Taita altın tılsımı gözlerinin önüne tuttu ve zincirin ucunda yavaşça döndürdü. "Bu altın yıldıza odaklan. Aklından tüm düşünceleri uzaklaştır. Yıldızdan başka hiçbir şey görme, benim sesimden başka hiçbir şey duyma. Ruhunun derinliklerinde yorgunsun Demeter. Uyuman gerek. Hadi seni uyutalım. Hadi uyku yumuşak bir kürk gibi kaplasın seni. Uyu Demeter, uyu..."
İhtiyar adam ağır ağır gevşedi. Gözkapaklan titreşti ve hareketsiz kaldı. Sedyede yatan bir ceset gibi hareketsiz yatıyor, hafifçe horluyordu. Gözkapaklanndan biri kayıp açılmıştı ve gözü arkaya doğru döndüğü için sadece kör ve mat bir şekilde akı görünüyordu. Derin bir transa gömülmüş gibiydi, ama Taita soru sorduğu zaman cevap veriyordu. Sesi titrek ve zayıftı, ses tonu hışırtılıydı.
"Gerilere git Demeter, zaman nehrinde iyice geriye git."
"Evet," diye cevap verdi Demeter. "Yıllar içinde geri gidiyorum... geri, geri, geri..." Sesi şimdi daha güçlü, daha canlı çıkıyordu.
"Şu an neredesin?"
"E-temen-an-ki'de, Cennet ile Yeryüzü Kuruluşu'ndayım." Deme-ter'in sesi artık iyice gençleşmişti.
Taita da binayı gayet iyi bilirdi: Babil'in merkezinde muazzam bir yapıydı. Duvarları cilalı tuğlalardan yapılmıştı, yeryüzünün ve gökyüzünün tüm renklerini yansıtan devasa bir piramit şeklindeydi. "Ne görüyorsun Demeter?"
59
Wilbur Smith
"Büyük boş bir alan görüyorum, dünyanın tam ortasında, yeryüzü ile gökyüzünün ekseninde."
"Duvarları ve yüksek terasları görüyor musun?"
"Duvar yok, ama işçileri ve köleleri görüyorum. Yerdeki karıncalar kadar, gökteki çekirgeler kadar çoklar. Seslerini duyuyorum." Sonra De-meter insanlığın kullandığı tüm dillerde konuşmaya başladı. Taita içlerinden bazılannı tanıdı ama diğerleri anlamsız geldi. Demeler aniden Antik Sümer dilinde haykırdı: "Hadi, yüksekliği ilahi göklere uzanacak bir kule yapalım."
Taita hayretler içinde, onun Babil Kulesi'nin temellerinin atılışına tanık olduğunu anladı. Başlangıç zamanına kadar geriye gitmişti.
"Şimdi yüzyıllar içinde ilerliyorsun. E-temen-an-ki'nin asıl yüksekliğine eriştiğini ve kralların kulenin tepesinde Tanrı Bel ve Marduk'a tapındıklarını görüyorsun. Zamanda ilerlemeye devam et!" Taita, onu yönetti ve Demeter'in gözünden büyük imparatorlukların yükselişine ve güçlü kralların çöküşüne tanıklık etti. Demeter tarihin içinde kaybolup unutulmuş olayları anlatıyordu. Yüzyıllar önce toprak olmuş kadın ve erkeklerin seslerini duyuyordu.
Sonunda Demeter hızını kaybetti ve sesi zayıfladı. Taita elini onun kaşlarından birine koydu, mezar taşı kadar soğuktu. "Rahatla Demeter," diye fısıldadı. "Uyu artık. Anılarını geçmişte bırak. Bugüne dön."
Demeter ürperdi ve gevşedi. Güneş batana dek uyudu ve sanki anormal bir şey olmamış gibi gayet doğal ve sakin bir şekilde uyandı. Tazelenmiş ve kuvvetlenmiş görünüyordu. Taita'nın getirdiği meyveleri büyük bir iştahla yedi; ekşi keçi sütü içti, o arada hizmetkârlar kampı topluyor, çadırları ve eşyaları develere yüklüyordu. Kervan yola çıktığında Demeter de Taita'nın yanında kısa bir süre yürüyecek kadar güçlenmişti.
