"Onu yakalamıştık," diye atıldı Nefer Seti.
"Hayır Mem. Şahin tuzağa gelmeyi reddetmiş ve uçup gitmişti."
"Biz de avdan vazgeçmiştik."
"Yine hayır Mem. Hafızanız sizi yanıltıyor. Kuşun peşinden vahşi doğaya dalmıştık."
"Ah evet! Acı suları olan Natron Gölü'ndeydik."
"Bir kez daha hayır. İkimiz Bir Umm Masara Dağı'na gitmiştik. Ben sizi halatla tutarken, siz dağın doğu yamacındaki şahin yuvasına tırmanmıştınız yavrulan almak için." Artık Nefer Seti, Taita'ya parlak gözlerle bakıyordu. "Yuvaya vardığınızda kobranın sizden önce gelmiş olduğunu gördünüz. Kuşlar ölmüştü, yılanın zehirli ısırığı öldürmüştü onları."
"Ay Büyücü, bunları senden başka kimse bilemez. Seni kabul etmediğim için bağışla beni. Sen hayatım boyunca benim rehberim ve akıl hocam oldun, oysa ben seni inkâr ettim." Nefer Seti pişmanlıkla kıvranıyordu. "Sendeki değişim yargı gücümü azalttı. Nasıl oldu bunlar, anlatsana."
"Anlatacak çok şey var," dedi Taita. "Ama önce görüşmemiz gereken başka konular bulunuyor. İlk olarak, size birini takdim etmek istiyorum." Taita elini uzattı ve hava bir kez daha titreşip genç bir kadına dönüştü. O da Nefer Seti'ye gülümsüyordu.
"Daha önce de yaptığın gibi yine büyülerinle kafamı karıştırdın," dedi Nefer Seti. "Bu yaratık kim? Onu niye bana getirdin?"
"Adı Fenn ve sağ el yolunda ustadır."
"Bunun için çok genç."
623
Wilbur Smith
"Daha önce başka hayatları da olmuştu."
"Eşsiz bir güzelliği var." Ona şehvetli bir erkeğin gözüyle bakıyordu. "Ama onda tanıdık gelen bir yan da var. Gözleri... ben bu gözleri tanıyorum." Hafızasını yokladı. "Bana çok iyi tanıdığım birini hatırlatıyorlar."
"Firavun, Fenn benim eşim."
"Eşin mi? Nasıl olabilir? Sen bir..." Dilini tuttu. "Bağışla beni Büyücü. Sana hakaret etmek veya seni kırmak istememiştim."
"Doğru Firavun, bir zamanlar hadımdım, ama artık bir erkeğim, tam ve bütün olarak. Fenn de benim kadınım."
Nefer Seti, "Çok şey değişmiş," diye protesto etti. "Daha ben bir bilmeceyi çözemeden sen önüme bir tane daha koyuyorsun..." Fenn'e bakmayı sürdürerek sustu. "Bu gözler. Bu yeşil gözler. Babam! Bunlar babamın gözleri- Fenn benim kral soyumdan geliyor olabilir mi?"
Taita, onu hafifçe payladı. "Hadi ama Mem! Önce karşına çıkardığım sırlardan şikâyet ediyorsun, sonra da daha fazlasını istiyorsun. Şu kadarını söyleyeyim ki, Fenn senin kanından. Senin kanın onun da kanı, ama çok eski zamanlardan."
"Başka hayatları da oldu demiştin. O hayatlardan birinden mi?"
"Aynen öyle."
Nefer Seti, "Açıkla bana!" diye emretti.
"Daha sonra bunun için vaktimiz olacak. Bu arada, siz ve Mısır hâlâ tehdit altındasınız. Nil Ana'mızın sularını kesen cadı Eos'u zaten biliyorsunuz."
"Onu kendi ininde yok ettiğin doğru mu?"
"Artık cadı yok, ama yandaşlarından biri hâlâ iş başında. Adı Soe! Tehlikeli bir adam."
"Soe! Bu isimde bir adam tanıyorum. Mintaka söz etmişti. Bir vaiz-miş, yeni tanrıçanın müritlerinden."
624
11. Yazıt
"Adını tersten okuyunca Eos oluyor. Tanrıçası da cadıydı. Soe'nin amacı sizi ve soyunuzu yok etmek, çifte krallık tacını Eos adına ele geçirmek."
Nefer Seti'nin yüzü dehşetle çarpıldı. "Bu Soe başkadınım Minta-ka'nın sırdaşı. Mintaka, ona inanıyor. Soe. onu yeni dine döndürdü."
