I "Bu, firavunundan kölesine bütün insanlann düşü," dedi Eos. "Hayali bir cennette ebediyen yaşamanın hasretini çekiyorlar. Ben doğmadan önce yaşamış eski insanlar bile mağaralarının duvarlarına bu hasreti gösteren resimler çizmiş."
"Peki bunu gerçekleştirmek mümkün mü?" diye sordu Taita.
"Karşında bunun canlı bir kanıtı olarak oturuyorum."
"Kaç yaşındasın Eos?"
"Firavun Keops Giza'daki büyük piramidi dikerken ben çoktan yaşlanmıştım."
"Bu nasıl mümkün olabiliyor?"
"Font'u duymuş muydun?"
Taita, "Eski çağlardan günümüze kadar gelen bir efsane," diye cevap verdi.
"Font bir efsane değil Taita. Font var."
485
Wilbur Smith
"Peki nedir? Nerede bulunur?"
"Bütün hayatın Mavi Nehri, evrenimizi yöneten asıl güç."
"Gerçekten bir nehir veya kaynak mı? Ve niye Mavi? Bana tanımla yabilir misin onu?"
"Tenmass dilinde bile onun gücünü ve güzelliğini anlatacak kelimeler yok. İkimiz bir olunca seni ona götüreceğim. Mavi'de yan yana yıkanacağız ve gençliğin bütün ihtişamıyla çıkacaksın ondan."
"Nerede peki? Gökte mi yerde mi?"
"Yer değiştiriyor. Denizler değişip, dağlar yükselip inince Font da onlarla birlikte hareket ediyor."
"Şimdi nerede?"
"Oturduğumuz yere fazla uzak değil," dedi Eos. "Ama sabırlı ol. Zamanı gelince seni ona götüreceğim."
Yalan söylüyordu. Tabii ki yalandı sözleri. O Yalan'ın kendisiydi. Font var olsa bile, Taita, onun başka hiç kimseyi ona götürmeyeceğini biliyordu, ama yine de bu sahte vaat onu cezp ediyordu.
Eos yumuşak bir sesle, "Benden hâlâ kuşkulandığını görüyorum," dedi. "Sana iyi niyetimi göstermek için, yanına birini daha almana izin vereceğim Font'a giderken. Çok sevdiğin birini. Böyle biri var mı?"
Fenn! Taita, düşüncelerini o kadar hızla maskeledi ki Eos bile okuyamazdı. Eos, ona bir tuzak kurmuştu ve Taita neredeyse tuzağa düşüyordu. "Böyle biri yok," diye cevap verdi.
"Bir kez sana baktığımda vahşi doğada bir göletin kıyısında oturu-yordun. Yanında bir çocuk görmüştüm, sarı saçlı güzel bir çocuk."
Taita, "Ah, evet," dedi. "Adını bile hatırlamıyorum, şu senin karıncalardan biriydi. Sadece o gün için yanımda getirdiğim biri."
"Onu da Font'a götürmek istemez misin?"
"Niye götüreyim ki?" Eos bir şey demedi ama Taita şakaklarında yine o peri parmağı gibi dokunuşları hissediyordu. Eos'un sözlerine inanma-
486
?
11. Yazıt
Sığını ve zihnine girmeye ve düşüncelerini çalmaya çalıştığını biliyordu, psişik bir çabayla kadının girişini engelledi ve o da anında geri çekildi.
"Yoruldun Taita. Bir süre uyumalısın."
Taita, "Hiç yorulmadım," diye cevap verdi ve bu doğruydu. Kendini canlı ve zinde hissediyordu.
"Konuşacağımız o kadar çok şey var ki, uzun bir yarışa yeni başlayan atletler gibiyiz. Adımlarımızı yavaşlatmalıyız. Ne de olsa, kaderimizde sonsuza kadar yoldaş olmak var. Acele etmeye gerek yok. Zaman bizim oyuncağımız, düşmanımız değil." Eos yerinden kalktı ve tek kelime daha etmeden Taita'nın daha önce fark etmediği siyah duvardaki kapıdan süzülüp gitti.
