"Tashkalon!" diye bağırarak saçı fildişi halkaya fırlattı. "Ascartow! Silondela!" Eos'un güç sözlerini ona karşı kullanıyordu. Rüzgâr aniden kesildi ve tapınağa buz gibi bir sessizlik hâkim oldu.
Fenn de Taita'nın yanına çekilip tuniğinin uçunu kaldırdı. Sonra bacaklarının arasındaki bezi yırtıp Eos'un saçının üstüne attı. Tatlı, berrak bir sesle o da "Tashkalon! Ascartow! Silondela!" diye tekrarladı. Tapınak temellerinden sarsıldı ve yeryüzünden derin bir gümbürtü koptu. Karşı duvarlardan biri dışa doğru bükülüp bir yığın moloz halinde çöktü. Arkalarında da çatı kirişlerinden biri kırılmış ve çürümüş sazları da beraberinde indirerek revağın ortasına düşmüştü.
Gök gürültüsünü andıran bir gürültüyle tapınağın zemini yarıldı. Beş uçlu yıldızın tam ortasından geçen derin çatlak fildişi diski parçalayıp Ta-
566
11. Yazıt
ita ile Fenn'i ayırarak ortalarından geçti. Açılan yarığın dibi görünmüyordu. Yeryüzünün dibine kadar iniyormuş gibiydi.
Fenn, "Taita!" diye feryat etti. Ayrılmışlardı ve kız, ondan aldığı gücün mum gibi eriyip gittiğini hissedebiliyordu. Açılan yangın kenarında yalpaladı ve bir anda aşağıya doğru oburca çekildi.
"Taita düşüyorum. Kurtar beni!" Kollarını havada döndürüp yay gibi geriye bükülen sırtını dikleştirmeye çalışarak mücadele etmeye çalıştı.
Taita aralarında oluşturdukları astral güçleri tam olarak fark etmemişti ve koşarak yarığın üstünden atlayıp son anda Fenn'i düşmekten kurtardı. Kızı kucağına aldığı gibi çiçek biçimindeki kapıya koştu. Fenn'i göğsüne sıkıca bastırarak Eos'un ondan almış olduğu gücü yeniliyordu. İç mabetten çıkıp tapınağın dış kapısına doğru koşmaya başladı. O arada, çatı kirişlerinden biri yerinden fırlayarak tam önlerine düştü. Taita, onun da üzerinden atlayıp koşmaya devam etti. Bir kasırga sırasında küçük bir geminin güvertesindeymiş gibiydi. Dörtbir yanında derin çatlaklar açılıyordu. Taita üzerlerinden atlayarak yoluna devam etmekteydi. Yer yerinden oynamıştı. Dış duvarlardan biri daha fazla gürültüyle yıkıldı ama Taita molozları da aşarak açık havaya çıkmayı başardı.
Elementlerin ezeli kaosu daha dinmemişti. İnip kalkan yeryüzü üzerinde dengesini sağlamaya çalışan Taita derin bir şaşkınlıkla gölün gitmiş olduğunu fark etti. O berrak mavi suların yerinde şimdi muazzam bir kuru havza vardı, balık sürüleri çırpınıyor, timsahlar debeleniyor ve hantal hipopotamlar çamurda basacak yer bulmaya çalışıyordu. Kızıl taştan engel çırılçıplak kalmıştı ve büyüklüğü inanılmazdı.
Çalkantı aniden kesildi ve yerini garip bir durgunluk aldı. Bütün yaratıklar donup kalmış gibiydi. Ne bir ses ne bir hareket vardı. Taita, Fenn'i yavaşça yere bıraktı ama boş göle bakmakta olan Fenn ondan ayrılmadı. Kurumuş dudaklarının arasından, "Dünyaya neler oluyor?" diye soludu.
567
Wilbur Smith
"Ezeli güçlerin dünyayı paylaşma girişimiyle oluşan bir deprem."
"Hathor ve İsis'e şükürler olsun ki geçti."
"Daha bitmedi. Onlar sadece öncü şoklardı. Bütün güç ortaya çıkana kadar yaşanan bir sükûnet devresi bu."
