Yazı bu yaz herkesin rahati kaçacak! • Manşet özgürlüğün tehdit altında olduğu


Avrupa’da yükselen sağcı dalgaya karşı GENÇLİK FRANSIZCA KONUŞMAYA BAŞLADI!*



Yüklə 295,36 Kb.
səhifə5/6
tarix02.08.2018
ölçüsü295,36 Kb.
#66102
növüYazı
1   2   3   4   5   6

Avrupa’da yükselen sağcı dalgaya karşı GENÇLİK FRANSIZCA KONUŞMAYA BAŞLADI!*
Burjuva devrimlerinden, Paris Komününe toplumsal devrimlere tanıklık etmiş olan Avrupa aydınlanmasının göz bebeği Fransa, tarihinin en tartışmalı seçimlerinden birini 21 Nisan Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı 1. tur seçiminde yaşadı. Seçimlere damgasını vuran, faşist Le Pen'in bir çok partiyi geride bırakması oldu. Sağcılaşma eğilimlerinin yükseldiğinin işareti olan bu gelişmeye en etkili ve hızlı tepkiyi üniversite ve lise gençliği yaptıkları sokak gösterileri ve okul boykotlarıyla verdi.

Sermayenin eğilimleri ve işçi sınıfının yıllar boyu verdiği mücadelelerle kazandığı haklar arasında kalan Avrupa egemenleri sosyal tabana ulaşma konusunda ciddi çatlaklarla karşılaşıyor. Artan işsizlik ve suç oranları, sosyal hizmetlerin kötüleşmesi , işçi haklarının gasp edilmesi gibi sermayenin yeni kar alanlarına yönelmesi sonucu ortaya çıkan sorunlar Avrupa toplumlarında ırkçı ve faşist düşüncelerin popüler olmasına yol açıyor. Avrupa’nın bütününde yaygınlaşan bu sorunların kaynağını üçüncü dünyadan Avrupa'ya göç eden göçmenlerin varlığına bağlayan bu ırkçı eğilimler, Avrupa egemenlerinin ideolojik hakimiyetinin büyük halk kitlelerinde yavaş yavaş meşruluğunu yitirmeye başladığı bir dönemde, bu ideolojik boşluğu doldurmak için kullanılıyor. AB merkezli neo-liberal politikaların yarattığı sosyal yıkıma karşı Avrupa halkının milliyetçi düşünceleri destekleyerek geliştirdiği bu savunma eylemi daha önce iktidara gelmesi hayal gibi görünen ırkçı partilerin yükselmesine yol açıyor. Oysa bu partilerin neo liberal politikaların daha vahşi uygulanmasından başka önerdikleri bir şey yok. Avrupa’da sağın yükselişi Portekiz, İspanya, Hollanda ve İtalya’nın ardından şimdi de Fransa’da sürüyor. Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda faşist Le Pen’in yükselişi ikinci turda Fransız halkının faşizm karşıtı bir birlik oluşturarak yaptığı kampanyalar sonucunda engellenmiş oldu. Le Pen’e karşı tek alternatif olarak çıkan Chirac’ın merkez sağ koalisyonu seçimi kazandı. 9 Haziran’ da yapılan genel seçimlerin 1. turunda da Le Pen’in oy oranları düşüş gösterse de merkez sağ partiler seçimin hakimiydi. "Değişimin sağduyusuna inananları" kendine oy vermeye çağıran Le Pen’in ırkçı faşist kimliği bir yana AB ve NATO’dan çıkmak gibi seçim vaatlerinin de halk tarafından desteklendiği görülüyor. Gerçekten de Avrupa halkı değişim istiyor. Le Pen’se ırkçı ve faşist düşünceleri kullanarak bu isteğin en gerici kanadını oluşturuyor. Liberalizmin ideolojik olarak dara düştüğü bu günlerde halka alternatif olarak sunulabilecek her net yaklaşım halktan destek buluyor. Bu nedenle seçimlerde alınan sonuçlar iddiaların aksine sürpriz değil. İki seçimde de dikkate alınması gereken bir diğer veri ise ülkedeki seçmen nüfusunun yaklaşık üçte birinin oy kullanmayışı oldu. Bu parlamenter düzeyde katılım hakkını uzun mücadeleler sonucu kazanmış olan Fransız halkının düzen içi umutlarının tükenmiş olduğunun önemli bir göstergesi.