"Uyurken neler bulabildin hafızamda?" diye gülümseyerek sordu. "Ben hiçbir şey hatırlamadığıma göre, sen de bir şey bulamamış olmalısın."
60
11. Yazıt
"E-temen-an-ki'nin temelleri atılırken oradaydın," diye anlattı Taita.
Demeter durup hayretle ona baktı. "Sana bunları mı anlattım?"
Taita cevap olarak, Demeter'in trans halindeyken çıkardığı bazı seslerin, konuştuğu bazı dillerin taklidini yaptı. Demeter hepsini bir anda tanıyordu. Az sonra bacakları yoruldu, ama hevesi geçmedi. Tahtırevanıı t tırmanıp şiltesine uzandı. Taita da atına binip onun yanında gitmeye başladı, böylece bütün gece sohbet ettiler. Nihayet Demeter asıl aklını meşgul eden soruyu sordu. "Eos'la konuştum mu? Birtakım gizli anıları ortaya çıkarmayı başarabildin mi?"
Taita başını salladı. "Sana zarar gelmesin diye dikkatli davrandım. Konuyu doğrudan açmadım, anılarının serbestçe ortaya dökülmesini tercih ettim."
"Tıpkı iz süren bir avcı gibi." Sonra Demeter şaşırtıcı bir kahkaha atıp, "Dikkat et Taita," dedi. "Bir erkek geyiği kovalarken, adam yiyen dişi aslanı ürkütme sakın."
"Anıların o kadar uzaklara gidiyor ki, Eos'un izini bulmaya çalışmak, koca bir sürünün içinde tek bir köpekbalığını aramak için koca bir okyanusta dolanmaya benziyor. Tesadüfen onunla ilgili anılarına rastlayana dek bir ömür geçirebiliriz."
"Beni ona doğru yönlendirmelisin," dedi Demeter hiç duraksamadan.
"Senin güvenliğinden, hatta hayatını tehlikeye atmaktan korkuyorum," diye itiraz etti Taita.
"Yarın sabah yine salacak mıyız köpekleri? Bu sefer onlara dişi aslanın kokusunu vermelisin."
Gecenin geri kalanında kendi düşüncelerine ve anılarına dalmış olarak sessiz kaldılar. Şafağın ilk ışıklarında küçük bir vahaya ulaştılar ve Ta-'& hurma ağaçlarının altında durmaları için işaret etti. Hayvanlar yemle-nıP sularını içerken bir taraftan da çadırlar kuruldu. Ana çadırda baş başa a"r kalmaz Taita, "Yeniden denemeden önce biraz dinlenmek ister misin erneter?" diye sordu. "Yoksa bir an evvel başlamaya hazır mısın?"
61
Wilbur Smith
"Bütün gece dinlendim. Artık hazırım."
Taita karşısındaki yüzü inceledi. Sakin görünüyordu ve donuk gözleri durgundu. Taita, Lostris'in tılsımını kaldırdı. "Gözkapakların ağırlaşıyor. Bırak kapansınlar. Kendini sakin ve güvende hissediyorsun. Kolların bacaklann ağırlaştı. Çok rahatsın. Sesimi dinle, uykunun geldiğini hissedeceksin... kutsal uyku... derin, iyileştirici uyku..."
Demeter bu kez ilk seferinden daha hızlı uykuya daldı. Taita'nın sessiz uygulamasından giderek daha fazla etkileniyordu.
"Duman ve alev püskürten bir dağ var. Onu görüyor musun?"
Bir an için Demeter ölü gibi sessiz kaldı. Dudakları soldu ve büküldü. Sonra inkâr edercesine başını salladı. "Dağ filan yok! Ben dağ görmüyorum1." Sesi yüksek ve çatlak çıkıyordu.
"Dağda bir kadın var," diye ısrar etti Taita. "Güzel bir kadın. Dünyanın en güzel kadını. Onu görüyor musun Demeter?"
Demeter köpek gibi solumaya başladı, göğsü demirci körüğü gibi inip kalkıyordu. Taita, onu kaybetmekte olduğunu hissetti. Demeter trans-la mücadele ediyor, onu kırmaya çalışıyordu. Taita bunun son denemeleri olması gerektiğini anladı, çünkü ihtiyar adam daha fazlasına dayanabilecek gibi görünmüyordu.