"Gölün sularına ne oldu?"
Taita, "Yerkabuğunun hareketiyle emilip gitti," dedikten sonra elini kaldırdı. "Dinle!" Güçlü bir rüzgâra benzeyen bir hışırtı duyuluyordu. "Sular geri geliyor!" Boş havzayı gösterdi.
Ufukta, krem rengi köpüklerle bezeli mavi bir su dağı, ezici bir heybetle karaya doğru ilerlemekteydi. Dıştaki adaları silip süpürerek gelen dev dalga, kıyıya çarptıkça kükreyerek göklere çıkıyordu. Daha birkaç fersah ötede olmasına rağmen zirvesi şu anda bulundukları yamacın tepesini aşıyormuş gibiydi.
Fenn, "Bizi de alıp götürecek! Sürükleneceğiz! Kaçmamız gerek!" diye haykırdı.
Taita, "Kaçacak yerimiz yok," dedi. "Yanımda sıkı dur."
Fenn, onun etraflarına koruyucu bir büyü yapmakta olduğunu hissetti ve hemen kendi psişik güçlerini de onunkilere kattı.
Yeryüzü yeni bir sarsıntıyla yerinden oynadı, o kadar şiddetliydi ki ikisi de dizüstü düşmüşlerdi, ama birbirlerine tutundular ve yaklaşan dalgaya baktılar. Sanki gökler yarılmış gibi kulaklan sağır eden bir gürültü vardı.
Kızıl Taşlar'da temelinden tepesine kadar sarsılıyordu. Bütün yüzeyi derin çatlaklarla örülmüştü. Devasa dalga kayanın tepesinde yükseldi ve bütün gücüyle, köpük köpüğe üzerine bindirdi. Kaya görünmez olmuştu. Sonra bir gümbürtüyle paramparça oldu ve kızıl taş parçalan boş Nil yatağına doğru çekilen dalgayla birlikte sürüklendi. Koca koca taşlar, kum
568
11. Yazıt
zerrecikleri gibi nehir yatağına yayılmıştı. Göl sulan, gürleyerek açılan gediğe doluyordu. Nehir yatağı bu hacimdeki suyu kaldıracak kadar derin ve geniş olmadığı için sular kıyılardan taşıp iki yakadaki ağaçlann üst dal-lanna kadar çıkmıştı. Suyun köküyle birlikte yerinden söktüğü ağaçlar, akıntıya kapılmış odun parçalan gibi sürüklenmekteydi. Yükselen su zerrecikleri, nehrin üstünde olağanüstü güzellikte gökkuşaklan oluşturuyordu.
Geri çekilen dalga, bulunduklan yamaca doğru gelmekteydi. Onları da önüne katıp götürecekmiş gibi görünüyordu, ama oraya varmadan gücü azaldı. Gücünün kalanıyla tapınağın parçalanmış duvarları etrafında dön-; dü ve çekilmeden önce Fenn ile Taita'nın dizlerine kadar ulaştı. Kolkola girip birbirlerine tutundular. Sulan onları da sürükledi, ama ikisi bir olup göle kadar sürüklenmek için direndiler.
Yavaş yavaş bütün elementler eski sükûnetine kavuştu, yer sarsıntı-lan kesildi ve gölün suları duruldu. Şimdi sadece Nil Nehri kuzeydeki Mısır'a doğru güçlü bir şekilde akıp gitmekteydi.
Fenn, "Nehir yeniden doğdu," diye fısıldadı. "Tıpkı senin gibi Büyücü. Nil yenilendi ve tekrar gençleşti."
Muhteşem güzelliklerden hiç bıkmayacakmış gibiydiler. Saatlerce orada durup huşu içinde etrafı seyrettiler. Sonra Fenn bir dürtüyle kollarını açıp batıya doğru baktı. O kadar şiddetli dönmüştü ki, Taita korktu. "Ne oldu Fenn?"
Kız, "Bak!" diye heyecanla haykırdı. "Jarri ülkesi yanıyor!" Ufuktan koca koca, gri, ürkütücü duman bulutlan yükseliyor, güneşin hizasına kadar çıkıp bütün yeryüzünü kasvetli bir gölgeye boğuyordu. "Nedir bu Taita? Cadının krallığında neler oluyor?"
