CHP IRKÇILIĞI VE İMRALI SÜRECİ
24 Ocak'ta Büyük Millet Meclisi'nde bir konuşma yapan CHP milletvekili Birgül Ayman Güler, CHP'nin tarifini bir kez daha yaptı. Bu milletvekilinin konuşması epeyce bir tepki çekti. Oysa bu konuşma, milletvekillerinin önemli bir kesimi tarfından alkışlanmıştı. Aslına bakılırsa, yapılan konuşma, CHP açısından yeni bir şey değildi, geçmişte söylenenlerin bir tekrarıydı. Söylenenleri kısaca özetlersek; Kürtler Türklerle eşit değildir; Türkler Kürtlere göre üstün bir ırktır. Uzunca bir süredir, bunu, bir kez daha dillendirememenin sancısı çekiliyordu. Nihayet, önümüzdeki süreçte izleyecekleri politikayı açıkça ortaya koymuş oldular. Güler'in yaptığı konuşmaya CHP yönetimi tarfından herhangi bir tepki verilmemiştir, verileceğini de sanmıyorum. Meclis kürsüsünden yapılan bu konuşma, CHP açısından bir yol ayrımını ifade eder. Aynı zamanda önümüzdeki sürece özgü yeni bir yapılanmanın da ifadesidir. Artık kartlar açık oynanacaktır. Elbette partide bir bütünlük yoktur. Daha bir yüksek sesle tekrar gündemleştirilen bu stratejiyi, CHP'li tüm milletvekillerinin tasvip ettiklerini söyleyemem. Bu nedenle 'yol ayrımı' ifadesini kullanma daha uygundur.
Bilindiği üzere, uzun süredir bu parti içinde kendilerini ulusalcı olarak tarif eden kanat, henüz yerini belirlemede zorluk çeken diğer tarafa karşı atağa geçmiş durumda. Ya istedikleri doğrultuda partiyi yönlendirecekler ya da ayrılmayı göze alarak, kendi başlarına hareket edecekler. Her iki duruma göre hazırlık yaptıklarını, hareket tarzlarıyla göstermektedirler. Nereden bakılırsa bakılsın, ulusalcı kanat açısından gelinen nokta, geri dönülmez bir noktadır. Zaten uzun süreden bu yana, kendilerini en kısa yoldan tarif edebilecekleri bir çıkış anı yakalamak için hazırlık yaptıklarını, siyasal gelişmeleri takip edenler bilir. Yıllardan bu yana gasp edilmiş bir hakkın sınırlı çerçevede iade edilmesine bile tahammül edemeyen ulusalcı takım, 'anadilde savunma'nın yasalaşma sürecinde çıkışını yapmıştır. Özellikle bu anın kollanması kesinlikle tesadüf değildir. Kürde karşı bir yapılanma olduklarını bir kez daha hatırlatmak istediler. Yani varlık nedenlerini ortaya koymuş oldular.
Ulusalcıların bu çıkışını tam olarak tanımlayacak olursak, nasyonal sosyalizm'dir, Nationalsozıalimus. Almanya'nın, Fransa'nın dazlakları olur da Türkler'in dazlakları niçin olmasın? Bu dazlaklar epeyce bir süreden bu yana, 'Kürd'ün sorunu yoktur, Türk'ün sorunu vardır' veya 'Türkler'in sabrı tükendi', 'Kürdleri Batı'dan silip atmak gerekir' yönlü kitlelere yönelik propagandalar yapıyorlardı. Hatta bu doğrultuda epeyce provakasyonlara da başvurdukları bilinmekte; Manisa, denizli, Bursa yörelerinde Kürdleri linç etme girişimleri henüz unutulmuş değil.