Gençlik Le Pen’le Sokakta Hesaplaştı

1.tur seçimlerinden sonra alınan sonuçlar Fransız kamuoyuna Avrupa Birliği'nden ve NATO'dan çıkmaktan ve idam cezasını geri getirmekten bahseden bu adamın aslında iktidara ne kadar yakın olduğunu gösterdi. Bunun sonucunda Fransa'nın bir çok siyasi katmanından Le Pen'e karşı muhalif sesler yükseldi. 2. turda Le Pen'e alternatif kalan tek aday cumhurbaşkanı Jacques Chirac bu seslerin bir tarafını oluştururken, bu seslerin diğer tarafını içerisinde özellikle üniversiteli ve Fransa'da oy kullanma yaşının 18 yaş üstü olması sebebiyle 2.turda oy kullanamayacak olan liseli gençlerin bulunduğu ve kendini sürekli sokak eylemleriyle var eden sol kesim oluşturdu. Üniversitelerde ve liselerde seçim sonuçlarının duyulmasının hemen ardından kampanyalar örgütlenmeye başlandı. Kampanyaların içeriğinde Chirac'ın yaptığı gibi Le Pen karşıtlığı değil faşizm ve ırkçılık karşıtlığı vardı. İlk olarak liselerden başlayan eylemler, üniversitelilerin katılımıyla gelişti ve ardından sivil toplum örgütleri, sendikalar ve toplumun diğer tüm bileşinlerine yayıldı. Üniversitelerde öncelikle üniversiteler arası iletişimi sağlamak için öğrenci koordinasyonu ve bunun komiteleri kuruldu. Özellikle Paris Üniversitesi’nin başını çektiği öğrenci eylemleri etkisini sokak eylemlerinde de gösterdi. Seçim sonuçlarının duyurulduğu hafta başında başlayan okul boykotları ikinci tur seçimlerinin yapıldığı 5 mayıs tarihine kadar sürdü. Nantes, Brest, La Rochelle, Pons Rennes gibi kentlerde başlayan okul boykotları daha sonra öğretmenlerin de öğrencileri desteklemesiyle tüm Fransa'da yaygınlaştı.

Fransızlar ülke sokaklarını doldururken, gösterilerin başını öğrencilerin çekmesi eğitimi durma noktasına getirdi. Pek çok kentte on binlerce lise ve üniversite öğrencisi Le Pen’i protesto etmek için okul kırıyor.” (Radikal, 24.04.2002)

Fransız halkının “Fransızca konuşmaya” başlamasının başını öğrenciler çekti. Öyleki 2.tur seçimleri öncesinde eğitim bir hafta resmen tatil edilmek zorunda kalındı. Fransa’da ırkçılık karşıtı gelişen sürecin belki de en ayırt edici yanı uzun zamandan sonra dünyada, gazete manşetlerine "gençliğin başlattığı eylem süreci tüm toplumu sardı" şeklinde yansıması oldu. Biraz abartı bir benzetme olmakla beraber gençlik, tıpkı 68 baharında toplumsal bir uyanışı simgeleyen ya da Komün günlerinin ateşli tartışmacıları olan gençler gibi üzerindeki kaplumbağa zırhından kafasını dışarı çıkardı. 27 Nisan'da Fransa'nın bir çok kentinde gerçekleşen eylemlere çoğunluğu öğrenci olan yüz binler katıldı. Le Pen ve faşizm karşıtı en büyük eylem ise 1 Mayıs'ta gerçekleşti. Paris'te 400 bine varan eylemcinin katıldığı gösterilerde faşizm ve ırkçılık lanetlenirken daha önceki eylemlerde olduğu gibi Le Pen'e karşı Chirac'a oy vermek zorunda kalınmasına atfen "faşiste değil hırsıza oy ver" sloganı atıldı. Chirac ise sonu gelmeyen sokak gösterilerini eleştirerek "siyasi faaliyet seçim sandıklarında olur sokakta değil" dedi. İktidara gelene kadar halkta uyanan ırkçılık karşıtı tepkilerden hiç de hoşnutsuz olmayan Chirac’ın bu açıklaması aslında Fransa sokaklarını dolduran halkın, tepkiselliğinin tek başına Le Pen’in siyasi şahsıyla ilgili değil bir bütün olarak toplumdaki çürüme ve siyasi iktidarlara karşı güven eksikliğinden kaynaklandığını fark etmesinin sonucu. Seçimlerde hiç de azımsanamayacak sayıda olan sandığa gitmeyenler kesimi ise bir kafa karışıklığından çok aradığını şu anki siyasi arenada bulamayan hoşnutsuz bir kesimi ifade ediyor. Kıvılcımını liseli gençlerin verdiği bu süreçse hoşnutsuz ve arayış içindeki halkın gündemine yeni bir tercih sokuyor.