Taita, "Tahmin yürütebilecek durumda değilim," diye itiraf etti. "İnanılmayacak kadar büyük bir şey, tahminde bulunmak imkânsız."
569
Wilbur Smith
"Bir kez daha Jarri ülkesinin üstüne gidemez miyiz, belki bu facianın sebebini ve sonuçlarını öğrenebiliriz?"
"Hemen gitmeliyiz, hadi hazırlanalım." Kükreyen nehre doğru oturup el ele tutuştular ve ruhları aynı anda yükseldi. Duman bulutuna ve altında yayılan topraklara doğru süzüldüler.
Aşağı bakınca ülkenin harap olduğunu gördüler; köyler alev alev yanıyor, tarlalar zehirli duman ve küllerin altında yok oluyordu. Saçları, giysileri tutuşmuş insanların koşuştuğunu gördüler. Kadınların, çocukların feryatlar içinde bağırdığını duydular. Ay Dağlan'na yaklaşınca, zirvelerin havaya uçmuş olduğunu anladılar. Kraterlerinden aşağı kızgın lav nehirleri akıyordu. Nehirlerden biri oligarşların kalesini de kaplamış ve yakıp kül etmişti.
Bütün bu yıkımın ortasında, sadece Bulut Bahçeleri el değmemiş olarak duruyordu. Ama sonra, krateri çevreleyen zirvelerin de yükselip sarsıldığını gördüler. Onlar izlerken, başka bir volkanik patlama dağın yarısını havaya uçurdu. Dev gibi kayalar gökyüzüne püskürdü. Bulut Bahçeleri de yerle bir olmuştu. Daha önce gelip baktıklan kraterden de lavlar fışkırmaya başladı.
"Cadı? O ne oldu?"
Taita, Fenn'i de alıp kıyametin ortasına daldı. Astral özleri, fiziksel bedenlerini anında kavurup küle çevirecek müthiş ısılara dayanıklıydı. Eos'un inine doğru süzüldüler ve kozanın bulunduğu salona geldiler. Yeşil malakit duvarlar çoktan kora dönüşmüştü, sıcak yüzünden seramikler yerinden fırlayıp parçalanıyordu.
Kozanın kabuğundan da dumanlar yükselmekteydi. Parlak yüzeyi kararıp çatlamaya başlamıştı. Yavaşça dönüp debelendi ve aniden açıldı. İçinden fokur fokur kaynayan sarı, yapışkanımsı bir sıvı aktı. Koku daya-
570
11. Yazrt
; nılırgibi değildi. Sonra koza alevler içinde kaldı ve kül oldu. İğrenç sıvının son kalıntıları da parlak malakitlerin üzerinde kara bir leke bırakarak buhar olmuştu. Mağaranın tavanı patlayarak açıldı ve kaynar lavlar çatlaklardan süzülerek cadının salonunu işgal etmeye başladı.
Taita ile Fenn geri çekilip dağlara doğru yükseldiler. Aşağıda, yıkım I bitmişti. Jarri kül ve lavların altında kaybolmuştu. Sonunda fiziksel be-I denlerine döndüklerinde, gördüklerinden ve yaşadıklarından o kadar etki-f lenmiş durumdaydılar ki, bir süre ne konuşabildiler ne de yerlerinden kı-I mıldadılar. El ele, göz göze oturdular. Sonra Fenn'in gözlerine yaşlar dol-I' du ve sessizce ağlamaya başladı.
Taita, onu yatıştırmaya çalışarak, "Bitti artık," dedi. Fenn, "Eos ölmüş müdür?" diye sordu. "Ne olur bunun bir göz ya-İ nılgısı olmadığını söyle. Lütfen Taita gördüklerimizin gerçek olduğunu söyle."