Kendini yorgun hissetmemesine rağmen, odasındaki ipek yatağa uzanır uzanmaz derin bir uykuya daldı. Uyandığında tavandan gelen gün ışığı içeride oynaşmaktaydı. Kendini harika bir şekilde diri hissetti.
Kirli giysileri yok olmuş, onların yerine deri pelerininin yanına temiz bir tunikle bir çift yeni sandalet bırakılmıştı. Başının yanında bulunan fildişi sehpada da yiyecek bir şeyler vardı. Taita yıkandı, kahvaltısını edip giyindi. Eos'un yolladığı tunik, tenini okşayan yumuşacık bir kumaştan yapılmıştı. Sandaletler ise doğmamış keçi derisindendi ve altın varaklarla süslüydü. Tam ayağına göreydiler.
Eos'un büyük salonuna gidince içeride kimsecikler olmadığını gördü. Sadece havada onun kokusu vardı. Bir önceki gece kadının girdiği kapıya gitti. Önünde uzanan uzun geçit onu gün ışığına çıkardı. Gözleri ışığa alışınca, Bulut Bahçeleri kadar büyük olmayan ama ondan çok daha güzel başka bir kraterle karşılaştı. Hayatında bu kadar süslü ve gür orman-
487
Wilbur Smith
lar ve orkideler görmemişti. Tam önünde uzanan çimlerde, ortasında, ic| ne gürül gürül parlak bir su akan şadırvanıyla küçük, mermer bir pavy0n vardı. Su berrak olduğu halde, şadırvanın havuzunda biriken suyun yüzeyi kehribar gibi kara ve parlaktı.
Eos pavyondaki mermer bankta oturuyordu. Başı açıktı ama yüzü öbür tarafa dönük olduğu için, Taita sadece saçını görebiliyordu. Sessizce kadına doğru ilerledi, onu habersiz yakalayıp yüzüne bir göz atmayı düşünüyordu. Saçı beline kadar dalga dalga iniyordu. Havuzdaki su kadar karaydı ama parıltısı kelimelerle anlatılacak gibi değildi. Taita yaklaştıkça, buklelerinin arasında değerli yakutlara benzer kızıl ışıltıların oynaştığını gördü. Dokunmak üzere elini uzattı ama o arada Eos örtüyü başına örtüp Taita'nın yüzünü bir nebze bile görmesine izin vermedi. Sonra ona döndü. "Gel, ait olduğun yere, yani yanıma otur."
Taita bir süre sessizce oturdu. Kızmış ve hüsrana uğramıştı. Eos'un yüzünü görmeye hasretti. Kadın, onun ruh halini anlamış gibiydi ve elini omzuna koydu. Dokunuşu Taita'yı heyecanlandırmıştı ama kendini tuttu ve, "Fiziksel görünüm üzerine epeyce konuştuk Eos," dedi. "Acaba bir kusurun mu var? Görüntünden utanıyor musun?"
Tıpkı onun kendisine yaptığı gibi, kadını kışkırtmaya çalışıyordu. Ama cevap verirken Eos'un sesi tatlı ve sakindi. "Ben, kadın veya erkek, yeryüzüne gelmiş en güzel insanım."
"O zaman güzelliğini niye saklıyorsun?"
"Çünkü gözleri kör edebilir ve ona bakan erkekleri baştan çıkartabilir."
"Bu övünmeye inanmalı mıyım?"
"Bu övünmek değil Taita. Gerçeğin ta kendisi."
"Güzelliğini bana hiç göstermeyecek misin?"
"Hazır olunca güzelliğime bakabileceksin, sonuçlarını anladığın ve onları kabul etmeye hazır olduğun zaman." Eli hâlâ Taita'nın kolundaydı.
488
11. Yazıt
"Görmüyor musun, en hafif dokunuşum bile seni huzursuz ediyor? Kalbinin atışını parmaklarımın ucunda hissedebiliyorum." Elini çekip Taita'yi bir duygu karmaşası içinde bıraktı. Duygulannı tekrar kontrol altına alabilmesi için aradan zaman geçmesi gerekti. "Başka şeylerden söz edelim. Bana soracak pek çok sorun var ve ben de sana doğru cevaplar vermeye söz verdim."