Sol maskeli bu ulusalcı takımın çıkışının elbette birçok nedeni var. En belirgin nedenlerinden biri de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin artık hükümet olma ümidini yitirmiş olmasıdır. Hatta önümüzdeki dönemde yapılacak genel seçimlerde koalisyon biçiminde de olsa, iktidar olma şansı görmemektedir. Böylesi bir düşünceye kapılmasına sebeb olacak birçok verinin olmadığını söyleyemeyiz. Ayrıca, global ekonomi-politik gelişmelerin kendini dıştaladığını bilmekte. Bu nedenle, varlığını az da olsa devam ettirmeyi, pragmatik ilkelere sıkı sıkıya bağlanmakta bulmakta. 'Ayakta kalma' düşüncesi yok olma korkusunu, dolayısıyla büzülmeyi getirmekte. Yakın gelecekte, CHP'nin ulusalcı kanadı, diğer bazı kesimlerle de bütünleşerek bir kadro hareketine dönüşme gayreti içindedir. Yani günümüz koşullarına uyarlanmış yeni bir İttihat veTerakki oluşturulma çabaları da diyebiliriz. Türkiye'nin bugünkü ekonomik ve sosyal yapısında, kadro hareketinin, üstelik ırkçı temellere dayanan bir kadro hareketinin alternatif bir güç olacak biçimde taban bulması olanaksız. Orta sınıf kategorisi içinde yer alanların son on yıl içinde 30-35 milyonla ifade edildiği bir toplumsal yapıda, kadro hareketi sonuç alamaz. Orta sınıfın yaygınlaştığı, refahın göreceli de olsa yükselişe geçtiği bir süreçte, zaman zaman ortaya çıkacak aksaklıklara karşı orta sınıfların 'tavır alma' seçeneklerinden biri, ırkçı temelde örgütlenmiş ulusalcı kadro hareketine destek olamaz. Bunun bir çok nedeni vardır. Türkiye'de genelde orta sınıfın sistemle olan ilişkisi ve yaşanan süreçte alt orta sınıfla üst orta sınıf arasındaki kayganlığın ağır basan yönü irdelendiğinde, ırkçı ulusalcıların nasıl havada kaldıkları görülecektir.
Klasik Kemalist taban kendi içinde ayrışmıştır. Bu ayrışma CHP'yi daraltan bir başka etkendir. Bugün İstanbul ve Ankara gibi metropollerde Adalet ve Kalkınma Partisi belediye başkanlıklarınının ezici çoğunluğunu kazanıyorsa, bunda, Kemalist tabanın ayrışması büyük rol oynamaktadır. Yani geçmişte CHP'ye oy veren seçmen, çıkarı sözkonusu olduğunda AKP'ye oy verebilmekte. Ulusalcı kanadı kadro hareketine dönüştüren en önemli bir etmen de budur.
Ulusalcı kanadı köşeye sıkıştıran bir başka neden de, hükümetin PKK'ye silah bıraktırmak için harekete geçmiş olmasıdır.Oysa bu durum ırkçı ulusalcı takımın hiç işine gelmemekte. Silahların ateşlendiği, savaş uçaklarının Hakkari dağlarını bombaladığı sürece vesayetci siyasetten kurtuluş olamayacağının bilincindedirler. Vesayet rejimi onları bürokraside ve diğer alanlarda pastanın bölüşümünde pay almalarını sağlamakta. En önemlisi de, silahlı PKK'nin varlığı, Musul ve Kerkük emellerinin canlı tutulmasına olanak vermekte. Yani PKK'nin silah bırakma koşullarında, Kürdistan Federe Bölgesi'ni sürekli tehdit etme olanaklarının kalmayacağını bilmekteler. Onların önceliği iktidar olmadan ziyade, kim olursa olsun, Ankara'da iktidar olacak her gücün genelde Kürd'e, özellikle de G.Kürdistan'a karşı düşmanca tavır içinde olması önemlidir. Otuz yıldır sürdürülen kirli çatışmanın, geçmişte olduğu gibi bugün de, 'devlet politikası' olarak sürdürülmesini istemekteler.Meclis kürsüsünden saldırı tehditleri bu nedenle yapılmıştır. Silahların bırakılmaması için her çareye başvuracaklardır.
İMRALI SÜRECİNİN BAŞARI SANSI VARMIDIR?
Süreç, daha doğrusu başlatılan silahsızlandırma girişimlerinin başarıyla sonuçlanması elbette herkesin dileğidir. Süreci engelleyici faktörler arasında sadece ırkçı ulusalcılar bulunmamaktadır. Yıllardan bu yana, özellikle Kandil-Şırnak-Beytüşşebab'tan başlayıp Diyarbakır'a ve Ankara'dan geçerek İstanbul baronlarına uzanan gayet 'verimli' bir pazar alanı oluşmuştur. Bu pazar ilişkilerinin bir de yurtdışı boyutu vardır. Siyasal çıkarları bir tarafa bırakırsak, salt bu pazar ilişkileri bile bir çok kesimin birbiriyle çatışmasına yeterlidir. Bu hat üzerinden nemalanan her kesim de silahların susmaması için elinden gelen gayreti gösterecektir. Kandan nemalanan bu çıkar gruplarının geliştirecekleri her türlü provakasyonlara karşı dik durmada ısrarcı olunursa, sonuca ulaşılır.
Kandil-BDP hattında aşırı bir korku ve panikleme var. Bunu anlamak zor. Silahları susturmamanın ince ayarlarını bulma gayreti içindeler. İmralıya 'sen gideceksin, olmaz, ben gideceğim' çekişmesi, başvurulan 'ince ayar' girişimlerine verilecek net bir örnektir. Şimdi bu çekişme içinde olanlar, tüm iradelerini kayıtsız şartsız İmralıya devrettiklerini beyan etmişlerdi. Görüşme trafiği içinde yer alma yarışına girişmiş olanların bir iradeleri olduğuna da inanmıyorum. Sergilenen tavır sadece ve sadece yaranma yarışından başka bir şey değil. Açıkçası, pastadan pay alma yarışıdır. Çıkartıldıkları çardaktan aşağı inmeme çabası içindeler.
