YASAK SINIRLAR
Dirseğim tahta çerçeveleri aşınmış pencerenin kenarında ince çıkıntının verdiği yanma hissini umursamazcasına kolumu taşımaya direniyordu. Gün mavisi yerini kızıl günbatımıyla takas etmeye başlamıştı, ürkek ürkek aşağı çekiliyordu, bir nevi nöbet değişimiydi.
Aydınlığın efendisi Güneş kadim dostuna koltuğunu bırakıyordu; vedası geçiciydi, fakat görkemliydi. Bir bozkır tarlasında çalışan ırgat çingene kadınının saçındaki kırmızı gül gibiydi; kendi renginden vazgeçemiyor ama etkilenmeden de edemiyordu. Solacaktı gitgide...
Âdemoğlunun dünü de, bugünü de aynı teraneden ibarettir, aksine inanmayın, gülün geçin! Limandan bir gemi kalkar, elbet gideceği yer de yine bir limandır, belki de yolda batar! İnsan da gemiye benzer, gemiler, yolculuğu sona erdiğinde bir limana demirler. İnsan da başka bir insana demirini atar. Her geminin kendine has limanı, tayfası vardır. Âdemoğlunun da öyle.
Ne zaman ki o liman kapatır rıhtımını gemiye, tek yol fırtınalı denizlerdir. Yelkenler direnir mermi gibi ardı ardına gelen yağmur tanelerine, dümen şaşmaz rotadan, tayfa vazgeçmez fırtınadan. Ucunda ölüm de olabilir. Bir insan da aynı vaziyete düştüğünde seçtiği yol bundan farksızdır.
Kalbine giden iskeleyi kaldıran limanın kâhyalarını da, bekçilerini de yakar, yine ucunda ölüm olur çoğu kez. En zoru da şüphesiz limanın sahibiyle yüzleşmektir insan için, ucunda telef olunur, harcanılır. Elde değildir.
Doktor içeri girmek için telesekreterden ofisimdeki telefona bağlanmış, izin istiyordu. Zamanlamaları olağanüstüydü bu doktorun. Onayımdan on dakika sonra içeride belirdi.Her şeyi hiçe saysam iş görür iki ayağa sahip olan herkes o mesafeden buraya iki dakikada gelebilirdi. Dostumun dahi yanıma yaklaşması iki dakika almamalı! Bre Adam, ben sıradan biri miyim?! Sayısız güvenlik sınaması var daracık koridorda.[güvenlik notu, Battalgazi]Dersine iyi çalışan fakat biraz çılgın bir yabancı kornea algılayıcısından yırtabilir, yalan makinasını sollayabilir, hatta kapıdaki GBM robotundan kendine çay söyleyebilir, Ama yetenek sensörüne geldiğinde ne olduğunu bile anlayamadan o buz oku döner dolaşır k.çına giriverir! Korkak değilim, tam tersine onlar için konuşuyorum. Benimle karşılaşsalar daha mı iyiydi? Doktor içeri geldiğinde masada oyun sonrası arta kalan aykırı iskambil kâğıtları gibi saçılmış kâğıtları kolumla iteleyiverdim. Bu adam yeni proje, silah milah sanmasın diye! Gramofonda Chopin'in C Minörü dönüyordu, oldukça narin olan tınıları doktor gelişiyle örtbas etmiş, hayliyle biraz kafamı bozmuştu. Dedim ya, zamanlaması iyiydi!
Çocukların deney sonuçlarını getirmişti. Başarıyı belgeleri bana bizzat vermek istediğini söyleyince hissettim. Yeni oyuncak yoldaydı. Doktorun omzuna takdir edercesine iki el çarptırdım, takdirini aldıktan sonra ofisten ayrıldı. Utangaç güneş yavaş da olsa tamamen kaybolmuştu gökyüzü sahnesinden. Çelimsiz iğneyi plağın üzerine tekrar oturttum ve masa başına geçtim.