"Onun sesini duyabiliyor musun Demeter? Kelimelerindeki o tatlı melodiyi dinle. Sana ne diyor?"
Şimdi Demeter görünmez biriyle boğuşuyor, şiltesinde yuvarlanıyordu. Dizleriyle dirseklerini göğsüne doğru topladı ve top gibi kıvrıldı. Sonra kol ve bacakları kazık kesildi, sırtı yay gibi büküldü. Deli bir adam gibi sesler çıkarıyor, sayıklıyor ve kıkırdayarak gülüyordu. Arkadan bir tanesi parçalanana dek dişlerini gıcırdattı; sonunda parçaları kan ve salyayla birlikte tükürdü.
"Sakin ol Demeter!" Taita'nın içinde, kaynamak üzere olan bir çaydanlık gibi bir panik duygusu yükseliyordu. "Kıpırdama! Tekrar güvendesin."
11. Yazıt
Demeter'in solukları rahatladı ve beklenmedik bir şekilde, büyücülerin kullandığı Tenmass diliyle konuşmaya başladı. Kelimeleri garip ses tonu ondan da garipti. Artık yaşlı bir adamın değil, genç bir kadının tatlı, melodik sesiyle konuşuyordu. Taita hiç bu kadar müzikal bir ses duymamış» •
"Ateş, hava, su ve toprak, ama bunların efendisi ateştir." Sesin her nazlı iniş çıkışı Taita'nm beynine kazınıyordu. O sesi asla sikmeyeceğini biliyordu.
Demeter arka üstü şilteye yığıldı. Bedenindeki kasılma geçmişti. Gözleri gözkapaklannın altında oynuyordu. Nefes alışverişi düzelmiş ve göğsü kabarmıştı. Taita, onun yüreğinin patlamış olduğundan korktu ama kulağını kaburgalanna dayayınca hafif, ama düzenli bir ritimle atmakta olduğunu hissetti. Demeter'in bunu da atlattığını anlayıp rahat bir nefes aldı.
Taita günün geri kalanında Demeter'i uyumaya bıraktı. Demeter uyandığında, yaşadığı krizden etkilenmemiş gibi görünüyordu. Aslında, geçirdiklerinden hiç söz etmemişti ve hatırlamıyormuş gibiydi.
İkisi ağır ateşte pişmiş yavru keçiyi paylaşırken kervandaki günlük işlerden söz ettiler. Gallala'dan ne kadar uzaklaştıklarını ve Firavun Nefer Seti'nin muhteşem sarayına ne zaman varacaklarını tahmin etmeye çalıştılar. Taita, krala geleceklerini haber versin diye önden bir ulak yollamıştı ve kendilerini nasıl karşılayacağını merak ediyorlardı.
Demeter, "Ahura Maasda'ya, tek gerçek ışığa dua et ki zavallı ülkeye daha fazla bela göndermesin," dedikten sonra sessizliğe büründü.
Taita ise, sohbet edermiş gibi, "Ateş, hava, su ve toprak..." dedi.
Demeter, "...ama hepsinin efendisi ateştir," diye cevap verdi, ezberini okuyan bir okul çocuğuna benziyordu. Sonra elini ağzına kapadı ve ih-Hyar gözlerinde şaşkın bir ifadeyle Taita'ya baktı. Sonunda titreyerek, Ateş, hava, su ve toprak, yaratılışın dört temel elementi," dedi. "Neden °nları andın şimdi Taita?"
63
Wilbur Smith
"Önce sen söyle Demeter, neden ateşin hepsinin efendisi olduğunu söyledin?"
Demeter, "Dua," diye fısıldadı. "Büyülü sözler."
"Kimin duası? Hangi büyülü sözler?"
Hatırlamaya çalışırken Demeter'in rengi soldu. "Bilmiyorum." Acı veren anılannı yüzeye çıkarmaya çalışırken sesi titriyordu. "Daha önce hiç duymamıştım."
