Vasiyet-i Pir sultan
Bir kalem dikin gömütümün başına,
Dilimin yellerini estirsin,sevgi sevgi dörtyana.
Bir kılıç dikin gömüt taşıma,
Namusu,erdemi,insanımı anlatsın,
Türkmen oymaklarına.
Bir yumruk kaldırın gökyüzüne,
Devrimi,yaşamı,Anadolu’yu anlatsın,
göstersin insanıma.
Bir çınar dikin başucuma,
Sevdiğim insanımı söyletsin,
Rüzgarlarla ninnileşen yapraklarına.
ŞEYH BEDRETTİN
Araştırmacıların verdikleri bilgilere göre Şeyh Bedrettin, Yunanistan toprakları içerisinde bulunan Dimetoka yakınlarında bulunan Samona’da dünyaya geldi. Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat’ın yeğeni İsrail’in oğludur. İsrail Simavna kadısı olarak görev yaptığından oğlunun temel eğitimini bizzat kendisi vermiştir. 1359 tarihinde doğan Şeyh Bedreddin’in ölümü tarihlerde 1420 olarak yazılmaktadır. Bu bir vefat değil idam edilmedir.
Doğduğu bölge olan Edirne’nin sayılır Mollalarından Molla Yusuf’tan ders aldıktan sonra oldukça geniş bir eğitim çizgisi vardır. İlahiyat eğitiminin yanı sıra hatırı sayılır hocalardan Felsefe ve Mantık dersleri almıştır. Mübarek Şah Mantıkînin öğrenciliğini de yapmıştır.
Kudüs,Mekke,Medine,Mısırda gezerek bilgisini artırdı ve İran’a geçerek çok önemli tartışmalara katıldı. Bütün bunlar Bedreddin’i iyice pişiriyor ve olgunlaştırıyordu. Mısırda Hüseyin Ahlati’den çok etkilenmiş olmalı ki o kadar dolaşmasına rağmen tekrar Mısır’a dönerek Hüseyin Ahlati’nin halifesi olmuştur. Bir süre sonra Ahlati ölünce onun yerine Şeyh olmuştur.
Mısırda fazla kalamayan Şeyh Bedreddin tekrar Edirne’ye döndü ancak Mısır dönüşü Anadolu’da batı Akdeniz ve Eğe bölgesini gezerek bu bölgede bulunan Alevilerle yakın temasta bulundu. İzmir, Aydın,Manisa bölgesindeki Alevilerle olan bu yakın ilgi aldığı diğer eğitimlerle birleşince kafasında oldukça farklı hesaplar yapmasına neden oldu.
Ünü bir anda bölgeye yayılan Şeyh Bedreddin, Musa Çelebi tarafından 1411 yılında Kazaskerliğe getirildi. 1413 yılında Musa Çelebinin hükümranlığı kardeşi I. Mehmet tarafından yıkılınca bu görevden uzaklaştırıldı.
Dönemin aydın, demokrat,bilimsel bir yorumcusuydu. Şeriat kurallarına pek itibar etmediği için Cini,peri konusunda açıkça düşüncelerini anlatmaya başladı. Cennet ve Cehennem konularında sözlerini tamamen ekonomiye ve günlük siyasete bağlıyordu.
Bundan rahatsızlık duyanlar oldukça fazlaydı ama aldığı eğitim ve medeni cesareti ile çıkışları karşısında fazla bir şey diyemiyorlardı. Düzene ve sömürüye fazla tahammül edemeyen Şeyh çemberi genişleterek gerçek düşüncesi olan; Yönetimin değişmesi,Dünya nimetlerinin insanlar arasında ortaklaşa kullanılması,
Aile yapısındaki erkeğin hakimiyetinin yanlışlığı, Bozuk düzenin ezilenler lehine düzeltilmesi mücadelesini halka anlatarak taraftar toplamaktır. Düşüncelerini halka anlatırken verdiği mesaj şuydu;
“Tanrının tüm nimetleri insanlar içindir. Toprağın tek sahibi Tanrıdır. Öyleyse Tanrının yarattığı en yüce varlık toprağı kullanım hakkına sahiptir. Rumeli’de bol bol görülen malikane sahipleri aracılığıyla insanı bu nimetten yoksun bırakmak kimin haddinedir. Mülkiyet hakkı,insanlar ve toplumlar arasındaki düzenin devamını sağladığı sürece saygıdeğer bir haktır.”(Necdet Yurdakul,Bütün yönleriyle Şeyh Bedreddin,s;229)
Bu düşüncelerle Şeyh Bedreddin,Alevi olmadığı halde düzenin karşısında ezilen Alevi kökenli köylülerle daha fazla yakınlık kurmaya ve onların bu sıkıntılarına ortak olmaya başladı.
Gelişmeler bir anda hız kazandı ve Börklüce Mustafa Aydın ve civarında ayaklanmaları başlattı. Bunu hemen yakınlarında olan Torlak Kemal Manisa’da farklı bir yöntemle destekleyerek ayaklanmaları başlattı. Hızla gelişen bu olaylar karşısında acil tedbirler almaya başlayan Osmanlı yönetimi bu ayaklanmaların önlenebilmesinin tek yolu Şeyh Bedreddini ortadan kaldırmaktı.
Mehmet Çelebi’nin kardeşi Musa Çelebiden dolayı var olan husumetinden dolayı güçlü bir ordu ile Şeyh Bedreddin’ in Deliorman bölgesinde yakalanmasını sağladı.
Bazı kaynaklar Heratlı Mevlana Haydar’ın fetvasıyla derken bazı kaynaklar ise şehzadelerin hocası Fahreddin tarafından verilen Fetvaya göre idam edildiğini yazmaktadırlar. Bu idam daha ziyade Osmanlıya karşı ayaklanan Alevilerle Türkmenler ve Köylülere bir gözdağı şeklindeydi.