Neden böyle bir adam olduğumu ömrüm boyunca sorgulamadım. Bazı şeylere cevap aramak niyetinde olsam muhabir falan olurdum herhalde Teşkilat Gazetesi'nde. Görüyor musun, yine şu sefillerin adını aldım ağzıma. Yıllar boyu karşıma çıktılar, onları aramama zahmet vermediler, gelip paşa paşa kestirdiler kendilerini. Hala da öyle keratalar. Ders almak onlara göre değil. Son nesil üyeleri hele, afacan veletler gibiler. Yasak sınırlar nedir bilmiyorlar. Çobansız sürü misali her gün beşer onar geberiyorlar eski kız lisesinin önünde. Oyuna gelmeye o kadar alıştılar ki eskisi gibi Tahtakale sokaklarında nefret dolu sloganlar atılmıyor bana karşı. Yeni Camii hoparlörleri bana eskisi gibi salyalarını akıta akıta kin kusmuyor. Gemim açılmış bir kere, alesta tramola çoktan duyulmuş, toplar dolu, demirleyecek liman da yok geride, o zaman ardımıza bakmak da yok. Hayır, psikotik değilim. Sadece biraz kin dolu aldatılmış bir ihtiyarım. Elim de eh biraz silah tutar!
Bilgisayar sanki aklı iradesi varmışçasına ben yazıp derinlere indikçe tepki verir gibi sesler çıkarıyordu. Memleketteki en iyi icatlar, makinalar yıllardır bana çalışır, onlar dahi bozuk atıyorsa ben kime güveneceğim? Yarı felçli Stuart'a mı? Meranların teknolojisine duyduğum hayranlığın haksız olmadığını bir kez daha ispatlamış oldum. Zar zor kaydedebildim yazdıklarımı. Elli beş senelik gramofon sırıtıyordu karşıdan, eski topraktı, değerini iyi bilirim. Bir onu almadı soysuzlar benden. Akşam olmuş, hava soğumuştu. Telefon çaldı, sekreter iştahla yarım düzine mendeburun daha ele geçirildiğini, robotlara mı atmalarını yoksa deneylere yem mi etmelerini istediğimi soruyordu. İki fikir de kulağa hoş geliyordu doğrusu.[güvenlik notu, Battalgazi]Adamları yarı yarıya paylaşmalarını söyledim. Külüstür daktilomu da tez elden getirmelerini emrettim. Moron bilgisayar bugünlük vardiyasını doldurmuştu. Çok geçmeden tuşları paslı daktilom masamdaydı. Robotlara verilen Teşkilat sünepelerinin cesetlerinin fotoğrafları da yanına iliştirilmişti.
Tek dertleri kaossuz, yaratıksız bir İstanbul'muş. Benim derdim de bir taneydi. Tek limanım. Gül yüzlü Gülsüm’üm. Bir zamanlar sıkıntısız, tasasız bir adamdım, ucube kovaladığım zamanlar işte. Bir avuç eşşoğlueşşek mahlûkat ev basmış, masumları rehin almıştı. Asalar kılıfından çıktı, gittim ziyarete yanımda Agâh, diğer yanımda Mansur'la. Orda tanıdım Gülsüm'ü. Dudakları ürkek, gözleri ormandı boynuna bıçak dayayan cini gebertip onu ayağa kaldırmak için elimi uzattığımda. Tahtakale’de terziydi. Zar zor geçiniyordu kimsesiz. Teşkilat ‘a alınmasına vesile oldum, daha da sık görüşür olduk.
Ucubeler sık sık üniformalarımızı parçalar, ben parfüm sıkıp Terzi Gülsüm'e gönderirdim. Gözüne kestirdiği ufak ceplere iliştirirdi mektupları. Gizliliğimiz sıkıydı. Başkanın sağ kolu terziyle kıvırtıyor dedirtmeyecektik. Haftalar ayları kovaladı, bir zamanlar müthiş haz duyduğum ucube avı artık çelik çomak gibi gelmeye başlamıştı, giderek sıkılır bir haldeydim. Kuklacı'yla da sıkı fıkı olmaya başlamıştım, bana eşsiz deneylerinden, akıl almaz planlarından ufak ufak bahseder olmuştu.
