Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə39/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   47

Mavilik, yorgun yaşlı etini ısıttı, düzeltti ve yeniledi. Bacaklanndaki, ayaklanndaki acılar da geçmişti. Yeni yanmış derisi iyileşiyordu. Sinirlerinin sağlamlaştığını, kemiklerinin sertleştiğini duyumsuyordu. Omurgası dikleşiyor, kasları kuvvetleniyordu. Zihni, gençliğin verdiği merak ve iyim-

511
Wilbur Smith

serlikle dolmuş, ama masumiyeti, artık sahip olduğu sonsuz bilgelik ve tecrübeyle yoğrulmuştu.

Sonra Mavilik yavaşça çekilmeye başladı. Gök gürültüsü, tünelde yankılar yaparak azaldı. Taita sessiz nehir yatağında öylece tek başına durup kendine baktı. Sırayla ayaklarını kaldırdı. Baldırlanndaki ve ayak taban-lanndaki yanıklar tamamen geçmişti. Derisi düzelmiş, şişler inmişti. Bacak kasları gururla kabanyordu. Bacakları koşmak istiyordu. Geri dönüp merdivenden, açılan kayaya doğru çıkmaya başladı. Basamaklan üçer, beşer, hem de hiçbir çaba harcamadan atlıyordu. Ayakları hiç tökezlememişti. Kayaya gelince durdu. Meşaleleri kapıp döndü ve sihirli kelimeleri tekrarladı. Kaya tekrar yerine oturmuştu. Şimdi taşın üzerinde bir imza daha kazılıydı, yaralı şahin, yani kendisinin ruh işareti. Dönüp dik yamacı tırmanmaya başladı. Font'un sonsuz gümbürtüsünü bir daha duydu ve yeryüzünün güçlü nabzı kendi göğsünde de yankılandı.

Artık dinlenmek için mola verme ihtiyacı duymuyordu; rahat rahat soluk alıyor, çıplak ayakları taşların üstünde uçar gibi gidiyordu. Yukarı çıktıkça Font'un sesi duyulmaz olmuştu. Çıkış sanki inişten daha kısaydı. Bir anda lav kazanının ışığı karşısına çıkıverdi. Aşağıda kaynayan lavlara bir daha baktı. Gözüyle, atlaması gereken mesafeyi tartacak kadar durak-sadı. Az önce korkunç ve imkânsız gibi görünen şey şimdi çok basitti. Beş altı adım geri çekildi ve koşup atladı. Bu arada yanan meşaleyi de bırakmamıştı. Mükemmel bir dengeyle kenardan üç adım ileri indi. O anda başka bir şiddetli rüzgâr estiği halde sarsılmamıştı bile.

Daha önce emekleyerek geçmek zorunda kaldığı yoldan rahat rahat koşarak geçti. Rüzgâr tuniğini bacaklarına dolayacak kadar esse bile hiç yavaşlamadı. Yol ayrımına gelip ana kola sapana kadar hiç durmadan koştu.

Oraya varınca bile, oyalanmak için bir neden görememişti. Nefesleri derin ama düzgün, bacakları sedir ağacının dalları kadar güçlüydü. Yine de.

512
11. Yazıt

meşaleleri duvardaki doğal çatlaklara kıstırıp tuniğini kaldırarak taşa oturdu. Eteğini beline kadar kaldırıp hayranlıkla bacaklarını seyretti. Ellerini düzgün, gergin teninde gezdirdi. Derisinin altında her bir kası ayrı ayn seçiliyordu. Sonra ellerinin farkına vardı. Ellerinin üstü genç bir adammkiler gibiydi. Yaşlılık lekeleri kaybolmuştu. Kolları da bacakları kadar sıkı ve biçimliydi. Ellerini yüzüne götürüp parmaklarının ucuyla yokladı. Sakalı daha gürdü, boğazında ve gözlerinin altındaki deri gergindi; kırışıklık kalmamıştı. Yine gürleşen dalgalı saçlarını elledi.

Hatlarının nasıl değiştiğini düşünerek keyifle güldü. Keşke aynamı da getirseydim diye düşündü. En azından yüz yıldır kendini beğenme zevkini tatmamıştı.