"Duymuştun." Şimdi Taita sorgucu sesiyle konuşuyordu. "Düşün Demeter! Nerede duydun? Kimden duydun?" Sonra aniden ses tonunu tekrar değiştirdi. Başkalarının sesini kolayca taklit edebilirdi. Bu sefer de Demeter'in trans halindeyken kullandığı o yürek burkan, melodik kadın sesiyle konuşuyordu. "Ama hepsinin efendisi ateştir."
Demeter yutkundu ve elleriyle kulaklarını kapadı. "Hayır!" diye haykırdı. "Bu sesi kullanmak küfür demektir. Kutsal şeylere karşı iğrenç bir saygısızlıktır. Bu, Yalan'ın sesi, Eos'un, o cadının sesi!" Arkasına yaslanıp kalbi kırılmış bir şekilde hıçkırarak ağlamaya başladı.
Taita sessizce onun kendine gelmesini bekledi.
Sonunda Demeter başını kaldırıp, "Ahura Maasda, beni affetsin, zayıflığımı bağışlasın," dedi. "Bu korkunç sesi nasıl unutabildim ki?"
"Demeter unutmuş değilsin. Hafızan sana ihanet ediyor," dedi Taita yavaşça. "Şimdi bunu hatırlamak zorundasın... hem de hemen, Eos bir daha araya girip engel olmadan önce."
'"Ama hepsinin efendisi ateştir.' En iğrenç törenlerini hep bu büyülü sözle başlatırdı," diye fısıldadı Demeter.
"Bu Etna'dayken miydi?"
"Onu başka bir yerde görmedim."
"Ateş diyarında ateşi yüceltiyormuş." Taita düşünceliydi. "Güçlerini volkanın kalbinde topluyormuş. Ateş onun gücünün bir parçası, ama güÇ kaynağından uzaklaşmış. Yine de onun hayata döndüğünü biliyoruz. So-
64
11. Yazıt
rumuza cevap verdin işte, görüyor musun? Onu nerede aramamız gerektiğini biliyoruz."
Demeter'in şaşırdığı belliydi.
"Onu ateşin içinde, volkanda aramalıyız," diye açıkladı Taita.
Demeter, kendi düşüncelerine dalmış gibiydi, "Evet görüyorum," dedi.
"Hadi şu atı biraz daha ileriye sürelim," diye bağırdı Taita. "Volkanda üç element bulunur: ateş, toprak ve hava. Sadece su eksiktir. Etna deniz kenarındaymış. Eğer kendine in olarak başka bir volkan bulduysa, onun da yakınında çok miktarda su olması gerekir."
"Deniz mi?" diye sordu Demeter.
"Ya da büyük bir nehir," dedi Taita. "Deniz kıyısında bir volkan, belki bir adada ya da büyük bir gölün yakınında. Onu aramamız gereken böyle bir yer." Bir kolunu Demeter'in omzuna attı ve şefkatle gülümsedi. "Yani Demeter tüm inkârlarına rağmen onca zamandır onun nerede saklandığını biliyormuşsun."
"Kendime fazla pay biçmiyorum. Senin zekân sayesinde bunu zayıf hafızamdan söküp aldık," dedi Demeter. "Ama söylesene Taita araştırma alanımızı nasıl daraltacağız? Bu tanıma uyan kaç tane volkan vardır?" Du-raksadı, sonra kendi sorusuna kendisi cevap verdi. "Epeyce olmalı ve hepsi de kesinlikle de muazzam arazilerle karadan ve denizden ayrılmış olmalı. Hepsine gitmek yıllarca yolculuk yapmak anlamına gelir ve korkarım ki, bende böyle bir çabayı göze alacak güç kalmadı."
"Teb'teki Hathor Tapmağı'nın rahipleri, yüzyıllardır yeryüzü hakkında özel araştırmalar yapıyor. Ellerinde karaları, denizleri, dağları ve nehirleri gösteren ayrıntılı haritalar var. Yolculuklarımda hep onlara uğrayıp bilgi aldığım için birbirimize aşinayız. Bize suya yakın yerlerdeki tüm volkanların listesini verebilirler. Her birine yolculuk yapmamız gerekeceğini sanmıyorum. Seninle güçlerimizi birleştirir ve bütün dağlardaki kötülük izlerini uzaktan araştırabiliriz."