Yağmur bastırdı, cepheyi yaran makinalı tüfek atışı gibi atlıyordu yağmur damlaları toprağa, müziğin sesini duyamaz oldum cama çarpan tanelerden. Saat de epey ilerlemiş, bugünlük yeteri kadar çalıştın ihtiyar, yatma vakti. Latex geceliğim tam karşımda asılı duruyor, bana bakıyordu. Bedenime değmesi çok sürmedi. Asamı özel kilitli kasasına yerleştirdim, yastığımın altındaki revolveri yokladıktan sonra yorganı örttüm üzerime. Yatağa geçişimin ardından içerideki hayat durmuş, sesler kesilmiş ve tamamen yağmurun büyüleyici akustiğine yerini vermişti. Uyu bakalım uyuyabilirsen, ihtiyar.
Toplantı salonundayız, ağır ağabeyler yerlerini almış, önlerinde birtakım evraklar, fotoğraflar. Tahtada Kuklacı tarafından yazılan okunması güç istatistiki veriler. Mahlûkların türeyiş noktaları, yeni saldırı planları, gelirler, giderler, halka karşı izlenen politika vesaire vesaire. Kuklacı'dan sonra belki en çok benim çenem çalışırdı bu toplantılarda, hâlbuki şimdi öyle mi! Umurumda mı sokakları millete dar edenler, bodur iğrenç cinler, kurtadamlar, asi Zincirciler? Gülsüm aklımı başımdan almış, beni sadece kendisine odaklamıştı. Yüzbaşı Gaffar'ın yüz kişiye değil bir düzine adama dahi hükmedecek şevki kalmamıştı. Bir buçuk yıl geçti tanışmamızın ardından, ben gitgide mücadeleden soğuyordum. Yegâne emelim bir yolunu bulup Gülsüm'e sahip olmaktı. Teşkilat işleri son aylarda b.ka sarmış, isyanların önü kesilemez olmuştu. Kalınlar rezillik siyasetini seçmiş, ağabeylere söz geçiremeyen Kuklacı sırra kadem basmıştı. Gidişinin ardından başsız sürü gibi teker teker dağıldı Teşkilat. Kuklacı'yı mumla aradılar, gidişinin herkes zarar olduğunu düşünüyordu. Fakat faydası vardı vedasının, bir kişiye!
Yaşam Merkezi Meydanı'nda çıraklıktan kalfalığa yükselen Beyaz Büyücü'lerin rütbe törenine katılacaktım sabah. Bu çocuklar yıllardır benimle aynı kafayı paylaşır diyebilirim, hepsi sadıktır, Eminönü köpeklerine gerçek acının ne olduğunu göstermeyi iyi bilirler ve severler. Beni saygı ve coşkuyla selamladılar. Asalarını üçer defa yere vurduklarında çıkan sesi GBM-71 görse deprem yapmaktan vazgeçerdi.
İşte benim kaos ordum, ne hoş, hepsi birbirinden acımasız! Sadece kaba kuvvetten ibaret değiliz tabiiki. Evvela bilime de çok önem veririz, Genç Bilgililerimiz varlığımızdan beri temelimizi emin ellerle kazarlar, hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir! Cehalet düşmanımız, saygısızlar hasmımız, ihanet edenler öğle yemeğimizdir! Çemberlitaş'ın önüne kadar ip gibi dizilen yüzlerce Taarruz Aygıtı'nın selamıyla yürüyüşe geçen taze kalfalar sloganlarını da iyi öğrenmişlerdi.
“Barış istiyorsan, savaşa hazırlan!” nidaları Mısır Çarşısı'ndan bile duyulabilirdi.