Fransa’da Le Pen karşıtı başlatılan kampanya her ne kadar merkez sağ bir yönetimin başa geçmesiyle sonuçlansa da kampanya süresince sokağı zorlayan, halka da bunu öneren ve meşru, militan sokak eylemlerini gerçekleştiren gençliğin tercihi ne Le Pen ne de Chirac’dan yanaydı. Gençlik tercihini ne Afrikalı, Asyalı ve Okyanusyalı sıra arkadaşlarının düşmanı ve sosyal devletin tasfiyesini milliyetçi ve faşist temeller üzerinden kurgulayan Le Pen'den ne de kendilerini sermayenin sınırsız dolaşımının getireceği refah masallarıyla uyutmaya çalışan Avrupa egemenlerinden yana kullandı. Irkçılık karşıtı eylemliliklerin en önünde duran üniversiteli ve liseli gençlik "değişime inananların sağduyusunu " oy sandıklarında değil sokaklarda gösterdi.

* Marks ve Engels ayaklanmaya Fransızların ihtilalci atılımları ve geleneklerinden esinlenerek “Fransızca Konuşma” adını koymuştur. Marks ve Engels’e göre ayaklanma bir sanattır.



15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ
“kurtuluş yok tek başına, zincirden ve yumruktan; ya hep beraber, ya hiçbirimiz.”

15 Haziran 1970 sabahı işçiler her günkü gibi fabrikalarına girdiler, kartlarını bastılar, iş elbiselerini giydiler. DİSK'in fabrika temsilcileri 11 Haziran'da parlamentodan geçen "Sendikalar Kanunu Değişiklik Tasarısı" nın onaylanması koşulunda yapılacaklar üzerine düzenlenen tartışmaları işçilere aktarmak üzere fabrikalardaydılar. 9 maddeden oluşan tasarıyla sendika kurulabilmesi, işçilerin sendikalı olabilmesi zorlaştırılıyor, anayasal bir hak olmayan lokavt yasal hale getiriliyor ve kurulacak sendikalarda da Türk- İş'in denetimi zorunlu hale getiriliyordu. İşçiler yasa tasarısının Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanması koşulunda 15 Haziran Pazartesi gününden başlayarak yasa tasarısı geri çekilinceye kadar devam edecek ve Türkiye işçi sınıfının mücadelesine yeni bir bayrak dikecek direniş sürecinin kararını aldılar.