65
F:5
Wilbur Smith
"O zaman, Hathor'a varana dek sabırlı olmalı ve kaynaklarımızı idareli kullanmalıyız. Eos'la yaşanan bu çatışma insanın gücünü ve dayanıklılığını son zerresine kadar tüketiyor. Sen de dinlenmelisin Taita," dedi Demeter. "İki gündür uyumuyorsun ve onu avlama yolculuğumuzun daha ancak ilk adımlarını attık."
Bu noktada Meren elinde bir demet kokulu çöl bitkisiyle çadıra girdi ve onları bir yatak şeklinde yerleştirdi. Üzerine de kaplan postunu serdi. Efendisinin sandaletlerini çıkarmak ve tuniğinin kemerini gevşetmek üzere çömeldi ama Taita, onu itti. "Ben kundaktaki bebek değilim Meren. Kendi başıma soyunabilirim."
Meren, onu yatağa doğru götürürken hoşgörüyle gülümsedi. "Öyle olmadığını biliyoruz Büyücü. Tabii ne kadar sık o şekilde davrandığını düşünecek olursak biraz garip geliyor." Taita itiraz etmek üzere ağzını açtı ama onun yerine yumuşak bir homurtu çıkardı ve anında derin bir uykuya daldı.
"Ben uyurken o beni izledi. Şimdi de ona göz kulak olma sırası bende iyi Meren," dedi Demeter.
"O benim görevim," diyen Meren, gözünü Taita'dan ayırmamıştı.
"Onu insan ve hayvanlardan koruyabilirsin... bunu kimse senden daha iyi yapamaz," dedi Demeter. "Ama eğer büyü gücüyle saldırırlarsa senin elinden bir şey gelmez. İyi Meren yayını al ve bize akşam yemeği için tombul bir ceylan getir."
Taita dalgaların yaladığı parlak bir kumsalda yürüyordu. Yasemin ve leylak kokulu meltem yüzünü okşuyor, sakalını dalgalandırıyordu. Tam
66
Meren, Taita'nın yanında biraz daha oyalandıktan sonra içini çekti ve sonunda dışarı çıktı. Demeter, Taita'nın yatağının yanına yerleşti.
11. Yazıt
Icıyıda durdu ve minik dalgalar ayaklarını ıslattı. Taita denize baktı ve ötedeki karanlık boşluğu gördü. Yeryüzünün en sonunda olduğunu, ebediyetin kaosuna bakmakta olduğunu biliyordu. Güneş ışığında duruyordu, ama sözleri karanlığı ve karanlıkta ateşböcekleri gibi uçuşan yıldızları görüyordu.
Lostris Yıldızı'nı aradı ama bulamadı. Ondan küçük bir iz bile yoktu. Boşluktan gelmiş ve boşluğa dönmüştü. Üzerine müthiş bir keder çöktü ve kendi yalnızlığında boğulduğu hissine kapıldı. Tam dönmek üzereyken belli belirsiz bir şarkı söylendiğini duydu. Bu, son duyuşundan beri çok uzun bir zaman geçmiş olsa da, hemen tanıdığı genç bir sesti. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi oldu, sanki özgür kalmaya çalışan çılgın bir yaratıktı ve o sırada ses yaklaştı.
"Kalbim yaralı bir bıldırcın gibi çırpınır Sevdiceğimin yüzünü gördüğüm zaman Ve yanaklarım şafakta açan gökyüzü gibi kızarır Onun güneşli tebessümüne..."
Bu ona öğrettiği ilk şarkıydı ve her zaman da onun en sevdiği şarkı olmuştu. Onu bulmak için sevinçle döndü, bu şarkıyı söyleyenin Lost-ris'ten başkası olamayacağını biliyordu. Lostris, onun gözetimine emanet edilmişti ve annesi kısa bir süre sonra nehir ateşi yüzünden ölünce, bakımı ve eğitimi de Taita'ya kalmıştı. Taita da onu, hiçbir erkeğin sevemeyeceği şekilde sevmişti.