Var olduğundan bu yana en ağır darbesini aldı Teşkilat. Öyle bir isyan çıktı ki
en metanetlilerimiz, kudretlilerimiz bile başını dik tutamıyordu. Kaçacak yer arıyorlardı. İki yıl önce yaşasaydım tüm bunları, ben de aynı durumda olurdum herhalde. Yüzlerce Jandarma firar etti, Zincircilere katıldılar. Nihai çözüm belliydi; hain çetecilerin kalbine indirilecek demir hançer işi kökünden çözecek, sıkıntılar son bulacaktı. Haftalar süren hazırlıklar tamamlandı, istihbaratlar birleştirildi, şafak vakti yüz umutsuz Jandarma ile birlikte mağaralarının önündeydik. Tek çıkışı olan bu çorak yerde onları tuzla buz etmemiz gerekirken kendi yolumuz üzerinden gelen bir kuvvet bizi doğduğumuza pişman etti. Seksen Jandarma orada öldü, ben zor kurtardım canımı, bir iki Kuklacı numarası öğrenmiş olmam işime yaramıştı. Perişan bir halde döndük komuta merkezine. Kırmızı alarm verildi, acilen yetkililer toplantı salonuna anons ediliyordu. İçimizde bir hain vardı, tartışıldı, yumruklar masaları dövdü ve kalem kırıldı. Hain Gülsüm'dü. Beynimden vurulmuşa döndüm, yapamazdı, yapmazdı! Bu beceriksiz adamlar kendilerini suçlamak yerine bir garibanın fişini çekmişti. Kendime hakim olamadım, kin kustum hepsine, sonra da zindanı boyladım. Gülsüm Teşkilat Mahkemesi tarafından yargılanacaktı iki gün sonra. Benim için nöbet tutan gardiyan benim ekibimdendi, gözlerime bakmaya korkuyor, ama emri yerine getirmez ise de ne olacağını biliyordu. Karlı bir Ocak sabahı gardiyan yanıma geldi, titreyen elleriyle demir parmaklıkları zar zor kavrayarak bana yaklaştı “Komutanım, Terzi Gülsüm'ü öldürdüler.” dedi. Masumiyetin bitişi işte tam burasıydı.
Neredeyse yarım asırdır bu pislikleri doğruyoruz, aç köpeklere armağan ediyoruz, fakat nerde akıl bu adamlarda? Kendimi tutmama da izin vermiyorlar, yasak sınırlar nedir anlamıyorlar. Gebermek için yanıp tutuşuyor zavallılar. Şaka gibi, öyle değil mi? Fitilimi ilk ateşlediklerinde kırk sene önceydi, kaos elbette olacaktı. En vahşetli biçimde oldu da. Ama artık köşeme çekilmek istiyorum, binbir uğraşla yarattığım bu özel yerin masum insanlara mutluluk vermesini bekliyorum, gel gör ki bu Eminönü seyyarları huzur bozmaktan vazgeçmiyorlar. Rütbe töreninin ardından gittim Doktor Recai'nin laboratuvarına. Stuart purosunu yakmış, dublörlere buz oku deniyordu. Doktor saygıyla beni karşıladı, geçen gün bahsettiği projenin sona erdiğini, her şeyin hazır olduğunu ve beni beklediklerini söyledi. Yüzlerce elektronik, kimyasal aletin bulunduğu koridordan hızlı adımlarla ilerleyerek büyük odaya geçtik. GBM-X hazırdı. Ben gelene kadar sağolsun çocuklar şarj etmişler. Doktorun panel üzerinden yaptığı birkaç ayarlama sonrası korkunç sesler eşliğinde şahlandı koca oğlan. Siftahını en son yakalanan Teşkilat mendeburlarına karşı yapacaktı. Koordinatları yüklediler ve robot ilerlemeye başladı. Otuz metre karşıda bağlı duran adamları iki saniyede paramparça etti, havada uçuşan kol ve bacaklar gördük.
Gülsüm'ün infazının üzerinden bir gün sonra beni saldılar, ikinci hataları da buydu. Kuklacı beni severdi, bir tek beni alırdı yanına. Yıllar boyu ondan birçok şey öğrendim. Beyaz Büyücülerin atasından en nefret dolu yetenekleri miras almıştım. En güvendiğim elli askerim ve on beş teknisyenimle birlikte geçmişi tamamen silecek, ortadan kaldıracak harekata giriştim. Gözüm intikamdan başka hiçbir şey görmüyordu. Kuklacı'nın büyüleri jandarmaları un ufak ediyor, birer birer can veriyorlardı. Bina önündeki tampon bölgeyi yarıp içeri girdiğimizde ağabeylerin korkudan Yeraltı'na kaçtığını gördük. Tasımızı tarağımızı toplayıp çekip gittik buralardan, ilk önce Beyoğlu diyorduk, sonra Karaköy, kısmet Çemberlitaş'aymış. Bu bölgeyi tamamen yaratıklardan arındırdık, Yaşam Merkezi'nin temelleri atıldı, eski kız lisesinin önünden Kubbe'ye kadar inşaat başladı.