Bu daveti kabul eden Taita'nın sesi biraz boğuk çıkarmış gibiydi. "Nil'in kaynağına engeller koydun. Bunu yaparken amacın neydi?"
"İki amacım vardı. Biri, seni buraya getirtmek için bir çağrıda bulunmaktı. Buna direnemedin ve işte yanımda oturuyorsun."
Taita bunu derin derin düşünüp, "Öteki neydi peki?" diye sordu.
"Sana bir hediye hazırlıyordum."
"Hediye mi?"
"Bir nişan hediyesi. Ruh ve ten olarak birleşince, sana Mısır'ın İki Krallık'ını vereceğim."
"Savaştıktan sonra mı? Bu ne kadar sapkın ve zalimce bir hediye böyle?"
"Çifte tacı sen takıp da. Mısır tahtına ikimiz yan yana oturunca, Nil'i serbest bırakacağım ve suları yine krallığımıza akacak... yani, pek çok krallığımızdan ilkine."
"O arada sadece insan denen kanncalar mı acı çekecek?"
"Daha şimdiden bütün yaratıkların lordu gibi düşünmeye ve davranmaya başladın, ki yakında öyle olacaksın zaten. Bulut Bahçeleri'ndeki mağarada sana göstermiştim. Bütün ulusların hâkimiyeti, ebedi yaşam, gençlik, güzellik, bilgelik ve tüm çağların bilgisi, yani elmas dağ."
"Ödüllerin en büyüğü," dedi Taita. "Gerçekten."
"Tamamen senin olacak."
"Buna orantılı bir şey istemeden önermeni hâlâ kuşkuyla karşılıyorum ama."
489
Wilbur Smith
"Ah, bunu söylemiştim. Teklifime karşılık, ebedi aşkını ve sadakatini istiyorum senden."
"Bunca zamandır yalnız yaşamışsın, niye şimdi birini istiyorsun?"
"Ölümsüzlük sıkıntısına yakalandım, bu mucizeleri paylaşacak biri olmayınca yaşam çok sıkıcı geliyor."
"Benden istediğin sadece bu mu? O muhteşem zekândan bir parça tattım. Eğer güzelliğin de bununla eşdeğerse, ödeyeceğim bu bedel çok önemsiz görünüyor." Kadın yalanlan gerçek gibi sunuyordu. Taita da inanmış gibi yapıyordu. Karşılıklı dizilmiş iki ordunun komutanları gibiydiler. Bu, savaştan önceki çekişme ve manevra dönemiydi. Taita kendisinden çok Mısır ve Fenn için korkuyordu, bu ikisi onun sevgilileriydi ve her ikisi de ölümcül bir tehlike içindeydi.
Sonraki günleri o havuzun başında, gecelerin çoğunu da Eos'un yeşil salonunda geçirdiler. Eos ruhunu kapalı tutsa da, görünümünü Taita'ya yavaş yavaş açıyordu. Konuşmaları da günden güne daha ilginçleşmekteydi. Ara sıra gümüş tepsiden bir lokma meyve almak için uzanıyor ve ön kolunun ortaya çıkmasına izin veriyordu. Veya fildişi kanepesinde pozisyon değiştirirken eteğinin dizine kadar açılmasını sağlıyordu. Baldırının biçimi muhteşemdi. Taita, onun bu güzelliklerine alışmış olmalıydı ama alışamamıştı. Bütün bedeninin ortaya çıkacağı anı korkuyla bekliyordu. Onun cazibesine direnebileceğinden emin değildi.
Günler ve geceler korkutucu bir hızla akıp geçmekteydi. Aralarında şehevi ve astral yolculuklar oluşuyor, neredeyse dayanamayacakları bir hale geliyordu. Bir noktanın altım çizmek istediğinde, kadın, ona dokunuyor sonra elini geri çekiyordu. Bir keresinde elini kendi göğsüne koymuş ve Taita göğüslerinin sıcak esnekliğini hissedince, kasıklarında oluşan sancı yüzünden inlememek için bütün gücünü kullanmak zorunda kalmıştı.