Daha fazla kanın dökülmemesi isteniyorsa, sağa sola zigzaglar çizmeyen duruş sergilemek gerekir. Silahların bırakılması için samimi çaba göstermek, herkesin hayrınadır. Bugün oluşan olumlu atmosferde, silahları bırakma şansı her zamankinden daha yüksektir.
Baki Karer
30.01.2013
MİT-ÖCALAN GÖRÜŞMESİ VE SAKİNE CANSIZ SUİKASTİ
Mit, Derin Devlet, Gladyo isimleri her zaman Öcalan'la birlikte veya yanyana anılır olmuştur. Ya da Mit, Derin Devlet, Özel Savaş, Gladyo denildiğinde akla ilk gelen isim, Öcalan olmuştur. Yani Öcalan, devletin istihbarat kurum ve kuruluşlarıyla özdeşmiş bir isimdir. Neredeyse devletin istihbarat örgütlerini tanımlayan bir sıfat haline gelmiştir. Ama ne olursa olsun, Öcalan'ın nasıl tanımlanması gerekir diye bir soru yöneltiğinde, verilecek yanıt üzerine uzun uzadıya düşünüleceğini sanmıyorum. Öcalan; kan, gözyaşı ve terörden başka bir şey değildir. Daha farklı bir açıdan tanımlamada bulunanlar, kanıtlarını da beraberrinde sunmak zorundadırlar.
Birdenbire tüm medya Mit-Öcalan görüşmesine kilitlendi. Bu durumu anlamak çok zor. Böylesi bir kilitlenme, odaklanma niye oldu pek anlaşılır bulmuyorum doğrusu. İlginç bir yan görmediğim gibi, ilk olan bir şey de değil. Kırk yıllık iki ahbabın her zamanki buluşması... Görüşme, bugünkü hükümetin özellikleri ve devlet kurumlarından bazılarının yeniden yapılanmasına bağlı olarak ele alınmış olunsaydı daha gerçekçi olurdu sanıyorum. Ama yine de, gençlerin, çocukların yaşamlarını kaybetmesini engelleyecek her adımı desteklemek gerekir. Yani geçmişte karanlık güçlerin, uzun vadeli hedefler için Kürt halkına karşı öne sürdüğü Öcalan alternatifi, bugün devlet politikası olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Yaşanan süreç, Gladyo'nun Kürt ayağına darbe vurma biçimlerinden biridir. Doksanlı yılların başlarından itibaren Avrupa'nın birçok ülkesinde, Gladyo oluşumlarının nasıl yok edildiklerine şahit olduk. İtalya ve İspanya örnekleri en sancılı olanlarıydı. Özellikle bu iki ülkede çok ciddi altüst oluşlar yaşanmıştı. Fransa ve Belçika daha farklı bir yol izlemişlerdi. Ben Şu anda Hükümetin daha çok Belçika örneğinden hareketle Kürt Gladyo'suna karşı bir yönelim içinde olduğu kanısındayım. Ama nereye kadar gidebileceğini, ne oranda olumlu sonuçlara ulaşabileceğini şimdilik kestirme zor. Önemli olan duruşta kararlılıktır. Bu kararlılığın olmadığını da kimse iddia edemez. Kendini 'ulusalcı' olarak tanımlayan güçlerin Kürt ayağını oluşturan Kandil ve BDP takımı, bir anlamda gafil avlandılar.
Bu gafil avlanmaya neden olan siyasal gelişmeler üzerinde durmak gerekir. Ergenekoncu takım, strateji ve taktiklerini Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını yıkmaya yönelik geliştirdiler. Bu nedenle iç ve dış ittifakçı güçlerini hep bu yönde oluşturdular. Darbeci kanadın iç ittifakkını belirleyen esas etmenlerden biri, faşist 12 Eylül darbecilerinin anayasasıdır. Faşist güçlerin hazırladığı anayasaya karşı alınacak tavır ölçü haline getirilmiştir; mevcut anayasayı savunma 'ulusalcılık' olarak kabul edilirken, karşı çıkma 'hainlik'le nitelendirilmekte.Bu hareket tarzının Türkiye koşullarında karşılığı nasyonalizmdir. Yani Türkiye'de savunulan ulusalcılık giderek nasyonalizme dönüşmüştür. Kandil ve BDP'yi bu çerçevenin dışında düşünmek tam anlamıyla bir yanılgıdır. Açlık grevlerinde izlenen yöntemler ve yaşları çoğunlukla 18 yaş altı olan yüzlerce çocuğun Kazan Deresi'nde ölüme gönderilmeleri en açık kanıtlardır. İzmir, Bursa, İstanbul vb. şehirlere göçetmek zorunda kalmış Kürtlere karşı takınılan ırkçı tavırlar ve geliştirilen söylemler, Hatay'da atılan sloganlar, ulusalcılığın nasyonalizme dönüştüğünü göstermeye yeter.