Güneşten parlayan denize karşı eliyle gözüne siper yaptı ve deniz yüzeyindeki bir oluşumu fark etti. Şekil ona yaklaştı ve hatları netleşti. Taita bunun devasa bir altın yunus olduğunu gördü, yunus o kadar hızlı ve zarif bir biçimde yüzüyordu ki, sular burnunun ucunda krema gibi ayrılıp yol veriyordu. Yunusun sırtında bir kız oturmaktaydı. Kız usta bir araba
67
"I Wilbur Smith
sürücüsü gibi dengesini bulmuş, güzelim hayvanı yönettiği dizginleri tutarak geriye kaykılmıştı ve bir yandan şarkısını söylerken bir yandan da Taita'ya gülümsüyordu.
Taita dizüstü kuma çöktü. "Hanımım!" diye haykırdı. "Tatlı Lostris!"
Kız yine on iki yaşındaydı, yani Taita'nın onu ilk tanıdığı yaşta. Üzerinde sadece ağartılmış ketenden bir etek vardı, eteği bir akbalıkçılın kanatları kadar beyaz, gevrek ve parlaktı. Lostris'in ince bedeni de Bib-los'un ötesindeki dağlarda bulunan yağlı erz ağacı kadar parlaktı. Göğüsleri, uçlarında pembe lâl taşlan olan taze yumurtalar gibiydi.
Taita, "Lostris, bana döndün. Ah, sevgili Horus! Ah, merhametli İsis! Onu bana geri verdiniz," diye hıçkırdı.
"Seni hiç terk etmedim ki, sevgili Taita." Lostris şarkısını kesmişti. Çocukça bir haylazlık ve keyifle ışıldıyordu. Güzelim dudakları bir kahkahayla kıvnhrken gözlerinde yumuşak, şefkatli bir ifade vardı. Üzerine kadınca bir bilgelik ve anlayış havası gelmişti. "Sana verdiğim sözü hiç unutmadım "
Altın yunus kıyıya süzüldü ve Lostris tek bir zarif hareketle hayvanın üstünden kuma indi. İki kolunu Taita'ya uzatarak durdu. Gür saç bukleleri bir omzundan iniyor ve çocuksu göğüslerinin arasında duruyordu. Onun o tatlı yüzünün her bir ipeksi çizgisi Taita'nın zihnine kazılıydı. Lostris, "Bana gel Taita, bana dön, benim gerçek aşkım," derken, dişleri sedef bir kolye gibi ışıldadı.
Taita, ona doğru ilerledi. İlk birkaç adımda sendeledi, bacakları yaşından dolayı katı ve hantaldı. Sonra bacaklarına yeni bir güç geldi. Taita parmak uçlarında yükseldi ve yumuşak beyaz kumun üzerinde hiç çaba harcamadan kayar gibi gitmeye başladı. Kas kirişlerinin yay gibi gerildiğini, adalelerinin kıvrak ve esnek olduğunu hissedebiliyordu.
"Ah, Taita, ne kadar güzelsin!" dedi Lostris. "Ne kadar çevik ve güçlüsün, ne kadar gençsin sevgilim." Taita'nın kalbi ve ruhu gururla doldu,
68
11. Yazıt
çünkü onun sözlerinin doğru olduğunu biliyordu. Yeniden genç olmuştu ve âşıktı.
İki elini kıza uzattı ve Lostris ellerini ölü bir kavrayışla tuttu. Kızın parmakları soğuk ve kemikliydi, romatizma yüzünden çarpılmıştı, teni de kuru ve sertti.
"Bana yardım et Taita," diye haykırdı ama artık ses onun sesi değildi. Bu ıstırap içindeki yaşlı bir adamın sesiydi. "Beni ele geçirdi!"
Lostris ölümcül bir dehşet içinde ellerini sallıyordu. Doğaüstü bir güce sahipti.,. Taita'nın parmaklarını eziyordu ve Taita kemiklerinin çatır-dadığını, kaslarının koptuğunu hissedebiliyordu. Ellerini kurtarmaya çalıştı. "Bırak beni!" diye bağırdı. "Sen Lostris değilsin." Artık genç değildi Taita bir an önce içini dolduran güç buhar olup uçmuştu. Rüyasında ortaya çıkan mucizevi resim, yaş ve yılgınlıkla başa çıkamamış, korkunç gerçeğin ürpertici fırtınasına dayanamamıştı.