"Tekrar genç oldum!" diye bağırarak ayağa fırladı ve meşaleleri aldı.

Çok gitmeden, duvardan sızan ve doğal taş bir yalağa biriken bir tatlı . su kaynağına rastladı. Durup içti ve yoluna devam etti. Koşarken bile aklında Ferin vardı. Onu aylardır görmemişti ve o günden bugüne kadar dış görünümünde ne gibi değişiklikler olduğunu merak ediyordu. Önceki gün kurdukları bağlantılar sırasında, onda köklü değişiklikler olduğunu hissetmişti.

Tabii ki değişmiştir, diye düşündü. "Ama benim kadar değil. Birbirimizi görünce şaşıracağız. O artık genç bir kadın oldu. Beni görünce ne yapacak acaba?" Onu tekrar görme fikri başını döndürüyordu.

Aradan geçen zamanın farkında değildi, hatta gece mi, gündüz mü, onu bile bilmiyordu ama yola devam etti. Sonunda, yine dimdik basamaklarla aşağı inen bir yolun başına geldi. Aşağı inince karşısına ağır deri bir perdeyle örtülmüş bir yol çıktı, perde mistik semboller ve karakterlerle süs-

513
F:33


Wilbur Smith

lüydü. Meşaleleri söndürüp perdeye yaklaştı. Üzerindeki bir yarıktan hafif bir ışık sızıyordu. Eskisinden çok daha iyi işiten kulaklarını iyice açarak perdenin arkasını dinledi. Hiç ses gelmiyordu. Dikkatle perdedeki yarığı biraz genişletip arkada ne var, diye baktı. Küçük ama muhteşem bir şekilde döşenmiş bir odaya bakmaktaydı. Kimse var mı, diye çabucak araştırdı ama hiçbir aura algılamadı. Perdeyi açıp içeri girdi.

Burası Eos'un özel odasıydı. Tavan ve duvarlar fildişi kaplanmış, kaplamaların üzerine mücevher gibi parlak renklere boyanmış enfes desenler çizilmişti. Odanın insanda yarattığı etki kadınsı ve büyüleyiciydi. Tavandan, bronz zincirlerin ucuna asılı dört tane yağ kandili sarkıyordu. Kandiller odaya kavun sarısı bir renk vermekteydi. Karşı duvarda ipek kaplamalı, minderlerle bezeli bir divan, odanın ortasında ise abanozdan oyulmuş alçak bir sehpa vardı. Sehpada çanak çanak meyve, ballı çörekler, başka tatlılar, kapağı altın bir yunus şeklinde olan küçük bir kristal sürahi içinde kırmızı şarap duruyordu. Başka bir sehpada ise bir dizi papirüs rulosu ve güneşin, ayın, gezegenlerin hareketlerini gösteren, altın varaklı bir astroloji haritası vardı. Yerlere kat kat ipek halı serilmişti.

Taita doğruca ortadaki abanoz sehpaya gidip birkaç tane üzüm aldı. Cadının ininden ayrıldığından beri bir şey yememişti ve artık genç bir adamın iştahına sahipti. Çanaktaki meyvelerin yansını silip süpürdükten sonra, divanın yanındaki diğer kapıya gitti. Bu da, girişteki gibi süslü bir perdeyle örtülüydü. Taita kulak kesildi ama diğer taraftan bir ses gelmiyordu. Perdeyi açınca küçük bir bekleme odasıyla karşılaştı. Karşı duvardaki gözetleme deliğinin altında bir tabure duruyordu. Taita oraya gidip delikten bakmak üzere eğildi.

Baktığı yer Yüksek Konsey salonuydu. Burası Eos'un, yüksek dağından inip Konsey oturumlarını gözetlediği ve yönettiği yerdi. Yani Taita'nın, Aquer, Ek-Tang ve Caithor'la ilk karşılaştığı yer. Şu anda salon boştu ve yarı karanlıktı. Arkadaki yüksek pencereden karanlık gökyüzü ve Kenta-

514
11. Yazıt

urus takımyıldızının bir kısmı görünmekteydi. Taita takımyıldızının ufukta yaptığı açıya bakarak zamanı tahmin etti. Gece yarısını geçmişti ve sa-ray uykudaydı. Tekrar Eos'un odasına dönüp kalan meyveleri de yedi. Sonra divana uzanıp uyurken kendisini gözlerden saklayacak bir büyü yaptı ve gözlerini kapar kapamaz uykuya daldı.
Yüksek Konsey salonundan gelen konuşmalarla uyandı. Aradaki duvarlar sesleri boğuyordu ama Taita çok iyi işittiği için Lord Aquer'in sesini tanımıştı.