"Gerçekti. Onu öldürebilecek bir tek şey vardı o da oldu: doğduğu gibi, volkanın alevleriyle yok oldu." Fenn, kendini Taita'nın kucağına attı, Taita da ona sarıldı. Tehlike geçtiği için kızın gücü de kalmamıştı. Tekrar ürkmüş bir çocuk haline gelmişti. Günün geri kalanını yemyeşil Nil'i seyrederek geçirdiler. Sonra, yükselen toz ve duman bulutlarının ardında güneş battı ve Taita ayağa kalkıp Fenn'i de kucağına alarak köye doğru yürümeye başladı.
İnsanlar geldiklerini görmüş ve onlara doğru koşmaya başlamışlardı, çocuklar heyecanla çığlıklar atıyor, kadınlar sevinçle bağırıyoriardı. Yanlarına ilk gelen Meren oldu. Taita, Fenn'i yere bırakıp dostuna kollarını açtı. Meren elli adım uzaktan, "Büyücü!" diye bağırdı. "Size bir şey oldu diye çok korktuk. Ama sana daha çok güvenmeliydim. Büyülerinin her şeyi önleyeceğini bilmeliydim. Nil yeniden akıyor!" Taita'yi sevinçle ku-
571
Wilbur Smith
cakladı. "Nil'e ve anayurdumuza yeniden hayat verdin!" Diğer koluyla da Fenn'e sarıldı. "İkinizin yarattığı mucizenin boyutlarını hiçbir zaman kav-rayamayacağız, ama Mısırlılar kuşaklar boyu size minnettar kalacak." Sonra bayram sevinci içindeki kalabalık çevrelerini sardı. Şarkılar, kahkahalar, danslar ve sevinç gösterileri bütün gece sürdü.
Nil'in yeniden kendi sınırlan içinde akar hale gelmesi haftalar sürdü. O zaman bile, dibindeki koca koca kızıl kayalan un ufak edebilecek bir şiddette, köpüre köpüre akmaya devam etti. Yine de Taita gemilerin kıyıya indirilip yeniden monte edilmesini emretti.
Meren, "Bunlan tepeye taşımasaydık her şeyimizi yitirecektik," diye itiraf etti. "O vakit seninle tartıştığım için beni bağışlamanı ve anlayış göstermeni diliyorum Büyücü."
Taita, "Elbette," diye gülümsedi. "Ne de olsa yıllardır bu hallerine alışdrm."
Tekneler kıyıda yeniden monte edilince, Kalulu'nun harap köyünden ayrılıp sahildeki ağaçlıklı bölgede kamp kurdular. Burada, Nil'in güvenle seyir yapılacak kadar yatışmasını beklediler. Kamptaki bayram havası devam ediyordu. Jarri ordusundan ve Eos'un uğursuz güçlerinden kurtulmuş olma duygusu herkes için bir sevinç ve neşe kaynağıydı. Yakında, onca sevdikleri ve özledikleri ülkelerine doğru uzun yolculuklarının son ayağına başlayacak olmak da bu duyguları artırıyordu.
Nalubaale Gölü'nde yaşayan devasa bir dişi hipopotam, Nil'in yeniden açılan ağzına çok yaklaşmış ve akıntıya kapılmıştı. Muazzam gücü bi-
572
11. Yazıt
le, hayvanı anaforlara kapılıp sürüklenmekten kurtaramamıştı. Kayalara çarpa çarpa her tarafı parçalanmıştı. Ölümcül yaralarıyla kendini kampın hemen aşağısında kıyıya attı. Mızraklı ve baltalı elli adam hipopotamın üstüne atıldı ve zaten ölmek üzere olan hayvan fazla direnemedi. Hemen olduğu yerde derisini yüzüp parçaladılar.
O gece nefis karın yağlarına sarılmış taze etler elli ayrı ateşte kızartıldı ve insanlar yine bütün gece bayram edip eğlendi. Tıka basa doydukları halde, tuzlayıp tütsüleyecek bir sürü et artmıştı ve bu onlara birkaç hafta yeterdi. Bütün bunlara ek olarak, nehir kükreyen sularda yolunu şaşırmış yayınbahklarıyla doluydu, bazıları yetişkin bir insan kilosunda olan balıklar kıyıdan kolayca yakalanabiliyordu.