Şeyh Bedreddin Alevi olmamasına rağmen Alevilerce tamamen sahiplenilmiş hatta onu Mehdi olarak görmüşlerdi, çünkü o bir kurtarıcı gibi gelmişti ve gerçekten de halkın gerçek sorunlarını oldukça yakından takip ediyor ve birlikte yaşamaya başlamıştı.
ŞAH KULU
Antalya’nın Korkuteli ilçesinin Yalımlı köyünde yaşayan Şahkulu, Şah İsmail yada babası Şah Haydar adına hareket ettiği ve çalıştığı iddia edilen Şah Kulunun babası Hasan Halife Şah İsmail’in babası Şah Haydara giderek ona destek olacağına dair söz vermiş ve bulunduğu bölgede çalışmaktaydı ve sürekli bağımsız hareketleri ile dikkatleri üzerine çekmekte idi. Bu hareketi zamanla taraf bulmaya devam etti hatta bir zaman gelecek Osmanlı Sultanlığını ele geçirecek biri olacağına inananlar çoğalmaya başladı II.Sultan Beyazit’in oğlu Şehzade Korkut denetiminde bulunan Burdur ve Antalya bölgesinde büyük taraf topladı.
Şehzadeyi çok perişan etti hatta ordusunu bile dağıttı,Karagöz Ahmet Paşa ordusunu da aynı akibete uğratan Şah Kulu Kütahya bölgesini de eline geçirdi. Büyük özelliklerinden birisi de elde ettiği topraklardaki yöneticilerin tamamına yakını kendisine yakın insanlardan oluşmuştu. Buna büyük önem vermişti,bu yüzden de yirmi bin kişilik güçlü ve inançlı bir orduya sahipti.
Şah Kulu hareketinin büyümesi karşı tarafı oldukça rahatsız etti. Sivas bölgesi genel Valisi Şehzade Ahmet,bir anda yakaladığı üç binin üzerindeki Alevileri yok etti. Konya bölgesinden Bursa’ya doğru ilerlerken Konya kuşatmaları başına bela olacağa benzemeye başladı,çünkü bütün şehzadeler güçlerini buraya toplamaya başladılar.
Her tarafta şiddetli direnmeler devam ederken Sivas Gedikhanı bölgesinde Şah Kulunun (1511)ölmüş olması askerin moralini iyice bozdu ve kısa sürede dağılmaya başladı.
Bazı kaynaklar bu dağılma sırasında bazı güçlerin İran’a giderek Şah İsmail’e sığındıklarını söylemektedirler ama gücün büyük kısmı Bursa Bölgesine doğru hareket ettiği daha çok yazılıp çizilmektedir.
Bir anda böyle bir gücün dağılması,Şah Kulu’nu destekleyenlerin büyük bölümünün Alevi Türkmenlerden oluşması başa geçen Şehzade Selim tarafından Alevi kırımı başlatılması için iyi bir gerekçeydi.
1512 yıllarında Yavuz Sultan Selim başa geçince ilk uygulaması bütün Aleviler tespit ettirmek,hem de tespitlerin kayda geçmesini sağlamaktı,öylede yaptı ve neticede elli bin Alevinin ortadan kalkmasına Meşhur Müftü Hamza Efendi Fetvaları ile kitabına uydurdu. Yavuzun istekleri doğrultusunda fetva veren Müftü efendinin yazdığı fetvaları kitabın sonlarında bulacaksınız.
Bir başka Şahkulu Sultan ise İstanbul’da.
Araştırmacı Prof. Dr.İrene ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi c.1 S.34. araştırmalarında Şahkulu Sultan’ın ilk Bektaşi postnişini olduğunu söylemektedirler. İstanbul Merdivenköy Ahi tekkesi Bektaşiliğe dönüştüğünde (1390) tekkenin başına getirilmiştir. O dönemde Tekkeye Cemevi ve Aşevi yaptırılmıştır. 1402 de ölen Şahkulu ile Şahismail yanlısı Antalya’daki Şahkulu’nun aynı insan olmadığı söylenmektedir.
ABDAL MUSA SULTAN
Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra iki halifeden biri olan Abdal Musa Sultan hakkında bazı kaynaklar mevcuttur,ancak daha çok işlenen bilgiler ( F. Köprülü, Türkiye Mecm.,C:VI.,s : 17) yine (Bektaşi Tomarı,Muhtar Yahya Dağlı,s:5) daha çok araştırma konusuna örnek alınmışlardır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin amcası olan Haydar Ata’nın oğlu Hasan Gazi’nin oğlu Abdal Musa 14.yy. yaşamıştır.Annesi : Ana Sultan, Kız kardeşi ise Hüsniye Bacı (Hüsnü).
Bazı kaynaklara göre: Aslen Horasanlıdır. Göç ederek Azarbeycan’ın Hoy şehrine yerleşmişler, bu yüzden Azerbeycan’lı sayılmaktadır.
Bir şiirinde “Neslimi sorarsanız Hoy’danız” demektedir. Ancak gerçekten bu şiirin Abdal Musa Sultana ait olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Yaşam tarihi ile ilgili bilgilerde çelişkilidir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin amcasını torunu olması Abdal Musa nın olsa olsa bir kuşak sonra yaşamış olmasını gösterir ama farklı kaynaklar farklı zamanlarda yaşadığını yazmaktadır. Her ne kadar konuyu bir yaşam olarak tarihleştirmeye çalışsak ta XV.-XVI. Yüzyıl kaynaklarında ise Abdal Musa Sultan’ın Bursa’da sırlanmış (gömülü) olduğu yazılıdır. (F.Köprülü,Türkiye Mecm. C.VI.s.17). aynı makalede, Denizli’de 811(i408) tarihli ve bir çeşmenin sağ duvarında duran, harap olmuş bir tekkeye ait olduğu sanılan kitabede “Eş-Şeyh Mustafa Abdal Musa” yazılı olduğu söylenmektedir.