Hemen divandan kalkıp Eos'un gözetleme deliğine koştu. Tepeden tırnağa savaş giysileri içindeki sekiz savaşçı büyük bir saygıyla kürsünün önünde diz çökmüştü. İki oligarşin yüzü de onlara dönüktü. Lord Aquer ayaktaydı ve karşısındaki askerleri azarlıyordu.

"Kaçmışlar, ne demek? Size onları yakalayıp karşıma getirmenizi emretmiştim. Şimdi kalkmış bana, sizi atlattıklarını söylüyorsunuz. Bu ne demek, açıklayın?"

"Peşlerine iki bin adam taktık. Özgürlükleri fazla uzun sürmeyecek." Konuşan Yüzbaşı Onka'ydı. Lord Aquer'in gazabı karşısında köpek gibi sinmişti.

"İki bin öyle mi?" diye bağırdı Aquer. "Askerlerimizin geri kalanı nerede? Bu ihtilali bastırmak için bütün orduyu görev basma çağırmanı emretmiştim. Orduya bizzat ben, komuta edeceğim. O hain Tinat Ankut'u ve işbirlikçilerini bulacağım. Hepsini, duyuyor musun? Özellikle de yeni gelen Meren Cambyses'i ve peşine taktığı diğerlerini. İşkenceyle öldürülmelerini seyredeceğim. Asla unutulmayacak birer örnek olacaklar!" Subayları süzdü ama hiçbiri konuşmaya ve hatta ona bakmaya cesaret edemiyordu.

515
Wilbur Smith

"Elebaşlannı yok ettikten sonra, Jarri'deki bütün göçmenlerin icabına bakacağım. Hepsi de hain. Konsey'in emriyle, bütün mallarına tanrıça ve devlet tarafından el konacak. Erkekler madenlere gönderilecek... köle açığımız var zaten. Yaşlı kadınların ve on iki yaşından büyük çocukların köle ağıllarına kapatılmasını istiyorum. Daha küçük olanlar hiç istisnasız kılıçtan geçirilecek. Güzel kızlar üreme programı uygulayan çiftliklere yollanacak. Ordunun geri kalanını toplaman ne kadar sürecek Albay Onka?"

Taita, Onka'mn albaylığa terfi edip daha önce Albay Tinat'ın yerine geçtiğini tahmin etti.

Onka, "Bugün öğleden önce hazır olacağız yüce lordum," diye cevap verdi.

Taita şaşkınlık içindeydi. Kendisi dağlardayken Jarri'deki her şey değişmişti. Şimdi ilk düşüncesi Fenn ve Meren'di. Belki de Onka'mn eline geçmişlerdi bile. Bir an evvel Fenn'le bağlantıya geçip, durumu öğrenmek istiyordu, ama Aquer'in planlarına kulak misafiri olmak da çok önemliydi.

Aquer emir vermeye devam ederken o da gözetleme deliğinin başından ayrılmadı. Tecrübeli bir komutandı ve belli ki taktikleri etkili olacaktı. Ama Taita da ona karşı kendi planlarını yapabilirdi. Sonunda Aquer albaylarını gönderdi ve iki oligarş salonda yalnız kaldılar. Aquer öfke içinde kendini tabureye attı.

"Etrafım aptallarla ve ödleklerle sanlı," diye şikâyet etti. "Bu isyan nasıl olur da burnumuzun dibinde ortaya çıkabilir?"

"Bu işin içinde o sözde büyücü Gallalalı Taita'nın kokusunu alıyorum," dedi Ek-Tang. "Bu isyanı onun başlattığından hiç kuşkum yok. O doğruca Mısır'dan ve Nefer Seti'den geldi. Biz, onu Jarri'ye kabul eder etmez de, iki yüz yıldır ilk defa isyan çıktı."