60'ların başından itibaren derinleşen ekonomik krizle beraber, %100'lere varan zamlar, düşük ücretler, kente doğru hızlı bir göç, hızla çoğalan karaborsa, gerçekleştirilen işçileştirme politikalarıyla 1963'te 2 milyon 745 bin olan işçi sayısının, 1971'de 4 milyon 55 bine çıkışı... Yeni sömürgeciliğin ilk krizinden, Türkiye halklarının payına düşenler aynı zamanda 15- 16 Haziran işçi hareketinin zeminini hazırlayan faktörlerdi. 70'li yıllar, uygulanan sömürgecilik siyasetinin yıkımlarından etkilenen yalnızca işçi ve emekçi kesimlerinin değil, öğrenci gençliğin, kamu çalışanlarının, toplum polislerinin, işsizlerin sokak hareketlerine tanık olmuştu. 1963'te "Evde Çocuk Ekmek Bekliyor" sloganlarıyla greve katılan işçi sayısı 1374 iken, 1970'lerde bu sayı " Kahrolsun Kapitalistler, Bağımsız Türkiye" sloganlarıyla grev katılımcısı olan 27 bin işçiye ulaşmıştı. 60'larla beraber grevler, işgaller ve direnişlerle tanışan işçi sınıfının 70'lere uzanan yolunun en önemli birikim aktarımı durağı 15-16 Haziran direnişi olmuştur.

Çalışma Bakanı, AP’li Seyfi Öztürk: “Yakında DİSK’in Canina Ot Tikanacak”.

İşçi hareketindeki radikalleşme ve kendi kaderini tayin etme eğilimi, mücadelenin devlet tarafından eskiden olduğu gibi denetlenebilmesini giderek güçleştirir olmuştu. Tam da bu koşullarda AP milletvekili Seyfi Öztürk'ün Türk- İş Erzurum Kongresi'nde yaptığı konuşmanın ve DİSK' e bağlı sendikaları yok etmeyi amaçlayan "Sendikalar Kanunu Değişiklik Tasarısı"nın TBMM gündemine alınmasının tek amacı gelişen işçi hareketini denetim altına alabilmekti.

"Bizler Demirdöküm işçileri olarak karar verdik ve and içtik. Bizim namusumuz gibi koruduğumuz sendikaları kapatabilirler, ama bizim kafamızdaki bilgileri asla kapatamayacaklar".

15 Haziran Pazartesi sabahı yaklaşık iki saat süren tartışmalar sonucunda makineler sustu. 115 fabrikadan 75 bini aşkın işçi ellerini şalterlere uzatarak üretimi durduruyordu. İlk olarak Ankara asfaltı üzerindeki Otosan Fabrikası'ndan 2 bin 700 işçi, "Yaşasın İşçi Sınıfı, Savaş Başladı, Bütün Kininiz İşçilere mi?, Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Bir Şeyimiz Yok" sloganlarının yazılı olduğu pankartlarla yürüyüşe geçti. Haliç'te yürüyüşe geçen işçiler fabrika fabrika dolaşarak arkadaşlarını yanlarına çağırıyorlardı. Bir fabrika boşaldı mı arkasından diğer fabrikadaki işçiler yürüyüşe katılıyorlardı. Saat 9.00'dan sonra bütün İstanbul- İzmit karayolu ve İstanbul sanayi bölgeleri işçi kafileleriyle dolmuştu. Haliç'in iki yakasını bağlayan köprüler açılmış, işçilerin buluşmasını engellemek için Avrupa ve Anadolu yakası arasında sefer yapan vapurlar bağlanmıştı. Sungurlar, Elektro- Metal, ve Demirdöküm'ün 8 bin işçisi gözaltına alınan arkadaşlarını kurtarmak için Eyüp Karakolu'nu basıyor, nezarethaneye kadar girip arkadaşlarını çıkartıyorlardı. "Devrimci sendikaları kapatıyorlar, ekmeğimizi almak istiyorlar. Bunu protesto ediyoruz" diye anlatıyorlardı halka taleplerini. Derby Lastik işçileri Bakırköy'e, Profilo ve Grundig işçileri Gümüşsuyu'na doğru ilerliyorlardı. Saat 14.30'da Bakırköy'deki Emayetaş Fabrikası'nın 500 işçisi Topkapı'ya doğru yola çıktı. Anadolu yakasında ise Otosan, Arçelik ve Singer işçileri Gebze'den gelen işçilerle birleşmiş yürüyüş başlamıştı.