Jarri karargâhından aldıkları karabuğday epeyce fazla olduğundan, Taita bir kısmının bira yapmak üzere mayalanmasına izin vermişti. Nehir, küreklere asılmalarına izin verecek duruma geldiğinde hepsi güçlü, dinlenmiş ve yolculuğa yeniden başlamaya hevesliydi.
Nil, artık Jarri'ye gelirken gördükleri o iç bunaltıcı cılız su akıntısı değildi. Her büklüm, her sığlık, her kayalık sürprizlerle doluydu ve Taita geceleri seyir yapma riskini göze alamıyordu. Akşam olunca kıyıya yanaşıp sahildeki çalılarla çevirdikleri bir kamp kuruyorlardı. Daracık güvertelerde gün boyu sıkışan atlar, gece yarısına dek otlaklara salınıyordu. Me-ren bir grup adamla ava çıkıp ne bulabilirse getiriyordu. Hava kararır ka-rarmaz adamlar ve insanlar çalıların arkasındaki güvenli sığınaklarına çekiliyorlardı; atların ve taze av etlerinin kokusunu alan aslanlar, leoparlar çalıların etrafında dolanıp kükrüyordu.
Çok insan ve hayvan olduğu için barınak sıkışık oluyordu. Ama onlara duyulan saygı ve sevgi yüzünden, her zaman Taita ile Fenn için küçük ama özel bir köşe ayrılmaktaydı. Cennetlerinde baş başa kalınca ko-
573
Wilbur Smith
nu her zaman vatanlan oluyordu. Daha önceki yaşamında Aşağı ve Yukarı Krallık'ın çifte tacını taşımış olmasına rağmen, bugünkü Fenn'in Mısır hakkında yegâne bilgisi Taita'dan duyduklarından ibaretti. Ülke, halk, din, sanat ve âdetler konusunda tüm ayrıntıları bilmek istiyordu. Özellikle de, çok uzun zaman önce doğurduğu çocukları ve şimdi ülkeyi yöneten torunlarını merak ediyordu.
"Bana Firavun Nefer Seti'yi anlatsana."
"Bilinecek her şeyi biliyorsun ya zaten."
"Olsun, bir daha anlat. Onunla yüz yüze geleceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum. Sence büyükannesi olduğumu hemen anlar mı?"
Taka, "Anlasa şaşarım. Yarı yaşından bile küçüksün, üstelik o kadar genç ve güzelsin ki sana âşık bile olabilir," diye dalga geçti.
Fenn ise büyük bir ciddiyetle, "Böyle bir şey asla olamaz," diye cevap verdi. "Birincisi ensest olur, ikincisi, ben sana aitim."
"Öyle misin Fenn? Sahiden benim misin?"
Fenn'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Bir büyücü ve âlim olarak, bazen çok kalın kafalı oluyorsun Taita. Tabii ki sana aitim. Sana diğer hayatımda söz verdim. Kendin söyledin ya."
Taita konuyu değiştirdi. "Ensesti nereden biliyorsun? Kim öğretti sana?"
"İmbali. O bana, senin anlatmadığın şeyleri anlatır."
"Peki bu konuda ne dedi?"
Fenn tarafsız bir tavırla, "Kan bağıyla bağlı insanlar cima yaparsa ensest olurmuş," dedi.
Bu lafı onun ağzından duyan Taita'nın nefesi kesilmişti. Çekinerek "Çımamı?" dedi. "O ne demek?"
Fenn sıkılmış bir havada, "Sen ne olduğunu biliyorsun ya Taita," dedi. "Biz seninle hep cima yapmıyor muyuz?"
574
11. Yazıt
Taita yine soluğu kesilmişti. "Nasıl yapıyoruz bunu?"
"Pekâlâ da biliyorsun. El ele tutuşup birbirimizi öpüyoruz. İnsanlar böyle cima eder." Taita tuttuğu soluğu bıraktı ama Fenn, onun bir şeyler sakladığını anlamıştı. "Ne yani, öyle değil mi?"
"Sanırım öyle, yani en azından bir kısmı."
