İSLÂM
Teslim olmak, müslüman olmak,
İslâm dinine girmek dini olan "İslâm Dini"ni ifade eder.
İslâm; sulh, selâmet ve huzur bulma, Allah ve Resulu'nun bildirdiklerine tabi ve teslim olma anlamı sebebiyle bu adı almıştır. İslâm'ı kabul eden, kendi irades, sulh yapmak, para peşin mal veresiye selem akdi yapmak. Yedinci Milâdî yüzyılın başlarında, Mekke'de Hz. Muhammed'in kendisine davet ettiği semâvî tevhîd dininin adı. "Silm" kökünden "esleme"nin mastarı. Sonuna şeddeli "yâ" ve yuvarlak "te" harfleri getirilerek elde edilen "İslâmiyyet" şeklindeki yapma mastarı (mastar-ı ca'lî), tek başına kullanılınca son tevhîd ini Allah ve Resulu'nun iradesine tabi kılan kimseye "müslim" veya Arapça-Farsça karışımı bir ifade ile "müslüman" denir.
Arap dilinde bir kökteki semâî masdarlar kökün taşıdığı temel özellikleri veren S-L-M kökünün semâî masdarları "selm, silm, selâm, selâmet, silâm"dır.
Bunlardan inkişaf etmiş bulunan fiillerle birlikte bu masdarlar sistemli bir bütünlük arz ederler.
S-L-M kökü tahlil edildiğinde şu umûmî manalar tesbit edilmektedir:
1. Sulh.
"Selm, silm, selâm": sulh ve sulh yapmak. "Selem": sulh ve müdâhane etmek. "Silâm": müsâlemet, karşılıklı sulh ortamında bulunmak. Bunlardan silm, zamanla sıfatlaşmış ve sulh eden kişi "musâlim" karşılığı olarak kullanılmıştır.
Fiiller ise, "tesâleme": tesâleha, sulh yapmak. "Sellemehû" ve "selleme aleyhi": kâle lehû selâmun aleykum, birine sulh ve selâmet dileyerek selâm vermek. "Esleme fulân": dehale fi's-silm ve huve'l-istislâm, sulhe girmek, sulh ortamında bulunmak, inkıyâd etmek, sulh bir otoritenin varlığında hasıl olur ve inkıyâd ile sonuçlanır.
2. İnkıyâd etmek, itaat etmek, boyun eğmek.
"Silm, selâm, selem": inkıyâd etmek.
"Selleme ileyh": inkâde ileyh, inkıyâd etmek. "Esleme emrehû ilallâh: "sellemehû", inkıyâd etmek, teslim olmak. "İstesleme'r-raculu": inkâde ve ezane, itaat etmek anlamlarını taşır.
Ayrıca İnkıyâd, râzı olma saygı duyma anlamında da kullanılmaktadır.
3. Selâmet.
"Selâmet": necât, tehlikelerden uzak olmak. "Selâm, selâmet": el-berâ'eh mine'l-uyûb, yeni ayıplardan, eksikliklerden beri olmak. "Silm, selem": selâm vermek. Buradan da "selâm" kelimesi, ıstılah olarak, verilen kişiyle sulhu belirtmek ve onu tehlikelerden uzak olması için duâ etmek anlamındadır.
"Sellemehullâhu mine'l-âfeh": Allah onu âfetten korudu. "Selleme'ş-şey'e lehû": kurtarmak. "Eslemehullâhu": hafizahû sâlimen, Allah, sağlam ve sahih olarak korudu. "Teselleme minh": teberre'e minh, kurtulmak anlamlarına gelir.
4. Güvenlik
"Selâm: emân, güvenlik. Sulhle ortaya çıkan bir ortam.
5. Hayır, iyilik
"Selâm": hayr, rahatlık ve iyilik sağlamak. Bu ise yine sulh ve selâmet ortamında mümkündür. Canlılar için kaçınılmaz olan suyun elde edilmesini sağlayan "kova"nın, 'imâl, islâh, tamir ve ihkâmı yani sağlamlaştırılması' anlamlarında kullanılan "selm" kelimesi, selâmeti sağlayan aletlerin tedârikini ifade eder.
Buraya ilâve edilmesi gereken mühim iki husus da vardır. Birincisi: Bu kökten gelen mübâlağa sıfatlarından olan ve sâlimun mine'l-afat yani tehlike, afat ve belâlardan uzak olan kimse anlamındaki "selîm" kelimesi "selâmet" anlamındadır.