Aquer, "İki yüz on iki yıldır," diye düzeltti.

516
11. Yazıt

"Evet, iki yüz on iki yıldır, o ukalanın niyeti hiç iyi değildi. Asıl ona ne yapacağız?"

"Biliyorsun ki Taita tanrıçanın özel konuğu ve kendisiyle tanışmak üzere dağa gitti. Eos tarafından çağrılanlar asla geri dönmez. Artık onu düşünmemize gerek yok. Bir daha asla görecek değiliz. Jarri'ye getirdiği diğerleri de yakında mahkeme huzuruna çıkacak..." Aquer lafını yarıda bıraktı ve öfkeli ifadesi değişti. Keyifle gülümsüyordu şimdi. "Evlatlığı olan o Fenn denen kızla da bizzat ben ilgileneceğim." Taita, adamın aurasında şehevi parıltılar gördü.

Ek-Tang, "Yaşı yeterince büyük mü?" diye sordu.

"Bana göre hepsi yeterince büyüktür." Aquer anlamlı bir hareket yaptı.

"Herkesin zevki kendine," dedi Ek-Tang. "Eğlence anlayışlarımız farklı olabilir." Sonra iki oligarş kalkıp salondan çıktılar. Taita da cadının özel odasına döndü ve Fenn'le bağlatıya geçmeden önce kapının süngüsünü çekti. Hemen hemen aynı anda zihninde kızın yüzü canlandı ve o tatlı sesinin kulaklarında çınladığını duydu. "Buradayım."

"Seni daha önce aramıştım. Tehlikede misin?"

"Hepimiz tehlikedeyiz ama şu an için bir sorun yok. Ülke karmakarışık. Sen neredesin Taita?"

"Dağdan kaçtım ve Yüksek Konsey salonunun yakınında bir yerde gizleniyorum."

Fenn'in şaşkınlığı o durumdayken bile açıkça görülüyordu. "Ah Taita her şekilde beni şaşırtmayı ve sevindirmeyi başarıyorsun."

Taita, "Karşılaştığımızda daha da sevindireceğim," diye söz verdi. "Sen veya Meren, bana gelebilir misiniz, yoksa ben mi sizi bulmalıyım?"

"Biz de saklanıyoruz ama aramızda en fazla altı, yedi fersah mesafe ar," dedi Fenn. "Nerede buluşmamız gerektiğini söyle."

517
Wilbur Smith

"Kalenin kuzeyinde tepenin yamaçlarına gömülü bir vadi var. Dao yoluna yakın, saraydan üç fersah kadar ötede. Vadi girişinin üstündeki yamaçta, fark edilmesi kolay akasya ağaçlan var, uzaktan bile görünüyor, at kafası şeklinde. Orada buluşalım." Taita zihninden ağaçların görüntüsünü aktardı.

Fenn, "Gayet belirgin," diye cevap verdi. "Sidudu görünce tanır. Eğer tanıyamazsa seninle yine bağlantı kuranm. Hemen git oraya Taita. Bu uğursuz yerden ve Jarrililerin gazabından bir an evvel kaçmamız lazım."

Taita odayı çabucak tarayarak bir silah veya kılık değiştirmesine yarayacak bir şeyler aradı ama ikisini de bulamadı. Ayakları hâlâ çıplaktı ve üzerinde toz toprak içinde kalmış, yanan magma parçalarıyla delinmiş tuniği vardı. Dışarı çıkıp boş salona daldı. Tinat'ın onu kaleye ilk getirdiği zaman girdikleri yeri gayet iyi hatırlıyordu. Koridora çıkınca orayı da bomboş buldu. Oligarşlar giderken muhafızları da yollamış olmalıydı. Binanın arka tarafına geçti ve tam arka avluya açılan çift kanatlı yüksek kapıya yaklaşmıştı ki biri bağırarak onu durdurdu.

"Hey, oradaki! Dur ve kendini tanıt."

O telaş arasında kendisini gizleyecek büyüyü yapmayı unutmuştu. Dostça bir tebessümle döndü. "Bu sarayın büyüklüğü başımı döndürdü," dedi. "Belki yolumu bulmama yardım edersin."