Taita kendini, muazzam bir ağırlığın altında çadırın zeminine yapışmış buldu. Ağırlık göğüs boşluğunu çökertmişti. Nefes alamıyordu. Elleri hâlâ ezilmekteydi. Kulağının dibinde tiz çığlıklar duyuyordu, çığlıklar o kadar yakından geliyordu ki, kulak zarları patlayabilirdi.
Gözlerini açmaya çalıştı ve rüyasının son görüntüleri de kayboldu. Demeter'in yüzü, kendi yüzünden sadece birkaç santim ötedeydi. İhtiyar adamın ıstırapla çarpılmış, şişmiş ve morarmış yüzü, neredeyse tanınmayacak haldeydi. Dişsiz ağzı ardına dek açılmış ve sarı dili dışarı sarkmıştı. Çığlıkları hırıltılı soluklarla ve ümitsiz iniltilerle kesiliyordu.
Taita şok içinde tamamen uyanmıştı. Çadırda ağır bir sürüngen kokusu vardı ve kocaman, pullu kollar Demeter'e sarılmıştı. Sadece başı ve bir kolu açıktaydı. Boğulmakta olan biri gibi, açıktaki tek eliyle hâlâ Ta-ita'ya tutunmaya çalışıyordu. Pullu kollar, tam simetrik halkalar halinde etrafına dolanmıştı ve muntazam kas spazrojarıyla onu boğuyordu. Kollar s,kıştıkça, pullar birbirine sürtünüyor ve Demeter'in kırılgan bedenini iyi-
69
Wilbur Smith
ce kıstırıyordu. Yılansı deride altın rengi, çikolata rengi ve kızıl kahverengi enfes desenler vardı, ama Taita bunu ancak kendilerine saldıran yaratığın ne olduğunu anladığı zaman fark etmişti.
"Piton," diye bağırdı. Yılanın kafası, Taita'nın iki yumruğundan daha büyüktü. Çenesi iyice açılmış ve zehirli dişleri Demeter'in kemikli omzuna gömülmüştü. Sırıtan ağzın kenarlarından kalın parlak salyalar akıyordu, avını bütün olarak yutmadan önce kapladığı yağdı bunlar. Taita'ya dikili küçük, yuvarlak gözleri kara ve acımasızdı. Demeter'e dolanmış halkalar yeniden kasıldı. Taita, yılanın ve adamın ağırlığı altında kendini çaresiz hissediyordu. Son çığlığı sessizce boğulan Demeter'in yüzüne baktı. Demeter artık nefes alamıyordu ve donuk gözleri yuvalarından fırlamıştı. Taita, o amansız baskıyla kaburgalarından birinin çatırdadığını duydu.
Sonunda Taita, "Meren!" diye bağıracak soluğu buldu. Demeter'in hemen hemen ölmüş olduğunun farkındaydı. Elini tutan kıskaç gevşemişti ve kendini kurtarabilirdi, ama hâlâ kapana kısılmış gibiydi. Demeter'i kurtarmak için bir silaha ihtiyacı vardı. Zihninde hâlâ Lostris'in görüntüleri duruyordu ve eli boynuna gitti. Zincirin ucundaki altın yıldızı, Lostris'in tılsımını tutuyordu.
"Yardım et bana sevgilim," diye mırıldandı. Ağır metal yıldız avucu-na oturmuştu. Yıldızla pitonun kafasına vurdu. Onun boncuk gibi gözlerinden birine nişan almıştı ve yıldızın keskin metal ucu, gözü kaplayan saydam perdeye isabet etti. Yılan, feci bir şekilde tısladı. Halka halka olan bedeni sarsılıp büküldü, ama dişleri hâlâ Demeter'in omzundaki ete gömülüydü. Dişler, doğa tarafından, avını yutarken kolay kolay bırakmamasını sağlayacak bir açıyla yapılmıştı. Piton çenesini kurtarmak için bir dizi öğürme hareketi yaptı.