15- 16 Haziran eylemlerinin kararları fabrikalarda oluşturulan komiteler tarafından, tamamen işçilerin inisiyatifinde alınmıştı. Eylem sürecinde DİSK yönetiminin gerici bir tavır sergileyerek Kemal Türkler tarafından yapılan radyo konuşmasıyla işçilerden "ölçülü" davranmaları istenmesine rağmen, işçiler gasp edilmiş haklarını geri kazanabilmek için gün boyu eylemlerine devam etmişlerdi. 15 Haziran'da İstanbul ve İzmit'te başlayan eylemler, 16 Haziran'da Adapazarı, Bursa, Eskişehir, Ankara, İzmir, Zonguldak gibi diğer illere de sıçramıştı. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel eylemler üzerine memleketin rejim tehlikesi yaşadığını söylüyor, İstanbul ve İzmit'te 3,5 ay sürecek olan sıkıyönetim kararını açıklıyordu. Çıkan çatışmalarda biri polis beş kişi yaşamını yitirmişti. Eylemlerden sonra 422 işçi işten atılmış, 162 kişi tutuklanmış, açılan davalarda işçilerle, sendikacılarla beraber devrimci öğrenci önderleri de yargılanmıştı. Kimse mahkum edilmeden davalar sivil mahkemelere bırakıldı. DİSK ve bağlı sendikaları yok etmeyi amaçlayan yasa değişikliği Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın veto etmeyip onaylamasıyla 22 Ağustos 1970 günü 13577 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Fakat yasanın 15- 16 Haziran direnişine yol açan maddeleri fiilen yürürlüğe konmadı.

Eylemler DİSK'in örgütsel varlığını ortadan kaldıracak yasal düzenlemeler nedeniyle başlamış olsa da, işçi sınıfının yalnızca sendikal örgütlülüğü tehdit altındaki kesimlerinin değil, bağımsız sendikaların, Türk- İş tabanının da katılımıyla gerçekleşmişti. Günümüzde olduğu gibi o yıllarda da sendikal ve siyasal birlikten yoksun olan işçi sınıfı 15- 16 Haziran direnişiyle bu birliğin oluşması yönündeki en büyük adımlardan birini atmıştı. Sadece işçileri değil öğrenci gençliği, kamu çalışanlarını, işsizleri, kent yoksullarını da harekete geçiren eylemler toplumsal çıkarları işçi sınıfıyla aynı olan tüm kesimlerin o yıllar için en üst düzeydeki eylem birlikteliğini oluşturmuştu.



"O zaman Taylan Özgür gibi insanların hepsi bizimleydi, bizlerden biriydi. Sabah akşam fabrikada birlikte oturur, birlikte kalkardık. Yandaştık. Eğer Türkiye'de emekçilerin hakkı bir yerlere varırsa, bunda öğrenci gençliğin de mücadelesinin payının olduğu bilinci hem işçiler, hem de öğrenci gençlik tarafından biliniyordu." (1)

Kapitalist sömürgeciligin tarihi boyunca krizden çıkış adına hayata geçirdiği düzenlemeler sömürge ülkelerde yaşanan sürekli krizlerle sonuçlanıp farklı toplumsal hareketlerin tetikleyicisi olmuştur. Yeni sömürgeciliğin girdiği krizde henüz devrimci hareket geleneğinden yoksun olan Türkiye halkları; "6. Filo Defol, Tam Bağımsız Türkiye" talebiyle yürüyüşe geçen devrimci gençlerle birlikte, toprak ve fabrika işgallerinde, 15-16 Haziran günlerinde direnmeyi öğrendi.

Sömürgeciliğin bugünkü evresinde yeni liberal politikalar sonucu yaşanan kitlesel işsizlik, ücretlerdeki köklü düşüşler, geçen yıllarda kendini esnaf eylemleri olarak açığa vuran orta sınıfın çöküşü, bir çok sömürge ülkede benzer hareket biçimlerine yol açarken, sermaye aynı zamanda halk kesimlerinin örgütlülüklerini de hedef almakta gecikmiyor. Stand- by anlaşmalarında işverenlere işçi çıkarma hakkının koşulsuz bir şekilde tanınmasını, çalışma hakkının anayasal bir hak olmaktan çıkartılmasını ve sendikal örgütlülüklerin dağıtılmasını öngören yeni düzenlemelerle hedeflenen tıpkı "Sendikalar Kanunu Değişiklik Tasarısı"nda olduğu gibi toplumsal hareketlenmeleri denetim altına alabilmek.