Pir evinde,yani Hacı Bektaş-ı Veli dergahında hizmet verdiği, burada Hizmet postu sahibi olduğu bu postunda Ayakçı Postu olduğudur. Ayakçı postu oniki posttan onbirincisidir. Ayakçılık, Abdallık mertebesidir. Bu mertebeye ulaşmak bu yolda oldukça zordur. Bunun bir çok örnekleri vardır.
Abdal Musa Sultan’ın Orhan Gazi zamanında yaşadığı, Geyikli Baba ile birlikte Bursa fethinde bulunduğu,tahta kılıcı ile mücadele verdiği,bunun da insanlara savaşta dahi kıyılmaması gerektiğini bildirmektedir.
Kazanla Altın olayı,Dağların taşların yürümesi, Teke beyinin ölümü,Şarabın Bal oluşu, Pamuk ile Ateş toplaması gibi bazı hadiseler Alevi-Bektaşi geleneğinde Abdallık mertebesine ulaşanların birer göstergesidir.
Alevi-Bektaşi gülbanklarında “Anadolu’nun gözcüsü Abdal Musa Sultan..”diye sıkça geçer.
Abdal Musa Sultan’ın dergahı ve yatırı Antalya’nın Elmalı İlçesi Tekke köyündedir.
Türbe içerisinde ve Abdal Musa Sultan’ın ayakucunda iki mezar vardır.
Bunlardan birisinin Babası Hasan Gazi,diğeride Kanberi olduğu söylenmektedir.
Abdal Musa Sultan hakkında oldukça yaygın bilgiler vardır.
Abdal Musa bir ziyarete gider,ayakkabılarını çıkartır ve içeriye girer oturur. Sohbet bittikten sonra dışarıya çıktığında ayakkabılarını bulamaz. Ev sahibi,ayakkabıları danaların yediğini söyler. Bunun üzerine Abdal Musa ;
Bayındır Bayındır
Oğlu babasından hayındır
Dana buzağı papuç yemez
Bu bize bir oyundur. der.
Abdal Musa’nın bir çok hünerlerinin olduğu Aleviler tarafından sıkça dile getirilir. Bir gün Abdal Musa Sultan yaşadığı bölgeye yakın yerdeki bir köyde Gömbe köyünde bir sohbet sırasında kızdırılmış ve tepkisi dile getirilmeye zorlanmış, bunun üzerine sadece bir mesaj vermek üzere tanrıya yalvarır. Köydeki suyun köye değil başkalarına fayda sağlamasını ister.
Gömbe köyünden çıkan su kışın dağın öte yanına Fethiye tarafına akar yazın ise Tekke tarafına akar ve Elmalı arazisi bu sudan hala faydalanmaktadır.
Abdal Musa Sultan’ın yaşadığı bölgede bazı Tahtacılar Muharrem ayında 12 gün oruç tuttuktan sonra horoz keserler ve horozun taşlığı ile orucu açarlar.
Horoz kesenler genelde kurban kesmekte maddi açıdan zorlanan aileler tarafından kesilmiş ve daha sonra bu bir adet haline getirilmiş diyenlerin yanı sıra gelenekten ziyade Tahtacı inancının bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Bazı Tahtacılar Muharrem ayında 12 gün boyunca yemek yerler ama Su içmezler buna halk dilinde su orucu da denir. Su orucunun amacı Hz. Hüseyin’in Kerbela’da susuz kalmaları ve susuzluktan şehit olduklarını hatırlamalarıdır. Elmalı ilçesinin Tekke ve Akçainiş köyünde bazı aileler Su orucu tutmaya devam etmektedirler.(Bilgi;Akçainiş köyünden Halil Erkan)
HALLACI MANSUR
Alevi-Bektaşi düşüncesinde ayrı bir yeri olan Halalc-ı Mansur’un hayatından evvel ,bu kültüre katkıları değerlendirilmeli ve incelenmelidir.
Her ne hikmetse Alevilikle birlikte Alevi düşün adamlarına yakın tarihe kadar hiç kimse ilgi gösterip bu konuda bir araştırma gereği bile duymamışlar. Bakıyorsunuz bütün araştırmacılar Fransız, Alman..vs.
Dar-ı Mansur Divanı yada Görgü Cemlerinde Dar-ı Mansur Mahkemeleri belki de Alevi cem’lerin de en önemli yeri işgal eder.
Fransız Louis Massıgnon isimli bir arkeolog araştırmacı Üniversiteden yeni mezun iken Bağdat yakınlarında bir kazı sırasında kırık bir testi bulur. Testinin üzerinde bir beyte rastlar.
“Allah’a kavuşmak için iki rek’at namaz da yeter.
Ancak böyle bir namaz için abdesti insanın kendi kanı ile almış olması gerekir.”
Bu beytin altındaki imzanın Hallac-ı Mansur olması Massıgnon’u oldukça etkiler ve bütün çalışmalarını bu yöne çevirir.
Yapılan araştırmalar gerçekleri tam yansıtmasa bile eldeki bulgulara göre ;
Hallac-ı Mansur,857 yıllarında Tur’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı Ab’ı Mugis al-Husayn Bin Mansur ol Baysavi. Veya Abû Abdullah El Hüseyin bin Mansur bin Mahamma El Beyzâvî El Hallac’dır.
Ömrünü haksız uygulamalarla, Köle ayaklanmalarına özellikle de Karaborsacılığa karşı harcayan Hallac-ı Mansur bu uğurda uzun süre tutuklu kalmıştır. Louis Massıgnon’un Hallac-ı Mansur adlı yapıtında şu konulara daha çok yer vermiştir.
Hambeli Mezhebi’nin düzenlediği bir ayaklanmayı desteklemesinden dolayı 8. Yıl hapis yatar. Bu süre içerisinde buğday karaborsacılığına karşı çıkması ve değişik dinsel yorumlarda bulunması ciddi bir gerekçe olarak görülür ve kadıların verdiği aşağıdaki kararla cezalandırılır.