Dış ittifaklar da bu doğrultuda şekillendirilmiştir. Ortadoğu'da mezhep ayrımını temel alan bir şeridin üzerinde hareket etmediklerini kimse iddia edemez. 'Ulusalcı' olduğunu iddia eden takım, Kandil ve BDP ayağıyla birlikte, başta İran olmak üzere, Bağdat'ta Maliki iktidarı ve Suriye'de Beşşar Esad'ın temsil ettiği Baas rejimini temel ittifakçı güçler olarak görmüştür. PKK bunlarla da yetinmeyerek, 'TSK içinde gidişattan rahatsız güçleri'de ittifaka dahil etmiştir. Kıralcıdan daha kıralcı olmak, herhalde böyle bir şey olsa gerek. 'Ulusalcı' cephe, kandil ve BDP'yi çok akıllıca kullanarak, Ortadoğu'da ortaya çıkan siyasal istikrarsızlığı ülke içinde iktidar kavgasına eklemlemek istedi, ama olmadı. Yani beklentilerini bulamadılar. Kaybedecekleri daha baştan belliydi; Suriye'de Esad iktidarı kendini bile koruyamaz hale geldi, yıkılması an meselesi. Bağdat'ta Maliki hükümeti ise iktidar olma kavgası vermekte ve hatta, dayandığı Şii nüfusu içinden yükselen muhalefetle başetmeye çalışmakta. İran ve ABD'den gelen baskılar karşısında denge tutturamamakta. İran ise, Bölge'de yalnız kalmamak için neredeyse günlük değişen politikalar karşısında dengede kalmanın gayreti içinde. Nereden bakılırsa bakılsın, Ortadoğu'da kaybeden güçlerin yanında tavır aldılar. Dolayısıyla bu cephe, kaybetmeye mahkumdu. Nitekim, gelinen noktada kaybettiler. Tam köşeye sıkıştıkları noktada, hükümet atağa geçti. Artık anlaşmak zorundalar. İstanbul ve Ankara'da çeşitli bahaneler üreterek başlatacakları birkaç protestoya, Şırnakta patlatılacak birkaç mermiyle verilecek destek, artık onları kurtaramaz.
PKK SİLAH BIRAKMALIDIR
PKK kayıtsız şartsız silah bırakmalıdır. Türkiyede burjuva gücleri arasında iktidar savaşımının bir aracı olmaktan çıkmak zorundadır. Bugün yapılan çoğu tartışmalarda Kandil-BDP, Kürdlerin temsilcisiymiş gibi lanse edilmekte. Bu, bilerek ve inatla sürdürülen bir politikadır. Kürdleri gerçekten temsil edecek, demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesini sağlıyacak güçlerin önplana çıkmasını istemeyenlerin başvurduğu bir yöntemdir. Bu politikayı temel alanlar, aynı zamanda, PKK'nin Batı'daki ittifakcı güçleridir. Bu güçler, halen 'Balkan pisikoloji'sinden,Osmanlı'nın dağılma sürecinde yaşadığı 'yokolma'sendromundan kurtulamayanlardır. Kürd halkına karşı kin ve nefret duyarak kendilerini tatmin etmektedirler. değişen dünya koşullarını algılamaktan ve ona uygun yönelimler içine girmekten korkuyorlar. Oysa çok iyi biliyorlar ki, PKK'nin Kürd ve Kürdistan'la bir ilişkisi yoktur. Malum bu kesimler, 'Arap, bizi arkandan vurandır' diyerek, B.Avrupa ve ABD'nin izinden milim şaşmamış olanlardır. Bugünkü 'anti Amerikancılık'ları tam bir sahteliktir. Geçmişte olduğu gibi darbecilik oyunlarına destek bulsalar, Amerikadan daha iyisi yoktur.
