Enişi ininceye kadar bütün köy onları geçti.
Ali, şöyle bir karartı bulup yanından sıyrılıversern, kas ketimi gözümün üstüne indirip görmemezlikten gelsem de , nmdan sıyrılabilsem diye acı acı düşünüyor, hiç birini kendi, sine yediremiyordu. Ama ne yapmalıydı? Yapacak, elden gelij hiç bir şeyi de yoktu. İçinden, bu köylü gâvur, diyordu, gâvu da imansız da. Şu Kocanın haline bak hele! Olmaz! Olmaz ol. sun böyle düzen, böyle dirlik. .
Dişlerini sıktı.
Koyağın dibine indiklerinde göçü yokuşu çıkmış, öndek tepeyi aşmış buldular.
Koca Halil yokuşun dibinde, Ali de enisin orta yerindeydi Oturmuş düşünüyordu. Birden ayağa kalktı, yok işte, yok bi: ^arem, dedi kendi kendine. Vermezse, neylesin Mahmut. A
,- ¦ i;
) ORTADİREK
usta. Anamı Çukura yetiştirirse gene iyi. Bunu da bindiririm, merhametten maraz o zaman doğar işte. Zaten anam da rameti koparır ya... Ne yapayım, elin kaygısı bana mı düş-
Hızla enişi aşağı indi. Ter içinde kalmıştı. Koca Halilin ya-
ından daha hızlı geçti. Onun durup kendine bir hoş, bir aeık-
baktığmı anladı. Ezildi. Daha hızlandı. Yokuşu çıkarken, yo-
ışun ortasına gelince dayanamadı, geriye baktı. Koca Halili
sğneğinin üstüne yumulmuş, arkasından bakar gördü. Düğ-
le gibi küçücük, büzülmüş gözlerini bütün ağırlığıyla sırtm-
a buldu. Bir anda yokuşu çıktı. Deli gibi koşarak, ona buna
arparak anasına yetişti. Atın başını tuttu geriye çevirdi. Yü-
ü öylesine kararmıştı ki, öfkesinden patlayacak bir hal al-
ııştı. Anası, hiç kimse bir şey soramadı ona.
Döndüklerinde, Koca Halil yokuşun ortasını bulmuştu, ıtı yokuşun başında durdurdu. Meryemce şaşkınlık içinde, li titriyerek atın yularını tutuyordu.
Ali koşarak vardı, Koca Halilin koluna girdi. Yaşlı adamı :oşarcasma yokuş yukarı çıkardı. Yokuşun başına çıktıkîarm-a Koca Halil neredeyse tıkanıyordu.
Atı yandaki Çukura çekti. Koca Halili de Çukurun basma .etirdi. Sonra adamı anasının terkisine atıverdi.
Meryemce buna kızdı. Eli ayağı titremeğe başladı. Yular linden düştü. Ali yuları yerden aldı, sertçe anasının eline ver-ii. Sonra da atın başını tuttu, çekti. Yola düştü. Öyle çabuk ürüyordu ki, neredeyse arkasındaki at devriliverecekti. Ali göçe ulaşınca atın başını bıraktı. Köylüler: «Şu Ali gibi iyi oğlan bulunmaz. Allah tuttuğunu altın etin,» dediler. Sonra da ata bakıp gülüştüler. Oğlan babasına yanaştı:
«Amma da terlemişsin ha,» dedi. «Koca Halili de bindirim. Ya atımız ölürse ebem neyler?»
Ali karşılık vermedi. ı
Oğlan ısrar ediyordu. "
«Ya ölürse...»
AH:
«Ölsün,» diye gürledi. Arkasından da toprağa kocaman bir tüfcrük attı. ;
Meryemceyle Koca Halili Küheylanda gören Muhtar:
«Bunun sebebini Muhtar bilir,» dedi. «Şu ufacık köye de , particiliği soktunuz. Deli Bekirle benim aleyhime, ve de hükü- | metimizin... Hep birlik olup... Ve de evet...» î
Meryemce, Koca Halil ata bindiğinden bu yana homurda- . nıyordu. Hele at, her tökezledikçe homurtusu bir kat daha ar- i tıyordu.