Taita bir daha vurdu. Metal yıldızın keskin ucunu yılanın gözünün kenarına sapladı ve döndürerek itti. Yılanın devasa kıvrımları gevşedi ve keskin dişlerini kurtarana dek kafasını iki yana salladı. Gözü parçalanmış-
/
11. Yazıt
n ve geri çekilirken her iki adamın üzerine yağlı kanlar sıçramıştı. Göğsünden kalkan ağırlık sayesinde Taita bir parça nefes alabildi ve sonra, çileden çıkmış olan yılan yüzüne saldırırken Demeter'in gevşek bedenini kenara itti. Taita kolunu kaldırınca piton dişlerini bileğine geçirdi ama yıldızı tutan eli hâlâ serbestti. Keskin dişlerin bilek kemiğine batışını hissetti ama bu acı ona yepyeni, çılgınca bir güç verdi. Yıldızıyla yaralı göze bir daha saldırdı ve daha da derine batırdı. Yılan ıstırapla kıvranırken Taita gözü kafatasına kadar yardı. Yılan yeniden ısırmak üzere çenesini açtı, ağır burun darbeleri art arda gelen yumruklar gibiydi. Taita onlardan kaçınmak için kendini yerde oradan oraya atıyor, bir yandan da haykırarak Meren'i çağırıyordu. Yılanın, Taita'nın göğsünden daha kalın olan kıvrımları bütün çadırı kaplamış gibiydi.
Sonra Taita uyluğunun derinlerine batan bir şey hissetti ve acıyla yeniden bağırdı. Kendisine neyin battığını biliyordu. Pitonun jenital deliğinin iki tarafında, güdük kuyruğunun altında kalan, kanca gibi bir çift pençe vardı. Bu pençeleri çiftleşme sırasında dişisini tutup burgu şeklindeki penisinden onun jenital deliğine spermlerini aktarmak için kullanırdı. Yine bu kancalarla avını da tutardı. Onları oluşturduğu kıvrımlara dayanak olarak kullanır, gücünü artırırdı. Taita ümitsizce bacağını kurtarmaya çalıştı. Fakat pençeler etine gömülmüş ve ilk kaygan sarmal bedenine dolanmıştı.
Taita bir kez daha, "Meren!" diye haykırdı. Ama sesi zayıflamıştı ve ikinci sarmal da göğsünü sıkıştırarak etrafına dolandı. Yeniden seslenmeye çalıştı ama ağzından ancak hava çıktı ve kaburgaları büküldü.
O sırada çadırın girişinde Meren göründü. Önce yılanın alacalı gövdesinin canavarca kabarışını tam anlamıyla kavramak üzere bir an durdu. Sonra, bir eliyle sırtında asılı kınından kılıcım çekerken ileri atıldı. Ta-ita'ya zarar verme korkusuyla, doğrudan yılanın kafasını biçmeye cesaret edemedi ve onun dikkatini dağıtmak üzere iki ayaklarının üstünde sekti. Pitonun ok gibi kafası hâlâ kurbanlarının bedenlerini dövmekteydi, ama
71
Wilbur Smith
pençelerini Taita'ya iyice gömebilmek için güdük kuyruğunu havaya kaldırmıştı. Meren bir çelik ışıltısıyla, hayvanın kuyruğunu hemen pençelerinin üstünden biçti, bu neredeyse Taita'nın bacağı uzunluğunda ve uyluğu kadar kalın bir parçaydı. .
Pitonun bedeninin üst kısmı çadırın tepesine kadar yükseldi. Ağzı iyice açıldı ve kurdunkine benzer dişleri Meren'in üzerinde parladı. Tek gözüyle Meren'e bakarken kafasını iki yana oynatıyordu. Fakat darbe omurgasını parçalamıştı. Meren kılıcını yukarı kaldırarak hayvanın atağını bekledi. Yılan ileri atılıp yüzüne saldırdığında buna hazırlıklıydı. Kılıcı havayı yardı ve parlak kenarı net bir şekilde pitonun boynuna indi. Kopan kafa yere düştü ve kafasız kalan baş kıvranmaya devam ederken, baştaki çene spazmlarla açılıp kapandı. Meren önünde dalgalanan kıvrımları tekmeleyerek ilerledi ve Tatia'nın kolunu tuttu, bileğinde dişlerin saplandığı yerlerden kan fışkırmaktaydı. Meren, Taita'yı başının üstüne kaldırarak çadırdan çıkardı.
Dostları ilə paylaş: |