Tüm bu gerçekler kavranıldığı içindir ki gerek Kürd, gerekse de Türk halkı, körü körüne akan kanın durması için her türlü desteği vermekte. Ortamın bu derece olumlaşmasında hükümetin oynadığı rol, görülmemezlikten gelinemez. Bu aynı zamanda, bir cesaret işidir. PKK'nin silah bırakma sürecini, Kürd halkının haklarıyla ilişkilendirme abesle iştigaldir. Yıllardır sürdürülen egemen güçler arası bu danışıklı döğüş bitmeli ki, Kürd halkının en doğal demokratik hakları gündemleşsin. Evine bakkaldan yiyecek alan bir polisin kafasına kurşun sıkmakla, 20 yaşındaki askerin ölümü karşısında sevinçten dans etmekle ve de daha 18'ini bile doldurmamış binlerce Kürd çocuğunu göz göre göre dağlara ölüme göndermekle hiç bir sorun halledilemez. Günümüzde oluşan bu olumlu atmosferi tersine çevirecek güç Kandil-BDP olursa, bunun sorumluluğu altında boğulmaya mahkumdurlar. Önümüzdeki süreçte sağa sola tehdit savuranlara, 'bu böyle olmazsa süreç kesilir' diyenlere dikkat etmek gerekir. Bunlar, derinin çukurunda olanlardır. Demokrasinin her alanda yaygınlaştırılacağı, özgürlüklerin kazanılacağı tarihin en elverişli evresinde bulunmaktayız. Böylesine elverişli koşulların, bir avuç azınlığın ihtirasları uğruna yokedilmesi karşısında dik durmalıyız. Havadan yaşamayı kendine prensip edinmiş olanlar pusuya yatmış, bu olumlu atmosferi bir an evvel yoketme çabası içinde; 8 Ocak'ta Çukurca'da karakol baskını niçin yapıldı, bu sorgulanmalı. Bir olayın önemli olup olmadığı salt matematiksel hesaplarla yapılamaz. Önümüzdeki günlerde bu ve benzeri ortaya çıkacak çatışmaların, süreci teslim almasına müsaade edilmemeli. Sürece 'ket vuracak olay' olarak değerlendirilen bir başka gelişme, 10 Ocak günü Pariste yaşandı.
SAKİNE CANSIZ VE İKİ ARKADAŞI NEDEN KATLEDİLDİ?
Türkiye'de görsel ve yazılı basının hali sorgulanmalı. Bir olay olduğunda herkes bir masa kuruyor ve en olmadık tartışmalar yapıyor. Bunların ezici bir çoğunluğunu kahvesini yarım bırakıp tartışmaya koşanlar oluşturuyor. Bazıları da, 'geri kalmayayım' düşüncesiyle bir şeyler karalıyor. Sakine'yi 'para kasası', Oslo görüşmelerinde aracı', 'Uluslararası ilişkileri yürüten kişi' ve benzeri daha bir çok görevler yükleyenler çıktı. Yani örgüt içindeki konumu ve iki arkadaşıyla birlikte infaz edilmesi üzerine öyle yorumlar yapıldı ki, hayret etmemek mümkün değil. Sakine Cansız için çok fazla bir şey söylemeyi uygun görmüyorum, çünkü öldürüldü. Söyleyeceklerime yanıt verme olanağı ortadan kaldırıldı. İnfaz edilen bayanların ailelerine başsağlığı dilerim.
Ama infaz olayına açıklıklık getirmem için bazı noktalara değinmek zorundayım. Sakine Cansız, uzun yıllardan bu yana örgüt içinde geri planda tutulan, her yönüyle etkisiz hale getirilmiş biri idi. 91-92'lerden itibaren Öcalan ve tayfasının söylemediği kalmamıştır. Bunları burada yazıya dökemem. Kafasına tabanca tutarak, çoğu zaman da ailesiyle tehdit edilerek onlarca sayfa 'itiraf' yazdırılmıştr. Bilgi sahibi olmak isteyenler, Serwebûn'un 118'ci sayısına bakması yeterlidir. Sakine Cansız'a 'dostlar pazarda görsün' misali görevler verilmiş, mümkün olduğunca pasif kalması için çaba gösterilmiştir. Açıkcası, sürekli gözaltında tutulmuştur. Ama tehlikeli işler sözkonusu olduğunda da önplana itiklenmiştir. Örneğin büyük miktarda para taşıma veya transver işleri sözkonusu olduğunda, çoğu zaman Sakine Cansız kullanılmıştır. PKK'nin topladığı paraların kaynağı zaten başlı başına tartışma konusu. Tehlikeli görev oluşu, bu noktadan kaynaklanmakta. Sakine Cansız, Fidan doğan ve Leyla Söylemez'in bir arada infaz edilerek öldürülmeleri tam bir tesadüftür. Doğrudur, esas hedef Sakine'dir, diğerleri görgü tanığı kalmasın diye öldürülmüşlerdir. Meselenin büyük ihtimalle para olduğu düşünülmektedir. Tetiği çeken veya çekenler PKK'lıdır. Binlerce insanın infazlarla katledildiği bir örgütsel yapıda, para nedeniyle işlenen bu tür cinayetler de yeni değildir. Aslında bunu Kandil-BDP de bilmekte, ama üzerinden siyasal kazanç elde edebilmek için kullanmaktalar. Sürmekte olan Öcalan-MİT görüşmelerinde doğrudan taraf olmak isteyenlerce, fırsata dönüştürme yönünde kullanmaktadır. Öcalan'ın MİT'le görüşmeler yürütüğü bir dönemde, olay yerine birikmiş kitleye devlet aleyhine slogan attırma çok komik kaçıyor.