Onu durduran adam kale muhafızlarındandı ve üniforma giymiş, iri-yarı, orta yaşlı bir çavuştu. Kılıcım çekmiş, kavgaya hazır bir suratla Ta-ita'ya doğru geliyordu.

"Kimsin sen?" diye bağırdı tekrar. "Bana pis bir hırsızmışsın gibi geliyor."

Taita iki elini havaya kaldırıp, "Sakin ol dostum," dedi. Hâlâ gülüm-süyordu. "Albay Onka'ya acil bir mesaj getirmiştim."

"Albay çoktan çıktı." Çavuş sol elini uzattı. "Mesajı bana ver, tabii sahiden bir mesaj getirdiysen. Ben, ona ulaştırırım."

518
11. Yazıt

Taita kesesine davranıyormuş gibi yaptı ama adam yaklaşınca bileğine yapışıp çekerek dengesini bozdu. Çavuş içgüdüsel olarak tüm ağırlığıyla geri çekildi. Taita da adamın üstüne gitti ve iki dirseğini bütün gücüyle göğsüne indirdi. Çavuş şaşkın bir çığlık atarak dengesini kaybedip sırtüstü yuvarlanmıştı. Taita bir leopar hızıyla üzerine atılıp çenesinin altına şiddetli bir darbe indirdi. Adamın boynundaki omurlar çatırdayarak kırılmış ve anında ölmesine yol açmıştı.

Taita, onun yanma çömelip miğferini çözmeye başladı, amacı kılık değiştirmek için üniformasını kullanmaktı, ama daha miğferi çavuşun başından çıkaramadan başka bir bağınş duyuldu ve iki muhafız kılıçları çe-kili olarak Taita'ya doğru koşmaya başladılar. Taita çavuşun kılıcını kapıp gelenleri karşılamak üzere ayağa fırladı.

Kılıcı sağ eline almıştı. Ağır bir piyade kılıcıydı, ama tutuşu rahattı. Uzun yıllar önce Firavun'un alayları için silah kullanma talimatları yazmıştı ve kılıç özel ilgi alanına giriyordu. Sonradan sağ kolunda kılıç kullanacak güç kalmamıştı ama artık hem güçlü, hem de çevikti. İlk saldırganın hamlesini savuşturdu, ikincisini de başını eğerek atlattı. O durumdayken, kılıcını savurdu ve adamın ayak bileğinin arkasında, aşii tendonunu kesti. Sonra zıplayıp doğruldu ve daha iki adam ne olduğunu anlayamadan aralarına daldı. Yaralı olmayan muhafız dönüp ona karşılık vermeye çalıştı ama o sırada gardım fazla indirmişti ve Taita kılıcını onun koltukal-tına sokup göğsüne kadar yardı. Sonra bir bilek hareketiyle kılıcı döndürüp yarayı büyüttü ve kılıcı rahatça geri çekti. Kurbanı dizlerinin üstüne çöküp ağzından kanlar fışkırtarak yere yığıldı. Taita daha önce yaraladığı askerle karşılaşmak üzere döndü.

Adamın gözleri dehşet içindeydi ve kaçmaya çalışıyordu ama yaralı ayağına hâkim olamıyordu ve düşmek üzereydi. Taita, onun yüzüne hamle edermiş gibi yaptı ve adam gözlerini korumak üzere gardım yükseltin-

519
Wilbur Smith

ce kılıcı karnına sapladı ve geri çekildi. Adam kılıcını düşürüp dizlerinin üstüne çökmüştü. Taita bir daha atılıp ensesinden, miğferinin altından sapladı kılıcını. Asker yüzüstü devrildi ve öylece kaldı.

Taita iki cesedin üstünden atlayıp ilk öldürdüğü adamın yanına koştu. Bunun üniformasında kan lekeleri yoktu. Çabucak sandaletlerini çıkarıp giydi. Ayağına uymuşlardı. Kılıç kemerini ve kınını aldı, son olarak da miğferiyle pelerinini kapıp bir yandan giyinerek kapıya doğru koşmaya başladı. Kapıya vardığında yavaşladı ve koyu kırmızı pelerine kirli, yırtık pırtık tuniğini örtecek şekilde sarındı. Bir yandan da kapıdaki nöbetçilerin zihnini uyuşturacak bir büyü yapmıştı. Nöbetçiler ona ilgisiz bir tavırla baktılar ve aralarından geçip mermer basamaklardan avluya indi.