Tekkaleyi geçip Serçeliğe geldiler. Dağ yolu buradan baş- i hyordu. Yolun en zor yerlerinden biriydi. Yol, yol denecek yol' değildi. İnce, keskin kayalıklı bir yerdi. Kayalıkların arasındaki çukurlara ancak basa basa yürünürdü.
At bu yola girince Meryemce daha da azıttı. Artık söyle-r. i diklerini Koca Halil ayan beyan duyuyordu. Duyuyor duyma-mazlıktan geliyor, yutuyordu.
«Gelme, bire kardaşım.-Halin yoksa gelme. Elin ayağın ; tutmuyorsa gelme. Her yıl binersin bizim atımıza. Elin atı senin babaym malı mı? O gök gözlerinle pamuğu benim için mi ı topluyorsun? Sen topluyorsun, o oğlun olacak sümsük, avra- '¦ dinin koca kalçasına sıvıyor. Azıcık daha büyüsün de, köyün i delikanlılarına hoş görünsün diye. Gelme kardaşım, gelme sakalı boklu, gök gözlü ellisekiz. Senin elinden İbrahimin çektiği.,. Gelme uğursuz oğlu uğursuz baykuş. Gelme gök gözlü kuru yer kurbağası. Gelme, sümüklüböcek ölüsü. Yal verip büyüttüğün oğlun sana bir eşekçik almadı da, senin topladığın pamukları da, şu kurbağa ölüsü suratınla topladıklarını da avradının götüne sıvarsa gelme. Senin elinden çektiklerim! Kal köyde de, kurda kuşa yem ol da gelme! Elinden tutup da... Heee, tutup da seni Çukurovaya sürüyen mi var? Gelme ge-beresice koca domuz. Gelir, bir de elim ayağım tutmaz oldu diye binersin elâlemin fıkara atma. Ayakları birbirine dola-flan ölümcül atma. Demezsin ki, bu at iki kişiyi götüremez, ölür. Şu Meryem Karıcık da yaya kalır. Yürüyemez de yolda ölür demezsin. Git de oğluyun, o pis, o orospu, o pasaklı geli-
( 'I
n
, il
1 ti
ORTADIREK
niyin sırtına bin. Tanrı canını alasıca,. soyka kalasıca ötüriik-lu Halil. îbrahime ettiklerin... Gül adını pis ettin.
«Adam hiç düşünmez mi? Adam hiç elini yüreğinin üstüne koymaz mı? Demez mi ki şu beygir ölünce şu fıkara oğlanın anası, avradı, çocukları şu dağlarda kalır. Bire hey... Heeeey, batasıca vicdansız herif. O İbrahime ettiklerin. Bir ömür, bir ömür süründürdün bizi. Elâlem ne bilir! Ben bili-
] im.»
Koca Halil sakalının ucunu ağzına sokmuş, dişsiz ağzıyla çiğniyor çiğniyor, aldırmamazhğa vuruyor, bazan çatlayacak _ gibi oluyor, içinden, «vur şunun tepesine bir yumruk da indi-! river atın ayağının dibine. Ölüversin. Ölmez de, beni Koca Halil attan düşürdü derse... Mâpusâne kötü,» geçiriyordu.
Başını sağ yana dönüyor, gözleriyle karşıki dağı tarıyor. Dağlar ötede, uzakta usuldan bir mavi. Başında bulutlar. Do-, ğuya doğru akıyor. Islak, pırıltılı. Mor. Meryemcenin sözlerini duymamak için elinden geleni yapıyor. Eski günleri düşünüyor. En güzel zamanları angıhyor. Dağların moru, diyor. Ak bulutlar. Şu yolda çok eskiden... Kısıkgediğin gök, turuncu topraklı yamaçlarını aklına getiriyor. Olmuyor. Duymamazlık edemiyor. Sakalı ağzında habire çekiştiriyor. Kulağının dibinde karı vız vız ötüyor. Ona söylüyor. Bana mı söylüyor? Neden bana söylüyor? Oğlu bindirmedi mi? Ben yalvardım mı oğluna, beni atma, anayın, şu kaltağın terkisine bindir mi, dedim? Neden bana söylesin. Kocalık aklını çıvdırmış. Adam kocaym-ca ağzı hiç durmaz. Vırvır eder durur. Ben ona ne yaptım ki? Dağın doruğu kayalık. Isırganlılar oraya geyik avına giderdi. Gidip de gelmeyeni çok. Geyik avı gereksiz bir iştir. Allah göstermesin. Dorukta uzun, upuzun, Adana çarşısmdaki minarenin üç misli bir kayalık var. Yüzü mermer gibi. Mermer aklığında. Ak kaya her bahar çiçekle donanır. Bahçe gibi. Üstünde ulu kartallar döner.
Döğen sürmek rezillik. Hele ekin biçmesi. Pamuk toplama da bir belâ. Adam kocaymca beli kırılır.
Göğün uzağında, şu açık mavi dağların az berisîrfüe kartallar dönüyor.
W
Hani bir gün bir başak kaçmıştı boğazıma. İki gün öksür-düydüm.
At bir daha tökezidi. Arkası da acıyordu. At tökezledikçe Meryemce sesini daha bir yükseltiyordu.
Amanın, ben duyuyorum, elâlem duymasın. Bana soğuyor sanar, bilmez de. Ağzının durmadığını el ne bilsin.
«Koca batasıcalar. Millet yüzlerinden bir rahat yüzü görmez. Allah belânızı versin. Batasıcalar. Bunlar ölmeyince dünya durulmaz. Direk çakacaklar dünyaya. Ne ölür kurtulurlar, ne de milleti kurtarırlar.»
Aşağılar orman. İkindiyi geçerken göçün ueu ormana girecek. İkinci konalgamız ormanın içi. Orman gittikçe yaklaşıyor, yaklaştıkça kayıyor. Ormanda çiçek eksik olmaz. Her gün bin tevir çiçek bulur donanacak. Orman insanoğluna benzer. Ciğ süt emmiş. Ya şu Meryemceye benim iyiliklerim. Orman öteye öteye akıyor. Bir koku geliyor. Bildik bir koku. Azıcık s çırak. Çok eskiden geliyor. Bir düş içinden. Yarpuza benzer, çama, pınara, çürümüş elmaya benzer. Çok eski çağlardan bu yana hep gelir. Efil efil. Allah belânı versin Meryemce! Sesini kes de adam azıcık rahat etsin. Arkam da acımaz oldu. Ah, şimdi bir cıgara veren olsa... Babası bin kere Cennete gider. Bir de Meryemce dırdırını kesse. Göçün tenekeleri tıkırdıyor. Bir eşek anırdı. At bir daha tökezidi. Meryemce, ata söğerek yuları topladı. Yuları hemen toplamasaydı at tepetaklak gidecekti.
Ali yanlarına geldi. Yüzü ter içindeydi. Kararmıştı.
«Nasılsınız? Rahat mısınız?» diye yumuşacık sordu.
Meryemce hiç bir şey söylemedi.
Koca Halil en tatlı sesiyle:
«Sağol yavrum, Alim,» dedi. «Kötü gün yüzü görme.»
Ali geride kaldı.
1 ¦¦
'(
{ ¦¦¦ (¦
I ;
F. 4
Göçün ucuna yakın yerinde kara, üç yaşında, kulaklaıı dimdik, canlı bir eşeğe binmiş, uzun kaim bacaklarını sarkıtmış, kasketinin siperliğini sağ kulağının üstüne yıkmış Muhtar afili afili gidiyordu. İki karısının ikisi de arkasından saygılı» 1 ca, onun geniş omuzlarına gözlerini dikmişler, biribirlerine 1 bakmadan, diş gıcırdatarak yürüyorlardı .
Köstüoğlu, uzun bacaklarını çabuk çabuk açarak Muhtara
1 yanaştı. Eşeğin ön ayaklarının yanında yürümeğe başladı. Son-
1 ra Öksüz Duran geldi. Sonra Kara Veli, Osmanca, Taşbaşoğlu,
' sonra Uzun Ali geldi. Sonra da başkaları geldiler. Otuz kırk
kişilik bir kalabalık Muhtarın dört bir yanını sardı.
Muhtar kalabalığa şaşırmadı. Yüzünde kendine güvenen ' adamların alaylı gülümsemesi belirdi. Eşeğiyle başbaşa yürü-- yen Köstüoğlunun omuzuna elini koydu. «Ne o Köstüoğlu?» «Sağlığın, Muhtar Ağamız» Taşbaşoğlu içinden:
«Senin de Muhtarıym da anasını, avradını...» çekti. Ali öne atıldı. Ter içindeydi. Gözlerinde canlı, yiğit biı
ışıkla: -
«Muhtar Ağa,» dedi, «işin aslını astarını ben sana söyle-yim. Üstüme ben aldım. Bu yıl, biz Delice Bekirin bulduğu tarlayı toplamayacağız. Köylü tüm toplandık da karar verdik. Avrat boşadık.»
Muhtarın yüzündeki o alaylı
«Sen de avrat boşadm mı bire?» diye alaylı sordu. «Sen
ne diyorsun?»
Köstüoğlu telaşlandı:
«Haşa huzurdan, Ağamızın huzurundan. Muhtar Ağamız neredeyse. ben de oradayım. Ben ne diyeceğim! İşte.»
İriyarı, boynu upuzun, kaim yapılı bir adamdı. Ömründe ayağına ayakkabı giymemişti. Askerlikte giydirmek istemişler, ayağına olacak bir ayakkabı bulamamışlar önceleri, sonra ayağının kalıbını almış ona bir ayakkabı yapmışlar, ayaklarına giydirmişler, Köstüoğlu ayaklarında ayakkabıyla bir adım yürüyememiş, bacaklarını gerip, «can kurtaran yok mu?» di-_ye bağırmıştı. Kösteklenmiş gibi olduğu yerde dikilmiş kalmıştı. Çalışmış çalışmışlar, onu ayağında ayakkabıyla bir türlü yürütememişlerdi. Askerliği yalınayak bitirmişti.
Muhtar birden öfkelendi.
«Bu işin başı sensin, Ali,» diye bağırdı. «Beş yıldan beri söylersin. Sonunda köylüyü de gavline uydurdun. Ben senin yüreğindekini bilmiyor muyum? Öksüzoğlan da üç yıl önce, ve de düz tarlanın ortasında, kuru toprağın üstünde, ve de çoluk çocuğun önünde olanı unutmadı. Ve de ondan da haberim var. Ve de arkadaşlar, bir köyün işi ipile kuşak... değil. Ve de almışsınız şeyinizi elinize ve de su kıyısı, esikli kesikli, hen-dikli sazlıklı, büklü ormanlıklı tarla ararsınız. Ve bu ayıptır. Ve de çoluk çocuğun içinde. Yakışmaz!»
Ali:
«Sen ne dersen de, biz toplayacağımız tarlayı kendimiz bulacağız. Koca Halillen Osmanca bulacak Çukurda. Köylü böyle istiyor.»
Muhtar Alinin bu sözlerine kıpkırmızı kesildi. Böyle bir karşı koymayı beklemiyordu. Ali:
«Su dökünmiyelim. Sazlık, hendeklik, büklük aramayalım. Aradığımız da yalan ya, haydi aramayalım diyelim, ama bir mecburiyetimiz olursa...»
Muhtar Köpürdü:
«Ve de mecburiyetciliğimiz var. Çukurun düzünde size l)rman mı yapsın tarla sahibi? Size dağ mı diksin, dere mi kaz-sın. su mu akıtsın, ırmak mı döksün? Hususi surette bire bm
I v
I f '
:'it
¦'i'.t ' :¦!»'¦¦¦
:¦;¦.*!
«'i".t'i
veren bir pamuk ağacı mı...? Ve de her ağacında bin pamı veren tarla mı yapsın? Ağalar zengin olacak diye! Ve de...» O kadar sinirlenmişti ki, boğulur gibiydi.
Ali bastırdı:
«Deli Bekir kötü adam. Ona azıcık koklatsınlar, bir ağaç , isterse bir tek koza bile olmasın, o tarlayı tutar o. İsterse kt lü yansın, batsın. Yeter ki, onun kesesi dolsun.»
Nedense Muhtar indirdi. Sesi azıcık tatlılaştı. Eski hid<
tini yitirdi.
«Sizin neden Delice Bekir Ağanın bulduğu tarlayı kai etmediğinizi biliyorum. Uçkur meselesi. Ve de yemin edeı ki, düz yer olmasın Bekir Ağanın bulduğu yer, ve de o ta: da bir avuç pamuk olmasın. Yeter ki düz yer olmasın, siz o 1 laya girersiniz de toplarsınız. Ve de isterse çoluk çocuğunuz acından ölsün»
Muştuk gülerek:
«Ovanın ortasında, elâlemin gözü önünde, itler gibi de çatışmağa hiç mecburiyetçiliğimiz yok»
Muhtar:
«Var,» diye gürledi. «Çoluk çocuk mu daha kıymetli, uçkur mu?»
Ali sesini yumuşaltarak, indirerek:
«Muhtar Ağam, biz çocuklarımızın kıymetli olduğunu bildiğimiz için, elin köylüsü her yıl Çukurdan bir etek parayla döndüğü için, bizi Deli Bekir kıraç tarlalara vurduğu için, biz de kendi tarlamızı bu yıl kendimiz bulacağız. Sen bu yıl Deli Bekirden olma. Bizden ol. Bir köyün Muhtarı köylüylen birlik olmalı» Muhtar:
«Köylü de Muhtarıylan...» derken, ardında çektiği eşeğine atladı. Eşeğe bindikten sonra bir sağındaki, bir solundaki-lere baktı. Sonra boğazını temizledi, başladı:
«Arkadaşlar,» dedi, sonra kesti. Yeniden boğazını temizledi. «Arkadaşlar! Muhterem köylü kardaşlarım. Ve da veta»-perverânlarım. Ve da Demirgırasiyi seven öz hemşerileriı*-Size bir söz söylemek için huzurunuza gelmiş bulunuyorum»
Taşbaşoğlu geride kaldı. Gülüyordu.
«Breh! Breh!» diyordu. «Vay ocağın bata herif gene başk' eiı Gödece Tevfik Beyin dilinden konuşmağa. Vay ocağın bat herif, gene sıçtın batırdm. Breh! Breh!»
Osmanca:
«Batırdı,» dedi.
«Demirgırası olmayan yerde, söz birliği olmayan yerde hi bir dirlik düzenlik olamaz, arkadaşlar, Ve de hiç bir zama milletin beli doğrulamaz. Bir işte demirgırası olacak ki belimi doğrulacak. Size deyim ki, ve de efendime söyleyim ki, b Uzun Alinin arkasına gitmeyiniz. Ve de o, demirgırası düs manlığı yapıyor. Hepiniz hükümet nazarında cunhalı düşers: niz. Ve de ben de sizi kurtarmam. Muhtara karşı koymak, v de bir köyün büyüğüne ve de köy kuruluna... Delice Beki Ağa akıllı, ve de cin gibi bir adamdır. Ve de çok ömür» görmüş tür. Seferberlikte Alaman arkadaşları, Bekirce, demişler om Türk ordusunun tüm askerleri senin gibi olsa, bu millet yeı yüzünde toprak koymaz zap^teder. Ne Alaman kor, ne de İngi liz. Ve de al sana, Bekirce, bir sandık ilâç, hediyemiz olsur Götür köyüne. Götür de hastalık sayrılık uğramasın yanlar? na. Delice Bekir Ağadan çok Çukurova beylerinin dilinden kir anlar içimizde? Onları, ondan daha iyi kim kafese kor? Eli; adamı on kuruştan toplarsa pamuğu, biz on birden toplarız, V de kâr ederiz. Ve de Delice Bekir Ağanın sayesinde. Ve vetan daşlarım, ve sevgili köylülerim, siz Demirgırasiye ezelden gc nül vermişsiniz. Delice Bekir Ağa ezelden beri size çiftlik bu lur. İyi, verimli pamuğu olan tarlalar bulur. El bir dönümlül tarladan elli kilov toplarsa, biz yüz kilov toplarız. Ve de Beki Delice Çavuşun sayesinde. Demirgırasiyi bozmak, ona aykır bir hareketlerde bulunmak alimallah günahtır. Ve de adar cehennemin içinde, tam gözünde yanar. Ve de cehennemin gc zünde durmak ne gayri mümkündür.»
Taşbaş, Osmancanm kulağına eğildi.
«Ba... ba... ba... Bu da Karatopraklı hocadan belledikleri Ba... ba... bak domuza. Vay! Ocağm hata. Yalanınla bile düşe sin cehennemin gözüne.»
ı-- .
i' ¦
'•'i v
I i ''
¦;|K
:;: ¦'
ORTADİREK
«Ve de efendi kardaşlarım...»
Muhtar kızdı, köpürdü. Eşekten indi. Birden sağ ayağını -ere küt diye vurup durdu. Taşbaş:
«Şimdi de Yüzbaşı Kurt Ali. Gözün çıka Muhtar. Duruşa >ak!»
Osmanca:
«Duruşa bak ya, dediğini yaptıracak herif. Görürsün şim-i.» '
Taşbaşm yüzü asıldı. Muhtar:
I «Siz ne lâftan anlamaz kütük kafalı adamlarsınız,» diye
. ekrar başladı. «Ve de sizde beyin yerine toprak var. Ve de ot
ütmez kıraç toprak. Altı üstü köylü milleti değil mi? Uçku-
ı undan başka birşey düşünmez. Ve de uçkurunuzu elinize al-
; nışşsmız, dolanırsınız. Çalışmağa mı gidiyorsunuz, yoksama?
ilan iki ay tutun kendinizi. Ulan, gelin köye her gün yapım.
'ıkara Delice Bekir Ağa size akarsulu, çalılıklı, hendekli yeri
ereden bulsun? Tutun'kendinizi.»
Muhtarın yüzü, boynu, kulakları, alnı köz gibi olmuş, boyundaki damarlar parmak parmak şişmişti.
Parmağıyla Aliyi gösterdi. Parmağını Alinin gözlerinin
cine dikti.
«Ve de arkadaş, sen bu köyde baş çekemezsiniz. Al avradını deniz kıyısına git. Sen gitmezsen, ben seni gönderirim.»
Sesini alabildiğine yükseltti. Şimdi uzaktaki, yakındaki »öçte bütün sesler durmuştu.
«Orada su da çok. Bir de kamışlık var ki, orman dersin. \mma velâkin toprağının bir dönümü on kilov pamuk vev-nez. Kupkuru tarlalar. Git de acından öl. Haydi defol! Bek-]i gel! Sana emir veriyorum. Köy kurulu emir veriyor. Çu-'
Arkasına döndü, parmağını arkadakilerin gözlerine uzattı:
«Köyümüzü hor görenler varsn «h"-' VövfnvWi7dpn simdi-
ayrılsınlar. Ve de dişlerini sökerim onların. Ve de köyün birliğini bozan. Ve de Delice Bekir Ağanın bulduğu yeri beğenmeyeni. Tarlayı, çiftliği beğenmeyeni. Ve de bu köye hıya-natlık edeni. Ve hükümetimizi hiçe sayanı. Demirgırasıyı bo-, zanı. Ve de demirgırası böyle Uzun Aliler yüzünden sersebil oluptur. Ve de İsmet Paşanın diktatur adamı.»
Ali hırsından tirtir titriyordu. Taşbaş vardı, Alinin kolun* girdi, durdurdu.
«Bak hele Ali şuna. Breh! Breh! Breh! Vay ananı avradını herif. Sesini çıkarma Ali. İtleri döğüş çıkaracak. Köylünün yüzünü gördün mü? Seni kayıracak yüz var mı onlarda? İki lâfına hepsi kandı.»
Alinin geride kaldığını güren Muhtar zaferi kazandığını anladı, sağ ayağını hızla yere vurup olduğu yerde zınk deyip durdu. Köylüler de durdular.
Muhtar gözlerini teker teker kalabalığın üstünde gezdirdikten sonra, daha yumuşakça:
«Bakın Ağalar, bakın vetandaşlarım, benim ve de Delice Bekir Ağanın sayası himmetlerinde, ve de Delice Bekir Ağa Efendinin tatlıca dilleri sayasında bol pamuklu, verimli, bereketli tarlalar buluyorsunuz. Etek etek paracıklar kazanıyorsunuz.»
Ayağını kaldırdı, küt diye yeniden yere öyle bir vurdu ki, Taşbaşoğlu sesli sesli:
«Bire ocağın bata, ayağını kıracak. Ne bu öfke? Bire oca-cığm...»
Muhtar, Taşbaşoğlunun sözlerini duydu ama aldırmadı. Taşbaşoğluyla çekişmekten çekinirdi. Köyde en arkalılardan biriydi.
«Nankörler, ekmek bilmezler. Bir uçkurları için! Ellerinde uçkurları, ve de evet! Ve de deıler ki, Muhtar Delice Bekir Ağabayla bir olup, ve çiftlik sahiplerinden rüşvet alıp, ve de alsak ki ne lâzıma gelir? Ve nankör vetandaşlar. Kim Delice Bekir Ağabaym bulduğu tarlayı beğenmezse, ben de onu köyden koğarım. Ve de Delice Bekir Ağa gibi bir adam, ve de
I f '
(. i i
',56
ORTADIREK
bir ülkede bulunmaz. Ve yüce Tanrı, Cenabı Hak Delice Bekir Ağamızı bize devletkuşu diye göndermiş» Ali kendini tutamadı: «Onu yüce Tanrı bize belâ...» Taşbaşoğlu, eliyle ağzını kapadı. «Sus,» dedi, «bu işler böyle olmaz.» «Bekçibaşı,» diye gürledi Muhtar. Bekçibaşı geldi, askerce selâm durdu.
Göç arkadan gelmiş, yolun ortasında duran erkek topluluğunu geçiyordu.
«Bekçibaşı, Çukura inince, Uzun Aliyi, 1338 doğumlu Uzun Aliyi Bekir Ağanın bulduğu tarlaya sokmayacaksın. Yoksa : cunhalı düşersin. Ben de bu köyün yirmi yıllık Muhtarıysam, , nankörler, eli uçkurlular, sizi Çukurda süründürürüm. Canımı sıkarsanız, size Çukurda hiç bir pamuk tarlası verdirmem. Ve de sabırsızlar. Pis adem oğulları. Ve de çiğ süt emmişler.
¦ Ve de köy hıyanatları. Haydi dağılm başımdan!»
Taşbaşoğlu:
«Öfkeye bak, öfkeye!» dedi. «Bir öfkeye gelmiş ki... Bir de, ve de'çekiyor ki... Sanırsın Ulu Caminin büyük hocası, îşte bu, her namussuzluğu yapar, Ali. Gider, çiftlik sahiplerine allem eder, kallem eder, bize tarla verdirmez. Amanı bilin mi, sus!»
«Verdirmez,» dedi öteden biri.
¦ «Verdirmez»
Bu «verdirmez» lâfından herkes korktu.
I Muhtar eşeğine binmiş, çoktan göçün önüne düşmüştü. Koca Halil, Meryemce Karıya dürttü. Meryemce Karı hışımla arkasına başını çevirdi.
Koca Halil gücengin, bozuk bir sesle:
,' «Hiç küşümlenme, Meryem Bacı. O it, ben sağiken Ali-
, me hiç bir şey yapamaz. Alimallah, adamın ocağını söndürü-' rüm»
Bununla Meryemceyi yumuşatırım sanıyordu. Ama Meryemce başını gene ayni hiddetle öne çevirdi.
UK1AU1KEK
57
«Pisler, geberesiceler. Eşşek kocalar. Akılsızlar. Demezler ki...»
Sesini yükseltti:
«Güzel atım, fıkara Küheylanım, sana söylüyorum. Kulağını aç da, iyi duy. Hiç kimseye değil, doğruca sana söylüyorum. Bu dediğimi de anlamazsan, ben de sana Küheylan demem. Bunca yıl sakalı boşuna ağartmışsın derim. Eşşek kulaklı, beş kulak derim. Bire atım, sen çok çok kocadm. Ya, fıkara atım...»
At tökezir, Meryemce yulara asılır.