Bu kez Fenn'in kuşkuları iyice arttı ve gecenin geri kalanında alışılmadık bir biçimde suskunlaştı. Taita, onun kolayca vazgeçmeyeceğini biliyordu.
Ertesi gece, geliş yolundan anımsadıkları bir şelalenin yukarısında kamp kurdular. O zamanlar nehir neredeyse kupkuruydu, ama şimdi ormandaki yüksek ağaçlarda suların geldiği yeri gösteren işaretler vardı. Kıyıda kalanlar kampın etrafını çevirmek için çalı keserken Taita ile Fenn, Kasırga ile Duman Yeli'ne atlayıp hayvanların kıyıya inmek için kullandıkları bir patikayı tırmanmaya başladılar, yerde bufalo ve fillerin ayak izleri ile öbek öbek pislikleri görünüyordu. Yaylarını hazır tutarak dikkatle ilerlediler, her köşeyi dönüşte bir sürüyle karşılaşmayı bekliyorlardı. Ancak, fillerin böğürmelerini, yakınlardaki dalların kırılmasını duydukları halde, hayvanlara rastlamadan tepeye varmışlardı. Atlarını otlanmak üzere salıp yürüyerek devam ettiler.
Taita nehrin bu kesiminin, sadece dar kayalık boğazdaki cılız bir akıntı olduğu zamanlardaki halini düşündü. Şimdi sular köpürüyor, yüksek kıyılardan kayalara dökülüyordu. İleriden, görmedikleri şelalelerin kükremesi duyuluyor ve serpintileri onlara kadar ulaşıyordu.
Sonunda, ana çağlayanların üstündeki burna ulaşınca, Nil'in genişliği iki yüz adımdan sadece yirmi adıma inmişti. Aşağıda, parlak gökkuşağı çemberlerinin altından geçen akıntı, yüzlerce metre küplük bir sel halinde boğazın köpüklü sularına karışmaktaydı.
575
Wilbur Smith
"Mısır şelalelerinden önceki son çağlayan bu," dedi Taka. "Yani yolu-muzdaki son engel." Manzaranın güzelliği karşısında kendinden geçmişti.
Fenn de aynı derecede ilgili görünüyordu, ama aslında aklında başka düşünceler vardı. Dudaklarında yarım bir tebessüm, gözlerinde hülyah bir bakışla Taita'nın omzuna yaslandı. Sonunda konuştuğunda sesi boğuk bir fısıltı halinde çıktı ama yine de Nil sularının gürültüsünü bastırabiliyordu. "Dün İmbali ile tekrar konuştum bu cima etme konusunu." O yemyeşil gözlerini Taita'ya dikmişti. "Bana hepsini anlattı. Tabii atların ve köpeklerin bunu yaptığını görmüştüm ama bizim de aynı şeyi yapacağımız hiç aklıma gelmemişti."
Taita verecek doğru dürüst bir cevap bulamadı. "Artık dönmemiz gerek," dedi. "Güneş batıyor ve aslanlar avlanmaya çıkmadan o yoldan inmek zorundayız. Bunu sonra konuşuruz."
Atlarını eyerleyip kıyıya yöneldiler. Genelde sohbetleri hiç kesilmez, bir fikir başka bir fikri doğururdu. Ama bu sefer ikisinin de söyleyecek bir şeyi yoktu ve geldikleri yoldan sessizce iniyorlardı. Taita ne zaman Fenn'e kaçamak bir bakış fırlatsa onun hâlâ gülümsediğini görüyordu.
Kampa ulaştıklarında kadınlar yemek pişiriyor, erkekler ise küçük gruplar halinde toplanmış konuşup bira içiyor, gün boyu kürek çekmekten yorulan kaslarını esnetiyordu. Atlarından inerken Meren koşarak yanlarına geldi. "Neredeyse bir arama ekibi yollayacaktım."
Taita, "İz sürüyorduk," dedi ve dizginleri seyise uzattı. "Yarın gemileri söküp şelalelerin etrafından taşımamız gerekecek. Yol çok dik, yanı yapılacak zor işler var bizi bekleyen!"
576
11. Yazıt
"Bu konuyu konuşmak için bütün yüzbaşıları ve ekip başlarını topladım. Senin kampa dönmeni bekliyorduk."