“Önce kamçılanmasına,sonra bedeninin dilim dilim edilmesine,daha sonra bir dar ağacına asılarak teşhir edilmesine ve en sonra da kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verildi.”
Kadıların bu fetva ve kararı gereği Hallac-ı Mansur 922 yılının Mart ayında Bağdat’ta cezası infaz edilecektir. Yoksulluk içerisinde yaşayan ve uğrunda canını verdiği bu halk zorla alana toplatılır ve silah zoruyla seyrettirilir. Buda yetmiyormuş gibi tekbir getirtilerek, “Onun idamı İslamın kurtuluşudur,kanı bizim boynumuza olsun” dedirtilmiştir.
Enel Hak,sözünün sahibi Hallac-ı Mansur,Bağdat meydanında idamını izleyen ve içleri sızlayan, kendilerini savunma uğruna canından olan bu yüce insanın kırbaçlanmasını izlerken Hallac-ı Mansur şöyle sesleniyordu;
“Allah’ım ! Şu topluluk senin kullarındır. Dinlerine olan bağlılıkları yüzünden sana aklanmak ümidi ile beni öldürmek için toplanmışlar.
Onları affet İyi biliyorum ki,bana açtığın sırları onlara açsan, yahut onlardan gizlediğin şeyleri benden de gizleseydin,bu hal başımıza gelmezdi. Yaptığın şeyler için yine sana hamd ,murat ettiğin şeyler için yine sana hamd olsun Allah’ım !...”
Hallac-ı Mansur’un düşüncesi öyle bir düşünce ki bin yıl geçtiği halde hala güncelliğini korumaktadır. Kendisinden tahminen 500 yıl sonra gelen Nesimi’de Enel-Hak dediği için aynı akıbete uğramıştır.
Bu konuları inceleyenlerden Louis Massıgnon 33 yıllık araştırmaları boyunca 2259 adet kitap ve kaynak incelemiş 2000 sayfayı bulan dört ciltlik kitapları“La Passion de Hallaj; martyr mystique de ı’Islam-Hallac’ın Tutkusu; Mistik İslam Şehidi”olarak yayınlanmış ve Prof.Dr. Niyazi Öktem tarafından derlenmiştir.
Enel-Hak,sözü ile belkide yaşamının son bulacağını söyleyen Hallac-ı Mansur,bu sözü ne zaman ve hangi anlamda söylediği hakkında oldukça farklı yorum,makale ve düşünceler vardır.
Bir çok kaynaklar Hallac-ı Mansur’un hiç bir yerde Enel-Hak sözünü kullanmadığını,ancak idamı sırasında yada Mahkemede Kadı Ebû Yusuf’un sen kimsin sorusuna cevaben söylediği şeklindedir.
Bir rivayete göre Cüneyd-i Bağdadi ile oldukça iyi ilişkiler içerisindeydi ve düşüncelerini genelde ona anlatırdı. Bir gün Hallac-ı Mansur,Cüneyd-i Bağdadi’yi ziyarete gider. Kapıyı çaldığında Cüneyd-i Bağdadi kim o diye sorduğunda “Ben Hakikat” diye cevap verir.
Bağdadi “ben hakikat deme hiç olmazsa hakikat ın bir parçası de”diye ikaz etmiştir.
Hallac-ı Mansur,Enel-Hak sözünü durup dururken söylememiştir. Bu güne gelene kadar uzun süre gezmiş, dolaşmış, sorup soruşturmuş.
Mekke’de bir yıl kadar bir kenara çekilip hiç konuşmadığı hatta,yerinden kalkmadığı,sadece zorunlu ihtiyaçlarını giderme dışında hep aynı yerde sadece günde iki damla su ve ekmek kenarı ile yaşamını sürdürdüğü söylenmektedir.
Enel Hak,sözlük anlamı İnsan Tanrının bir parçasıdır. Yada Ben tanrının bir parçasıyım veya Tanrı bendedir anlamları çıkar.
Bu sözcük söylendiği günden bu yana sadece Alevi-Bektaşiler tarafından kabul görmüş ve sonsuza dek yaşatılması için mücadele vereceklerdir.
Sünni İslam için son derece mantıksız gelen,hatta bu söz için Hallacı Mansur’u,Nesimi’yi yüzdüler, öldürdüler ise bunun söyleniş biçimi ve anlatılmak istenen yanı ne yazık ki Sünnilere bir türlü anlatılmadı.
Sünni İslamla Alevi islam arasındaki fark da burada yatmaktır.
Alevilerin Tanrı-Doğa-İnsan üçlemi hiç bir zaman Sünniler tarafından kabul görmedi. Bu yüzden de Dine ve Tanrıya bakış açısından farklılık daha da belirginleşti.
******************
ANADOLU’DA BULUNAN ALEVİ- BEKTAŞİ
TEKKE VE DERGAHLARI
Anadoluda oldukça fazla Tekke,Dergah ve yatırlar bulunmaktadır.
Birçok araştırmacılar yaptıkları çalışmalarla birlikte uzun süredir Alevi-Bektaşiler dışında herkesin ziyaret ettikleri ismi biraz daha öne çıkan Dergah,Yatır ve Tekkeleri ve bildiklerimizi burada sıralamış bulunmaktayız.
Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi : Nevşehir Hacı Bektaş
İlçesi
Abdal Musa : Antalya, Elmalı,
Tekke Köyü
Abdal Murat : Bursa
Ağuiçen (Ağuçan) : Hozat Bargini Köyü
Ahi Evren Tekkesi : Kırşehir Merkez
Aşıkpaşa Tekkesi : Kırşehir Merkez
Akbıyık : Bursa
Ali Baba Tekkesi : Sivas
Ali Aynı Baba : Manisa
Ahi Mahmut Keçeci Baba : Tokat,Erbağ,Keçeci Köyü
Ali Ekber : Sivas
Baba İlyas : Amasya,İlyas Köyü
Balum Sultan : Hacıbektaş
Baba Mansur : Tunceli,Sivas,Adıyaman
Bekri Baba Tekkesi : Menemen
Celal Abbas : Sivas
Cafer Baba : Dumlupınar
Cögü Baba : İmranlı Yönören Köyü
Dede Sultan : Denizli
Dede Kargın : Malatya, K.Maraş,G.Antep
Derviş Cemal : Çorum,Erzincan, Sivas
Elvan Çelebi : Çorum Osmancık
Erikli Baba : İstanbul Zeytinburnu
Emrem Yunus Sultan : Ankara Beypazarı
Geyikli Baba : Bursa İnegöl
Garip Musa Tekkesi : Sivas Divriği
Gani Baba Tekkesi : Sivas Sivralan,Malatya,Kars
Gözcü Karaca Ahmet : İstanbul Üsküdar
Gözcü Kızıl Tekesi : Trakya
Güvenç Abdal : Ordu
Gani Baba : Divriği
Hıdır Abdal Tekkesi : Erzincan,Kemaliye,Ocak Köyü
Hüseyin Abdal : Sivas
Hüseyin Gazi : Ankara
Horasanlı Ali Baba : İzmir Tire
Hasan Dede : Kırıkkale Hasan Dede
Haydar Sultan : Kırıkkale
Haydar Baba : Antalya Elmalı
Hasan Baba : İzmir Aliağa
İmam Zaferiler : Manisa
İmam Rızalılar : Tunceli,Sivas
İmam Zeynel Abidin : Elazığ,Malatya
İncir Baba : Çanakkale
Karadonlu Can Baba : Sivas Divriği
Koçu Baba : Kalecik
Kızıl Deli : Trakya
Koca Haydar : Sivas Divriği
Koca Abdal : Sivas
Kara Pirbat : Çorum,Sivas Divriği
Karyağdı : İstanbul Eyüp
Koca Leşker : Erzincan, Sivas,Tunceli
Koca Saçlı : Sivas
Kureyşan Dergahı : Tunceli, Erzincan, Sivas
Koyun Baba : Çorum
Kilerci Baba : Antalya Elmalı
Kolu Açık Hacım Sultan : Uşak
Mehmet Dede Dergahı : Çorum
Musa Kazım : Malatya
Mehmet Şah Dede : Çankırı Ayrak Köyü
Niyazi Baba Tekkesi : Manisa
Nurettin Baba Dergahı : Hacıbektaş
Pir Sultan Abdal Dergahı :Sivas Yıldızeli Banaz Köyü
Pir Gökçek : Sivas Zara İlçesi
Piri Baba Tekkesi : Amasya Merzifon
Pulo Dede : Kayseri,Sarız,Darıdere Köyünde
Resul Ali Sultan : Altıntaş
Ramazan Baba : Bursa
Saru Saltuk : Hozat-Karaca K.
Seyyit Cemal Sultan : Balıkesir
Seyyit Battal Gazi : Eskişehir Seyitgazi
Seyyit Sücaattin Veli : Eskişehir Seyitgazi
Saru İsmail : Tavsa
Seydim Sultan : Çorum
Seyyit Mahmut Hayrani : Tunceli, Erzincan
Söylemezoğlu Dergahı : Çorum
Sultan Sinemeli Dergahı : Kahraman Maraş
Şah Kulu Sultan : İstanbul Göztepe Merdiven köy
Şah Hasan Sultan : Elazığ, Malatya
Şah Bircan : Malatya, Sivas
Şah İbrahim : Malatya
Şeyh Çoban : Erzurum,Malatya
Şeyh Samut : Trakya
Şeyh Kili : Bursa
Şeyh Marzuban Veli : Sivas-Zara Tekke
Teslim Abdal : Elazığ,Malatya
Teslim Sultan : Denizli
Ümmi Sinan Dergahı : İstanbul Eyüp
Üryan Baba : Eskişehir Seyitgazi
Üryan Hızır Ocağı : Erzurum, Erzincan, Malatya
Veli Baba Tekkesi : Isparta Serinkent
Yatağan Baba : Aydın,Manisa, Yatağan
Yanyatır Baba : Aydın
Yunus Emre Türbesi : Eskişehir Saray Köyü
Tarikatlara ait Tekkelerin İstanbul’da yoğunlaştığı bir gerçektir.
Bunlar :
Kadiri Tekkeleri ; 65
Nakşibendi Tekkeleri ; 95
Rufai Tekkeleri ; 40
Halveti Tekkeleri : 69
Celvetiye Tekkeleri : 31
Şazeli Tekkeleri : 3
Sünbüliyye Tekkeleri : 26
Sadiyye Tekkeleri : 34
Şabaniyye Tekkeleri : 24
Cerahiyye Tekkeleri : 12
Bedeviyye Tekkeleri : 8
Bayrammiye Tekkeleri : 9
Uşakî Tekkeleri : 6
Gülşeni Tekkeleri : 6
Sinani Tekkeleri : 3
Mevlevi Tekkeleri : 5
BEKTAŞİ TEKKELERİ: 9
Bunların dışında 5 Bektaşi tekkesinin daha olduğu kayıtlarda geçmektedir ama nerede oldukları ve isimleri mevcut değildir.
GÜNÜMÜZDE ALEVİ-BEKTAŞİ SORUNLARI
Yüz yıldır sürekli kendisini geliştiren, yeniliklere açık olan Anadolu Alevi-Bektaşi düşüncesi bu süreç içerisinde kendisini Sünni doğmalardan kurtarmaya çalışanlarla yine bazı görüş ve düşüncelerini dışa vuramayan bir çok aydın ve düşün adamlarını içerisinde barındıran bir halk öğretisidir.
Her zaman kendisini yenilemiş,inancı, kültürü, öğretiyi, Doğa-İnsan-Tanrı mantığını halk dili ile güncelleştirmiş bir öğreti mensuplarının hiç bir zaman sıkıntıları bitmemiştir biteceği de zor gibi. Ama günümüzde özellikle Alevi-Bektaşi sorunları ayrı bir yer edinmiştir.
Kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımayan bağnaz,yobaz toplum karşısında verdiği mücadele işte bu sorunları da beraberinde getirmektedir.
Cumhuriyetin ilanına kadar bir çok olumsuzluklar yaşayan Aleviler, Atatürk’ün Samsun’da başlattığı harekete ilk destek verenlerdir.
2.Temmuz 1993 günü yaşanan Sivas katliamından sonra günün ozanlarından birisi,olayı nasıl şiirlerine yansıtıyor.
Sivas ellerinde ölüm
Kucak açtı bana bugün
Dönemem bekleme anne
Selam olsun sana bugün.
Semahları kavurdular
Türküleri savurdular
Yüzümüzü çevirdiler
Ölümlerden yana bugün.
Diyar diyar gezen idim
Dertli dertli yazan idim
Bir yürekli ozan idim
Sazım düştü kana bugün.
Nedendir bu ya hak nedendir
Korkuyorlar durgun sudan
Otuz yedi tane fidan
Dizildi can cana bugün.
Doymak bilmediler kana
Yüzlerce yıldan bu yana
Nesimi’den Pir Sultana
Yine döndük düne bugün.
Nedir çektiğimiz zulüm
Üstümüzde yağlı ölüm
Dizgin vurulurmu gülüm
Böylesi bir kine bugün.
Anadolu Alevilerinin sorunları her geçen gün bazı Devlet çalışanları tarafından artırılmaktadır. Bunların başında İçişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir.
Kitabın birinci bölümünde bahsedildiği gibi Tüzüğünde “Cemevi yaptırır” veya “Alevi” sözcüğü geçtiği için kapatma davası açılan derneklerden birisi olan benim Kurucu Başkanlığı ve iki dönem başkanlığını yaptığım Kayseri Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneği ile birlikte sayısız derneklerde gerekçe gösterilen Cemevlerinin temelini atan yada açılış kurdalelerini kesen Cumhurbaşkanı ne diyecek diye görüş almak için yazılı başvuruda bulundum.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yazımı İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğüne göndermiştir.(Zaten hakkımızda dava açan makam İçişleri Bakanlığı,)
İçişleri Bakanlığı 15.11.99*254395 sayılı yazılarında “...mevcut mer’i mevzuat hükümleri titizlikle uygulanmaktadır. Dilekçede de belirtildiği gibi tüzüklerinde , cemevi... ibaresi bulunan derneklerle ilgili anılan kanunun belirtilen maddelerine göre yasal işlem yapılması valiliklerden istenmektedir...” denilmektedir.
Yazıda devamla “...Ayrıca cemevlerinin İslamiyet içindeki yerinin,kullanım amacının, camilerle mukayesesinin ve tarihçesinin İslam hukuku ve içtihatları çerçevesinde incelenmesi Diyanet İşleri Başkanlığından istenmiş olup,anılan Başkanlığın görüşleri ilişikte gönderilmiştir... denilmektedir.
Bir taraftan Sayın Cumhurbaşkanı Cemevi temeli atacak Ankara Dikmen,Malatya... gibi yerlerde maddi destek sağlayacak,arkasından da Dernekler hakkında davalar açılacak.
Dönemin Cumhurbaşkanı acaba Cemevlerinin açılışlarına giderken Diyanet İşleri Başkanlığından bilgi almamış mıdır ? yoksa bu görüşlere değer vermemiş midir?
Cumhurbaşkanı bu açılışlara giderken Diyanet İşleri Başkanlığından görüş isteseydi acaba bu kurum,hayır bu açılışa gidemezsiniz diyebilecek miydi?
Yine işin asıl ilginç yanı Cumhurbaşkanlığı adına, gönderilen yazıda Diyanet İşleri Başkanlığı görüşü sanırım Cumhurbaşkanlığını suç işlemişlikle yada görevi kötüye kullanmakla suçlamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığının 13.08.1999 gün ve B.02.1.DİB.0.00-013-337 sayılı “Kişiye Özel” yazılarında İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğüne hitaben yazılan Yazıda; “cem arapça bir kelimedir.
Terim olarak ; Anadolu halkı arasında, kendilerini “Alevi” olarak tarif eden toplulukların çeşitli evlerde ve meydanlarda düzenledikleri toplantı ve törenler için kullanılmaktadır. Kültür ve folklor tarihimizde “Ayin-i Cem” Alevi ve Bektaşi’lerin düzenledikleri bir çeşit toplantı meclisi olarak bilinir.
Genellikle güz sonu -sonbaharda- “Dede” olarak bilinenlerin köyleri ziyaretleri esnasında düzenlenen bu merasimlerin sazlı-sözlü olarak yapıldığı bilinmektedir. Bektaşi uygulamalarında ise,tarikata giriş veya niyaz törenlerinde bu tür toplantılar yapıldığı malumdür...
Yüzde doksandokuzu Müslüman olan milletimizin cami ve mescitler dışında bir ibadethanesi mevcut olmamıştır. Kendilerini Alevi ve Bektaşi olarak tarif eden vatandaşlarımızın da namaz ibadetlerini cami ve mescitlerde eda etmektedirler...” denilmekte ve devam etmektedir.
Cumhurbaşkanlığı,İçişleri Bakanlığı,Emniyet Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapılan yazışmalar ve yukarıdaki bilgiler alındıktan sonra bakınız 22 Kasım 1999 gün ve B.01.0.KKB.0.83.813-987/99-5746 sayılı yazılarında
“Sayın Abbas Tan,Hacı Bektaşi Veli Kültür ve Araştırma Vakfı Başkanı- Kayseri
Cumhurbaşkanlığı Makamına göndermiş olduğunuz ve bazı Valiliklerce dernek ve Vakıf yöneticiler hakkında Dernekler Kanununa aykırı hareket edildiği ileri sürülerek yasal işlem yapıldığını ve bu durumun ortadan kaldırılması talebini içeren başvurunuzla ilgili olarak
İçişleri Bakanlığının 15.11.1999 tarih ve B.05.1.EGM. 0.12.02.06/99 sayılı cevabi yazısı ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinizi rica ederim.