Sömürgeciliğin bu çağında yarattığı ekonomik ve toplumsal yıkımlar henüz Türkiye topraklarındaki işçi ve emekçilerin yeni 15-16 Haziranlarını yaratmadı. Şimdilik tüm yıkımlar geniş halk kesimlerinde yoksullar arası çatışmalar, toplumsal çürüme ve yozlaşmayla karşılık buluyor. Yoğun sömürünün yeni bir işçi sınıfı mücadelesini tetikleyebilmesinin öznel koşulları elbetteki yıkıma uğrayan kesimlerin birlik ve dayanışmasının gücünde saklı. Bu birlik ve dayanışmada üniversitelilerin yeri tıpkı Haziran 70'de olduğu gibi hem barikat hem de fikir çatışmasının en önü.

(1) Sungurlu Fabrikasından bir işçi.

GÜLÜMSEYİN, YAZ OKULLARI BAŞLIYOR
Üniversiteleri bir avuç bilim düşmanına bir avuç paraya satmak için dolap üstüne dolap çeviriyorlar, çevrilen dolap sokağa düşüyor, dağıtılmış yürüyüş oluyor, yürüyüşten sokağa kalan pankart dolabı sarıyor, geri fırlatıyor. Gecelerini gündüzlerine katıp özgür, bilimsel eğitim isteyen üniversitelileri kapı dışarı atmanın "kuralına uydurulmuş" soruşturma fezlekelerini hazırlıyorlar, soruşturma odaları engizisyon mahkemeleri oluyor, üniversiteliler prometaus. İhanetçi soruşturmacıların suratına çarpan kapı yoksul bir mahallenin tekstil atölyesine açılıyor. Bilmem kaçıncı stand-by'ın bilmem kaçıncı istilacı uyum programı gereği adı ucuz soyadı işgücü onlarca gencin teri döküldüğü yerde tüm yaşamı yeniden üretiyor.

Yolsuzlukların magazin programlarında belgelendiği, katillerin gece partilerinde cumhuriyet altını dağıttığı, yapılan anlaşmalarda bir imzayla milyonların hayatlarının uluslararası sermayeye kiralandığı, 15 yaşındaki genç kızların fahişe, 60'lık dedelerin temizlik işçisi olduğu bir memlekette ölüp ölüp diriltilen bir kadavranın son sözleri duyuluyor: "istikrar, ben, uzlaşma…"

Kendinizi yormayın beyefendi, halkına acıdan başka hiçbir şey vaad etmeyen bir iktidarın sözcüsü olmak kolay iş değil elbet, ancak siz de görüyorsunuz işler sarpa sarıyor üstelik bir de tepesine bindiğiniz o halk uyanmadı henüz. Sizin ve temsil ettiğiniz düzenin tasınızı tarağınızı toplayarak ebedi istirahata çekilmenizin vakti geldi de geçiyor! Şansınızı deneyin tarih vakitli geri çekilişlerin onursuz yenilgilerin yükünü hafiflettiğini yazar!

Sömürgecilik siyaseti tarihi boyunca ve o tarihin dört mevsimi boyunca üniversitelere, bilime ve halka yönelik linç girişimlerinden taviz vermedi. Üniversiteliler ve halk da bu linç girişimine karşı direnişten. Zamanın ve mekanın kendisi sermaye saldırısı için de direnişin kendisi için de hareket yöneliminin belirleyeni değil, biçiminin belirleyeni oldu. Onlar kışları pencerelerini açık bıraktılar gözaltı hücrelerinin, biz çırıl çıplak soyunduk sadece bedenimizle direnmek için. Biz yazları "yıllık izin kullanmadık", onlar zorla "raporlu izne" çıkarttılar bizi. Kampus kapılarını kapattılar ama sokakların kapısı yoktu ki. Hele bir de ter dökenlerin hep o herkese açık yoksul sofraları, ekmeği ve isyanı paylaştığımız, bir o sofraya dokunamadılar hep bir oturduğumuzda başına.