Fenn, Taita'ya, "Sana yemek getireyim," dedi ve ateşin başındaki kadınlara doğru yürüdü.
Taita toplananların başında yerini aldı. Bu toplantıları, hem belli hareketleri planlamak hem de hepsine ilginç ya da önemli bulduğu konuları gruba duyurma fırsatı yaratmak için oluşturmuştu. Ayrıca, kötülük yapanların huzurunda hesap vereceği bir adalet ve disiplin mahkemesiydi.
Toplantı başlamadan önce Fenn bir çanak yahniyle bir tas bira getirdi. Giderken de kulağına, "Lambayı söndürmeyip seni bekleyeceğim," diye fısıldadı. "Seninle ikimizin de konuşacağı önemli konular var."
Bu sözlerden dolayı meraka kapılan Taita toplantıyı kısa kesti. Tekneleri nasıl taşıyacaklarını kararlaştırır kararlaştırmaz, ayrıntıları halletmeyi Meren ile Tinat'a bırakıp ayrıldı. Ateş başında oturan kadınların yanından geçerken hepsi iyi geceler dileyip kendi aralarında kıkırdaştılar, sanki hoş bir sırları varmış gibiydiler. Meren, onların kulübesini kampın en uzak köşesine, yeni kesilmiş sazların arkasına kıirdurmuştu. Taita açık kapıdan içeri girerken Fenn'in sahiden de yağ kandilini yanık bırakmış olduğunu gördü, kendisi de örtünün altına girmişti. Tamamen uyanıktı. Doğrulup oturdu ve postun beline kadar inmesine izin verdi. Lamba, göğüslerini yumuşak bir ışıkla parlatıyordu. İlk ay döneminden bu yana iri-leşmiş ve daha da biçimli bir hai almışlardı. Göğüs uçları kiraz taneleri gibi dikilmiş, hareleri de artık daha koyu pembeydi.
"Beklediğimden çabuk geldin," dedi yumuşak bir sesle. "Tuniğini köşeye at. Yarın yıkarım. Şimdi yatağa gel." Taita kandili üflemek üzere eğildi ama Fenn engelledi. "Hayır, bırak yansın. Seni seyretmek istiyorum." Taita, onun yanına uzandı. Fenn dönüp yüzüne baktı.
577
F.-37
Wilbur Smith
Taita, "Bana bir şey söyleyeceksin galiba," diyerek onu teşvik etti.
Kız, "Çok güzelsin," diye fısıldadı ve alnındaki saçı parmaklarıyla geri itti. "Bazen yüzüne baktığımda öyle mutlu oluyorum ki, içimden ağlamak geliyor." Eli Taita'nm kaşlarında, sonra da dudaklarında gezindi. "Mükemmelsin."
"Sırrın bu muydu?"
"Bir kısmı," diyen Fenn elini boynundan göğsündeki kaslara indirdi. Sonra aniden Taita'nm göğüs uçlarından birini yakalayıp başparmağıyla işaret parmağının arasında sıktı. Taita soluyunca tatlı bir kahkaha attı.
"Burada fazla bir şeyin yokmuş lordum." Sonra kendi göğüslerinden birini avuçladi. "Oysa bende ikimize de yetecek kadar var." Aradaki uyumsuzluğun ciddi bir değerlendirmesini yaptılar ve Fenn devam etti. "Bu akşam Revi ateşin başında bebeğini emzirirken seyrettim. Revi, bebek emince bundan hoşlandığını söyledi." Taita'ya eğilip göğsünü uzattı, meme ucunu dudaklarına değdirdi. "Sen de benim bebeğimmişsin gibi yapalım mı? O duyguyu merak ediyorum."
Bu sefer soluma sırası ondaydı. "Ah! Ah! Bunun böyle olabileceğini hiç tahmin etmezdim. Karnımda bir şeyler hissediyorum." Bir süre sessiz kaldıktan sonra boğuk bir sesle güldü. "Ah! Bizim adamcık da uyanmış." Ona uzandı. Parmaklan giderek daha marifetli olmuştu. "Bu gece siz toplantı yaparken İmbali ile konuştuğumdan beri onu düşünüyordum. Bana ne dedi biliyor musun?" Taita'nm ağzı hâlâ dolu olduğu için cevabı anlaşılmadı. Fenn, onun başını geri itti. "Bana dediklerine asla inanamazsın."
Taita gülümsedi. "Bana söyleyeceğin sır o mu?"
"Evet o."
"Söyle o zaman. Hevesle bekliyorum."
"Çok ayıp, onun için kulağına söylemem lazım." İki avucunu Taita'nm kulağına dayadı, ama kıkırdamaktan konuşamıyordu. Sonra,
578
11. Yaz, t
"Mümkün olamaz, değil mi?" diye sordu. "Bizim adamcık ne kadar büyük baksana. Asla sığmaz. Eminim ki İmbali benimle alay ediyordu."
Taita soruyu enine boyuna düşünüp dikkatle yanıt verdi. "Emin olmanın tek bir yolu var o da denemek."
Fenn kahkahalara boğulup Taita nın yüzünü inceledi. "Şimdi sen de beni sınıyorsun."
"Yok, ben ciddiyim. Deneyip aksini kanıtlamadan, İmbali'yi uyduruyor diye suçlamak haksızlık olur." Uzanıp parmaklarını kızın karnına, oradan da aşağıdaki yumuşak kıvırcık tüylere indirdi. Fenn sırtüstü yatıp boynunu uzatarak onun elini seyretti. "Ben öyle düşünmemiştim. Haklısın elbette. İmbali benim sevgili arkadaşım. Ona haksızlık etmek istemem." Uysal bir tavırla bacaklarını iki yana açtı. Gözleri kocaman oldu ve, "Sen ne yapıyorsun orada?" diye sordu.
"Çiçeğin yeterince büyük mü diye bakıyordum."
"Çiçeğim mi? Sen ona öyle mi diyorsun? İmbali başka bir şey demişti."
"Eminim demiştir," dedi Taita. "Ama düşünecek olursak tam bir çiçeğe benziyor. Parmağını ver de göstereyim. Bak bunlar taç yaprakları, buradaki tepe de stameni." Bir botanikçi olarak, Fenn bu tanımı itiraz etmeden kabullendi.
"Ben, onun sadece sulan atmak için olduğunu sanıyordum," dedi ve bir süre konuşmadı. Sonra sırtüstü yatıp gözlerini yumdu ve hafifçe iç geçirdi. "Orayı sırılsıklam hissediyorum. Yine kanamam mı var Taita?"
"Hayır, bu kan değil."
Sonunda Fenn utangaç bir şekilde, "Acaba sadece parmaklarınla değil senin adamcıkla da denemeli miyiz?" diye sorana kadar konuşmadılar.
"İster miydin?"
579
Wilbur Smith
"Evet, sanırım çok isterdim." Çabucak doğrulup oturdu ve şaşkınlıkla Taita'nın erkekliğine baktı. "Bu imkânsız ama iki katı olmuş gibi görünüyor. Bir parça korkuyorum ondan. İçime girebilmesi için büyülerinden yapman gerekebilir."
Aralarında geliştirdikleri bağ o kadar kuvvetliydi ki, Taita, onun yaşadığı duygulan kendi yaşıyormuşçasına anlayabiliyordu. Aurasını okuya okuya, ihtiyaçlarını ondan önce bilir hale gelmişti. Bu kez de adım adım, ne fazla hızlı ne fazla ağır davranmadan ilerledi. Fenn canını yakmayacağını anlayınca gevşemiş ve kendini tamamen ona bırakmıştı. Taita Bulut Bahçeleri'nde öğrendiği bütün hünerleri ortaya dökerek Fenn'in bedenini hassas bir müzik aleti gibi çalıyordu. Arada onu tam sınıra getiriyor, sonra geri çekip hazır olduğu uygun anı buluyordu. Birlikte giderek yükseğe, inanılmaz yüksekliklere eriştiler. Sonunda, yeryüzüne dönerken Fenn çığlık atmaya başladı.
Dostları ilə paylaş: |