490
f
11. Yazıt
Kokusu asla değişmiyordu, daima zambak kokuyordu. Ama giysilerini sabah akşam değiştirmekteydi. Uzun ve bol şeyler giyiyor, yumuşacık Icumaşlarm altındaki girintiler çok az belli oluyordu. Bazen sakin, bazen huzursuzdu. Öyle zamanlarda, insan eti yiyen dişi bir kaplan zarafetiyle Taita'nm kanepesinin etrafında tur atıyordu. Bir keresinde Taita'nın önünde diz çökmüş ve konuşmaya devam ederken elini tuniğinin üstünden utanmazca Taita'nın kasığına götürmüştü, parmaklan erkekliğinin dibine gelince durup onun kabardığım hissederek geri çekilmişti. Bazen de yine siyahlara bürünüyor ve kendini tamamen gizleyip ayak parmağının ucunu bile göstermiyordu.
Bir sabah, onun yeşil salonundaydılar ve Eos'un üstünde yarı saydam beyaz bir ipekli vardı. Daha önce hiç beyaz giymemişti. Sohbetin ortasında aniden küçük çıplak ayaklarına basıp kalktı ve gelip Taita'nın önünde durdu. Büründüğü beyaz örtü etrafında bir bulut gibiydi. Teninin pembe ve fildişi tonları, giysisine ışık vurdukça kumaşın altından parlıyordu. Görüntüsü tüy gibi narindi. Karnı, bir tazınınki gibi düz ve pürüzsüzdü, altında gizemli bir üçgenin gölgesi görünüyordu. Göğüsleri, çilek rengi haleleri olan fildişi küreler gibiydi.
"Kendimi sana göstermemi sahiden istiyor musun lordum?" diye sordu.
Taita o kadar şaşırmıştı ki hemen cevap veremedi. "Bütün ömrüm i boyunca bu anı beklemişim gibi geliyor," dedi.
"Bana tümüyle sahip olmanı istiyorum. Senden hiçbir şeyi sakınmayacağım. Sana hiç koşul ileri sürmeyeceğim. Karşılığında sevginden başka bir şey istemiyorum." İpekli kumaşı sıvayıp kollarını uzattı. Kollan ince, yuvarlak hatlı ve sıkıydı. O zarif parmaklarıyla örtüsünün ucunu tutup yavaşça yüzünü açmaya başladı. Çenesine kadar gelince durdu. Boynu uzun ve zarifti.
491
Wilbur Smith
"Yüzüme bakmak istediğinden iyice emin ol. Sonuçlan konusunda seni uyardım. Güzelliğim ona bakan herkesi kendine esir etti. Sen dayanabilecek misin?"
Taita, "Beni mahvetse bile dayanmak zorundayım," diye fısıldadı Bunun savaşın kader anı olacağını biliyordu.
Eos, "Bak o zaman," dedi ve insanı çıldırtan bir yavaşlıkla örtüyü kaldırmaya başladı. Çenesi yuvarlak ve gamzeliydi. Dolgun ve kavisli dudakları olgun kirazların rengindeydi. Dudaklarını yaladı. Dili sivrileşti ve ucu, esneyen bir kedi yavrusununki gibi büküldü. Dudaklarında parlak bir iz bırakıp tekrar küçük, ışıltılı dişlerinin arasına çekildi. Elmacık kemikleri çıkık, alnı geniş ve derindi. Yay gibi kaşları, gözlerine mükemmel birer çerçeve oluyor ve koyu mücevher gibi gözleri, parıltılarıyla odayı aydınlatıyordu. Taita'nın ruhuna bakıyor gibiydiler. Kadının yüzünün her bir parçası mükemmeldi. Bütün olarak alındığında ise, kıyas kabul etmez bir güzellikteydi.
Örtüyü yeşil malakit taşlara atarken, "Seni memnun ettim mi lordum?" diye sordu. Kızıl pırıltıları olan saçları samur bir kürk gibi omuzlarından dökülüyordu. Dalga dalga beline kadar iniyor ve sanki kendi canı varmış gibi titreşiyordu.
"Bana cevap vermedin," dedi. "Hoşuna gitmedim mi?"