İkincisi ise yine mübalağa sıfatlarından "sellâm", 'selâm' kelimesinin daha kuvvetli ifadesi karşılığıdır.
"Selâm" ise Allah'ın esmâ-ı hüsnasından (güzel isimlerinden) biri olup, bu kelime masdar vezniyle gelmiştir ve böyle kullanılır. Selâm isminin menşei ise iki asıl hususu ihtiva eder. Biri, Allah'ın "noksan sıfatlardan münezzeh oluşu", diğeri "kâinatı ve eşyayı bir nizam ve intizam dahilinde tutarak bir sulh ortamında idare ediciliği"dir. Yani Allah münezzehtir ve sulhun sahibidir.
Bütün bunların ışığında şöyle denilebilir: S-L-M kökü, "sulh isteyen bir otoriteye, razı olarak ve saygı duyarak itaat edip, boyun eğip, inkıyâd ederek sağlanan bir ortamda, selâmet, güvenlik ve iyilik içerisinde yaşamayı ve bu halin devamı için gerekli faaliyetlere ve metodlara baş vurmayı ve kullanmayı" ifade eder.
İslâm Kelimesinin Lügat Manaları:
Daha önce belirtildiği gibi İslâm kelimesi, 'Esleme' fiilinden bir masdardır. Bu fiilin anlamları ve İslâm kelimesinin vezni olan "if'âl" vezninin özelliklerine gelince:
"Esleme" fiilinin lügat mânâları şöyle ifade edilir:
a) Esleme'r-raculu: inkâde, boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek, baş eğmek.
b) Esleme fulân: dehale fi's-silm ve huve'l-istislâm, sulhe girmek, sulhe dahil olmak, sulh yapmak.
c) Esleme fulân: tedeyyene bi'l İslâm, dehale fi Dîni'l-İslâm, sâra muslimen, İslâm'ı din edinmek, İslâm'a girmek, müslüman olmak.
d) Esleme emrehû ilallâhi: Allah'a teslim olmak, Allah'a varlığını teslim etmek.
e) Esleme vechehû lillâhi: ehlesâ dînehû lillâhi, hâlis ve samimi olmak, bütün kalbiyle bağlanmak.
f) Esleme'ş-şey'e ileyhi: defe ahû ileyh, ödemek, vermek.
g) Esleme fi'l-bey: te amele bi'sselem, selem alışverişi yapmak. Bir malın bedelini önce verip, malı belirli bir süre sonra almak.
h) Esleme'l-aduvve: hazelehû, yardımı bırakmak, yardımı kesmek (düşmandan)
i) Eslemehû li'l-heleketi: tehlikeye atmak
j) Esleme ani'l-emri: terekehû ba'de mâ kâne fih, bulunulan bir durumu veya bir şeyi terketmek.
k) Eslemehullâhu: hafizahû sâlimen, sağlam ve sahih yani tam olarak korumak.
Ayrıca İslâm kelimesi ve türevleri genel olarak Hz. Muhammed'den önceki semâvî tevhid dinleri ve mensupları için de kullanılmıştır. Çünkü vahy'in kaynağı bir olup, o da yüce Allah'tır. Ona ve peygamberlerine "tabi ve teslim olma" niteliği önceki dinlerde de vardır. Kur'an-ı Kerîm'de bununla ilgili pek çok âyet- i kerîme vardır.
Cenâb-ı Hak Nûh (a.s)'a vahyettiği gibi Hz. Muhammed'e de vahyettiğini bildirmiş (en-Nisâ: 4/163), Hz İbrahim ve ondan sonra gelen bazı peygamberleri ve mensuplarını "müslüman" olarak nitelemiştir.