"Neden engel olmadınız?"
"Huyuna gitmek istedim. Mintaka ölen bebeklerimizin acısıyla perişandı. Soe, onu rahatlattı. Ben de bunda bir zarar görmedim."
"Bunda büyük bir zarar var," dedi Taita. "Size ve Mısır'a. Soe korkunç bir tehdit. Cadının son taraftarı, yeryüzünde kalan son izi o. Büyük Yalan'in bir parçası."
"Ne yapmalıyım Taita? Nil tekrar akmaya başlar başlamaz Soe ortadan kayboldu. Başına ne geldiğini bilmiyoruz."
"Her şeyden önce, onu yakalayıp size getirmeliyim. Mintaka onun öyle bir esiri olmuş ki, her dediğine inanıyor. Kötülüklerinin itirafını kendi ağzından duymadıkça, kimseyi dinlemeyecektir."
Nefer Seti, "Benden ne yapmamı istiyorsun Taita?" diye sordu.
"Kraliçe Mintaka'yı uzaklaştırmalısınız. Batı kıyısındaki Memnon Sarayı 'nda özgür olmalıyım. Onu Assuit'e götürüp Hathor Tapınağı 'nda kurban kesin. Tannçanın size göründüğünü ve şimdi yeraltı dünyasında olan sevgili bebekleriniz Prens Khaba ile küçük kız kardeşi Unas için bunu Mintaka ile ikinizden istediğini söyleyin."
"Hathor'a kurban sunmak istediğim doğru. Kraliçe ile ikimiz kraliyet teknesiyle beş gün içinde yola çıkacağız, yeni ayın doğduğu gece yani. Başka ne istiyorsun benden?"
"Lord Meren ile en iyi savaşçılarınızdan yüz kişiye ihtiyacım var. Meren'de sizin otoritenizi temsil eden Şahin Mührü olmalı."
"Hepsi olacak."
625
F:40
Wilbur Smith
Çok geçmeden firavunla kraliçesi gemilerine bindiler ve uzaklaştılar, o arada Meren ile Taita da askerlerle birlikte batı kıyısına geçmişlerdi. Mintaka'nın sarayına doğru yola koyuldular ve şafakla birlikte orada oldular.
Saray halkı şaşırmıştı. Saray veziri, arkasında muhafızlardan oluşan bir ekiple girişlerini engellemeye çalıştı. Ancak saray muhafızları yiyip içip eğlenmekten gevşemiş durumdaydı. Gergin bir şekilde, yüz sıkı savaşçıyı süzüyorlardı.
Meren Şahin Mührü'nü gösterdi. "Firavan Nefer Seti'nin emriyle geldik. Kenara çekilin de geçelim!"
"Elinde Şahin Mührü var." Vezir teslim oldu ve saray muhafızlarının yüzbaşısına döndü. "Adamlannt geri çek ve benden haber gelene kadar koğuşlarınızda kalın."
Meren ve Taita sarayın sütunlu girişine daldılar, çivili sandaletleri mermer zeminde çın çın ötüyordu. Taita artık gizlenme büyüsünü kaldırmıştı. Onun yerine timsah derisinden bir göğüslük ve ona uygun bir miğfer takıyordu, miğferin vizörii yüzünü gizlemekteydi. Heybetli ve tehditkâr bir görünümü vardı. Saray görevlileri ve Mintaka'nın hizmetkârları kaçacak delik arıyordu.
Meren, "Araştırmaya nereden başlayacağız Büyücü?" diye sordu. "O yaratık hâlâ burada mı saklanıyor acaba?"
"Soe burada."
"Çok eminsin."
Taita, "Havada Eos'un pis kokusu var," dedi.
626
11. Yazıt
Meren gürültülü bir şekilde havayı kokladı.
"Ben almıyorum."
"On adam bizimle kalsın. Geri kalanları bütün kapılan tutacak şekilde yerleştir. Soe, fiziksel görünümünü değiştirebilir, o yüzden kimse saraydan ayrılmamalı, ne erkek, ne kadın, ne de hayvan." Meren onun emirlerini iletti ve adamlar görevlerinin başına dağıldılar.
Taita özellikle büyük, bol eşyayla döşenmiş salonlara, odalara bakıyor, Meren ve ekibi de kılıçlan çekili olarak peşinden geliyordu. Taita zaman zaman durup, avının peşindeki bir tazı gibi havayı kontrol ediyordu.
Sonunda kraliçenin iç bahçesine geldiler, burası yüksek kumtaşı duvarlarla çevrili, üstü açık, geniş ve ferah bir avluydu. Çiçekli ağaçlarla süslü yollar, ortada bir fıskiye, ipekli minderlerle bezeli mermer banklar vardı. Askerlerin gelmesi üzerine, Mintaka'nın oda hizmetçileri sazlarını bırakıp kaçmıştı ve genç kadınların parfüm kokulanyla portakal çiçeklerinin kokusu birbirine karışmıştı.
Avlunun öbür ucunda asma yapraklarıyla sarmalanmış küçük bir çardak bulunuyordu. Taita hiç duraksamadan ona doğru ilerledi, adımları seri ve kesindi. Ortada, pembe mermerden yüksek bir kaide, üzerinde de aynı mermerden oyulmuş bir heykel vardı. Birisi heykelin ayaklarının dibine yasemin demetleri bırakmıştı ve çiçeklerin baygın kokusu havayı sarmıştı. Güçlü bir afyon gibi insanın duyularını uyuşturuyordu.
Taita, "Cadının çiçekleri," diye fısıldadı. "Bu kokuyu gayet iyi hatırlıyorum." Sonra kaidenin üstündeki heykeli inceledi. Gerçek boyutlardaki heykel, yüzü örtülü bir kadın heykeliydi; pelerininin kıvrımlan başından ayak bileklerine kadar inmekteydi. Zarif ayaklan öyle bir ustalıkla oyulmuştu ki, sanki soğuk taştan değil, et ve kemikten yapılmış gibi duruyordu.
627
Wilbur Smith
Taita, "Cadının ayakları," dedi. "Burası da Kraliçe Mintaka'nın ona tapındığı yer." Şimdi cadının kötülük kokusu yasemin kokusundan daha keskin geliyordu Taita'nın burnuna. Alçak sesle, "Lord Meren, adamların bu heykeli devirsin," dedi.
Ele avuca sığmaz Meren bile, cadının mabedini dolduran iğrenç havadan etkilenmiş gibiydi. O da emirlerini kısık bir sesle verdi.
Askerler kılıçlarını kınlarına sokup, omuzlarıyla heykele yaslandılar. Hepsi güçlü kuvvetli adamlardı ama heykel devrilmemek için direniyordu.
Taita, Eos'un güç kelimesini bir kez daha una karşı kullanarak, "Tash-kalon!" diye bağırdı. Heykel kıpırdadı, mermerin üstünde kayan mermerden, cadının son çığlığı gibi cırtlak bir ses çıktı. Bu ses askerlerin ürkmesine ve geri kaçılmasına yol açmıştı.
Taita kılıcını ağır ağır devrilmeye başlayan Eos heykeline uzatarak, "Ascartow!" diye bağırdı bu kez.
Sonra da, "Silondela!" dedi ve heykel bütün ağırlığıyla taşların üstüne düşüp parçalandı. Sadece zarif ayaklara bir şey olmamıştı. Taita gidip ikisini de kılıcının ucuyla yokladı. Ayaklarda yavaş yavaş çatlaklar oluştu ve ikisi birden pembe bir toza dönüştüler. Kaidenin üstündeki çiçekler de kuruyup kararmıştı.
Taita ağır ağır kaidenin etrafında döndü. Birkaç adımda bir mermere vuruyordu. Arka duvara gelene kadar tok sesler çıkmıştı. Burada mermerden boş bir yankı geldi. Taita geri çekilip duvarı inceledi. Sonra gelip elinin ayasını sağ üst köşeye dayadı ve hafifçe bastırdı. Bir iç mekanizmanın harekete geçtiği duyuldu ve bütün panel olduğu gibi dönerek açıldı.
Bir süre herkes sessizce kaidenin arka duvarında açılan karanlık boşluğa baktı. Ancak bir kişinin geçebileceği genişlikteydi.
Taita, "Eos'un sahte peygamberinin saklanma yeri," dedi. "Büyük salondan meşaleleri getirin." Askerler emri yerine getirmeye koştular. Dön-
628
11. Yazıt
düklerinde, Taita meşalelerden birini aldı ve deliğe tuttu. Karanlık bir boşluğa doğru inen taş basamakları gördü. Hiç tereddüt etmeden içeri girdi ve basamaklardan inmeye başladı. On üç basamak vardı; sonra uzun bir adamın rahatça geçebileceği yükseklik ve genişlikte bir tünel uzanıyordu. Yere sade kumtaşı tuğlalar döşenmişti. Duvarlarda resim veya kabartma yoktu.
Taita, Meren'e, "Arkamdan ayrılmayın," dedi ve tünele daldı. İçerideki hava bayat ve ağırdı, nemli toprak ve gömüleli çok olmuş ceset kokusu vardı. Taita iki kez yol ayrımına geldi ama her seferinde hiç durup düşünmeden içgüdüsel olarak birini seçti. Sonunda, ileride bir ışık gördü. Kararlı bir şekilde yürümeye devam etti.
Büyük amforalarda yağ, su ve şarap muhafaza edilen bir mutfaktan geçti. Karabuğday ekmeği ile dolu ahşap fıçılar ve sepetler dolusu meyve, sebze de vardı. Tavandaki kancalara tütsülenmiş butlar asılmıştı. Odanın ortasındaki ocağın küllerinden kıvrılarak yükselen duman, tavandaki havalandırma deliğinde kayboluyordu. Alçak tahta masada yansı yenmiş bir yemek ve bir sürahi kırmızı şarap durmaktaydı. Küçük bir yağ kandili köşelerde gölgeler yaratıyordu. Taita karşı duvardaki kapıya doğru ilerledi. Kapı, tek bir lambayla aydınlatılmış loş bir hücreye açılıyordu.
Bir köşeye atılmış bir tunik, bir pelerin ve bir çift sandalet vardı. Yere bir döşek serilmişti, üstünde de çakal postundan yapılmış bir örtü vardı. Taita örtüyü bir ucundan tutup kenara çekti. Örtünün altından en çok iki yaşında, koca meraklı gözlerini Taita'ya dikmiş bir erkek çocuk çıkmıştı.
Taita eğilip elini çocuğun kabak kafasına koydu. Bir cızırtı duyuldu ve kavrulmuş et kokusu geldi. Çocuk haykırdı ve Taita'nın elinden kurtuldu. Başında Taita'nın el izi değil, Eos'un kedi pençesi oluşmuştu.
629
Wilbur Smith
Meren, "Çocuğu yaraladın," diye söylendi, sesi merhamet doluydu.
Taita, "O çocuk değil," diye cevap verdi. "Cadının son uğursuz müridi ve filizi. Başında beliren şekil onun ruhani işareti." Yaratığa dokunmak için yeniden uzandı ama o haykırarak uzaklaştı. Taita sonunda ayak bileklerinden kavrayıp baş aşağı salladı, yaratık kıvranıyordu. "Maskeni kaldır Soe. Efendin olan cadı yeraltı alevlerinin arasında yok oldu. Artık güçlerinden hiçbiri işine yaramaz." Sonra çocuğu döşeğe fırlattı, yattığı yerde sızlanıyordu.
Taita sağ eliyle bir hamle yaparak Soe'nin oyununu bozdu. Çocuk şekil değiştirmiş ve yavaş yavaş cadının elçisine dönüşmeye başlamıştı. Sonunda, gözleri kor gibi parlayan, hatlan kin ve nefretle çarpılmış olan Soe ortaya çıktı.
Taita, Meren'e, "Şimdi tanıdın mı onu?" diye sordu.
"Seth'in pis nefesi adına, bu Demeter'in peşine kurbağaları salan Soe. Onu son gördüğümde, bu iblisin dölü, akrabası olan bir sırtlanın sırtında gecenin karanlığına dalıyordu."
Taita, "Bağla onu!" diye emretti. "Karnak'a gidip Firavun'un huzuruna çıkacak."
Assuit'ten Karnak'a döndüklerinin ertesi gününün sabahında, Kraliçe Mintaka, sarayın özel salonunda Firavun'un yanında oturmaktaydı. Yüksek pencerelerden içeriye parlak güneş ışığı doluyordu. Ama bu kraliçeyi etkilemiyordu, dalgın ve perişan görünüyordu. Meren, onu sanki birkaç gündür değil, yıllardır görmemiş gibiydi.
630
11. Yazıt
Firavun, kraliçesininkinden daha yüksek bir tahttaydı. Göğsüne çapraz olarak geçirilmiş altın silahlar adalet ve ceza sembolleriydi. Başında, İki Krallık'in Pschent, yani Yüce Kral anlamına gelen, yüksek, kırmızı beyaz tacı vardı. Kararlarını kayıt altına almak üzere iki yanına iki kâtip oturmuştu.
Firavun Nefer Seti, Meren'i huzuruna kabul etti. "Sana verdiğim görevi basardın mı Lord Mareşal?"
"Başardım yüce Firavun. Düşmanınız elimde."
"Senden de bunu beklerdim. Yine de çok memnun oldum. Sorularıma cevap vermesi için buraya getirebilirsin."
Meren mızrağını üç kez yere vurdu. Anında, ön tane muhafızın çivili sandaletlerinden çıkan sesler salonu doldurdu. Kraliçe Mintaka, aralarındaki tutukluyu görene kadar, askerlere donuk gözlerle bakıyordu.
Soe'nin ayaklan çıplaktı ve üzerinde sadece beyaz ketenden bir peştamal vardı. Ayak ve el bileklerine ağır bronz zincirler takılmıştı. Yüzü bitkindi ama çenesini meydan okurcasına havaya kaldırmıştı. Mintaka nefesini tuttu ve ayağa fırladı, Soe'ye dehşet ve hayretle bakıyordu. "Firavun, bu yüce ve güçlü bir kâhin, isimsiz tanrıçanın bir hizmetkârı. Düşman değil! Ona böyle davranamayız."
Firavun ağır ağır başını çevirip ona baktı. "Eğer düşmanım değilse neden benden saklamak istedin?"
Mintaka bocaladı ve bir eliyle ağzını örttü. Sonra tahtına yığıldı, yüzü kül gibi olmuş, gözlerinde acı bir ifade belirmişti.
Firavun tekrar Soe'ye döndü. "Adını belirt!"
Soe, ona baktı. "Ben isimsiz tanrıçadan daha üstün bir otorite bilmiyorum," diye beyan etti.
"O söz ettiğin kişi artık isimsiz değil. Adı Eos'tu ve kesinlikle tanrıça değildi."
631
Wilbur Smith
Soe, "Sakın ha!" diye bağırdı. "Seni saygısız! Tanrıçanın gazabı hızlı ve kesindir."
Firavun onun bu feveranına aldırmadı. "Cadıyla birlikte Nil Ana'nın önüne engel koyma komplosuna karıştın mı?"
Soe, "Ben sadece tanrıçaya cevap veririm," diye hırladı.
"Yine cadıyla birlikte, doğaüstü güçler kullanarak Mısır'a veba bulaştırdın mı? Amacın beni tahttan devirmek miydi?"
Soe, "Sen gerçek kral değilsin!" diye bağırdı. "Sen bir gaspçı ve döneksin! Eos, yeryüzünün ve bütün ulusların hâkimidir!"
"Çocuklarımı, kraliyet soyundan gelen prens ve prenseslerimi öldürdün mü?"
Soe, "Onlar kraliyet soyundan gelmiyordu," diye iddia etti. "Sıradan insanlardı. Sadece tanrıça kraliyet soyundan gelir."
"Kraliçemi onurlu yolundan ayırmak için uğursuz girişimlerde bulundun mu? Benim tahtıma cadıyı geçirmekte sana yardım etmesi için ikna ettin mi?"
"O senin tahtın değil. O Eos'un hak ettiği taht."
"Kraliçeme çocuklarını diriltmeyi vaat ettin mi?" Firavun kılıç kadar soğuk ve keskin bir sesle sormuştu.
Soe'nin cevabı, "Mezar asla meyve vermez," oldu.
"O zaman yalan söyledin. On bin tane yalan! Yalan söyledin, cinayet işledin ve imparatorluğuma fitne ve fesat soktun."
"Eos'un hizmetinde yalanlar güzellik, cinayet soylu bir harekettir. Ben fesat sokmadım. Gerçekleri yaydım."
"Soe kendi kendini mahkûm ettin."
"Bana zarar veremezsin. Tanrıçam beni korur."
"Eos yok edildi. Artık tannçan yok." Firavun'un sesi ciddiydi.
Sonra Mintaka'ya döndü. "Kraliçem, yeterince duydun mu?"
632
11. Yazıt
Mintaka sessizce hıçkırmaktaydı. O kadar yıkılmıştı ki, konuşamı-yordu, ama başını salladı ve utanç içinde elleriyle yüzünü örttü.
Firavun sonunda salonun arkasında sessizce duran iki kişiye baktı. Taita'nın miğferinin vizörü inikti ve Fenn'in yüzü bir örtünün ardında gizliydi. Sadece yeşil gözleri görünüyordu.
Firavun, "Eos'un nasıl yok edildiğini söyle," diye buyurdu.
"Yüce kişi, o alevler tarafından yutuldu."
"Demek ki onun yaratığı da aynı kaderi paylaşacak."
"Bu onun hak ettiğinden daha merhametli bir ölüm yolu, kendisi masumlara karşı daha zalimdi."
Firavun düşünceli bir tavırla başını salladı, sonra tekrar Mintaka'ya baktı. "Benim ve Mısır tanrılarının gözünde kendini temize çıkarman için sana bir şans vermek istiyorum."
Mintaka kendini onun ayaklarına attı. "Ne yaptığımı anlamamıştım. Bana, sen tanrıçayı kabul edersen Nil'in yeniden akacağını ve çocuklarımızın dirileceğini söylemişti. Ona inandım."
"Bütün bunları anlıyorum." Firavun, Mintaka'yı ayağa kaldırdı. "Sana biçtiğim kefaret, Soe'yi ve cadının son izini topraklarımdan sürüp atacak olan ateşi kendi soylu elinle tutuşturmandır."
Mintaka durduğu yerde sendeledi ve çaresizliği son haddine çıktı. Sonra kendini zorlayarak, "Ben Firavun'un sadık eşi ve bendesiyim," dedi. "Ona itaat etmek görevimdir. Bir zamanlar inanmış olduğum Soe'nin altındaki odunları ben tutuşturacağım."
"Lord Meren, bu zavallı yaratığı avluya götürüp kazığa bağlat. Kraliçe Mintaka da seninle gelecek."
Askerler Soe'yi mermer basamaklardan avluya indirdiler. Meren de, koluna asılarak güçlükle yürümekte olan Mintaka ile birlikte arkalanndan gitti.
633
Wilbur Smith
Firavun, Taita'ya, "Benimle kal Büyücü," dedi. "Düşmanımızın sonuna tanıklık edeceksin." Birlikte avluya bakan balkona çıktılar.
Avlunun ortasında, kütüklerden ve kurumuş papirüs demetlerinden oluşan büyük bir yığın vardı. Her tarafına kandil yağı dökülmüştü. Yığının üstündeki platforma tahta bir merdiven dayanmıştı. İriyan iki cellat merdivenin dibinde bekliyordu. Soe'yi askerlerden aldılar ve bacakları onu taşımadığı için merdivenden yukarı sürükleyip kazığa bağladılar. Merdiveni çekip, onu tepede tek başına bıraktılar. Meren avlu kapısının önünde duran mangalın başına gitti. Zifte bulanmış bir meşaleyi alevlerin arasına daldırdıktan sonra, yanar durumda getirip Mintaka'ya verdi. Kraliçemi, odun yığınının dibine kadar götürüp geri çekildi.
Mintaka başını kaldırıp balkonda duran Firavun'a baktı. Acınacak bir haldeydi. Firavun başını salladı. Kraliçe bir an daha durdu ve sonra yanar durumdaki meşaleyi papirüslerin üstüne fırlattı. Bir alev dili yığının yanından uzayınca sendeleyerek geri çekildi. Alevler ve siyah duman saray çatısının üstüne yükselmeye başlamıştı. Alevlerin ortasından Soe başını bulutsuz gökyüzüne kaldırarak, "Duy beni Eos," diye haykırdı. "Tek gerçek tanrıça! Sadık hizmetkârın çağırıyor seni. Beni bu ateşten çıkar. Bu zavallı Firavun'a ve bütün dünyaya gücünü, kutsal varlığını göster!" Sonra, yangının çatırtılan arasında sesi duyulmaz oldu. Sıcak dumanlar onu kuşatırken öne doğru sarktı ve alevlerin ardında kayboldu. Bir anda kararıp bükülmüş ve insan olmaktan çıkmıştı ama hâlâ direğe bağlıydı. Derken odun yığını kendi içine doğru çöktü ve Soe yangının ortasında gözden kayboldu.
Meren, Mintaka'yi alıp kraliyet salonuna götürdü. Mintaka güzelliğini ve vakarını kaybetmiş, narin, bir ihtiyara dönüşmüştü. Gidip Fira-vun'un önünde diz çöktü. "Lord kocam, beni bağışlamanı diliyorum," diye fısıldadı. "Aptal bir kadındım ve yaptıklarım için bir mazeretim yok."
634
11. Yazıt
Nefer Seti, "Bağışlandın," dedi ve ne yapacağını bilemiyormuş gibi durdu. Mintaka'yı ayağa kaldırmaya niyetlendi ama sonra geri çekildi. Böyle tereddüt etmenin kutsal bir firavuna yakışmayacağını biliyordu ve yardım ister gibi Taita'ya baktı. Taita da Fenn'in koluna dokundu. Fenn başını sallayıp, örtüsünü kaldırarak altın güzelliğini ortaya serdi ve gidip Mintaka'nın üstüne eğildi. "Gelin madam," diyerek Mintaka'nın koluna girdi.
Kraliçe başını kaldırıp ona baktı. "Kimsiniz siz?"
Fenn, "Sizi gerçekten düşünen biriyim," diye cevap verdi ve kraliçeyi kaldırdı.
Mintaka onun yeşil gözlerine bakıp hıçkırmaya başladı. "Yaşınızın ötesinde iyi ve akıllı olduğunuzu hissediyorum." Ve kendini Fenn'e teslim etti. İkisi birlikte salondan çıktılar.
Nefer Seti, Taita'ya, "Kim o genç kadın?" diye sordu. "Artık daha fazla bekleyemeyeceğim. Hemen söyle Büyücü. Bu bir emirdir."
Taita, "Firavun, o, büyükanneniz Kraliçe Lostris'in yeniden dirilmiş halidir," diye cevap verdi. "Bir zamanlar âşık olduğum ve şimdi yeniden âşık olduğum kadın.
Meren'in yeni mülkü Nil kıyısında otuz fersah boyunca uzanıyordu. Merkezinde kraliyet saraylarından biri ve şahin tanrı Horus'a adanmış bir tapınak bulunmaktaydı. Üç yüz tane müstecir çiftçi, Nil sularıyla sulanan bereketli tarlaları işliyordu. Ürünlerinin yüzde ellisini yeni toprak sahibi, Lord Mareşal Meren Cambyses'e veriyorlardı. Yüz elli toprak kölesiyle
635
Wilbur Smith
iki yüz tane köle ve savaş esiri, sarayda, mülkün ev olarak kullanılan özel bölümünde çalışıyordu.
Meren, mülküne Karim Ek-Horus, yani Horus Bağlan adını vermişti. O yılın baharında ekinler ekilirken ve toprak cömertken, Firavun Kar-nak'tan nehir yoluyla bütün kraliyet ailesiyle birlikte, Lord Meren ile gelininin düğün törenine gelmişti.
Meren ile Sidudu birlikte nehir kıyısına geldiler. Meren bütün mareşal nişanlarını takmıştı, miğferinde tavuskuşu tüyleri, çıplak göğsünde altın Kahramanlık ve Şükran zincirleri vardı. Sidudu saçına yasemin çiçekleri yerleştirmişti ve giysisi Cathay'dan gelen beyaz ipekli bir bulut gibiydi. Nil suyuyla dolu sürahileri kırdılar ve herkes neşeyle bağırıp, tanrılardan iyi dileklerde bulunurken öpüştüler.
Eğlenceler on gün, on gece sürdü. Meren sarayı şarap çeşmeleriyle donatmak istemiş ama karısı Sidudu anında böyle savurganlıkları yasaklamıştı. Meren, onun ev yönetimini ele geçirmeye ne kadar hazır olduğunu görünce irkilmişti ama Taita, onu rahatlattı. "Senin için yeryüzünün en iyi eşi olacak. Tutumluluğu bunu kanıtlıyor. Savurgan bir kadın, kocanın yatağına girmiş akrep gibidir."
Nefer Seti, her gün Taita ve Meren'le dört saat boyunca oturup hevesle Ay Dağlan'na yaptıkları maceralı yolculuğu dinliyordu. Öykü bütün ayrıntılarıyla anlatılmazsa, bir daha anlatmalarını istiyordu. Sidudu, Fenn ve Mintaka da yanlarında oluyordu. Fenn'in etkisiyle kraliçenin hali değişmişti. Kederinden ve suçluluk duygularının ağırlığından kurtulmuş, eskisi gibi sakin, mutlu bir kadın olmuştu. Herkes, kocasının gözünde de tamamen eski yerini aldığından emindi.
Hikâyenin bir yeri, özellikle de Nefer Seti'yi büyülemişti. Tekrar tekrar o kısma döndü. "Bana Font'u bir daha anlat," dedi Taita'ya. "Tek
636
11. Yazıt
bir aynntısını bile atlama sakın. Lavların üstündeki taş köprüden geçtiğin bölümden başla."
Taita öyküyü bitirdiğinde yine tatmin olmamıştı. "Mavi'nin ağzındaki tadını tarif et: "Neden yuttuğun zaman su gibi boğmadı seni?"; '"Soğıı1; muydu yoksa sıcak mı?"; "Font'tan çıktıktan ne kadar sonra fark ettin u mucizevi değişiklikleri?"; "Lavlardan yanan bacaklarının hemen iyileştiğini ve gücünün tümüyle geri geldiğini söyledin, gerçekten öyle mi oldu?"; "Şimdi Font da volkanın içinde yok olduğuna göre, bir daha geri gelmeyecek mi? Ne kadar büyük bir kayıp. Sonsuza kadar bir daha elimize geçmez mi?"
