tinat da yolun bir kısamda onlara eşlik etti.
"Bizi ne zaman dağdan indirmeyi düşünüyorsun albay?" Taita sormuştu bunu.
"Birkaç günden önce olmaz. Gitmeden önce halletmem gereken başka meseleler var. Hareket gününü önceden iletirim."
"Benim evlatlığım olan Fenn'i hiç gördün mü sonradan? Çok özledim onu."
"O da aynı şekilde size bağlı sanırım. Buraya gelirken köyden geçtim. Beni görünce, sizden haber almak için atımın peşinden koştu. Sizi getirmeye geldiğimi söyleyince de çok heyecanlandı. Saygı ve selamlarını gönderdi. Sağlığı ve morali çok yerindeydi. Tatlı bir kız, onunla gurur du-yuyorsunuzdur."
Taita da, "Öyledir," dedi. "Ve gerçekten duyuyorum."
O gece Taita'nm rüyaları karmakarışıktı, çoğunda tanıdığı kadın ve erkekler yer alıyordu. Diğerleri ise yabancılardı ama o kadar titizlikle yaratılmışlardı ki, sanki fantezi veya hayal gibi değil, etten kemikten canlı-ar gibi duruyorlardı. Rüyaların hepsi de aynı ipe diziliydi: hepsinde Taita Muhteşem bir şeyin gerçekleşmesi beklentisi içindeydi... neredeyse avu-*Unun içinde hissettiği harika bir hazinenin peşindeydi.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte, sebebini anlayamadığı bir sevinç duy-™ ile uyandı. Meren'i horul horul uyurken bırakıp, inci gibi çiy tanele-
381
Wilbur Smith
rinin parladığı çimlere çıktı. Güneş yamaçların üstünden yeni yeni gön; nüyordu. Taita boynundaki tılsımı yokladıktan sonra, fazla düşünmeden bir kez daha yukarıdaki bahçelerin yolunu tuttu.
Bahçelere girince, kendini daha da iyi hissetmeye başladı. Asasına dayanarak yürümüyordu, asayı omzuna vurmuş, uzun, kararlı adımlarla ilerliyordu. Çocuğun bulunduğu açıklığa giden patika duruyordu. Oraya varınca kuytu köşenin bomboş olduğunu gördü. Yalnız olduğuna karar verince bir canlının izini bulmak için çabucak etrafı kolaçan etti. Başka kimse gelmemişti. Hatta öteki benliğinin yürüdüğü toprak ıslak ve yumuşak olduğu halde, üzerinde hiç insan ayağı izi yoktu. Çok anlamsızdı. Kendi aklına güvenmek ve aklının, duygularının gösterdiğini kabul etmek bile giderek güçleşiyordu. Cadı onu deliliğin sınırına getirmişti.
Sonunda bir müzik duydu, gümüş çıngıraklar ve kesik kesik çalınan davullardan geliyordu. Tılsımını sıkıca kavrayıp yavaşça sesin geldiği mağaraya doğru döndü; hem korkuyor hem de merak ediyordu.
Mağaradan ciddi bir tören alayı çıktı ve yosun kaplı kayalara yöneldi. Dört garip yaratık omuzlarında altın ve fildişinden yapılmış bir tahtırevan taşıyordu. Birinci taşıyıcı balıkçıl başlı Thoth, yani ilim tannsıydı. İkincisi savaş tannçası Anuke'ydi, altın zırhının içinde muhteşem görünüyordu ve yayıyla oklan da üstündeydi. Üçüncüsü ise sonsuzluk ve uzun yaşam tannsı Heh'ti, zümrüt yeşili yüzünde sarı gözleri pınl pırıldı; elinde bir milyon yıllık Palmiye Yapraklan vardı. Sonuncu da erkeklik ve bereket tanrısı Min'di, o da akbaba tüylerinden yapılmış bir taç takmıştı; penisi tümüyle kalkmış, kasıklarının arasından mermer bir sütun gibi uzanmıştı.
Tahtırevanın üzerinde, ölümlü bir insanın iki katı boyunda görkemli bir figür duruyordu. Eteği altın kumaştandı. Biîezikleriyle halhallan som altından, göğüslüğü ise lapis lazuli, turkuvaz ve akik kakmalı, yine altındandı. Başında kral kobra ile akbaba kafaları olan çifte Mısır tacı vardı-Göğsüne takılı silahlar gücü temsil ediyordu.