Taita titrek bir sesle, "Zihnim güzelliğini kavramakta aciz kalıyor," dedi. "Bu güzelliğin onda biri bile kelimelerle ifade edilemez. Bu yüze bakınca, bir erkeğin büyük bir orman yangınında yanar gibi nasıl yanıp kül olduğunu anlayabiliyorum. Beni dehşete düşürüyor ama ona karşı koyamıyorum."
Kadın, ona biraz daha sokuldu ve Taita'yı zambak kokulan kuşattı. Sonra başında dikilip Taita yüzünü onun yüzüne doğru kaldırana kadar bekledi. Yavaş yavaş eğildi; ılık ve yumuşak dudaklarını Taita'nınkilere
492
11. Yazıt
bastırdı. Kıvrık kedi dili ağzının derinliklerine kaydı. Kısacık bir an için Taita'nın diline dolanıp öylece kaldı, ama sonra geri çekildi. Ama kadının tadı, muhteşem bir meyve gibi Taita'nın ağzına dolmuştu. Eos malakit taşlarda dönerek uzaklaştı. Saçları taşları süpürür gibiydi, neredeyse ensesi poposuna değecek kadar arkaya doğru büküldü, o arada etekleri dalga dalga uçuşuyordu. Ayaklan hızdan görünmeyecek şekilde dans ediyordu. Taita'nın gözleri takip edemez olmuştu. Sonra durdular ve kadın parmak ucunda bir heykel gibi yükseldi, sadece saçları dalgalanıyordu.
"Dahası var lordum," dedi sesinde, Taita'nın daha önce duymadığı derin, boğuk bir tını vardı. "Çok daha fazlası var. Yoksa yeterince gördün mü?"
"Sana bin yıl bile baksam, doymam."
Eos başının tek bir hareketiyle saçlarını omuzlanndan attı ve için için yanan gözlerini Taita'ya dikti. Sonra, "Volkanın tam ağzındasın," diye uyanda bulundu. "Bu son aşamada bile geri çekilebilirsin. Ama bir kere girdin mi geri dönüşü olmaz. Senin için evren sonsuza kadar değişmiş olur. Bedeli ağırdır... hayal edemeyeceğin kadar. O bedeli ödemeye hazır mısın?"
"Hazınm."
Eos giysisinin bir omzunu indirdi. Omzunun kıvnmı uzun, zarif boy-nuyla mükemmel bir uyum sağlıyordu. Giysiyi biraz daha indirdi ve bir göğsü ortaya çıktı. Sonra diğerini de çıkardı ve yuvarlak, dolgun, dişi göğüsleri sallandı. Sonra giysiyi kalçalannm çıkıntısına doğru indirdi. Göbeği yeni kar yağmış bir tarla kadar düzdü. Göbek çukurunda ateş gibi bir yakut parıldıyordu. Eos kalçalannı kıvırdı ve giysi narin bacaklarından kayıp ayak bileklerine düştü.
Elbisenin içinden çıkıp çıplak olarak o uzun kıvrak adımlarıyla Taita'nın önüne geldi. Üstüne eğilip bir kolunu ensesine sardı. Diğer eliyle
493
Wilbur Smith
göğüslerinden birini avuçlayıp Taita'nın başını ona doğru eğdi ve meme ucunu ağzına uzattı. Kulağına, "Em, lordum," diye fısıldadı.
Taita bebek gibi emerken meme ucu dudaklarının arasında irileşti ve yoğun, kremsi bir sıvı salgılamaya başladı. Eos başını arkaya itip onu dudaklarının arasından çekene kadar, emmeye devam etti. "Bu kadar aç gözlü olma," diye azarladı. "Bedenimde senin için daha başka zevkler de var. Kendini hemen doyurmamalısın."
Sonra geri çekilip iki elini beline doğru kaydırdı. Taita gözünü ellerinden ayıramıyordu. Eos ayaklarını açıp dizlerini büktü ve uyluklarını ortaya çıkardı. Taita, onun elinin kendi bacaklarının arasındaki siyah tüylerin arasına gömülüşünü izledi. Sonra kadın elini oradan çıkardı ve işaret parmağını uzattı. Parmak yan saydam bir ıslaklıkla parlıyordu. Boğuk bir sesle, "Bak, ne kadar derinim senin için," dedi ve ıslak parmağının ucunu başparmağına sürttü. İki parmağını ayırdığında aralarında jelatinimsi bir madde uzadı. "Bu, bütün erkeklerin delirdiği gerçek ölümsüzlük iksiri," diyerek Taita'ya yaklaştı. "Ağzını aç lordum." Parmağını Taita'nın dudaklarının arasına soktu ve cinselliğinin çarpıcı kokusu Taita'nın duygularını altüst etti. O arada Eos, boştaki elini tuniğinin altına kaydırmış ve erkekliğini kavramıştı. Zaten kazık gibi sertleşmiş olan organ, kadının becerikli parmaklarının arasında daha da sertleşip irileşiyordu.
Taita, Eos'un gözlerinin içine baktı ve bir süre önce orada olmayan, vahşi, yırtıcı bir açlık gördü. Bu açlığın, elinde tuttuğu şey için değil, şehvetle istediği ruhu için olduğunun farkındaydı. Kadın iki eliyle onu tutup ayağa kaldırdı ve önünde diz çökerek sandaletlerinin bağlarını çözüp ayaklarından çıkardı. Sonra başını uzatıp burnunu erkekliğine sürttü ve onu dudaklarının arasına alıp doymak bilmez bir şekilde emmeye başladı. Tekrar doğrulduğunda Taita'nın tuniğini başından çıkarttı ve onu kanepeye itti. Ata biner gibi tek bacağını üstüne atıp üzerine çömelerek onu gizli derinliklerine yöneltti.
494
11. Yazıt
Taita duyduğu zevkin yoğunluğu yüzünden ıstıraba dönüşmesi üzerine zevkle inledi. Kadın üstünde kıpırdamadan duruyordu. Derinlerdeki kasları nabız gibi atıyor, Taita'yı bir pitonun avını yutarken yaptığı gibi amansız bir şekilde kıstırıyordu. O kadar güçlü bir birleşme sağlamıştı ki ikisi de kıpırdayamıyordu. Eos'un gözleri, öldürücü darbeyi indirmeye hazırlanan bir savaşçının muzaffer panltısıyla Taita'nınkilere dikilmişti. "Bana aitsin." Sesi bir yılanın tıslamasına benziyordu. "Sendeki her şey benim." Artık gizlenmeye gerek duymadan gerçek rengini gösteriyordu.
Taita cinsel saldırının başladığını hissediyordu. Sanki, bir barbar sürüsü ruhunun kalesini kuşatmış, duvarlan dövmekteydi. Kadına direnmek, kapılannı ona karşı kapatmak, onu geri püskürtmek için bütün güçlerini topladı. Taita'nın onu tatlılıkla pusuya düşürdüğünü anlayan kadının gözlerindeki bakış korku ile karışık bir şaşkınlığa dönüştü. Ondan sonra ölümcül bir ifade aldı ve yeniden yüklendi.
Başta eşit güçlerle birbirlerine karşı mücadele ettiler. Taita vücudunu bir yana çekiyor, kadın, ona karşı koymak için bütün ağırlığıyla yüklenince onunla birlikte kanepenin öbür tarafına yuvarlanıyordu. Birbirlerine kenetlenmiş şekilde yere düştüler, ama bu sefer kadın alttaydı ve Taita'nın ağırlığını taşıyordu. Bir anlık şaşkınlıkla, bedeninin derinlerindeki kaslan gevşet-mişti. Taita bu hatadan yararlanıp daha derinlere inmek, merkeze ulaşmak için abandı. Kadın anında kaslannı sıkıp ona izin vermedi. Birbirlerini hassas bir dengede tutup bütün güçleriyle zorlanarak sessizce mücadele ettiler.