Tören alanı, Onka'nın sefere çıkmaya hazırlanan adamları ve atlarıyla kaynıyordu. Taita kurumla yürüyüp yüzbaşılarına bağırarak emirler yağdıran Onka'yı da görmüştü. Kargaşadan yararlanıp Onka'nın burnunun dibinden geçerek ahırlara yöneldi. Onka, ona doğru bakmış, ama tanıdığını gösteren bir harekette bulunmamıştı.

Taita yakalanmadan ahırlara ulaştı. Burada da aynı çılgın koşturmaca vardı. Nalbantlar atları nallıyor, zırh tamircileri ok uçlarını ve kılıçları biliyor, seyisler subayların atlarını eyerliyordu. Taita'nın aklında sıranın arasından bir at çalma fikri vardı ama bunu başarmanın neredeyse imkânsız olduğunu anlamıştı. At çalmaktan vazgeçip avlu kapılarına doğru ilerledi.

Kokuyu takip ederek binaların arkasındaki helaları buldu. Kimsenin görmediğinden emin olmak için etrafına bakındı. Yukarıdaki duvarda bir nöbetçi dolaşıyordu ve birazdan kopacağını bildiği şamatayı bekleyerek olduğu yere sindi. Çok geçmeden kale tarafından öfkeli haykırışlar duyuldu. Düdükler çalınıyor, silah başına boruları ötüyordu. Nöbetçi de koşarak ne olduğunu anlamaya gitmişti. Taita'ya arkası dönüktü.

520
11. Yazıt

Taita tuvaletlerin düz damına tırmandı. Oradan duvarın tepesine ulaşmak mümkündü. Koşarak gitti ve atlayıp duvardaki korkuluğa tutundu. Sonra kendini yukarı çekip bir bacağını parmaklığın üstüne attı. Duvarın tepesinde yuvarlanarak öbür uca gitti ve kendini aşağı bıraktı. Uzun bir düşüştü ama bacaklarını büküp yerde yuvarlanarak etkisini azaltmıştı. Nöbetçi hâlâ ona bakmıyordu. Ormanın kıyısı yakın olduğu için ok gibi fırlayıp açık alanı geçti ve ağaçların arasına daldı. Kendini toparlamak için bir dakika kadar durduktan sonra, gizlenmek için kurumuş dere yataklarını, uzun otları ve çalıları kullanarak yukarı tırmanmaya başladı. Tepeye varınca dikkatle etrafı inceledi. Bulut Bahçeleri'ne giden yol tam altından geçiyordu. Bomboştu. Koşarak yola inip karşıya geçti ve bir çalılığın arasına gizlendi. Bulunduğu yerden, bir sonraki burunda bulunan at başı şeklindeki ağaçlığı görebiliyordu. Kendini aşağı bıraktı, koşarken gevşemiş taşlar ayaklarının altından sağa sola sıçrıyordu. Dengesini yitirmeden dibe ulaştı. Koşmaya devam etti ve bir açıklığa geldi. Vadinin iki yanı dik bir şekilde yükseliyordu. Kısa bir süre ilerledikten sonra döndü ve vadi girişini görebileceği bir noktaya tırmanıp beklemek üzere yerleşti.

Güneş önce tepeye ulaştı, sonra ufka doğru alçalmaya başladı. Taita, vadiyi kesen yoldan bir toz bulutunun kalktığını gördü. Doğuya doğru hızla yol alan büyük bir süvari birliğine benziyordu. Aradan bir saat daha geçti ve bu sefer yaklaşan hafif toynak sesleri duydu. Hemen doğruldu. Aşağıda bir grup atlı ortaya çıkmış ve durmuştu.