382
11. Yazıt
Taita, "Selam Firavun Tamose!" diyerek selamladı onu. "Ben Taita, dünyevi bedeninizi organlardan arındırıp doksan günlük mateminizde si-ze eşlik etmiştim. Sonra da bedeninize mumya sargılarını sarıp altın lah-dinize yatırmışum."
"Seni görüyorum ve kabul ediyorum Gallalalı Taita, bir zamanlar Firavun'dan aşağıda olan, ama gelmiş geçmiş tüm firavunlardan daha güçlü olacak olan kişi."
"Siz bütün Mısır'ın, yeryüzünün en güçlü krallığının firavunuydunuz. Sizden güçlü kimse olamaz."
"Göle yaklaş Taita. Bak da seni bekleyen kaderi gör."
Taita kenara gitti ve suya baktı. Bir an yükseklik korkusuyla başı döndü. Dünyanın en büyük dağının zirvesinde duruyormuş gibiydi. Okyanuslar, çöller ve daha alçak sıradağlar çok aşağılarda kalmıştı.
"Yeryüzünün tüm krallıklarını gör," dedi firavunun görüntüsü. "Bütün kentlerine ve tapınaklarına, yemyeşil diyarlarına, ormanlarına, otlak-lanna bak. Kölelerin kazdığı madenlere, çıkardıkları değerli metallere, parlak taşlara bak. Çağlar boyu birikmiş hazinelere, cephane depolarına bak. Bütün bunlar senin olacak ve her şeyi sen yöneteceksin." Firavun kılıcını salladı ve manzara değişiverdi.
Güçlü ordular ovalan aşıyordu. Savaşçıların bronz miğferlerindeki at kuyruğundan püsküller, denizdeki köpükler gibi inip kalkıyordu. Zırhlan, kılıçlan, mızraklan semadaki yıldızlar gibi parlaktı. Savaş atlan iki teker-'ekli arabalara koşulmuştu. Düzgün adım ilerleyen ayaklardan çıkan sesler l0Prağj titretiyordu. Tüm ova asker doluydu, sanki bitmek bilmez bir or-duvdu bu.
Firavun, "Bu ordulara sen komuta edeceksin," diye haykırdı. Mü-Vner kakmalı kılıcını bir daha savurdu ve manzara yine değişti.
Taita, bütün okyanustan ve denizleri gördü. Bu güçlü denizlerde bönlük savaş gemileri vardı. Çift sıra kürekli kadırgalar geçiyordu, yel-
383
Wilbur Smith
kenlerine ejderhalar, yaban domuzları, aslanlar, canavarlar ve mitoloji), yaratıklar işlenmişti. Davullar kürekçilere tempo tutuyor, gemilerin bur nundaki şahmerdanlar suları köpük köpük yarıyordu. O kadar çok sava? gemisi vardı ki, denizi bir ufuktan ötekine kaplamışlardı.
"Bak Taita! Bunlar da senin donanmaların olacak. Karşında ne bir in. san ne de bir ülke durabilecek. Bütün yeryüzüne, tüm insanlara hükmedeceksin." Firavun kılıcını Taita'ya doğru uzattı. Sesi gök gürültüsü gibiydi
"Bunlar avucunun içinde Gallalah Taita." Firavun eğilip kılıcın ucuyla Min'in omzuna dokundu. Tanrı'nın koca penisi sertleşti. "Bitmek bilmez bir erkekliğin ve bereketin olacak."
Sonra ebedi yaşam tanrısı Heh'in omzuna dokundu; o da bir milyon yıllık Palmiye Yaprakları'nı salladı. "Mükemmel bir beden içinde ebedi gençliği tadacaksın."
Arkasından bilgelik ve ilim tanrısı Thoth'a değdirdi kılıcını, o da uzun, kıvrık gagasını açıp acı, güçlü bir feryat kopardı. "Bilgeliğin, ilmin anahtan elinde olacak."
Firavun son ilahi figür olan Anuke'ye uzandı, kılıcını kadının bronz kalkanına vurdu. "Savaşlarda galip geleceksin, yeryüzünün, denizin ve göklerin hâkimi olacaksın. Bütün ulusların zenginlikleri senin yönetimin-, de olacak, halkları sana boyun eğecek. Bütün bunlar sana öneriliyor Gallalah Taita. Elini uzatıp alman yeter."