Taita, onun yedek güçlerini çağırdığını hissetti ve kendisi de kendi yedeklerine başvurdu. Sonra Eos, Taita'nın üstüne psişik bir çığ gibi abandı. Taita'nın savunmasında bir gedik açmaya, ruhunun gizli köşelerine ulaşmaya çalışıyordu. Taita bedeninin esnediğini hissedebiliyordu. Eos'un gözlerinde yine muzaffer bir bakış belirmişti. Taita elini uzatıp boynundaki Lost-ris Tılsımı'nı kavradı. Zihninden de güç kelimelerini geçiriyordu. Mensaar!
495
Wilbur Smith
Erkekliği bu dürtüyle ileri atıldı ve kadın da bunu hisseder hissetmez anlamsız sözcükler haykırdı. Taita, "Kydash! Incube!" diye bağırdı. Tılsımdan, şimşek çakar gibi psişik bir kıvılcım çıktı ve Taita'nın ruhundan Eos'a doğru aktı. Yine kuvvetleri eşitlenmiş olarak birbirlerini kilitlemişlerdi.
Yağ kandillerinin fitilleri kısaldı, alevleri titreşti ve sönüp gitti. Odadaki tek ışık tepedeki bacadan geliyordu. Güneş dağların ardında batınca o da gitti ve karanlığın içinde savaşmaya başladılar. Bütün geceyi o şekilde, Ta-ita'nın erkekliği kadının içine gömülü, onun kasları Taita'nın erkekliğini amansızca kıstırmış olarak, cehennemden fırlamış bir ikili olarak geçirdiler. Cinsel organları birer üreme ve zevk organı olmaktan çıkıp, ölümcül silahlara dönüşmüştü.
Şafağın ilk ışıkları içeri süzüldüğünde, ikisi hâlâ birbirlerine kenetlenmiş durumdaydı. Işık güçlenince Taita, kadının gözlerini görebilmeye başladı. Derinliklerinde, kafese kapatıldığını yeni anlamış bir kuşun paniği belirmeye başlamıştı. Kadın gözünü ondan kaçırmaya çalıştı ama Taita izin vermedi. İkisi de yorgunluk sınırını çoktan aşmıştı. Dayanma isteğinden başka tutunacak dallan kalmamıştı. Kadın uzun bacaklarını Taita'nın kalçasına, kollarını da sırtına dolamıştı. Taita da onu poposundan kavramış kendine doğru bastırıyordu. Sağ elinden bırakmadığı Lostris Tılsım 'ı da araya sıkışmış durumdaydı. Taita, kadına fark ettirmemek için büyük bir çaba harcayarak başparmağının tırnağıyla madalyonu açtı ve küçük kırmızı taşı avucunun içine aldı.
Taşı kadının omurgasına bastırınca, kadından güç alan taşın ısındığı
nı hissetti. Kadın feryat ederek güçsüz bir şekilde çırpındı ve ümitsizce onu
dışarı itmeye çalışarak cinsel organını pompalamaya başladı. Taita, kendi
yüklenişlerini onun zamanlamasına uydurdu. Kadm her gevşediğinde, o
da biraz daha derine giriyordu. Nihayet son engele de ulaştı ve güçlü bir
şekilde abanarak delip geçti. \
496
11. Yazıt
Eos inleyip küfürler ederek Taita'nm altında yığılıp kaldı. Taita ağzını onunkine kapatıp dilini gırtlağına kadar soktu ve çığlıkları bastırdı. Onun varlığının gizli mabedine dalıp bilgisinin ve gücünün saklandığı sandıkları parçalayarak içindekileri almaya başladı. Bunu yaptıkça kendi gücü geri geliyor, kadından aldıkları yüz misline çıkıyordu.
Sonra Eos'un o güzelim yüzüne, o büyüleyici gözlerine baktı ve değiştiklerini gördü. Kadının ağzı açıktı, gümüş rengi salyaları akıyordu. Gözleri mat ve cansız çakıl taşlarına dönmüştü. Burnu, aleve tutulmuş bir balmumu topağı gibi irileşip çirkinleşmişti. Parlak teni solup çirkin bir sarı renk almış, kırışıp sürüngen derisi gibi pul pul kurumuştu. Ağzının ve gözlerinin kenarlarında derin çatlaklar ortaya çıkmıştı. O dalga daiga. can Iı saçlar, kurumuş baş derisinden sopa gibi uzanan tüylere dönüşmüştü.