Önde, doru bir ata binmiş olan Sidudu vardı. Taita'nın saklanmakta olduğu vadiyi göstermekteydi. Meren atını kızmkinin yanından sürüp başa geçti. Grup atlarını tırısa kaldırdı, Meren'in hemen arkasında gri bir taya binmiş çok güzel, genç bir kadın vardı. Uzun bacakları çıplaktı ve omuzlarına dökülen sapsarı saçları rüzgârda dalgalanıyordu. İncecikti, omuzlan gururla dimdik durmaktaydı. Taita o mesafeden bile göğüslerinin ağartıl-

521
Wilbur Smith

mış beyaz keten tuniğini gerdiğini fark edebiliyordu. Rüzgâr altın buklelerini savurup yüzünü ortaya çıkarınca Taita keskin bir soluk aldı. Bu Fenn'di, ama onun tanıdığı ve sevdiği küçük Fenn'den çok farklıydı. Bu, kendine güvenen, güzelliğinin ilk baharını yaşayan genç bir kadındı.

Fenn gri taya biniyordu ve Duman Yeli'ni de yedeğine almıştı. Hil-to onun sağ tarafındaydı. Nakonto ile İmbali de peşlerinden atla gelmekteydiler... demek ki o yokken yeni beceriler geliştirmişlerdi. Taita çömel-diği kenardan aşağı inmeye başladı. Son derin seti de atlayarak aştı. Kırmızı pelerini kanat gibi açılmıştı ama deri miğferin göz bandı da yüzünün yansını örtüyordu. Doğruca Meren'in önündeki yola indi.

Eğitimli bir savaşçının reflekslerine sahip olan Meren, onun Jarri üniformasını hemen fark etmiş ve kılıcını çekip dörtnala üstüne gelmeye başlamıştı. Taita, kendi kılıcına sanlacak fırsatı ancak bulabildi. Meren eyerden sarkıp başına hamle yaptı. Taita hamleyi kendi kılıcıyla karşıladı ve kenara sıçradı. Meren atını şaha kaldırarak başını çevirdi. Sonra yeniden hücuma kalktı. Taita başındaki miğferi çıkarıp kenara fırlattı. "Meren! Benim, Taita," diye bağırdı.

"Seni yalancı! Büyücü'ye hiç benzemiyorsun!" Meren saldırmaktan vazgeçmemişti. Eyerden sarkıp kılıcını dengeledi, hedefi Taita'nın göğsünün ortasıydı. Taita kenara kaçıldı ve Meren hızla geçerken kılıcının ucu omzunu sıyırdı.

Taita bu kez Fenn'e seslendi. "Fenn! Fenn, benim, Taita!"

Fenn de, "Hayır! Hayır! Sen Taita değilsin! Ne yaptın ona?" diye haykırdı. Meren ise tekrar saldırmak üzere atını döndürüyordu. Nakonto da mızrağını omzuna kaldırmış, fırlatmak için Meren'in aradan çekilmesini beklemekteydi. İmbali attan inmiş baltasını kaldırmış koşuyordu. Ardından da kılıcını çekmiş olarak Hilto geliyordu. Hem Fenn, hem Sidudu yaylarını geriyorlardı.

522
?

11. Yazıt

Fenn'in gözleri öfkeden zümrüt gibi parlamaktaydı. "Ona bir şey yaptın sen alçak. Okumu o kara kalbine gömeceğim," diye haykırdı.

"Fenn! Ruh işaretime bak!" Taita bunu Tenmass diliyle söylemişti, ?fenn'in çenesi havaya kalktı. Sonra yaralı şahin işaretinin Taita'nın başının üzerinde olduğunu gördü ve geçirdiği şoktan yüzü bembeyaz kesildi. ?FHayır! Hayır! Sahiden o! Bu Taita! Kılıcını kaldır, sana diyorum! Meren, I kılıcını kaldır!" Meren aniden dönüp atını dizginledi.

Fenn ise Kasırga'dan atlayıp Taita'ya doğru koşmaya başlamıştı. İki koluyla boynuna atılıp yürek burkan bir şekilde hıçkırmaya başladı. "Ah!