11.01.2013
BAKİ KARER
ÖCALAN VE 'GİZLİ TANIK'
“Sayın Mumcu’nun yazmak istediği bizimle ilgili bir kitap vardı ve kitabın da ismi; Apo Üzerine’ydi. Sanırım bu kitap çıktı. Fakat doğru çıkmadı. Yarım yamalak çıktı… O kitapla ilgili epey son on yılda yoğun faaliyetleri vardı. Bana göre, O’nun ölümüyle, bu kitap arasında bir ilişki kurulabilir. Kitapta kanımca şunu dile getirmek istiyordu; ‘Apo’yu bizim devletimizin yaklaşımları ortaya çıkardı, besletti, büyüttü.’ Şimdi bunun şöyle doğrudan ilişkisi vardır: Devlet, üç yıl beni Ankara’da kendi özel yöntemleriyle besledi. Artık bu bir yetenek midir, bir yaşam yolu mudur, ne derseniz deyin. Devlet ne dediyse ben evet dedim. Böyle olacaksın dedi, ben öyle olacağım dedim.
Formül şu; bunu rahatlıkla çekeriz. Ben de şunu söyledim; istediğiniz kadar beni çekebilirsiniz. Hem de hiç ihtiyaç duymadan, belki çok çabalayıp, geliştireceği projeleri bizzat istediği gibi kurabileceğini, benim hazır olduğumu, belki de istediğinden(Kont Gerilla, diğer ismiyle Özel Savaş kastediliyor. BN) daha fazla hazır olduğumu gösterdim. Uğur Mumcu’nun dile getirmek istediği olay bu.” (Abdullah Öcalan’ın MED-TV’de PKK’nin 19’cu kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmadan.)
****
Son dönemlerde gazete ve televizyonlarda Abdullah Öcalan'ın Ergenekon davasında gizli tanık olarak ifade verip vermediği yoğunca tartışılmakta. Nihayet bu aşamaya gelinmiş olunması, önemli bir yol ayrımını ifade eder. Aşamadır çünkü Öcalan'ın bağlı olduğu karanlık odaklar arasında bir ayrışma yaşanmaktadır. Ergenekon davasında karar aşamasına yaklaşıldıkça, bu ayrışma daha bir kendini göstermeye başlamıştır. Kimileri demeçleriyle, kimileri de katıldıldıkları televizyon programlarında yaptıkları yorumlarla, Öcalan'ın gerçek durumunu kamufle etmeye çalışmakta. Ama nafile; ne tür çarelere başvururlarsa vursunlar, Öcalan'ı temize çıkartmaya güçleri yetmemekte. Böylesi canhıraş çabalar, Kürt halkına karşı ortak oldukları hıyaneti örtbas etme gayretinden öte bir şey değildir. Onları kahreden de budur. Öcalan, yıllardır karanlık güçlerin emrinde bir nefer olarak görev ifa ettiğini açıkça söylemekte. Yani karanlık güçlerin hazırlayıp uygulamaya koyduğu projeleri uygulamakla görevlendirildiğini yıllar öncesinden itiraf etmiştir.
Gladyo içinde ayrışmanın ilk işaretleri Yalçın Küçük tarafından verilmişti. Küçük'ün Yurt Gazetesi'inde yayınlanan röportajı bir dönüm noktasıdır. CHP'nin bugünkü yönetimiyle iplerin koparılacağı dillendiriliyor. Nedeni ise, CHP'nin Gladyo'nun savunulmasında kurumsal olarak yetersiz kalması gösteriliyor. Bir anlamda doğrudur. CHP, seçmen kitlesi nezdinde zor durumlara düştüğü için kaçak güreşmek zorunda kalıyor. Verdiği destek yeterli olmuyor. Bu, ister istemez, oluşturulmuş olan cephenin bir kanadının çökmesini getirmekte. Bunun içindir ki CHP, kurumsal olarak cepheden dıştalanmakla tehdit ediliyor.