Mevsimlerden yaz ise zamanın kendisi, sınıf ayrımı yapmaksızın kendiliğinden bir tebessüm konuverir tüm yüzlere. Yaza özgü bu gülümseyişler tarihin ayaklanmalar sayfasındaki dip not olmuşlardır. Doğanın kendini yeniden ürettiği mevsimde, insanlık eşitlikçi ve özgür bir toplumun güncel biçimine yüreğine düşen bu gülümseyişin kışkırtıcılığıyla inanmış, bu gülümseyişin inancıyla ulaşmıştır. "Ayaklanma sanatının" ince işçiliğine temmuzun güneşiyle soyunulmuş, "ekimin" fırtınalarıyla da ters düz edilmiştirdir iktidar.

Mevsimlerden yazdır söz konusu olan, kampus kapılarının yaz okulları için parasıyla açıldığı, sofralarımızın kurulduğu mevsimdir yani. Onlar mavi bir gökyüzündeki beyaz martıları seyre dalacağımız "yıllık izin" planları yaptığımızı umut ederler, biz mavi gökyüzüne bakarak gökyüzündeki buzları kırmayı planlarız. Onlar paralı yaz okulları açarlar üniversitelerimizde, biz kendi okullarımızı nasırlı bir elin gece konan evinin yanı başına inşaa ederiz ekmeği ve isyanı paylaşmak için.

ve gülümseriz! muhtemel bir dip not için!

HABERLER...
ODTÜ’DEN DEV-MADEN SEN İŞÇİLERİNE DESTEK

Sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma saldırılarına karşı Haziran 2001'den bu yana aileleriyle direnen Bolu Gökçesu maden işçilerine destek vermek için 31 Mayıs 2002'de ODTÜ’de Mimarlık Amfisi'nde Eğitim-Sen'le birlikte bir dayanışma gecesi düzenlendi. Nurettin Rençber, Gülay Akgün ve Grup Dalga'nın türküleriyle, Mehmet Özer'in şiirleri ve dia gösterimiyle destek verdiği programda Dev-Maden-Sen Genel Başkanı Çetin Uygur, Eğitim-Sen 5 nolu şube başkanı Salih Sarıkaya ve maden işçisi Ahmet Göynük konuşma yaptı. Satılan 800 davetiyenin geliri 15 Haziran'da Gökçesu'ya yapılan destek ziyaretinde direnişçi işçilere teslim edildi. 200'ü öğrenci 350 kişinin katıldığı etkinliğin düzenlenmesi emekçilerin direnişine destek verilmesinin yanında ileriki dönemde üniversitelerimizde yaratılacak olan öğrenci-emekçi ortak eylem pratikleri bakımından anlamlı bir yerde durmaktadır.

Dostlarımızı / Gökçesu'da işçi / Bergama'da köylü / F tipinde direniş / Filistin'de bir taş / Ezilenlerin uzun yürüyüşünde yoldaş olmaya çağırıyoruz.

Üreten biziz yöneten de biz olacağız.



ODTÜ Devrimci Gençlik

 