Yazı ve ekinden ortaya çıkarılacak netice ile Dönemin Cumhurbaşkanının söylemleri ve uygulamaları arasında ne kadar farklılığın olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
İçişleri Bakanlığından soralım; Kültürümüzde Ayin-i Cem var ise (ki var olduğunu görüş aldığınız dini otoritenin başı söylüyor) Ayin-i cem nerede yapılacak ve Kültür denilen bu Cemlerin yapıldığı kültürel faaliyetleri Kültür Derneklerinin dışında kimler yapacaktır? Üstelik bu sadece Kültür olarak değil İnanç olarak kabul edilmek zorundadır. Çünkü Anadolu Alevileri böyle inanmakta ve böyle de yaşamaktadırlar.
Bu dernekler tüzüklerinde Cem evi yapacaklarını yazdıklarında neden izin verdiniz ve neden en az altı yıl beklediniz (Kayseri derneği için).
Yine İstanbul Karacaahmet de yapılan Karacaahmet Cemevi dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından yıktırılıyor,hem de bütün Devlet erkanının gözleri önünde. Buna ne devletin o günkü Cumhurbaşkanı,ne Başbakanı nede diğer yetkilileri bir tek ses dahi çıkartmıyorlar.
Bütün bunlar günümüz Aleviliğinin sorunları olarak mı kabul edilmeli yoksa mücadelenin bir gereğimidir.
Devlet azınlık kelimesinden pek hoşlanmaz, aslında hoşlanmaması da gayet doğal olmalı,artık bu tip ayrımlar çağdışı kalmıştır.
Bu tip konularla uğraşmanın hiç bir anlamı da yoktur. Ama insanlar nasıl düşünürler,yada nasıl,neye inanırlarsa inansınlar buna karışmamak gerekir.
Bizde bu tamamen farklı algılanmakta ve uygulanmaktadır. Devlet adına hareket eden bazı yetkililer ipin ucunu kaçırmaktadırlar,buda bu ülkede yaşayan insanları zora sokmaktadır.
Günümüzde Alevilerin ve Aleviliğin sorunları her geçen gün daha da artarak büyümektedir.
Herşeyden evvel Aleviliği halk dili ile anlatan bir kurum yoktur. Aleviliği bilimsel olarak ele alan yazar çizerler bunu pekte ciddiye almıyorlar.
Yeni yeni oluşan Dernek ve Vakıflar henüz net çizgisini dahi koyamamaktadırlar. Bunu fırsat bilen bazı düşünce sahipleri özellikle Alevilerin ortak değer olarak gördükleri isim,şahıs ve olayları kullanmaya başlamışlardır.
Alevilerin üzeride tartışma dahi yapamayacakları Ehlibeyt sözcüğünü birileri kullanmaya başladılar bunun adına da Ehlibeyt Vakfı dediler. Yapılan çalışmalar özellikle Anadolu Aleviliği adına tamamen farklı ve niçin,kimler adına yapıldığı da belli değil.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi,tamamen farklı bir çalışmanın içerisine girmiş.
Aleviler ve Alevilik adına çalışmalar yapmaktadırlar ama bu çalışmalar ve hazırlanan metinler kısa süre sonra karşımıza delil olarak çıkartılacaktır.
Bütün bunlar doğrudan Aleviliğe bir tuzak ve asimile politikasının başlangıcı olacaktır. Tıpkı geçmişte yapılanlar gibi.
Kayseri Sarıoğlan İlçesi Yerlikuyu Köyüne bir Camii inşaa etmişler ve bugün boş ve kullanılmamaktadır ama kapısında Yerlikuyu Camii yazmaktadır. Bu camiye kimse namaz kılmaya gitmemektedir çünkü bu köyün halkı Anadolu Alevisidir. Bu köyde Cem törenleri yapılmaktadır ama Camide değil evde yapılmaktadır.
Bu camiye,görevli Cami hocası dahi tayin edilmemektedir. Boş duran camii bir iki kuşak sonra bu köyde Caminin olduğunu,cami olduğuna göre bu köydeki insanların namaz kıldıklarını dahi iddia edeceklerdir.
Bütün bunlar bilinmesine rağmen caminin kaldırılması yada başka amaçla kullanılması için bir girişimde dahi bulunamamaktadırlar.
Günümüzde buna benzer oldukça fazla sorunlar vardır.
En ilginci olan sorunlar ise;
-
Alevilerin Piri,Pir Hacı Bektaşi Veli’nin Türbesini ziyaret dahi zora sokulmuştur. Yirmi milyon kabul edilen Aleviler pirin huzuruna Devlete bedel ödeyerek gitmektedirler.
Kapıda devletin görevlendirdiği memur sizi bekler, makbuz kesiliyor ve içeriye alıyor,mesai saati bitiminde de kapılar kilitleniyor. Yüzlerce km. yoldan gelenler ne yazık ki ziyareti gerçekleştirmeden geri dönmek zorunda kalmaktadırlar.
İçeriye girseler dahi sormak istedikleri bir soruya cevap verebilecek bir yetkili bulmaları mümkün değildir. Çünkü orada görev yapanlar normal devlet memurlarıdır. Bu konuda eğitim gören kimselere de rastlanamaz.
* Bir dönemin Cumhurbaşkanı Özal, Azerbeycan ile ilgili bir soruya bakınız nasıl cevap vermişti. “AZERİLER ŞİİDİR.BİZ SÜNNİYİZ. AZERBEYCAN’LILAR, ANADOLU’DAKİ TÜRK HALKINDAN ÇOK İRAN AZERİLERİ’NE YAKINDIR.” demiştir.
Bir Cumhurbaşkanı biz sünniyiz diyerek Alevileri yada diğer inanç sahiplerini veya diğer mezhepleri ve dinleri hiçe sayarak mezhepçilik yapmıştır.
Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne yapılan saldırıda kaybettiği yakınının cenaze töreninde Alevileri hedef gösteren bir konuşması var.
“Ey Alevi kardeşler,sizleri seviyoruz ama sizin adınıza terör eylemlerinde bulunan şu terör örgütleri de olmasa....”diyerek anlamsız ve kışkırtıcı bir açıklamada bulunmuştur.
Osman Durmuş’dan sormak gerekir bu ülkede ne zaman nerede kim Aleviler adına terör estirmiştir? Yada nasıl bir belge var elinizde de bu belgelere göre konuşuyorsunuz yoksa dokunulmazlık zırhının arkasında bir fırsatımı değerlendiriyorsunuz?
Diyanet İşleri Başkanlığı 1-2 Şubat 2001 tarihlerinde yaptığı İl Müftüleri toplantısında bir Alevi raporu dağıttı.
Bakınız bu raporda neler deniyor. “Alevilik-Bektaşilik,Hanefi mezhebine bağlı bir Tarikattır. Türbe ve Tekkelerin yanı başında ve Alevi Köylerinde bulunan tarihi camiler,Alevilerin dini kurumları hakkında ret ve inkar edilemez belgelerdir. Aleviler, ibadetlerini Hanefi mezhebine göre yapmaktadırlar. Cemevleri ayrı bir din mabedi gibi gösterilmek isteniyor.”
Hazırlanan bu raporun hiç bir gerçekle ilgisi ve alakası yoktur. Tamamen uydurma bir rapordur. Bu raporu hazırlayanlar acaba hangi Alevi vatandaş ile veya Alevi Kültürünü yaşatmaya çalışan Dernek yada Vakıflar ile görüşerek hazırladılar?
Bunların tamamı birer saçmalıktır ama Alevi köylerine yapılan Camilerin 12 Eylül dönemine ait eserler olduğu,bunun resmen Asimilasyon politikası olduğunu bilmeyen kimseler yoktur.
Türbe ve Tekkelerin yanlarındaki Camilerin, Bektaşi Tekkelerine Nakşibendi Şeyhlerinin atanıp bu Şeyhler tarafından zoraki yapıldığına tarih ve belgeler şahittir.
Hacı Bektaşi Veli Türbesinin yanında bulunan Cami 1827 yılında Tekke ve Dergahların kapatılmasından sonra Dergahta II.Mahmut tarafından görevlendirilen Mehmet Sait Efendi tarafından kendisi için yaptırılmıştı.
Günümüzde Alevilerin sorunu ciddi tartışma konusu oldu ama Başbakan R.Tayyip Erdoğan ve ekibi Aleviliğiyok etme adına yapmadığı kalmadı. Bazı sözde Alevileri kendi saflarına çekerek bir şeyler yapmaya çalıştı ama olmadı.
Son olarak 9 Kasım 2008 da Alevilerin Ankarada yaptıkları Büyük Miting Başbakanın geri adım atmasına neden oldu ama u geri adımlar hiçbir zaman inandırıcı olmadı,olmayacakta.
Alevi örgütlerinin Üst çatısı olan Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve bileşenlerinin en çok üzerinde durdukları konular.
Ayrımcılığa son verilsin.
Cemevleri yasal statüye kavuşsun.
Zorunlu Din Dersleri Kaldırılsın.
Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın
Asimilasyona son verilsin.
Alevi köylerine cami yaptırılması durdurulsun.
Madımak Müze olsun.
Hacı Bektav Veli Dergahı müze olmaktan çıkartılsın.
ALEVİ-BEKTAŞİLER HAKKINDA FETVALAR
8 Şubat 1576
“Rum Beylerbeyine hüküm:
“Bazı kimselerde Rafızi kitapları bulunup,hatta bunlardan bazısı da kendisinde emanet olduğunu bildirmekle kendisinde olan ve sairlerde bulunan kitapları ve sahiplerini İstanbul’a göndermesi hk. da”
(Başbakanlık Arşivi Mühimme Defteri. Yıl 957)
24 Ekim 1576
Rum Beylerbeyine ve Artkabad Kadısına Hüküm,
“Hamza Halife denen kimsenin Rafızi olduğu hakkında ihbarat vaki olup tekrar Sünni olduğu bildirilmektedir. Teftiş edilip Rafızi (olduğu) sabit olursa şer ile ceza verilmesi hk. da” (aynı kaynak)
2 Şubat 1577
Rum Beylerbeyine Hüküm,
“Kangallı ve Alipınar ahalisinin ekserisi İran’a meyl ve muhabbet üzre olduğu bildirilmekte bu gibileri tahkik edip tahakkuk ettikte başka bir bahane ile katlonulmaları hk. da”
(aynı kaynak/c.29,s. 210)
22 Kasım 1577
“Bozok Beyi Çerkez Bey’e Hüküm,
Kızılbaşlıkla müttehem olan kimselerin defterleri sureti gönderildiği ve şer ile teftiş olunup sabit olursa idam edilmeleri,şer ile sabit olmayıp lakin müttehem olduklarına kanaat gelirse Kıbrıs’a sürülmeleri hk.da”
(Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal,Irene Melikoff)
İbrahim Aslanoğlu,bu hükümlerde ilgi çeken emirlerin olduğunu söylüyor ve bu kararları şöyle sıralıyor.
1)Alevilikle ilgili kitap bulundurmak ve okumak ağır bir suçtur.
-
Bir kişinin Alevi olması idamını gerektirir.
3)Alevi olup da Sünniliğe dönse bile sözüne inanılmıyor. 4) Soruşturma sonunda Alevi olmadığını kanıtlarsa bile yakasını kurtaramıyor. Bu gibiler Kıbrıs’a sürüyor.
5) İdamların Alevilik suçundan dolayı yapıldığı gizleniyor ve ona başka bir suç yakıştırın deniyor.
Dostları ilə paylaş: |