Gladyo'nun hem operasyonel kanadı içinde, hem de sivil akıl hocaları veya stratejistler takımı arasında bir ayrışma yaşanmakta. Öcala'nın daha uçaktayken sevinçten dile getirdiklerini anımsarsak, ayrışmanın hangi temelde olduğunu da kavrarız. Musul-Kerkük'cü kanatla Misak-ı Milli ile yetinilmesini savunan kanat arasında ciddi çelişkiler yaşanmakta. Ama her iki kanadın ortak olduğu tek nokta, Kürdü bitirmedir. Öcalan, Türkiye'nin bugünkü sınırlarını Musul ve Kerkük'ü, hatta Halep'i de içine alacak biçimde genişletilmesini savunanlardandır. Yani Yalçın Küçük'ün deyimiyle, 'Musul'un Barzaniden temizlenmesi'ni temel alan eğilimin yanında yer alandır.12 Eylül Faşist cuntası tarafından uzun vadeli hedefler için Kandil'e yerleştirilmesi boşuna değildir. Öcalan'ın yüzer-gezer yatta misafir edilmeye başlandığında, Misak-ı Milli ile yetinilmemesi gerektiği yönünde savunma yapması ve demeçler vermesi, hangi projenin ürünü olduğunu açığa çıkarır. Bu anlamda Öcalan'ın, Özel Savaş'ın operasyonal kanadının adamı olduğu unutulmamalıdır. Aclık grevleri ve bir dizi eylemlerle, neredeyse unutulmaya yüztutmuş Öcalan'ın yeniden önplana çıkarılmak istenmesinin bir nedeni de, Gladyo'nun operasyonel kanadının tek el altında toplanmak istenmesindendir. Yani neredeyse 25-30 sayfa tutan konuşmalarını 'kamuoyuna' aktaracak 'zeki avukatlar'a kavuşmanın gayreti yürütülmekte.
Öcalan için 'gizli tanık' söylentilerinde gerçeklik payı var mı? Projelerini hiç çekinmeden bu derece açıktan dile getirmiş biri, neden gizlenmeye ihtiyaç duydu acaba? Ergenekon içinde bahsettiğim ikinci kanatla çelişkileri yeni başlamadı, 'her iki taraf da beni kullanıyor' veya 'çekiliyorum' yönlü demeçler vermeye başladığı günden bu yana, aralarında ciddi çelişkiler başladı. Şimdi bu çelişkiler ayrışma noktasına gelmiş bulunmaktadır. Nisan ayından bu yana geliştirilen provakasyonlara büyük umutlar bağlanmıştı. Alınan darbeler sonucu, en önemlisi de halkın sessiz ama derinden aldığı tavır, gelecek için de ümitkâr olmalarının önünü aldı. Halk, Gladyo'ya yönelik operasyonlarla birlikte, nefes alma kanallarının açıldığını fark etti. Açıkcası, cıscıbıldak meydanda kaldılar. Gelinen noktada, aralarındaki çelişkileri saklayamaz oldular.
Özellikle Balyoz davasında verilen cezalar, Öcalan'ı ve dahil olduğu kanadı epeyce ürkütmüş durumda. Ayrıca hükümetin üzerinde sıkı denetim kurmaya başlamasından bu yana 'stratejiler' geliştiremez olmuştur. Çünkü akıl hocalarına danışmadan bağımsız hareket edememekte. Şu anda dikte edilenleri kabullenmek zorundadır. 'Federasyon','demokratik ulus','ekolojik ulus', 'demokratik özerklik...'v.b uzayıp giden, daha doğrusu, saymakla bitmeyen 'çözüm' biçimlerini dikkate aldığımızda, akıl hocalarıyla birlikte hareket edemediği dönemde 'yeni üretim' yapmakta zorluklar içine düştüğünü görebiliriz.
Gelinen bu günkü aşamada, ister sosyalist, ister demokrat, ister liberal olsun, Öcalan'ın ofis-boy'luktan itibaren Kürtkıranlık için yetiştirilmediğini hiç kimse iddia edemez. Evet, açıkça kabul edildiği üzere, Kürd halkını yıkıma uğratmak için geliştirilen bir dizi projelerin ugulayıcıdır. Kürt halkı, tarihinin hiç bir döneminde bu günkü kadar içten bir hainlikle bu derece kırıma uğratılmamıştır. Bugün Kandil ağalarının ve sivil görünümlü uzantılarının hedefinde Kürt halkını her yönüyle bitirme vardır. Bu nedenle, son günlerde İstanbul ve Ankara kulislerinde anlatılan 'gizli tanık' hikayeleri tartışılmalı. Birden bire, hemen hemen hiç kimsenin beklemediği bir biçimde Şemdin Sakık'ın 'gizli tanık'olarak ifade vermesinin deşifre edilmesi, bir başka tanıklığın örtbas edilmesi için olmasın? Sakık ismi etrafında büyük bir gürültü koparılarak, Öcalan'ın veya akıl hocalarından birinin tanıklığı mı örtülenmek istendi? Şemdin Sakık'ın mahkemede ne söylediği önemli değil, önemli olan perde arkasında yürütülen bir operasyunun örtülenmek istenmesidir. Yapılan operasyon bir hayra delalet midir, orasını bilmiyoruz. Silivri'de Mahkeme karar aşamasına yaklaştıkça, Gladyo içinde ayrışma, bölünme de o kadar hızlanmakta. Hangi tarafın ağır basacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Yaşanan böylesi gelişmeleri, Öcalan'ın yeniden açık artırmaya çıkartılması olarak da tanımlayabiliriz.