"Bir zaman Rabbi ona: "İslâm ol" dediğinde, İbrahim: "Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" demişti. İbrahim İslâm ümmetinden olmayı oğullarına da vasiyet etti. Ya'kub da onu tavsiye ederek: "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler sadece müslümanlar olarak can verin" dedi. Yoksa siz Yakub'a ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O zaman o, oğullarına: "Benden sonra neye tapacaksınız?" demiş, oğulları da:"Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek ilâha kulluk edeceğiz. Bizler O'na teslim olduk" demişlerdi." (el-Bakara: 2/131-133)
Şu ayet-i kerîmede peygamberlerin mesajının temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslâm'dan ibaret bulunduğu şöyle ifade buyurulur:
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz de Allah'a teslim olanlarız, deyin" (el-Bakara: 2/136)
Ancak daha sonra yahudi ve Hıristiyanlık dininin bozulduğu ve mensuplarının şirke düştükleri bir önceki ayette şöyle anlatılır:
"Kitap ehli: " Yahudi ve hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. Ey Muhammed! De ki:"Hayır biz bâtılı bırakıp hakka yönelen İbrahim'in dinine uyarız O, Allah'a ortak koşanlardan değildi." (el-Bakara: 2/135)
Diğer yandan teslis (üç ilâhı bir sayma) inancının onları küfre düşürdüğü de ifade edilir:
"Gerçekten, Allah Meryem'in oğlu İsa'dır, diyenler kâfir olmuşlardır." (el-Mâide: 5/72)
"Şüphesiz ki: Allah üç ilâhtan biridir, diyenler, kâfir olmuştur. Oysa tek bir ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur." (el-Mâide: 5/73)
"Yahudiler, Üzeyr Allah'ın oğludur, hristiyanlar da İsâ Allah'ın oğludur, dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri câhilce sözleridir." (et-Tevbe: 9/30)
Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Musa'ya ve Tevrat'a tabi olanlara da "Nasrânî" adı verilmiştir. Hz. İbrahim'in temsil ettiği tevhid dini de "hanîf dîni" olarak isimlendirilir. Diğer yandan İncil, Tevrat veya Zebur'a tabi olanların hepsine birlikte, kutsal kitap sahipleri anlamında "ehl-i kitap" denilir. Nasrânîlere Hz. İsa'dan çok sonra, yunanca bir kelime ile "hristiyanlık" adı verilmiş, mensuplarına da "hristiyan" denilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de Hz. İbrahim'den söz eden on kadar ayette, O'nun "hanîf (hakka dönen, tam teslim olan, ibadet eden)" bir peygamber olduğuna yer verilir.
"İbrahim ne yahudi idi ne de hristiyandı. Fakat o, doğruya yönelmiş, hanîf bir müslümandı. Müşriklerden değildi." (Âl-i İmrân: 3/67)
"Şüphesiz ki ben, hakka eğilerek yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. (eslemtü) Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (el-En'âm: 6/79)
Ancak geçmiş ümmetlerle ilgili olan ayetlerde geçen "müslim, müslimûn, müslimîn ve müslimeyni" gibi ifadeler "teslim olan, hakka tabi olan" anlamındaki "müslim" kelimesinin ikil veya çoğullarıdır. Nitekim Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Kâ'be'yi inşa ederken yaptıkları duada bu anlamı görmek mümkündür:
"Rabbimiz! İkimizi de Sana teslim olan kıl. Soyumuzdan da Sana teslim olan bir ümmet meydana getir." (el-Bakara: 2/128)
Kısaca bu ayetlerde, önceki dinlere mastar şekliyle "İslâm"ın özel ad olarak kullanıldığını ifade eden bir ayet yoktur.
Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed'in davet ittiği son dine ise özel ad olarak "İslâm" terimini kullanmıştır. Ayetlerde şöyle buyurulur:
"Şüphesiz, Allah katında din İslâm'dır." (Âl-ı İmrân, 3/19)
"Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: "Ben Allah'a yöneldim. Bana tabi olanlar da". Kendine kitap verilenlere ve okur yazarlığı olmayanlara, de ki: "İslâm oldunuz mu?" Eğer müslüman olurlarsa doğru yolu bulmuş olurlar." (Âli İmrân: 3/20)
"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, onun dini asla kabul edilmeyecektir." (Âli İmrân: 3/85)
"Allah, kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslâm'a açar." (el-En'âm: 6/125)
Bütün insanlığa hitabeden ve evrensel bir mesaj getiren son tevhid dini, en mükemmel düzeye ulaştırılmıştır.
"Bugün dininizi sizin için ikmâl edip üzerinize nimetimi tamamladım ve din olarak size İslâm'ı seçtim." (el-Mâide: 5/3)
Kendi devirlerindeki toplum ihtiyaçlarını karşılayan önceki semâvî dinler İslâm'ın gelişiyle yürürlükten kaldırılmış ve İslâm onların da yerini almıştır.
İslâm'da, inanmadığı halde müslümanların hâkimiyetine boyun eğme, anlamı da bulunduğu için bazan "müslim" ile "mümin" farklı anlamlar taşıyabilir. Aşağıdaki ayette buna dikkat çekilir:
"Ey Muhammed! Bedevîler; iman ettik, derler. Sen onlara şöyle de: Hayır iman etmediniz. Siz ancak; "müslüman olduk, yani teslim olduk" deyin. Çünkü henüz iman kalbinize girmemiştir." (el-Hucurât: 49/14)
Bu duruma göre her mü'min, aynı zamanda müslim sayılır. Fakat her müslim mü'min (inanmış) olmayabilir. Yani bir kimse inanmadığı halde, çeşitli sebep ve menfaatler yüzünden İslâm'a boyun eğmiş olabilir. İslâm'a göre, inanmadığı halde, dış görünüş bakımından inanmış görünen kimse "münâfık" denir (bk. el-Bakara: 2/8-10)
Ayrıca hadislerde de "İslâm"ın din ismi olarak zikredilmiş olduğu görülmektedir:
Resulullah şöyle buyurur: "Allâh (tebâreke ve teâlâ) beni İslâm'la gönderdi."67 "Rabbin bize Seni ne ile gönderdi?" O,"İslâm'la" dedi.68 İki kişi, (Hz. Peygamber'e) "Dinin nedir?" der, O da "Dinim İslâm'dır" der.
İslâm'ın din ismi olarak kullanıldığı gayet açık bir konudur.
İslâm kelimesinin menşeine gelince:
Yukarıda, İslâm'ın bir din ismi olarak ayet ve hadislerde geçtiği bahsedilmiştir. İslâm kelimesinin, hangi lügavî anlamlardan ıstılah mânâsına ulaştığı, birşeye ismin nasıl verildiği, İslâm kelimesinin menşei ve bu menşei teşkil eden lügavî manaların bu ismin vezin özelliklerine göre neler ifade ettiği hususunda da şunlar kaydedilir.
el-Cüveynî der ki: "Araplar bir şeyi, eğer delâlet ediyorsa, veya ondan bir sebebi (yani aralarında bir bağlılık) varsa, onu (karşılayan veya bağlantısı olan) şeyin ismiyle isimlendirirler."
Bu ifadelerden, saf Arapça olan İslâm kelimesinin kendi masdar anlamıyla doğrudan bağlantılı olduğu anlaşılır. Bu durumda "esleme" fiilinin bu masdarı, ıstılahda yüklenecek bütün anlamları taşıyabilir.
Bir dinin adı olarak kullanılan İslâm kelimesi için temelde iki anlam verilmiştir.
Bunlar ise;
1. İbn Fâris ve İbn Manzûr tarafından verilen tariflerdir. İbn Manzûr "ve'l-İslâm ve'l-istislâm: el-inkıyâd" İslâm ve istislâm: inkıyad etmek, boyun eğmektir der. İbnu Fâris ise "ve mine'l-bâb eydan el-İslâm ve huve'l inkıyâd" bu bâbda (yani S-L-M kökünün asıl anlam grubunda) İslâm, bizâtihi inkıyâdın kendisidir tarzında zikreder.69
2. İbn Kuteybe "el-İslâm: ed-duhûl fi's-silm ve huve'l-inkıyâd ve'l-mutâbeah" İslâm sulhe giriştir, sulh yapmaktır, bu ise inkıyâd, boyun eğmek ve tâbi' olmaktır, der.70
Bunlardan biri, diğerinin bir neticesidir. İbn Kuteybe'nin ifadeleri, açık olarak bizi, yukarıda verilen İbn Fâris ve İbn Manzûr'un açıklamalarına uygun bir sebeb-sonuç münasebeti ekleyerek 'inkıyâd sulhu netice verir' der, öyleyse İslâm, inkıyadla hasıl olmuş bir sulh ortamında yaşamaktır' fikrine ulaştırır.
Çok özet bir ifadeyle "bir din olarak İslâm, Allâh'a inkıyaddan hasıl olan, O'nun sulh ortamında yaşamanın adıdır."
Ayrıca burada, menşe' meselesine ilâve edilecek şu manalar da vardır: Teslim olmak, ihlâslı olmak. İslâm dini için temeli teşkil eden manaların "inkıyâd etmek, sulh yapmak, teslim olmak, ihlaslı olmak"tan ibaret olduğu yukarıda zikrettik.
Dostları ilə paylaş: |