Altınlar içindeki Firavun doğrulup dikleşti ve yakıcı bakışlarını doğruca Taita'nın gözlerine dikti. Sonra, taşıyıcılar yine aynı ciddiyet içinde I tahtırevanı mağaraya soktular. Görüntü soluklaştı ve kayboldu.
Taita çimenlere yığılırken, "Yeter artık," diye fısıldadı. "Buna dah-1 fazla dayanamayacağım. Bunların hepsi büyük Yalan'ın parçaları ani I hiçbir ölümlü insan buna direnemez. Ne olursa olsun, aklım hepsini DÛS' ru olarak kabul etmek istiyor. İçimde, duygularımı yok edip, ebedi run mu mahvedecek istekler yaratıyorlar."
384
11. Yazıt
Sonunda mağaradan ayrılıp aşağı indiğinde Meren'i yine aynı yerde bekler buldu. "Seni bulmaya çalıştım Büyücü. Tehlikede olduğuna dair bir hisse kapıldım ve belki yardımım dokunur dedim ama bu yabanıl yerde yine yolumu yitirdim."
"Her şey yolunda Meren. Senin yardımın benim için her şeyden de-Serli olsa da, merak etmene gerek yok."
"Kadın doktor seni istiyor. Niye olduğunu bilmiyorum ama içgüdülerim ona pek güvenmemek gerektiğini söylüyor."
"Tavsiyeni aklımda tutacağım. Yine de iyi kalpli Meren, şimdiye kadar sana bir zararı dokunmadı öyle değil mi?"
"Şansımıza, hep kibar tarafını gördük."
Selamlaşmalardan sonra Hannah hemen konuya girdi. "Albay Tinat Ankut, Yüksek Konsey'den, Lord Aquer tarafından imzalanmış bir emir getirdi. Yaratabileceği rahatsızlık veya utanç yüzünden özür dilerim ama seni muayene etmek ve Konsey'e derhal ayrıntılı bir rapor sunmak zorundayım. Biraz zaman alabilir. O yüzden hemen benimle birlikte gelmeni istemek zorundayım."
Taita, Önce Hannah'ın buyurgan haline şaşırmıştı ama sonra Jarri'de Yüksek Konsey'den gelen bir emrin, Karnak'taki Şahin Mührü ile aynı güce sahip olduğunu kavradı.
"Elbette doktor, buyruğu yerine getirmekten zevk duyarım."
Hannah'ın geniş odaları, sanatoryumun en sonundaki mat kireçtaşıyla döşeli bloklardan birindeydi. Ortalık şaşılacak kadar yalın ve düzenliydi. Karşı duvardaki taş raflara büyük cam kaplar diziliydi. Kaplarda, koruyucu
385
F:25
Wilbur Smith
sıvı içinde muhafaza edilen birer insan cenini bulunuyordu. Alt rafta, rahimden ahndıklan tarihe göre sıralanmış dokuz ömek cenin durmaktaydı. gn küçüğü bir iribaş kadar, en büyüğü ise ondan biraz daha büyüktü.
Üst raftaki bütün ceninler fena halde deforme olmuştu, kiminde ikiden fazla göz vardı, kiminin kolu bacağı eksikti ve bir tanesinin de iki tane kafası bulunuyordu. Taita daha önce hiç böyle bir koleksiyon görmemişti. Bir cerrah olarak parçalanmış insan eti görmeye alışık olduğu halde, bu zavallı kalıtların böyle teşhir edilmesinden iğrenmişti.
Bulut Bahçeleri'ne geleli beri gördüğü onca hamile kadını da hatırlayıp, doğuma karşı özel bir ilgisi var herhalde, diye düşündü. Odanın büyük kısmını masif kireçtaşından yontulmuş bir muayene masası kaplıyordu. Taita, Hannah'ın o masayı ameliyat ve doğumlar için kullandığını tahmin etti, çünkü taşın üstüne kanallar yapılmış, beden sıvılarının akması için bir delik açılıp, altına da bir kap konmuştu.
Hannah, muayenesine Taita'dan idrar ve dışkı örneği isteyerek başladı. Taita buna pek şaşırmadı. Ectabana'da dışkı ve idrar işlemlerine karşı marazi bir ilgi duyan bir cerrah tanımıştı ama Hannah'ın bu tür bir merakı olduğunu sanmıyordu. Bir bölmeye geçti ve orada kadının asistanlarından biri geniş bir çanakla, istenenleri yaptıktan sonra yıkanması için bir testi su verdi.
Hannah'ın yanına dönünce, kadın yaptıklarını inceleyip kokladı ve masaya sırtüstü uzanmasını istedi. Taita uzanınca, bu kez ilgisini bağırsaklarından burnuna, gözlerine, kulaklarına ve ağzına yöneltti. Asistanı, gümüş bir disk yardımıyla ışığı onlara yöneltiyordu. Sonra Hannah kulağını Taita'nın göğsüne dayadı ve soluk alıp verişini, kalbinin atışını dinledi-
"Genç bir adamın kalbine ve ciğerlerine sahipsin. Uzun Yaşayanlardan olmana şaşmamalı. Keşke hepimiz Font'a katılabilsek." Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.
386
11. Yazıt
Taita, "Font mu?" diye sordu.
"Önemli değil." Kadın hatasını anlamıştı ve konuyu kapamaya çalınıyordu. "İhtiyar bir kadının saçma sapan sözlerine aldırma sen." Kafası-, Saldırmadan muayenesini sürdürdü.
Taita, İç Göz'ünü açtı ve kadının aurasının kenarlarının bozulmuş olduğunu gördü. Bu da Font'tan söz ettiğine pişman olduğunu gösteriyordu. Sonra bozulma düzeldi ve Hannah onun sorabileceği diğer sorulara karşı zihnini kapatırken aurası katılaştı. Belli ki bu Lonca'nın en derin sırlarından biriydi. Taita uygun zamanı bekleyecekti.
Hannah göğsünü muayene etmeyi bitirip doğruldu ve doğrudan Ta-ita'nın gözünün içine baktı. "Şimdi de erkekliğindeki yaralara bakmam lazım."
Taita içgüdüsel olarak iki eliyle kasıklarını kapadı.
"Büyücü, aklın ve ruhunla tam bir erkeksin. Sadece etin zarar görmüş. Onu onarabileceğime inanıyorum. Reddetmeye cüret edemeyeceğim bir otorite de bunu yapmamı emretti. Bana karşı koyabilirsin, ama o zaman asistanlarımı, o da yetmezse Albay Tinat Ankut'la adamlarını çağırmak zorunda kalırım. Ya da bu işi ikimiz açısından da kolaylaştırırsın." Taita hâlâ çekiniyordu. Kadın yumuşak bir sesle devam etti. "Sana karşı derin bir saygı duyuyorum. Seni aşağılamak gibi bir isteğim yok. Aksine, seni utançtan kurtarmak arzusundayım. Hiçbir şey yaralarını tedavi edip, aklın gibi bedeninle de bütün dünyanın saygısını kazanmana yardım etmek kadar tatmin edemez beni."
Taita karşısına başka bir ayartma daha çıkarıldığının farkındaydı arna buna karşı elinden bir şey gelmeyecek gibiydi. Her şekilde, işbirliği yaparsa Eos'a bir adım daha yaklaşmış olabilirdi. Kollarını göğsünde ka-VuŞturdu ve sakin bir şekilde yattı. Kadının tuniğinin ucunu kaldırdığını Ve ona hafifçe dokunduğunu hissetti. İnlememek için dişlerini sıktı.
387
Wilbur Smith
"Bitirdim," dedi Hannah. "Metanetin için teşekkür ederim. Yarm < buradan ayrılırken ben de raporumu AlbayTinat'a vermiş olacağım."
Taita, demek yarın, diye düşündü. Cennetmiş gibi gösterilen bu hennemden kurtulacağına sevinmesi gerektiğini biliyordu. Ama tam alo ni hissediyordu. Gitmek istemiyor ve ne zaman geri gelebileceğini dü$ nüyordu. Eos hâlâ zihninde karanlık oyunlar oynamaktaydı.
Güneşin kraterin tepesinde görülmesine daha bir saat vardı ama, Meren ile Taita, eşyaları Meren'in elinde ahıra geldiklerinde Albay Tinat ve adamları hazır bekliyordu. Meren kendi atını hazırladıktan sonra Taita'nın atını eyerledi. Taita yanına gelince Duman Yeli sevinçle kişneyip başını sallamaya başlamıştı. Taita hayvanın boynunu sıvazlayıp, "Ben de seni özledim," dedi. "Ama sana fazla karabuğday vermişler, yoksa yine hamile misin?"
Onlar es atlarına bindiler ve Tinat'ın birliğinin peşinden sütunların arasından geçip göl kıyısına doğru ilerlediler. Yolun ormana girdiği noktada, Taita eyerde dönüp arkasına baktı. Sanatoryum binaları ıssız görünüyordu, bacalardan tüten yeraltı sularının dumanlan dışında hiçbir hayat belirtisi yoktu. Taita, Hannah'm onların gidişini izleyeceğini ummuştu ve hafifçe hayal kırıklığına uğradı. Kaç haftadır onca deneyimi paylaşmışlardı. Onun bilgisine, kendini işine adamışlığına saygı duyuyordu ve kadından hoşlanmaya başlamıştı. Önüne döndü ve ormana dalan gruba yetişti.
Tinat önden gidiyordu. Klinikten çıktıklanndan beri sadece bir kez. o da resmi bir selamlaşma için konuşmuştu Taita'yla.
Taita, onlan dış dünyaya çıkaracak tünel girişine yaklaştıkça, Bulu Bahçeleri'nde kalma arzusunun azaldığını hissediyordu. Fenn'i tekrar g0' receğini düşündükçe sevinçten havalara uçuyordu. Meren ise, ıslıkla e
388
11. Yazıt
sevdiği yürüyüş marşını çalmaktaydı; monoton, zevksiz bir parçaydı ama moralinin iyi olduğunu gösteriyordu. Taita binlerce fersahlık yolda bunu dinlemeye alıştığı için artık rahatsız olmuyordu.
Tünelin kapısı ortaya çıkınca Tinat geride kaldı ve Taita'yla yan yana gitmeye başladılar. "Artık pelerinlerinizi almalısınız. Tünel soğuk olacak, dışarıda ise dondurucu bir ayaz vardır. Girişe ulaştığımızda birbirimize yakın duralım. Ve sakın yoldan sapmaya kalkmayın. Maymunların ne yapacağı belli olmaz, tehlikeli olabilirler."
Taita, "Onları kim kontrol ediyor?" diye sordu.
"Bilmiyorum. Bu yolda hiç insan görmedim." Taita onun aurasını inceledi ve doğru söylediğini gördü.
Önlerinden geçerken maymunların vahşi bakışlarından kaçındı. Bir tanesi öne zıplayıp ayağını kokladı ama Duman Yeli huysuzlanıp hızlandı. İki tane maymun da saldırgan bir tavırla kafalarını uzattılar ama geçmelerine izin verdiler. Yine de, Taita onların şiddete ne kadar yatkın olduklarını ve saldırmak için nasıl kolayca kışkırtılabileceklerini anladı. Saldırdıktan sonra da kimse onları tutamazdı.
Tünelin ağzına girince Taita öne eğildi ve pelerininin kukuletası tavana sürttü. Tünel yine uçsuz bucaksız görünüyordu ama sonunda rüzgârın ulumasını duydular ve ilerideki karmaşık gri ışığı gördüler.
Bulut Bahçeleri'nin durgun güzelliğinden çok farklı, muhteşem dağlar karşılanndaydı. Maymunlar etraflarına toplandı ama gönülsüz olarak kenara çekilip yol verdiler. Patikadan geçip rüzgârın kamçıladığı alana çıktılar. Onlar deri pelerinlerine sıkıca sarınırken, atlar da rüzgâra karşı yürüyebilmek için başlarını öne eğdi. Arkada kuyruklarından buhar çıkıyor, buz gibi ayazdan nefesleri kesiliyor ve toynakları buzlarda kayıyordu.
Tinat hâlâ Taita'nın yanındaydı ve Taita'nın kulağına doğru eğilmişti. "Bundan önce sizinle konuşma fırsatı bulamadım, ama artık rüzgâr sesle-
389
Wilbur Smith
rimizi örter," dedi. "Adamlarımdan hangisinin beni gözetlediğini bilemiyorum. Sanatoryumda da Hannah'tan başlayarak kimseye güvenilmeyeceğim söylememe gerek yok. Hepsi de oligarşların casusudur."
Taita deri kukuletasının altından onu inceledi. "Seni sıkan bir şey olduğunu biliyorum albay ve sanırım artık bana güvenebileceğini anladın."
"Bana bir dönek, ülkesine ve firavununa ihanet etmiş bir hain gözüyle bakmanızdan korkuyordum."
"Peki bu doğru değil mi?"
"Değil. Bütün kalbimle buradan, köklerini ülkenin ve ülkede yaşayanların ruhlarının derinlerine gömen büyük kötülükten kaçmak istiyorum."
Dostları ilə paylaş: |