«Höst! Höst, domuz malı, gâvurun, söz anlamazın bindiği, höst! Kocadm işte. Uyuz ite döndün. Bu dediğimi anlamazsan iki gözün çıksın.»
Koca Halil, yanından oynayarak giden iki çocuğa bakıyor. Bir kadın, kocaman memesini çıkarmış, bebesinin ağzına dayamış, hem çocuğu emziriyor, hem usuldan duyulur duyulmaz bir ninni söylüyor, hem de çabuk çabuk yürüyor. Kocaman memesinin sarı tüylerinin uçları yıldırdıyor. «İşte,» dedi Koca Halil, «meme olunca böyle olmalı. Tüh sana kocamış it» dedi sonra da.
«Atım, iyi duy, sen ölürsen, benim oğlum, senin sahibin Uzunca Ali sersebil olur. Buna yürek dayanır mı? Sen iki kişi götüremez, ölürsün, öyle mi atım? Sen bu halilen Çukura inemezsin. İki kişiden birinin sırtından inmesi gerek. Gel atım, şunlara yalvaralım da, elini ayağını öpelim de birisi insin. Birini dersen atım, senin soyunda küheylanlık var, kocamış bir karı. Ötekini dersen, yirmi yaşında bir delikanlı. Sakalı ak, yüzü kırışık ya, buradan Çukurovaya değil ya, Akçadeniz gölüne kadar yürür. Kocamış karıyı dersen iki adım atamaz, dizleri tutmaz. Dizleri tutsa iniverir de üstünden, Çukura kadar yürür.»
Koca Halil, söyle, söyle! dedi içinden, söyle! Çatlasan da patlasan da inmiyeceğim. Ata değil, istersen yüzüme karşı söyle. İnmem. Bu atın sahibi beni bindirmedi mi? Bindirdi. At da iyi değil. Vallahi halim yok. Yok işte. İki adımlık yol için yoksa, senin su kahrını çeker miydim? Ağzının ko-
;f 'I
¦r
56
ORTADİREK
¦i i
«Ofof...
kuşunu çeker miydim? Soyka kalsın böyle dirlik.
Ofof... Ooof!»
Şu topal topal yürüyen Hüseyincik. Tavşan Hüseyincik. ; Daha genç. Ama çok zabm, çok zabm. Bir deri bir kemik. ; 'Çukura inene kadar, sırtında derisi bile kalmaz, erir dökü- \ lür. \
İlerde, ak taşın üstüne oturmuş kaşmir. Yedi yıllık uyuz. İ Uyuz Mahmut. Bir askere gitse de şu uyuzculuktan kurtulsa. • Tebdilhava Memet durmuş yolun ortasında derin derin \. soluk alıyor. Tebdilhava Memedin çocukluğunda üstüne türkü söyliyen yoktu bu ülkede. Dokuz-yıldır askerliği bitireme-i di. Tebdilhava geldi, tebdilhava gitti. Köylü de adını Tebdil-• hava koydu. Bundan böyle adı, ölünceye kadar tebdilhava di-
, ye anılacaktır köyde.
Eşeğe yüklü teneke amma da tmgırdıyor. Zalaca Karının - dolamasının arkası baştan aşağı yırtılmış. Donu gözüküyor.
Vay, 'LoS.z.ç.a. Karı'.
Yoztaşa geldik. Bir gece, karanlık, kurşun geçmez bir gece, burada at hırsızlarıyla, Aslan Ağanın at hırsızlarıyla bir ateş yakmışlardı. Bir harman büyüklüğünde. Dağlar bile ışığa boğulmuş, ortalık gündüz gibi olmuştu. Atları Halebe, dil belmez bir Çerkez götürecekti. Kemerinin savatı, güneş . vurmuş gibi balkıyordu.
1 «Höst, domuzun bindiği! Höööst! Sen de yere kapanıp durursun hep. Hööst, gâvur malı! Küt deyip de canın çıkınca
2 ben nişlerim? Körolası koca domuz, on beş yaşlı delikanlıdan daha iyi yürür. Alimin çocuklarının ayağı şişti yürümekten.
Dostları ilə paylaş: |