Taita, "Tıpkı bağışladığı yaşamsal güçler gibi Font da ebedidir. Bu yeryüzünde yaşam var oldukça, Font da olmak zorunda," diye cevap verdi.
"Yüzyıllar boyunca filozoflar bu sihirli Font'u hayal etti, tüm atalarım onu aradı. Ebedi yaşam ve ebedi gençlik, bunlar ne eşsiz hazineler?" Firavun'un gözleri parlamış ve adeta dini bir coşkuya kapılmıştı. Birdenbire heyecanla bağırdı. "Onu benim için bul Taita. Emretmiyor, yalvarıyorum sana. Payıma düşenden olsa olsa yirmi, otuz yılım kaldı. Git Taita, git Font'u yeniden bul."
Taita'nm Fenn'e bakması gerekmiyordu. Sesi zaten zihninde berrak bir şekilde çınlamaktaydı. "Sevgili Taita, ben de kralınla birlikte yalvarıyorum. Beni de yanına al. Font'un saklandığryeri bulana kadar yeryüzünü dolaşalım. Ben de o Mavi'de yıkanayım ki, yanında kalabileyim, aşkını ebediyen tadayım."
"Firavun." Taita onun hevesli gözlerine baktı. "Madem ki emrediyorsunuz, ben de itaat etmek zorundayım."
"Eğer başanrsan ödüllerin sınırsız olacak. Bu dünyada var olan tüm hazineleri ve onurları ayaklarına sereceğim."
637
Wilbur Smith
"Sahip olduklarım bana yeter. Kralımın sevgisine ve kadınıma sahibim. Gencim ama çağlar boyu birikmiş bilgeliğe sahibim. Bunu kralıma ve kadınıma duyduğum sevgi için yapacağım."
Taita, Duman Yeli'ne, Fenn de Kasırga'ya binmişti. İkisinin de yedeğinde yüklü birer at vardı. Bedevi gibi giyinmişlerdi, kılıç ve yay taşıyorlardı. Meren ile Sidudu, Karim Ek-Horus mülkünün doğusundaki tepelerin başına kadar onlara eşlik ettiler. O noktadan ayrılıyorlardı. Sidudu ile Fenn iki kız kardeş gibi gözyaşları içinde sarıldılar, Meren de Taita'ya sarılıp yanağından öptü.
"Zavallı Büyücü! Ben yanında olmadan ne yapacaksın?" Sesi bo-ğuklaşmıştı. "Gözümün önünde olmayınca, başını belaya sokmadan bir gün bile geçiremeyeceğini garanti ederim." Sonra Fenn'e döndü. "Ona iyi bak ve bir gün bize geri getir."
Taita ile Fenn tekrar atlanna binip tepeden inmeye başladılar. Yarı yolda durup arkalarına baktılar, yukarıdan iki küçük figür de onlara bakıyordu. Meren ile Sidudu son kez el salladılar ve atlarını döndürüp gözden kayboldular.
Fenn, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.
"Önce bir denizi, büyük ovaları ve sonra da yüksek sıradağları geçmemiz lazım."
"Ya ondan sonra?"
"Sonra, yabanıl bir ormanın derinliklerinde yer alan, bilgelik ve yenilenme tannçası Saraswati'nin tapınağına gideceğiz."
638
11. Yazıt
"Ne bulacağız orada?"
"İç Göz'ünü açacak akıllı bir kadın. Böylece kutsal Font'a giden yolu bulmak için bana yardım edebileceksin."
"Yolculuğumuz ne kadar sürecek peki?"
"Yolculuğumuz hiç bitmeyecek, her zaman birlikte olacağız," dedi Taita.
Fenn sevinçle güldü. "O zaman lordum, hemen başlayalım."
Yan yana atlarını mahmuzladılar ve bilinmeyene doğru yola koyuldular.
SON
Wilbur Smith'in en çok satan, Nehir Tannsı,
Yedinci Papirüs ve Büyücüler Kralı ile okurlarının günlünü
fetheden Mısır dizisinin merakla beklenen son kitabı...
"Wilbur Smith'in zorlu savaşları ve tutkulu aşklan dile getirdiği Afrika romanları muhteşem... Parçalanan vücutlara, akan kanlara ve güzel kadınlara kendinizi kaptırıp gidiyorsunuz. Size keyifli anlar yaşatacak bir eser."
STEPHEN KING
Dostları ilə paylaş: |