I

TpAh! Ah! Öldüğünü sandım. Seni öldürdüklerini sandım." Taita, onu sıkıca göğsüne bastırdı, bedeninin kıvrak ve diri olduğunu hissedebiliyordu. Fenn'in tatlı kokusu burun deliklerine dolmuş ve duygularını ayaklandırmıştı. Kalbi göğsüne sığmıyormuş gibiydi ve konuşamıyor-du. Diğeri hayretler içinde bakarken sessiz bir yoğunlukla birbirlerine sarılmış olarak kalmışlardı. Hilto her zamanki soğukkanlı havasına bürünmeye çalışıyor ama başaramıyordu. Nakonto ve İmbali ortak büyü korkulanyla sağa sola tükürüp, kötü ruhlara karşı korunma sağlamaya çalışıyordu.



Meren, "Bu o değil," dedi. "Ben Büyücü'yü herkesten iyi tanırım. , Bu genç hayvan o olamaz."

Uzun bir süre sonra Fenn geri çekilip Taita'ya bir kol boyu uzaktan baktı. Yüzünü dalgın bir şekilde inceledikten sonra gözlerini onunkilere dikti. "Gözlerim, o değil diyor ama kalbim doğruyu biliyor. Evet, bu sensin. Ta kendisinin. Ama lordum, nasıl bu kadar gençleşip eşsiz bir güzelliğe kavuştun?" Parmaklarının ucunda yükselip Taita'yı dudaklarından öptü. Herkes kahkahalarla gülmeye başladı.

Meren de atından atlayıp yanlarına koştu. Taita'yı Fenn'in elinden aldı ve sımsıkı sarıldı. "Hâlâ inanamıyorum! Böyle bir şey mümkün değil!" Güldü. "Ama kılıç kullanmandan anlamalıydım Büyücü, başkası olsa çoktan haklamıştım." Hepsi heyecanla etraflarını sardı.

523
Wilbur Smith

Sidudu önünde diz çöktü. "Sana çok şey borçluyum Büyücü. İyi olduğuna çok sevindim. Eskiden ruhun güzeldi, ama şimdi etin de güze! olmuş,"

Nakonto ile İmbali bile sonunda büyü korkularını yenip huşu içinde ona dokunmak için gelmişlerdi.

Hilto, "Bize döneceğinden bir an bile kuşku duymadım," diye bağırdı. "Görür görmez de sen olduğunu anlamıştım." Kimse bu söylediklerine inanmadı.

Meren arka arkaya soru yağmuruna tutarken Fenn de sağ koluna girmiş, parlayan gözleriyle yüzünü seyrediyordu.

Nihayet Taita hepsine gerçekleri hatırlattı. "Bunları sonraya bırakalım. Şu anda tek bilmeniz gereken Eos'un artık ne bize ne de Mısır'a zarar veremeyeceği." Duman Yeli'ne bir ıslık çaldı. Hayvan cilveli bir tavırla göz süzüp burnunu boynuna gömdü. "Demek en azından sen tanıdın beni sevgilim." Taita da kolunu hayvanın boynuna doladı ve Meren'e baktı.

"Tinat nerede?"

"Kitangule Nehri'ne doğru yola çıktı Büyücü. Jarrililer planlarımızı anladılar. Hemen harekete geçmeliyiz."

Vadiden ayrılıp ovaya doğru yola koyulduklarında güneş batıyordu. Ormana geldiklerinde ise hava kararmış ve Sidudu yine başa geçmişti. Taita yıldızlara bakarak kontrol etmiş ve kızın doğru yöne gittiğini anlamıştı. O da bütün dikkatini Fenn ile Meren'e verebilirdi. Taita ortada olmak üzere, üçü yan yana, üzengileri birbirine değerek gidiyorlar, Fenn ile Meren, ona yokluğunda olup bitenleri anlatıyorlardı.

Sonra Taita, "Saraydayken Aquer'in Konseyi'nin konuşmalarını duydum," dedi. "Kendisi ordunun başına geçiyor. Öncüleri, bizimkilerin doğuya doğru gittiğini bildirmiş. O da, Tinat'ın Kitangule Nehri'nin başındaki tersanelere gittiğini ve gemilere el koymak niyetinde olduğunu anlamış, zaten Jarri'den kaçmanın tek yolu nehir. Bana şimdi Tinat'ın tam nerede olduğunu ve yanında kaç kişi bulunduğunu söyleyin."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin