2.2.İLGİLİ KAVRAM VE KURAMLAR
2.2.1.İlgili kavramlar
Aile: Biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşmuş özdeksel (maddi) ve tinsel (manevi) zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal, vb. yönleri bulunan toplumsal bir kurumdur (Alicik, 2003).
Evlilik: “Evlilik” kavramı, “aile” kavramına daha belirgin bir kavramdır. “Aile” bir grup veya örgüt, “evlilik” karşı cinsten iki kişinin birlikte yaşamak, yaşantıları paylaşmak, çocuk yapmak ve yetiştirmek gibi amaçlarla yaptıkları bir “sözleşme”dir. Evlilik kurumlaşmış bir yol, bir ilişkiler sistemi, bir kadınla bir erkeği, “karı-koca” olarak birbirine bağlayan, doğacak çocuklara belli statü sağlayan toplumsal yönden “devletin” kontrol, hak ve yetisi bulunan yasal bir ilişki biçimidir. Eşlerin ve çocukların hak ve yükümlülükleri yasalarla olduğu kadar, toplumsal kurallar, gelenekler, inançlarla da belirlenmiştir (Özgüven, 2001). İnsanın doğduğu andan itibaren içinde var olduğu sistemlerden biri olan ailenin çekirdeğini evlilik oluşturmaktadır. Evlilik, sosyal hayatın ana şekillerinden biridir ve farklı cinsten iki kişinin nikâh bağıyla bir araya gelmesiyle kimlik kazanmaktadır. Fiziksel, duygusal, sosyal, ahlaki, ekonomik ve hukuki boyutları olan evlilik, karı-koca olarak tanımlanan faklı iki cinsten kişinin bir arada ortak yaşamı paylaşmasından daha fazla bir anlama sahiptir (Erdoğan, 2004).
Evlilikte Uyum: Eşlerin birbirlerinin biyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamasıdır. Biyolojik ihtiyaç cinsel güdünün doyulması iken, sosyal ihtiyaç, eşlerin ortak yaşamlarında güven, korunma ve dayanışma içinde olduklarını hissetmek, geleceğe güvenle bakabilmek, birbirlerinden onur ve kıvanç duyabilmek, toplumda saygın bir yer edinmektir. Psikolojik ihtiyaç ise, sevilmek, beğenilmek ve ilgi görmek ihtiyacıdır (Bayraktaroğlu, 2007).
Boşanma: Boşanma, eşler hayatta iken evlilik ilişkisine mahkeme kararı ile hukuken son verilmesidir. Boşanma ile birlikte, eşlerin birbirine karşı evlilikten doğan karşılıklı hakları ve yükümlülükleri sona erer (Akıntürk, 1999). Boşanma evlilik birliğinin arzu edilmeyen bir biçimde sona ermesidir. Bu nedenle boşanmaya neden olan sebepler sosyal bilimcilerin ilgi alanına girmektedir (Arslan, 2000). Boşanma, aile ilişkisinin bozulmasıdır (Velidedeoğlu, 1976). Boşanma, kadın ve erkek arasında, ekonomik, duygusal ve cinsel evlilik bağlarının yasalar tarafından bitirilmiştir (Arıkan, 1992).
Toplumsal Cinsiyet: Toplumsal cinsiyet kavramı (gender), toplumsal ve kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik cinsiyetten (sex) ayırmak üzere kullanılan bir kavramdır. Cinsiyet, insanların doğuştan biyolojik olarak getirdikleri dişilik ve erillik özelliklerini tanımlarken, toplumsal cinsiyet toplumsallaşma süreci ve kültürün içinde edinilen kadın ve erkek olma özelliklerine işaret etmektedir (Arslan, 2000). Toplumsal cinsiyet rolleri ve kimlikleri yalnızca insanların geçirdikleri farklı biyolojik gelişme evreleri açısından değil, ait oldukları ulusal ve kültürel kimlikler, toplumsal katmanlar ve gruplar açısından da pek çok farklılık gösterir. Toplumdaki bu farkları anlamada toplumsal cinsiyet kavramı son derece temel bir öneme sahiptir. Elbette insanlara atfedilen farklı rol ve özellikler yalnızca toplumsal cinsiyet bazında oluşmazlar. Ancak toplumsal cinsiyet rol ve kimlikleri, hem farklılıklardan etkilenirler hem de kendileri deneyimlenme biçimlerinde etkin rol oynarlar (Arslan, 2000). Toplumsal cinsiyet rolleri toplumsal kimliğin ve aidiyetin ayrılmaz birer parçasıdır ve kendimiz ile başkaları hakkındaki beklentilerimizi, neleri yapmamızın mümkün olduğunu ve bunları hangi kaynakları kullanarak ve ne zaman yapabileceğimizi belirlerler. Toplumun kadınlardan ve erkeklerden beklediği davranış örüntüleri anlamına gelen toplumsal cinsiyet rollerini etkileyen faktörlerden biri de cinsiyete ilişkin kalıp yargılardır. Bu kavram iki cinsin birbirinden hangi bakımdan ayrıldıklarına; hangi davranış, görünüş ve kişiliğin kadınlara ve erkeklere özgü olduğuna ilişkin inançları içerir (Freedman, 1989). Kız ve erkek çocukların kadınsı-erkeksi davranışlar edinmeleri çok küçük yaşlarda ortaya çıkmaktadır. 4-5 yaş civarında kız ve erkek çocuklar cinsiyetlerine uygun olduğu kültür tarafından belirlenen faaliyetleri tercih etmeye başlarlar. Bunun yanı sıra bu yaştaki çocuklar akranlarının tercihlerinden de etkilenirler. Cinsiyete uygun tercihlerin, becerilerin, kişisel özelliklerin, davranışların ve kendilik kavramının kazanılması psikolojide cinsiyetleri ayırt etme süreci olarak belirtilir (Moccoby, 1974).
Eğitim: Eğitim kelimesinin Türkçede ne anlam ifade ettiğini öncelikle Ertürk açıklamakta ve Eğitim kelimesinin Türkçede birbirinden farklı en azından altı anlamı ifade edecek biçimde kullanıldığı ifade etmektedir. Bu anlamlar ise;
-
Disiplin
-
Sosyal Hizmet
-
Kazantı
-
Öğrenim
-
Sosyal Kurum
-
Kasıtlı Kültürleme Süreci olarak belirtmektedir (Ertürk, 1994, Uzunboylu, 2008).
"Eğitim" günlük yaşantımızda çok sık kullandığımız sözcüklerden biridir. Hemen hepimiz eğitimin ne olduğu, nasıl olması gerektiği konusunda düşünmüş ve fikir üretmişizdir. Ancak çoğumuz eğitim kavramının ne kadar geniş bir anlam içerdiğinin farkında değilizdir (Uzunboylu, 2008). Erden (1998)'e göre eğitim, bireyin doğumundan ölümüne kadar süre gelen bir süreçtir. Bu süreçte bireylere çeşitli bilgi, beceri, tutum ve değerler kazandırılır. Bu öğrenimler bireyin davranışlarında gözle görülebilen değişikliklere neden olur (Erden, 1998). Eğitim en geniş anlamıyla bireyde kendi yaşantıları yoluyla davranış değişikliği meydana getirme süreci olarak tanımlanabilir (Erden, 1998). Ayrıca, bilindiği gibi eğitim en geniş anlamıyla, çocuklara, ergenlere ve yetişkinlere kazandırılacak zihinsel ve bedensel yeteneklerin tümünü kapsayan her çeşit yetiştirmedir (Adem, 1997). Eğitim çok geniş kapsamlı bir olgu olup genelde ana-babaların ve yetişkin kuşağın, kendilerince doğru saydıkları değerler doğrultusunda genç kuşakları biçimlendirip yönlendirmesini amaçlayan evrensel bir eylemdir (Yılman, 1999).Eğitim, pek çok düşünür ve eğitimci tarafından değişik biçimlerde tanımlanmıştır. Bunlardan birkaçı ise şöyledir: Sönmez (2005)'e göre eğitim, her felsefi sisteme ve psikolojik yaklaşıma göre değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımların çoğu, eğitime bir amaç yüklemiştir. İdealistler eğitimi Tanrı'ya ulaşma süreci için yapılan etkinlikler, Realistler insanı toplumun başat değerlerine göre yetiştirme süreci, Marxistler çelişkiyi en aza indirip üretimde bulundurma süreci, Pragmatistler ise, yaşantılar yoluyla kişide istendik davranış değişikliği oluşturma süreci, Varoluşçular ise insanı sınır durumuna getirme süreci olarak ele almışlardır (Sönmez, 2005). Bilimde, özellikle genetik mühendisliğindeki gelişmeler, öğrenmenin beyinde fiziksel uyarımlar sonucu oluşan biyo-kimyasal değişiklikler olduğunu gösterir niteliktedir. Bilgi, beceri ve duygularla ilgili mesajlar beyine elektrik akımı olarak geliyor ve beyindeki sinir sisteminde biyo-kimyasal değişiklikler oluşturuyor ve kodlanıyor. Bu özellikler, yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuştur. Buradan hareketle, eğitim, fiziksel uyarımlar sonucu, beyinde istendik biyokimyasal değişiklikler oluşturma süreci olarak tanımlanabilir (Sönmez, 2005). Sezgin'e (1991) göre fert ve cemiyet için çok önemli ve çok geniş bir alanı içine alan eğitim, bir plan ve hedefe göre insanın yetiştirilmesi, ruh ve beden sağlığını koruyarak geliştirilmesi için yapılan bütün çalışmalardır (Sezgin, 1991). Eğitim insanlık tarihi kadar eski bir inceleme alanı olmasına karşılık, bilim olarak gelişmesi oldukça yenidir. Eğitim, belli amaçlara göre insanların davranışlarının planlı olarak değiştirilmesi ve geliştirilmesinin yasa ve ilkelerini bulmaya ve bu amaçla teknikleri geliştirmeye çalışan bir bilim dalıdır (Erden; Akman, 1998). Tay (2005) ise Eğitimi, bireylerin davranışlarını biçimlendirme ve değiştirme süreci olarak tanımlamaktadır. Akçay (2006)'ya göre eğitim planlı ve programlı değişmeleri içerir. Rastlantılara yer vermez. Bireylerin davranış değişikliklerini toplum tarafından kabul görecek, toplumun istediği yönde olacak şekilde düzenler. Her şeyi yaparak yaşayarak öğrenmenin, davranış değişikliklerini olumlu yönde etkileyeceğini kabul eder. Eğitim bir anlamda "gerçeği araştırma" ve "kişilik oluşturma" sürecidir. Bu süreç, insanın bilişsel ve duygusal varlığını, diğer bir deyişle, insanın zihnini olduğu kadar kalbini de kültürle dolduran bir süreçtir. Bu sürecin en yüce amacı, bireyde insan onurunu ya da kendini tanıma, kendine saygı bilinci oluşturmaktır. Eğitim, kültür aktarma, kişisel soruşturma ve keşfetme, bireysel büyüme ve gelişim etkinliklerinde çok önemli rol oynar(Akçay, 2006).
Arslan ve Esaslan (2003) ise, eğitimin insanın bireysel, çevresel ve sosyal yönlerden başarıya ulaşmasında; barış, özgürlük, sosyal adalet ve evrensel bütünlük ideallerine erişmesinde temel araç olduğunu, ayrıca eğitimin; toplumsal ve ekonomik kalkınmanın da itici bir gücü olarak tüm sektörleri etkilediğini ve insanın bireysel hedeflerine, yaşamsal sorumluluğuna, tüm yetenek ve yaratıcılık potansiyellerinin oluşmasına olanak sağladığını belirtmektedir.
Özden (2003) ise eğitimin, öğrencinin kendisine güvenmesi, yeterliliğine inanması, yüksek akademik ve kariyer beklentileri taşımasında yardımcı olması gerektiğini belirtmektedir.
Turgut (1990)'a göre ise eğitim öğrencide istenilen davranışları geliştirmek, kusurlu davranışları düzeltmek, istenmeyen davranışları silmek gibi amaçlarla yapılır.
2.2.2.Boşanmaya İlişkin Kuramlar
Boşanma, kadın ve erkek arasında yasal, duygusal ve cinsel evlilik bağlarının bitirilme kararını içermektedir. Evliliğin yasal bağı mahkemede çözülmektedir. Duygusal bağın çözülmesi ise zaman alabilir-. Literatürde boşanmaya yönelik yaklaşımlar olumsuzdan nötre ve nispeten olumluya dek uzanan geniş bir yelpaze içindedir. Bununla birlikte, olumsuz yaklaşımlar diğerlerine kıyasla ağır basmaktadır. Olumsuz yaklaşımlar boşanmayı daha çok sosyal sapma açısından değerlendirmektedir. Toplumu bu denli etkileyen, boşanma olgusunun nedenlerinin araştırılması gerekmektedir (Arıkan,1992).
Bu düşünceden hareketle, 1970'li yıllardan başlayarak boşanma konusunda uygulamalı araştırmalar büyük ölçüde artmıştır. Yine de bunların çoğunun kuramsal bir temeli yoktur. Bununla birlikte, 1980'li yıllardan itibaren, sosyolojik nitelikli Sosyal Değiş-Tokuş Kuramı (Social Exchange Theory) ile sosyal psikolojik nitelikli Kriz Kuramı (Crisis Theory) tüm boşanma çalışmalarına damgasını vurmuştur (Arıkan, 1992).
2.2.2.1.Sosyal Değiş Tokuş Kuramı
Boşanmanın nedenlerini bireysel düzeyde açıklamakta kullanılan bu kuram, bireyin, bir ilişkinin ödül ve maliyetlerini algılaması ile ilgilidir. ilişkinin ödül ve maliyetleri önceleri ekonomik açıdan tanımlanmış, ancak sonraları psiko-sosyal boyut da dikkate alınmıştır. Günümüzde bu kurama dayalı başlıca iki model geliştirilmiştir. Bunlardan biri Levinger (1970)'in diğeri de Becker (1981)'in Sosyal Değiş-Tokuş modelleridir.
Levinger'in Sosyal Değiş-Tokuş Modeli: Levinger'e göre evlilikte eşlerin birbirine bağlılığı üç temel faktöre bağlıdır:
-
Evliliğin çekicilikleri
-
Engeller
-
Alternatiflerin çekiciliği
1.Evliliğin Çekicilikleri: Bu çekicilikler, eşe duyulan sevgi ve saygı, arkadaşlık, dostluk gereksinimi, cinsel doyum, ev sahipliği, kocanın geliri, eğitim düzeyi ve"; mesleği, sosyal benzerlik gibi bir evliliğin korunmasını ve sürmesini sağlayan faktörlerdir. Genel olarak, evliliğe bağlılık ile eşe duyulan sevgi ve saygı arasında doğru yönde bir ilişki vardır. Dostluk ve arkadaşlık gereksinimi ile evliliğe bağlılık da birbirleriyle ilişkilidir. Cinsel doyum ise evliliği çekici kılan bir başka önemli faktördür. Bununla birlikte, üst sosyo-ekonomik düzeyde, cinsel duyumsuzluk, alt sosyo-ekonomik düzeydekilere kıyasla daha fazla boşanma nedeni olarak ileri sürülmektedir. Kocanın geliri ile boşanma arasında ters yönde bir ilişki vardır. Evliliğin çekicilikleri yoksullar arasında en düşüktür. Ev sahipliği ise tek başına bir çekicilik kaynağı olmamakla birlikte, evliliği ayakta tutan bağları güçlendirmektedir. Bu açıdan, ev sahibi olma ile boşanma arasında ters yönde bir ilişki vardır. Kocanın eğitim düzeyi ve mesleği ile boşanma arasında da benzer bir söz konusudur. Son olarak, sosyal benzerlikler (dini inanç, yaş ve eğitim gibi)'de eşlerin iletişimini olumlu yönde etkileyen çekiciliklerdir.
2. Engeller: Engeller, evlilik ilişkisinin sürmesini zorlayan güçlerdir. Bağımlı çocukların varlığı, evli kalmanın zorunlu olduğuna duyulan inanç, din, birincil grup ilişkileri
ve toplumsal damga başlıca engellerdir. Çocuklar özellikle küçük çocuklar evliliği sona erdirme açısından bir engeldir, öte yandan, evliliği sürdürmeyi zorunlu görenler, boşanma olasılığını düşünmeyi bile kendilerine yasaklamaktadır. Boşanma deneyimi olan bireyler, yeni evliliklerinde bu olasılığı daha kolay düşünmektedir. Boşanmayı yasaklayıcı dinler, yasaklamayanlara göre daha fazla boşanmayı engellemektedir. Ayrıca güçlü akrabalık ilişkilerini destekleyen kültürlerde desteklemeyenlere göre boşanma oranları daha düşüktür. Boşanmayı onaylamayan toplumsal tutumlar da önemli bir engeldir. Böyle tutumlar, kırsal kesimde kentlere kıyasla daha yüksektir. Bu nedenle kırsal kesimde boşanmalar daha azdır. Boşanmanın velayet ve nafaka gibi yükümlülükleri de boşanmayı göze alma açısından birer engel olarak işlev görebilir.
3.Alternatiflerin Çekicilikleri: Levinger'e göre bireyler, evlilik ilişkisi dışındaki bir durumu, kendi evlilik ilişkilerinden daha çekici olarak algılamadıkça boşanmaya yanaşmazlar, Çekicilik-mutlaka,, "başka bir kadın veya erkek" değildir. Bazen evlilik-ilişkisi çekiciliğini o kadar yitirmiştir ki başka birisi olsun ya da olmasın, herhangi bir alternatif tercih-edilebilir. Başlıca alternatifler bağımsızlık, kendini gerçekleştirme ve potansiyel eşler olabilir. Boşanmaların yaklaşık %15 ile %35'i başka birisini yeğlemek nedeniyle gerçekleşmektedir (Levinger 1970) . Kadının kocasından bağımsız bir gelire sahip olması da onu boşanmaya daha hazır hale getirmektedir. Ayrıca, kadının güçlü ve atak olması gibi çekici özellikler bazen değişik alternatiflerin oluşmasına hizmet edebilir: Güçlü, iyi eğitim görmüş, yüksek prestijli mesleği olan kadınlar, evlilik dışında da kendilerine yeteceklerini düşünebilirler (Levinger 1976).
Becker'in Sosyal Değiş Tokuş Modeli: Becker, evlilik ilişkisinde eşlerin periyodik olarak, evli kalmanın yarar ve maliyetlerini gözden geçirdiklerini ileri sürmektedir. Becker' in modelinde temel önerme, insanların bilgi eksikliği içinde yaşadıklarına ilişkindir. Ona göre, evlilik piyasasındaki (marriage market) bireyler, potansiyel eşlerinin özelliklerine (trait) ilişkin bilgileri sınırlı olduğu için onların yararlılığı (utility) hakkındaki bilgileri de eksiktir. İnsanlar evliliklerinde de bekarlıklarındaki gibi rahatlıkla başka eşler arayabilselerdi ve evlilikler önemli bir maliyet olmaksızın bitebilseydi karşılaştıkları ilk uygun kişilerle evlenebilirler; evliyken de aramayı sürdürebilirlerdi. Oysa evlilik, bekâr kişileri elde etmeyi engellemektedir. Bu nedenle kişiler karşılaştıkları ilk uygun (reasonable) kişiyle evlenmemekte, "daha iyi" potansiyel eşler hakkında bilgi toplamayı ve onları aramayı denemektedirler. Fazla incelemek ve bilgi sahibi olmak evlilik tercihlerinin (marital choices) niteliğini yükselterek evlilikten beklenen yararları arttırır. Ancak zaman, enerji ve diğer kaynakların tümü araştırmaya ayrılırsa, araştırmanın uzamasıyla birlikte evlilikten sağlanacak yararlar gecikir, özellikle rasyonel kişiler, aramanın maliyetini arttırmamak için son buldukları daha iyi kişilerle evlenmektedirler (Becker, 1981) .
Yoğun araştırmayla toplanan bilgi, eşlerin özelliklerini tahmin etmekte kullanılmaktadır. Değerlendirilmesi güç olan özellikler, kısmen belirgin özelliklere (din, eğitim, aile, fiziksel görünüş, vb) ilişkin bilgileri kullanarak tahmin edilir. Fiziksel görünüş ve aile özgeçmişi gibi özellikler hakkında kolayca bilgi sahibi olunurken genetik yüklülük, kişilik, duygu gibi sağlıklı bir evliliği belirleyici özellikler hakkında doğrudan bilgi toplamak kolay olmamaktadır (Arıkan,1992).
Becker'e göre, boşanmaların çoğunun evliliğin ilk yıllarında olmasının nedeni "evlilik piyasa"sındaki yetersiz bilgilerdir. Zamanla evlilik ilişkisi içinde daha fazla bilgi sahibi olunmaktadır. Evliliklerinin ilk yıllarında boşanmış kadınlar, boşanmanın temel nedeni olarak, eşlerinin "güç bir insan" olmasını ve değer çatışmalarını ileri sürmektedirler. Çünkü bu özellikler evlendikten birkaç yıl sonra çok daha iyi değerlendirilmektedir. Buna karşılık, "başka bir kadının varlığı" gibi konularda bilgi sahibi olmak daha uzun zaman alabilir ve uzun yıllar sonra gerçekleşen boşanmalarda daha önemli olabilir (Becker, 1981).
Evliliğin ilk birkaç yılında bilgilerin "daha hızlı" toplanması, boşanmanın daha çok bu yıllarda gerçekleşmesinin nedenidir. Nitekim tüm boşanma istatistikleri, boşanmaların en fazla ilk birkaç yıl içinde gerçekleştiğini, dört veya beş yıl sonra giderek azaldığını göstermektedir. Kuşkusuz daha sonraki yıllarda çocuklar, ortak mülkiyet gibi çeşitli faktörler boşanmaların az görülmesinde etkilidir. Öte yandan Becker'e göre insanlar "ancak ve ancak" her ikisi de "birbirleri için en iyi alternatif" olduklarını düşünürlerse evlenirler. Yine bir çift ancak ve ancak, evlendikten sonra toplanan olumsuz ve beklenmedik bilgilere dayanarak, evliliği sürdürmenin sağlayacağı "net yararlar" boşanmanın sağlayacağı "net yararlardan" az olursa boşanacaktır (Becker, 1981).
Her iki modelin çeşitli ortak öğeleri vardır: Levinger'e göre evliliğin çekicilikleri, alternatiflerden ağır basarsa çift evliliklerini sürdürecektir. Becker'de temelde aynı şeyi vurgulamaktadır: Eşler, ancak, evli kalmaya ilişkin yarar ve maliyet oranı, evliliğin çözülmesine ilişkin yarar ve maliyet oranından yüksek olursa evli kalacaktır. Eşler bilinçli veya bilinçsiz olarak evli kalmanın yararlarıyla boşanmanın yararlarını değerlendirmektedir. Değerlendirme sonucu evli kalmanın yararları, boşanmanın sağlayacağı yararlardan daha az ise boşanma gerçekleşir. Bir evliliğin özellikle de uzun süreli evliliğin temel yararları dostluk, sevgi, şefkat ve cinselliğin dışa vurumudur. Ayrıca paylaşılan inançlar, hastalık gibi zor koşullarda dayanışma, ekonomik güvenlik ve çocukların varlığı da önemli yararlardandır. Bunlar, evlilikten sağlanan doyumu arttırarak evliliğin dengesini korumaktadır. Evliliğin olumsuz yanları ise beklenenlerle bulunanlar arasındaki dengesizlikten kaynaklanmaktadır, Kuşkusuz bu dengesizlikte evlilik süresi, eşlerin yaşları, çocuk sayısı ve çocukların özellikleri, sosyo-ekonomik statü gibi faktörler de etkilidir (Leviner, 1976).
Wright (1988) Sosyal Değiş Tokuş Modellerinin iki özelliği olduğunu belirtmektedir:
-
Bu modeller, bireylerin evlilik ilişkisinden birtakım kazançları ve kayıpları olduğu şeklinde rasyonel değerlendirmeler yaptıklarını varsayan "ekonomik" bir temele dayalıdır. Kişiler, aşırı maliyeti göze alamadıkları, dışarıdaki alternatiflere kıyasla evliliklerinde buldukları "daha kârlı" olduğu sürece evli kalacaklardır.
-
Bu modellere göre, evliliği sona erdiren taraf bu ilişkinin bitmesini en çok isteyen eştir. Başka bir deyişle boşanma kararını veren taraf, evlilik ilişkisini en az çekici bulan, ilişkiyi terk etmesini önleyen çok az engeli olan, buna karşılık, evlilik dışında en fazla kaynağı olan kişidir (Wright, 1988).
2.2.2.2.Kriz Kuramı
Kriz kuramına dayalı başlıca modeller Hill (1949)'in ABCX modeli, Mc Cubbin ve Patterson (1982)'un çift ABCX modeli (Double ABCX model) ve Wiseman (1975) Yas modeli (Grief model)'dir.
Hill (1949)'in ABCX modeline göre A (Stres yaratıcı olay), B (Ailenin krizi karşılama kaynakları) tarafından hafifletilmektedir. Ancak, C (Ortaya çıkan durumun aile tarafından tanımlanması) X'i (kriz) üretmektedir.
Mc Cubbin ve Patterson (1982) un Çift ABCX Modeli ise Hill'in ABCX modelinin kriz sonrası değişkenlerin eklenerek güçlendirilmiş biçimidir. Bu modele göre A'lar stres yaratıcı olaylardır. Bu olaylarla birlikte normal aile yaşamı değişmektedir. Ailenin uyum yapma çabalarından yeni stresler oluşmaktadır. B'ler mevcut kaynaklardır. Bunlar, aile krize tepki verirken gelişen veya güçlenen uyum kaynakları olarak da nitelendirilebilir. C’ler ailenin stres yaratıcı olayı ye aynı zamanda krizi algılamasıdır. JüCMer krizi göstermektedir. Ancak X'ler krizin yanı sıra ailenin yeni duruma uyumunu da içermektedir. Model, ailenin kaynaklarının ve algılamasının stres yaratıcılarının etkisini ve gerilimi kısmen hafifletebileceğini veya tampon olacağını; öngörür ( McCubbin, Patterson, 1982).
Kriz kuramı çerçevesinde geliştirilmiş ve günümüzde popüler olan bir model de Wiseman (1975), Kübler-Ross'un Yas (grief) modeline dayanan modelidir. Bu model krizi şöyle tanımlanmaktadır: Bir olay, mevcut dengeyi bozmuşsa ve mevcut savunma mekanizmaları, eski dengenin sağlanmasında yetersiz kalıyorsa bu olay "kriz"dir. Ortaya çıkan olay, bir tehdit veya kayıp olarak algılanabileceği gibi, mücadele edilecek bir durum olarak da algılanabilir. Farklı algılamalar, farklı tepkilere yol açar. Buna göre, temel gereksinimlere veya kişilik bütünlüğüne yönelik bir tehdidin algılanması anksiyete tepkisine kayıp, depresyon tepkisine ve mücadele edilecek bir durum da yeni sorun çözme yöntemlerinin geliştirilmesine yol açacaktır. Boşanma, her üç tepkiyi de içermektedir. Bu tepkiler, krizin başlamasından, boşanma kararının alınmasına ve yeni bir yaşam tarzının oluşturulmasına dek görülür (Wiseman, 1975).
Wiseman (1975) 'in modeli beş aşamalıdır:
-
İnkâr: Boşanma süreci, boşanmaya karar verilmesinden çok önce başlamış olabilir. Dolayısıyla, bu ilk aşama, "duygusal boşanma” olarak tanımlanmaktadır. Bu aşama, aynı zamanda, ailenin önemli yaşam stresleriyle başa çıkamadığını göstermektedir. Bu aşamada, evlilik ilişkisini sürdürebilmek için inkâr yoğun olarak kullanılmaktadır. Eşler, tüm varlıklarıyla kendilerini evliliğe adadıklarını ileri sürmektedir. İnkâr yoluyla uyum yapma çabasının bir başka biçimi de eşlerin, çocuklar gibi birtakım mantıklı gerekçelerle boşanmayı gündeme getirmekten kaçınmalarıdır. Böyle bir durumda, herhangi bir stres, evlilik dengesinin iyice bozulmasına, yol açabilir. Bu stresler yeni bir doğum, iş değişikliği, çocuğun okuldan atılması gibi çeşitlilik göstermektedir, Her türlü stres, evlilik sistemi bu durumun üstesinden gelecek kadar esnek değilse önemli bir krize yol açabilir.
-
Kayıp ve Depresyon: Stresin oluşumuyla, evlilikte bir şeylerin kötü gittiğini inkâr etmek olanaksızlaşır. Eşler, artık sorunları birlikte aşamayacaklarını; beraberliklerinin bir sorun olmaya başladığını kavrarlar. Bu noktada, eşlerden biri, yorgunluk, dalgınlık, ümitsizlik, baş ağrısı gibi depresif belirtiler geliştirebilir. Bunların yanı sıra keder, iletişimsizlik ve yabancılaşma da görülebilir. Eğer, krizin bu noktasında, evliliği sona erdirme düşüncesi açıkça tartışılmıyorsa yabancılaşma ve iletişimsizlik yoğunlaşabilir.
-
Öfke: Evliliğin sona erdirilmesi bir gerçek olarak kendini gösterdiğinde depresyondan öfkeye geçilir. Bu aşamada çift ilk kez velayet, nafaka, malların paylaşılması gibi konuları konuşmaya, hukuk danışmanlarına başvurmaya başlar. Tartışılan konular çatışmayı ve buna bağlı olarak öfkeyi arttırabilir. Ayrıca, ergen çatışmalarına benzer durumlar oluşabilir. Eşlerden birinin cinsel taşkınlıkları, müsrifliği, giyimine ve fiziksel görünümüne aşırı özen göstermesi diğerini öfkelendirir. Eşler, kendilerine sık sık "evliliği kurtarmak için yeterince çaba harcayıp harcamadıklarını" sorarlar? hatta son çare olarak aile danışmanlarına, psikiyatristlere başvurabilirler. Bununla birlikte, Ltfiseman'a göre çok az evlilik kin ve öfke duymadan sona ermektedir. Ancak, bu olumsuz duyguların eşten ayrılığı kolaylaştırma olasılığı vardır.
-
Yeni Bir Yaşam Tarzının Ve Kimliğin Oluşturulması: Boşanma sürecindeki bireyler zamanla öfkelerini azaltarak daha çok "şimdi ve gelecek" hakkında planlar yaparlar. "Boşanmış kişi" olma düşüncesine uyum yapma yolları ararlar. Dolayısıyla bu aşamada ilk hedef, mesleki, cinsel ve sosyal yönleri olan yeni bir kimliğe işlerlik kazandırmaktır. Bu aşamada kişilik, yeni uyum yapma yöntemlerinin gelişimine açıktır. Daha düşük işlevsellik düzeyine ve depresyona gerileme olasılığı da vardır. Bununla birlikte daha çok eskiden çözülememiş kimlik sorunlarını yeniden gözden geçirme söz konusudur.
5. Kabul ve Entegrasyon: Boşanmış kişinin kendisini mesleki, sosyal ve cinsel açıdan yeterli görmeye başlamasıyla yeni bir işlevsellik düzeyi de yavaş yavaş kabul edilir. Evliliğin sona ermesinden kaynaklanan depresyon azalmaya, sosyal ilişkiler güçlenmeye başlar. Kendisiyle ilgilenen, olduğu gibi kabul eden insanları gördükçe kendisine ilişkin düşünceleri düzelir. Eski eşe duyulan kızgınlık azalır onu ve eski evliliği olduğu gibi kabul eder. Bu kabul, boşanma sürecinin tamamlanmasında önemli rol oynar. Böylece kişi, gerekli durumlarda (örneğin, çocukla ilgili konularda) eski eşi ve akrabalarıyla yeni ve sağlıklı ilişkiler kurabilir. Bağımsız bir kişi olarak, yaşamının yönünü çizebilir ve olumsuz bir evlilik ilişkisinin bile kendi gelişimine katkısı olduğunu düşünebilir (Arıkan, 1992).
2.3.Boşanma Nedenlerinin Tarihsel Gelişimi
Boşanma yalnız bireyleri değil, toplum düzenini ilgilendirir. Çünkü günümüzde toplumun temeli ailedir. Ailenin işleyiş düzeni, hukuk ahlâk ve geleneklerle kurulur ve sağlanır. Aileye karşı olan ideolojilerde bile bugün eşlerden her birine karşılıklı yükümler yüklenmekte, Özellikle bu yükümler çocuklar bakımından önem taşımaktadır (Velidedeoğlu, 1976).
Boşanma Hukukundaki Çözümlemelere Bakış:
Boşanma hukukunda eskiden beri görülen türlü çözümler dört grupta toplanabilir:
1) Boşanmanın hiçbir suretle caiz olmaması;
2)Boşanmanın yalnız yasal nedenlere dayanılarak yargıç kararıyla mümkün olması;
3)Boşanma hakkının yalnız erkeğe özgü bulunması:
4)Hem erkeğin, hem de kadının boşanma hakkı bulunması ve eşlerin karşılıklı anlaşmasıyla evliliğe son verilebilmesi.
Birincisi: Boşanmanın hiç bir suretle caiz olmaması, Katolik hukukunun kabul etmiş olduğu ilkedir. Batı'da evlenme ve boşanma ilişkileri sadece kilise yasalarıyla düzenlendiği çağlarda boşanmaya hiçbir, zaman izin verilmezdi. Evlilik, ruhların birleşmesi biçiminde kutsal bir bağlantı sayıldığından, bu bağlantının insanlarca koparılabilmesini kilise kabul etmemiştir. Katolik hukukuna göre boşanma değil, ancak ayrılık mümkündür. Ayrılık sürekli veya geçici olabilir.
İkincisi: Bu gruba giren ülkeler, kendi hukuklarında sadece belirli nedenler varsa boşanmaya yargıcın kararıyla olanak sağlayan ülkelerinde çözüm, özellikle Protestan hukukunca kabul edilmiş ve oradan türlü biçimler altında birçok devletin yasalarına geçmiştir. Bugünkü uygar dünyada çok geniş biçimde uygulanan yöntem budur. Bu yöntemi benimsemiş olan ülkelerin bir kısmında, boşanmanın yanında bir de «ayrılık» durumu vardır. Türkiye bu gruba girmektedir.
Üçüncüsü: Kimi ülkeler boşanma hakkın yalnız erkeğe tanımışlardır. Örneğin eski Türk ve eski Germen hukuklarında, hatta Roma hukukunun ilk dönemlerinde durum buydu. Bugün bu yöntem İslâm ülkelerinde yaşamaktadır. Türk Yurttaşlar Yasası'nın 4 ekim 1926'da yürürlüğe girmesine değin Türkiye Cumhuriyeti'nde de erkek, karısını tek taraflı olarak ve hiç bir neden göstermeksizin boşama hakkına sahipti. (İslâmiyet hukundaki boşanma hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız; Mehmet Zihni, Münakâhat ve Müfaracakat, İstanbul, (1908).
Dördüncüsü: Eşlerden her ikisine boşanma hakkı tanıyan ülkeler bu gruba girer. Eski Frank'larda ve eski Romalılarda, kimi koşullara uyarak, bazı tür evlenmelerde eşlerden her ikisine de boşanma hakkı tanınmıştır. Roma hukuku ayrıca karşılıklı anlaşma ile de evlenmeye son verilebileceğini kabul etmiştir. Romalıların görüşüne göre “uzlaşma, evlenme; uzlaşmazlık ise boşanma sonucunu doğurur”. Bununla birlikte böyle serbest boşanmalardan, özellikle çocuklar için büyük sakıncalar doğduğundan, imparator Diocletian bir buyruk çıkararak çocukların durumu konusunda yargıç kararı gerekeceği kuralını koydu ki, bu Roma’da evlilik işlerine devletçe yapılan ilk müdahaledir. Roma imparatorluğunun Hıristiyanlığı resmi din olarak ilan etmesinden sonra kilise yavaş evlenme ve boşanma işlerini kendi eline almaya başladı ve sonunda 10. yy kesin boşanma yasağı konuldu (Velidedeoğlu, 1976).
2.3.1.Çağdaş Avrupa Hukukuna Bakış
18.yy felsefe görüşü, ondan sonra kabul edilmiş olan türlü yasalara etki yaptı ve birçok ülke boşanmayı kabul ederek kendi yasalarına koydu. Böylece bugünkü Avrupa Hukuku, genel bir ayrımla, boşanmayı kabul eden ve etmeyen biçimde ikiye ayrılabilir:
1.İtalyan medeni kanun’unun 148. maddesi: “Evlilik ancak eşlerden birinin ölümüyle sona erer” demektedir. (1975’te bu kural kaldırılmış ve boşanma kabul edilmiştir.)
2.Boşanmayı kabul etmiş olan ülkeler, prensip açısından ikiye ayrılabilir. Birinci kategori, boşanmaya ancak eşlerden birinin kusuru varsa izin veren ülkelerdir. Durum böyle olunca bu gibi ülkelerde, örneğin akıl hastalığı bir boşanma nedeni olarak kabul edilemez. Özellikle İngiltere, Fransa, Hollanda ve Yugoslavya’da bu prensip egemendir. ( Not: bunlar değişmiştir.).
Fransa'da boşanma nedenleri biraz geniş tutulmuştu. Fransız Yurttaşlar Yasası'nın (Medenî Kanununun) 229 - 232. maddeleri boşanma nedenlerini şöyle sıralamıştır: Zina, kötü ve şiddetli muameleler, ağır hakaret, eşlerden birinin utanç verici cezaya çarptırılması boşanma nedenleridir (Velidedeoğlu, 1976)
2.3.2. Türkiye ve İsviçre Hukuklarına Bakış
Bugünkü Türk Yurttaşlar Yasasının aslı olan İsviçre Medenî Kanunu 1907 yılında kabul edilmiş ve 1 ocak 1912'de yürürlüğe girmiştir. 1874 yılına kadar İsviçre'de boşanma, bu ülkeyi oluşturan 22 kantondan her birince Kendine göre düzenlenmişti. Bugün genellikle kabul edilmiş olan düşünceye göre, boşanmayı isteme hakkı, evlenme sözleşmesinin bozulmasını bildirme hakkıdır. Yasaya göre, boşanmayı ancak kusursuz olan eş isteyebilir. Yasadaki bu kuraldan, bizde boşanmak için ille eşlerden birinin kusuru bulunması gereklidir gibi bir anlam çıkarılmaktadır. Oysa, bunun anlamı, karının veya kocanın kendi kusurundan yararlanarak boşanma davası açamayacağıdır.
Yurttaşlar Yasamıza göre boşanma nedenleri «özel» ve «genel» olmak üzere iki gruba ayrılır. Özel boşanma nedenleri zina, cana kast, pek fena muameleler, cürüm ve haysiyetsizlik, terk, akıl hastalığıdır. Genel boşanma nedeni ise, geçimsizliktir (Velidedeoğlu, 1976).
2.3.3.KKTC Boşanma Hukukuna Bakış
Eski yıllarından beri Kıbrıs’ta boşanma sebepleri genellikle eşlerin anlaşmazlıklarından kaynaklanır. Fakat “Eski Türk hukukunda kocanın, karısını boşayabilmesi için muayyen bir sebep göstermesi gerekmiyordu. Kadın ise ancak kocasının zinası, fena muamelesi ve cinsi iktidarsızlığı halinde boşanma isteyebilirdi” (Bardakoğlu; 1991).
İslam dininde boşanma kolay olmaktadır. Fakat Hristiyanlıkta; örneğin Katolik kilisesi evlenmeyi, “ölümle sona eren bir bağ” olarak kabul eder. 16. yüzyıldaki Reform hareketlerine kadar boşanma kilise tarafından hoşgörü ile karşılanmazdı. Bu çerçevede her iki dinin evlilikle ilgili kısıtlama ve izinleri karşılaştırmalı incelenecek olursa: İslam dini, evlilik öncesi eşler arasında görüşmeyi kabul etmemekte; fakat evlendikten sonra boşanmalara kolay izin vermektedir. Oysa Hristiyanlıkta evlilik öncesi eşler birbirleriyle görüşebilmektedir. Fakat evlilik gerçekleştikten sonra boşanma hoşgörü ile karşılamamaktadır. Araştırma kapsamına giren kaynak kişilerle yüz yüze yapılan görüşmelerde Kıbrıs Türk toplumunda söz konusu dönemde boşanmaların, erkeğin üç kez “Benden boş ol” demesiyle gerçekleştiğini belirtmektedirler (Alicik; 2009).
Kıbrıs Türk Hukuku'nda İslam esaslı kurallardan sonra yürürlüğe giren ilk Aile Yasası, 1951 yılında Türk Medeni Kanunu esas alınarak yapılan Fasıl 339 Türk Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası idi. Fasıl 339 Türk Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası, 26. maddesinde beşi özel, biri genel olmak üzere toplam altı boşanma sebebi içermekteydi. 1/98 sayılı Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası ise, Fasıl 339'ın artık çağın gereklerini karşılamakta yetersiz kaldığı düşüncesiyle ve Aile Hukuku'na çağdaş bir kurallar yapısı kazandırmak amacıyla 1998 yılında kabul edilip yürürlüğe girdi. Doğaldır ki yasanın ana hedefi çağdaş uygulamayı yakalamak olunca; boşanma sebepleri de dünyadaki "boşanmayı kolaylaştırma' eğilimine uygun olarak düzenlenmeliydi. Yasa koyucu bu amaçla üç yeni boşanma sebebi ihdas ederek, fiili aynılığın var olması şartıyla kusurlu eşin boşanamaması durumunu ortadan kaldırdı ve eşlerin anlaşmasının boşanmayı gerçekleştirebilmesini sağladı. Bunun yanında, Fasıl 339'da bulunan altı boşanma sebebine de (bazıları değiştirilmeden, bazıları ise birtakım değişiklikler veya eklentilerle birlikte) yeni yasada yer verildi (Esendağlı, 2003).
KKTC’deki, boşanmalar ilk önceleri erkek tarafından sözlü olarak yapılırken, 1951 yılında Türk Aile Yasası’nın kabulünden sonra mahkemeler tarafından yapılmaya başlanmaktadır. 1998 yılında ise söz konusu yasada yapılan değişiklerle kadın boşanmadan sonra da ekonomik güvence elde etmektedir. Boşanmalar önceleri toplumda hoş karşılanmazken, son dönemde “anlaşamadı ayrıldı” şekline dönüşmekte ve daha hoşgörüyle karşılanmaktadır. Böylelikle toplumsal çevre ve akraba gruplarının aile üzerindeki etkileri ve baskısının da azalma yönünde değişme eğilimi gösterdiği anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra kadın eğitimindeki, ekonomik hayata katılımındaki niceliksel artış, evliliklerde bireysel mutluluk isteminin artması, yasalarla boşanma sonrası kadına ekonomik güvence sağlanması gibi etkenler 1990 yıllarında Kıbrıs Türk toplumunda boşanma sayısında artışa neden olmaktadır (Alicik, 2003).
KKTC’deki özel boşanma sebepleri, zina, hayata kast, kötü muamele ve darptır, suç işleme ve onursuz hal ve harekette bulunma, terk ve akıl hastalıktır. Genel boşanma sebepleri, ailevi ilişkilerin gerginleşmesi, fiili ayrılık ve anlaşmalı boşanmadır (Esendağlı, 2003).
2.4.Boşanmaya İlişkin Sayısal Veriler
Batı ülkelerinde 20. yy başlarından beri boşanmalar sürekli artış göstermiş, özellikle ABD’de boşanma oranları birinci sırada yer almıştır. Örneğin ABD’de 1915 yılında %10 olan boşanma oranları, 1974’te %30’lara ulaşmıştır. ABD’ne göre daha düşük olmakla birlikte, Batı Avrupa Ülkelerinde de boşanma oranı yükselmektedir. Türkiye’de, 1985 nüfus sayımına göre, toplam nüfusun %60’ı evli, %35’i hiç evlenmemiş ya da evlenme yaşına gelmemiştir. Eşi ölenler %5 ve boşanmış olanlar ise “binde altı”dır. Türkiye boşanmaların en az olduğu ülkelerden biridir. Resmi istatistiklerde yıldan yıla artış görülmekle birlikte, son 30 yılda boşanma sayısının toplam nüfusa oranı pek değişmemiş, binde dört ile altı oranında oynamıştır. Boşanmaların çoğu kentlerde yaşayan ailelerde ve sıklıkla evliliklerin ilk beş yılında, erkeklerde, 25-34 ve kadınlarda 20-29 yaşları arasında olmaktadır. Boşanan ailelerin yarısı, çocuksuz ailelerdir. Başlıca boşanma nedeni, %75 oranında geçimsizliktir. Sonra sırasıyla, “evi terk”, “eşi aldatma”, ve öteki nedenler gelmektedir (Özgüven, 2001).
Türkiye’de 1996 sonrasında boşanmalar incelendiğinde karşımıza aşağıdaki tablo çıkmaktadır.
Tablo 2: Türkiye’de Boşanmaların Yıllara Göre Dağılımı
Yıl
|
Boşanma Sayısı
|
Boşanma Oranı(%)
|
1996
|
29 552
|
0.48
|
1997
|
32 717
|
0.52
|
1998
|
32 167
|
0.51
|
1999
|
31 540
|
0.49
|
2000
|
34 862
|
0.53
|
2001
|
50 402
|
0.74
|
2002
|
95 323
|
1.38
|
2003
|
92 637
|
1.32
|
2004
|
91 022
|
1.28
|
2005
|
95 895
|
1.33
|
2006
|
93 489
|
1.28
|
Kaynak: http://aite.gov.tr/aileisthtrn#05
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=519
Kıbrıs Türk toplumunda boşanmalar 20. yüzyıl boyunca belirli oranda var olmuştur. Ne var ki boşanmaların biçim ve nedenleri, yüzyılın ilk yıllarından itibaren değişim eğilimleri gösterir. Boşanmalardan sonra kadının mağdur olduğu düşüncesinden hareketle, 1998 Aile Yasası’nda evlilik süresince edinilen mal varlıklarının kadın ve erkek arasında eşit paylaşımı getirir. Böylece kadın, boşanma sonrasında ekonomik güvence altına alınır. Kadınla ilgili yasal yönde kaydedilen ilerlemeler, öte yandan kadın eğitimindeki nicel ve nitel gelişmeler, ekonomik yaşama katılımdaki artış gibi nedenlerle, toplumun geçmiş dönemlerde “dul kadın”a karşı olumsuz bakışı, “anlaşamadı ayrıldı” yönünde değişme eğilimi gösterir. Nitekim yıllar itibarıyla boşanma davalarına bakıldığında 1998 Aile Yasası’ndan sonra boşanma sayısında artışın olduğu görülür. Aşağıdaki tabloda evliliklerin ve boşanmaların yıllara göre dağılımları verilir (Alicik, 2009).
Tablo 3: KKTC’de Boşanan Aile Sayısının Yıllara Göre Dağılımı
Yıl
|
Evlilik (N)
|
Boşanan Aile (N)
|
Bir Önceki Yıla Göre Artış Oranı
|
1989
|
1167
|
199
|
11.80
|
1990
|
1073
|
202
|
1.51
|
1991
|
1015
|
234
|
15.84
|
1992
|
1133
|
249
|
6,41
|
1993
|
1097
|
210
|
-15,66
|
1994
|
1096
|
267
|
27,14
|
1995
|
1076
|
283
|
5,99
|
1996
|
1042
|
252
|
-10,95
|
1997
|
1141
|
293
|
16,27
|
1998
|
1108
|
299
|
2,05
|
1999
|
1146
|
344
|
15,05
|
2000
|
1167
|
366
|
6,4
|
2001
|
1090
|
351
|
-4,1
|
2002
|
1085
|
350
|
-0,28
|
2003
|
1199
|
426
|
21,71
|
2004
|
1354
|
483
|
13,38
|
2005
|
1338
|
489
|
1,24
|
Toplam__1831__916__539__917'>Toplam_16_Yıl__19327__5297__145,73__(1989’den_2005’e)'>Toplam 16 Yıl
|
19327
|
5297
|
145,73
(1989’den 2005’e)
|
Kaynak: (Alicik, 2009)
Kıbrıs Türk toplumunda yıllara göre evliliklerin dağılımı normal seyir izlerken, boşanmalar son yıllarda belirgin bir artış göstermektedir. 1989 yılında boşanma sayısı 199’dur. 1998 yılında bu sayı %50,25 artışla 299 olur. 2005 yılında boşanma sayısı 299’dan %63,55 oranında artışla 489’a ulaşır. 1989’dan 2005’e kadar olan dönemde boşanma oranındaki artış %145,73’tür. Bir önceki yıla göre boşanma sayısındaki artış dalgalı bir seyir izlemektedir. 1998 Aile Yasası’ndan sonra boşanma sayısında artış olmakla birlikte, öncesinde de artış görülmektedir. Bu durum boşanmaların sadece yasal düzenlemelerle ilgili olmadığını da göstermektedir (Alicik; 2009).
Boşanmaların yıllara göre dağılımı aşağıdaki grafikte gösterilmektedir:
KADININ ÇALIŞMASI VE BOŞANMA
Grafik 1: Boşanma Sayılarının Yıllara Göre Dağılımı
Kaynak: (Alicik; 2009)
Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi boşanmalar yıllar itibarıyla artma eğilimi göstermektedir. 2000–2005 dönemindeki artış, diğer dönemlere göre daha hızlı olmaktadır. Özellikle 2003’te, bir önceki yıla göre artış %21,71 olarak gerçekleşir. Boşanmış aile sayısı 2005 yılında 489’a ulaşır. Boşanmalardaki artma eğilimi basının da dikkatini çeker (Alicik; 2009).
Boşanma sayısında görülen artış eğilimine karşılık, acaba kaç yıllık evlilikler boşanmayla sonuçlanmaktadır? Bu soruya yanıt aşağıdaki tabloda aranmaktadır:
Tablo 4: KKTC’de Boşanmaların Evlilik Süresine Göre Dağılımı
Yıl
|
Evlilik Süresi(Yıl)
|
|
|
|
|
|
1-5
|
6-10
|
11-15
|
16+
|
Toplam
|
1994
|
119
|
58
|
32
|
58
|
267
|
1995
|
116
|
60
|
38
|
69
|
283
|
1996
|
117
|
49
|
40
|
46
|
252
|
1997
|
147
|
55
|
25
|
66
|
293
|
1998
|
128
|
50
|
43
|
78
|
299
|
1999
|
154
|
76
|
38
|
76
|
344
|
2000
|
144
|
82
|
43
|
97
|
366
|
2001
|
153
|
82
|
50
|
66
|
351
|
2002
|
145
|
91
|
47
|
67
|
350
|
2003
|
184
|
84
|
62
|
96
|
426
|
2004
|
216
|
119
|
58
|
90
|
483
|
2005
|
208
|
110
|
63
|
108
|
489
|
Toplam
|
1831
|
916
|
539
|
917
|
4203
|
Kaynak: (Alicik; 2009)
KKTC’de Evliliklerde ilk beş yıl içerisinde boşanma oranının yüksek olduğu görülmektedir. Tabloda yer verilen on yıllık süre içerisinde meydana gelen 4203 boşanmanın 1831’i ilk beş yıl içerisinde oldu. 1994-2005 döneminde meydana gelen boşanmaların %43.56’sı evliliğin ilk beş yıllık döneminde olmuştur. %21.79’u 6-10, %12.82’si 11-15 ve %21.81’i ise 16+ yıllık sürelerdeki evliliklerde meydana geldi. Evliliğin ilk beş yılında meydana gelen boşanmaların olası nedenleri arasında eşlerin birbirlerini yeterince tanımaması olduğu söylenebilir. Boşanma nedenleri 1998 Aile Yasası’na göre zina, cana kast ve fena muamele, cürüm ve haysiyetsizlik, terk, akıl hastalığı, geçimsizlik olarak sıralanır. KKTC Devlet Planlama Örgütü kayıtlarına göre de geçimsizlik nedeniyle meydana gelen boşanmaların sayısı diğerlerine göre çok yüksektir. Örneğin 1999 yılında 344 boşanmanın 315’i, 2000’deki 366 boşanmanın 338’i, 2001’deki 351 boşanmanın 315’i ve 2005’teki 489 boşanmanın 325’inin şiddetli geçimsizlikten kaynaklandığı belirtilmektedir (Alicik; 2009).
Tablo 5: KKTC’de Boşanmış Ailelerdeki Çocuk Sayısının Yıllara Göre Dağılımı
Yıl
|
Boşanma Sayısı
|
Çocuksuz
|
Çocuk Sayısı
|
2000
|
366
|
128
|
426
|
2001
|
351
|
123
|
403
|
2002
|
350
|
136
|
392
|
2003
|
426
|
163
|
478
|
2004
|
483
|
204
|
457
|
2005
|
489
|
185
|
537
|
Toplam
|
2465
|
939
|
2692
|
Dostları ilə paylaş: |