Yüzlerce insan akın ediyordu buraya, hiçbirine sırt çevirmedim, gelen herkes Eminönü'ndekinden çok daha mutlu oldu burada. Aynı zamanda amacıma hizmet ettiler, bana sadık askerler, bilim adamları yetiştirdiler. Toprağımı kazdılar, demirimi işlediler. Teşkilat toparlanmaya başlamıştı aldığım duyumlar sonrasında öğrendim. İsyanımızın üzerinden uzun süre geçmiş yıllar sonra ilk Teşkilat pislikleri ilk defa ayak basmaya kalkmışlardı buraya, o ayaklar tek tek kesildi. Eminönü fakirleşiyor, Çemberlitaş refaha doymuyordu. Refah imparatorluğunun ünü her geçen gün artıyordu, bırak Teşkilat'ı, Zincirci moronlar, bodur cinler dahi buradan faydalanmak istemişlerdi. Onları da defettik birer birer, ama Teşkilatçıların hiçbirine tolerans gösterilmedi. En ağır işkencelerle can verdi esir düşenler, Gülsüm'ün intikamını her birinden tek tek aldım, almaya da devam ediyorum. Elim silah tutalı, kendimi bildim bileli amaçlarına hizmet ettim, karşılığı bu olmamalıydı.
GBM-X bir yaşına bastığında elimdeki asadan daha fazla adam öldürmüştü.
Onu sadece Teşkilat mendeburları için tasarlatmıştım, benimle aynı nefreti paylaşıyordu. Ha ben öldürmüşüm, ha o. Pek farkımız yoktu. Neredeyse seksenimi geçeceğim, artık işleri emanet edebileceğim sıkı biri olmalı diye düşünüp bu hamleyi yaptım. İnsanlara çok güvenilmiyor. Biliyorsun Semiha'cığım, güvendim ve sonunda buradayım. İnsanlara olan güvenin hiç olup gidiyor ama bazı insanların kendine olan güveni bitmek bilmiyor! Dışarıdan yine büyü sesleri geliyordu, mahlûklara karşı büyü kullanılmaz, sadece Teşkilat sürüngenlerine karşı silah olarak kullanılırdı. Belli, yine göndermişler bir avuç zavallıyı, telef olsunlar diye!
Başlarındakiler onları düşünmüyorsa ben neden düşüneyim? Hadi Semiha, meşhur kahvenden içeyim yap da.
****** Yarım saat sonra
Telefon çaldı, telesekreter Doktor Recai'nin içeri girmeyi talep ettiğini, acil notu düştüğünü söylüyordu. Herkes bilir, Semiha ile Kubbe'de baş başa otururken kimse rahatsız etmez beni. Neyse, içeri gelmesini söyledim. Elinde koca iki çanta, belinde tabancayla içeri giren Doktor Recai telaşla “ Efendim, acilen gitmemiz gerekiyor, Yasak Sınırlar aşıldı” dedi. Kaç kişilik bir kuvvet olduklarını ve nasıl bu kadar zorlayabildiklerini sinirle sordum. Semiha çoktan asasını kapıp uzamıştı. Recai ile tartışırken on dakika sonra telesekreter’den Semiha'nın öldürüldüğü haberini aldım. Buraya göç ederken beni yalnız bırakmayan kadim dostum Selami Kelaynak'ın kızıydı. Ona bakacağıma dair söz vermiştim. Bir kez daha sözümü tutamamıştım, Gülsüm'ü koruyacağıma dair ona yemin ettim, ipten almak için elimden hiçbir şey gelmemişti. Şimdi de Semiha!
- Recai, GBM-X biz tahliye olana kadar zaman kazandırabilir mi?
- Maalesef Gaffar Bey, GBM-X etkisiz hale getirildi. Laboratuvarı yaktık, yirmi kişilik mobilize bir ekiple Üsküdar'a kaçacağız.
-Önce Gülsüm'ün mezarına gidelim.
-Nasıl olur efendim, kendisinin kabri çoktan Teşkilatçıların eline geçti, bu ölüm demek!
-Merak etme Recai, burdan tek bir çıkış yolu var, o da benim istediğim şekilde!..
10 Ekim 2012
Çemberlitaş Yaşam Merkezi
Gaffar'ın Ofisi
GB-Anı Kaydedici
Dostları ilə paylaş: |