APOCULUĞUN KÜRTKIRANLIĞI
Kandil ve bilinen merkezlerce atanmışların dışında aklı selim düşünen hiç kimse, Apoculuğun gördüğü işlevin Kürtkıranlık olduğunu yadsımamaktadır. Apoculuğun Kandil'e yerleştirilmesi, faşist 12 Eylül baskılarının Kürt halkı üzerinde sürekli kılınması içindir. 12 Eylülden günümüze dek Kürt halkının yaşadıklarını gözönünde bulundurma, bunun için yeterlidir.
Son otuz yıldır bir paradikma oluşturulma çabası verilmekte. Oluşturulmak istenen paradikma, 'ölü seviciliği'dir. Bir başka biçimde ifade edecek olursak, 'kefen seviciliği'dir. Apoculuğun ölen herkesi 'kahraman', 'yüce' v.b. tanımlamalarla göklere çıkarması boşuna değildir. Apocu mantığa göre yaşayan hiçbir insanın değeri yoktur. Hatta canlı hiç bir varlığın değeri yoktur. Hemen hemen tüm kitap ve makaleleri, 'şehit olmuş büyük kahraman...' diye başlarlar, 'yaşayan hainler...' diye son bulur. Oysa bahsettikleri her yüceliğin, ya da ölü methiyelerinin altında bir cücelik, bir korku vardır. Aynı pradikmayı Türkçülük akımında da görebiliriz. Büstleştirilmiş Kemalist anlayış da irdelendiğinde varılacak sonuç aynıdır. Yani Apoculuk, Kemalist madalyonun diğer yüzüdür. Kurulan ittifaklar, dayanışmalar, hatta 'heykel dikeceğiz' çığrışları boşuna değildir. Daha gerilere gidecek olursak; Apoculuk, 'hürriyet için dağa çıkan Enver' le 'bize dokunan yanar', ya da 'bitireni bitirirler' ittifakıdır. Ne ithal malı,ne de çekirdekten yetişme 'Enver'ler' de şimdilik bir sıkıntı olmadığını söyleyebiliriz.
Yirmi, yirmibeş yıl öncesine gitmeye gerek yok. Bu yılın Yaz ve Sonbahar aylarında PKK'nın eylem biçimlerine bakıldığında, Öcalan aracılığıyla uygulamaya koyulan projelerde halen ısrarlı olunduğu görülecektir. Eyelemler bir yönüyle de PKK-BDP dışındaki Kürt örgütlenmelerine bir meydan okumaydı; 'alan bana ait, başka hiç kimse bu alana giremez' düşüncesini pekiştirmeye yönelikti. Bu nedenle iş makinaları yakıldı, parçalandı, Anaokullarına bombalar atıldı, bir yaşındaki çocuklar bile katledildi. Toplumda korku, panik estirilerek, farklı siyasal güçlerin örgütlenmeleri engellenmek istendi. Esnafa zorla kepenk kapattırma, yine esnaftan haraç toplama, hakim oldukları belediyelerde esnafa kesilen para cezaları v.b uygulamalarla toplumda farklı düşüncelerin önü alınmak istendi. Tüm bunlara parelel olarak, farklı düşünce ve örgütlenmelerin önderleri ve aydınlar ölümle tehdit edildi. Şimdi, 'bize dokunan yanar' söylemiyle ne istendiği daha iyi anlaşılıyor. Bombalanan çocuklar ve hamile kadınlar, yine kurşuna dizilen kadınlardan hareketle ne kadar acımasız olabileceklerini vurguluyorlar. Ama unutmayalaım ki, halka yöneltilmiş her şiddetin, kanlı gösterinin arka planında bir korkaklık ve de küçülmüş beyinler vardır.
Bugün Kandil-BDP, Kürt halkının nefes borularını kapatmakta, halkın çıkarlarını dile getireceği her kanalı kapayan tıpa görevi görmektedir. Hizaya dizilmiş tek tip toplum yaratma çabası yürütenlerin kimler olduğunu tekrar tartışmanın bir anlamı yoktur. Er veya geç bu badireler atlatılacak ve Kürt halkı, oluşturduğu kendi gündemi doğrultusunda en akılcı çözümlerini bulacaktır.
02.12.2012
BAKİ KARER
Dostları ilə paylaş: |