Taita hâlâ onun içine gömülmüş durumdaydı ve kadının astral ve psişik güçlerini kendi içine alıyordu. O kadar muazzam bir birikimdi ki, bu aktarma işlemi saatler boyu sürdü. Taita'nın akıntının azalıp kesildiğini hissetmesine kadar, güneş ışınları malakit zemine dikey olarak vurur hale gelmişti. Sonunda kaynak tamamen kurudu. Taita ne var ne yoksa almıştı. Eos'un içi boşalmış, bomboş kalmıştı.
Taita erkekliğini geri çekti. Kadının üstünden yuvarlanıp ayağa kalktı. Cinsel organı şişmiş, morarmış ve yer yer sıynlmıştı. Acısını bastırdı ve kanepesinin yanındaki gümüş sürahiye gitti. Kana kana su içtikten sonra kadının kanepesinin ucuna oturup onun yerde yatışını seyretti.
Açık ağzından kesik kesik soluk alıyordu. Gözleri boş bir bakışla salonun tavanına dikilmiş ve bedeni şişmeye başlamıştı. Güneşte kalmış bir ceset gibi, içine dolan çürüme gazlarıyla karnı davul gibiydi. İncecik kollan, bacaklan patlayacak gibi görünüyordu. Eti gevşek ve şekilsiz bir hal almıştı. Taita, onun giderek şişen bedenini, kol ve bacaklannın hamur gibi batmanların arasında kayboluşunu izledi. Geride sadece, vücuduna oranla küçücük görünen başı kalmıştı.
497
F:32
Wilbur Smith
Kadının irileşen bedeni giderek salonun yarısını doldurdu. Taita kanepeden atlayıp sırtını duvara dayayarak ona yer açtı. Yuvanın ortasındaki kraliyet hücresinde yatan kraliçe beyaz karıncaya benzemişti. Kendi eti tarafından kapana kıstınlmıştı, sadece başını oynatabiliyor, geri kalan her şey kendi ağırlığının altında eziliyordu. Bu mağaradan asla kaçamayacaktı. Canavar maymunlar ona yardıma gelse bile onu bu haliyle dar geçitlerden sürükleyip açık havaya çıkarmaları imkânsızdı.
İçeriyi iğrenç bir koku kapladı. Eos'un derisindeki gözeneklerden yoğun, yağlı bir sıvı sızıyor ve altına akıyordu, her damla çürümeye başlayan bedenin etkisiyle yeşile dönüşmekteydi. Mide bulandırıcı koku Ta-ita'nın boğazını ve ciğerlerini yakıyordu. Bu çürümüşlüğün kokuşuydu, iştahına kurban giden masumların, doğmamış bebelerin ve onlan taşıyan annelerin çürüyen bedenlerinin kokuşuydu. Birçok ülkeyi mahveden felaketler yüzünden ölenlerin, çıkarıp yönettiği savaşlarda yok olan askerlerin, korku içinde boğdurduğu insanların, madenlerinde, taşocaklannda can veren kölelerin cesetlerinin kokuşuydu. Her paslı soluğuyla onaya saldığı derin kötülüklerin iğrenç kokusuyla birleşmişti. Bu kokuşmuşluk karşısında Taita'nm duyularını kontrol mekanizması bile yetersiz kalıyordu. Sırtını duvara dayayıp kalan boşluklardan geçerek tünelin ağzına ulaştı.
Arkasından uğursuz bir ses geldi. Sanki dev bir kirpi dikenlerini sallamaktaydı. Eos'un grotesk kafası ona doğru yuvarlandı ve gözleri suratına dikildi. Hatlan öylesine çarpılmıştı ki, o güzelliğinden eser kalmamıştı. Gözleri derin, kara çukurlara dönmüştü. Dudakları, kurukafalarda olduğu gibi, dişlerini ortaya serecek biçimde geriye doğru gerilmişti. Katlanılmaz çirkinliği sapkın ruhunun aynasıydı. Çatlak, boğuk bir sesle karga gibi gaklayarak, "Vazgeçmeyeceğim," dedi.
Dostları ilə paylaş: |