ÇANAKKALE’DE DÖNEM HAREKETLİYDİ



Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi, yaşanan tüm baskılara, soruşturmalara rağmen ilerleyen demokratik üniversite mücadelesine tanıklık ediyor. 2. dönemin başlamasıyla birlikte hızlanan Yeni YÖK Yasa Tasarısı karşıtı çalışmalar yavaş yavaş tartışma ortamlarından kampüs alanlarına inmeye başladı. Eğitim-Sen’de yapılan ve üniversiteden bilimcilerin de katıldığı YÖK Yasa Tasarısı tartışmaları sonunda; tasarının üniversitelere ne gibi düzenlemeler getireceği ve sermayenin üniversiteler üstünde kurmaya çalıştığı egemenlik ilişkilerini sağlamlaştıracak düzenlemelerin üniversiteli güçler üzerinde ve üniversitenin toplumsal misyonunda yaratacağı tahribatlar konusunda yapılan bir basın açıklamasıyla Çanakkale kamuoyu bilgilendirildi. Daha sonra aynı çerçevede ÇOMÜ Eğitim Fakültesi Anafartalar Kampüsü'nde yaklaşık 150 öğrencinin katıldığı bir basın açıklaması yapıldı ve sloganlarla okul çıkışına kadar yürünerek eylem sonlandırıldı. Çalışmaların hızlandığı ve üniversitelilerin demokratik üniversite talepleri etrafında bir araya gelmeye başladığı böyle bir süreçte muhalefeti bastırmak için sivil polislerin ve faşistlerin üniversitelilere yönelik baskı ve saldırıları da arttı. Okul içinde, dışında yoğunlaşan saldırı ve tacizlere karşı mücadelelerine devam eden üniversiteliler bütün bu sindirme, baskılama politikalarına karşı gereken cevabı verdiler.

ÇOMÜ öğrencileri bütün bir dönem boyunca sergiledikleri pratikleri, tartışmalarını baharın, isyanın ve inadına direngenliğin coşkusuyla 1 Mayıs alanına da taşıdılar. 3000 toplam eylemcinin içinde 150 kişilik kitleleriyle, alandaki duruşları, açtıkları "FİLİSTİN İŞGALİNE, YÖK VE YÖK YASA TASARISINA KARŞI BİRLİK, MÜCADELE DAYANIŞMA" pankartı ve sloganlarıyla tüm baskılara rağmen yılmadıklarını, mücadeleye devam edeceklerini haykırdılar.

ÇOMÜ öğrencilerinden YÖK'çülere duyurulur! Sakın tatile gireceğimizi sanmayın Sözümüz Var Bu Yasa Tasarısı Meclisten Geçmeyecek! Sözümüz Var Özgürleşeceğiz! Sözümüz Onurumuzdur Ünüversiteler Bizimdir Bizimle Özgürleşecek!

Çanakkale Devrimci Gençlik



İZMİR’DE ÜNİVERSİTE MUHALEFETİ

İZMİR’DE KIZILDERE ANMASI

30 Mart 1972'de Kızıldere'de faşizme karşı çarpışarak can veren Mahir Çayan ve 9 yoldaşı anıldı. Anma saat 12:45'de Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi kantininde başladı. Devrim şehitleri adına saygı duruşuyla başlayan anma, Kızıldere'nin günümüz mücadelesi içinde nasıl anlamlandırılacağı, sömürgecilik ilişkilerinin yeniden düzenlendiği bu süreçte yolumuzu nasıl aydınlattığı tartışılarak devam edildi. Müzik ve şiir dinletisiyle de anma bitirildi.

İZMİR' DEN YÖK' E İHTAR

Nisan ayının ilk günlerinden itibaren muhalif öğrenciler ve üniversitenin diğer bileşenleri ile sürdürülen tartışmalar sonucunda oluşturulan YÖK'e ve Tasarısına Karşı Öğrenci Koalisyonu ile sokağın sınırlarını ve egemenlerin barikatlarını beraber aşma kararı alındı.

27 Nisan 2002 günü Konak Meydanı'nda buluşan 600 öğrencinin ve 100 eğitim emekçisinin katıldığı eylemde "YÖK'e Hayır!, Tasarıya Geçit Yok!, YÖK Kalkacak Polis Gidecek, Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek!, Ferman Devletin Üniversiteler Bizimdir! sloganları atıldı. Eylem İzmir Üniversiteleri Öğrenci Koordinasyonu, Öğrenci Dernekleri ve öğrenci topluluklarının ortak basın metinlerinin okunmasından sonra 1 Mayıs günü Konak Meydanı'nda olunacağı slogan ve alkışlarla duyurularak sonlandırıldı.

İZMİR'DE 1 MAYIS

Yıllardır egemenlerin politikalarıyla sömürülen emekçiler, kişiliksizleştirilmeye çalışılan ve üniversiteleri sermayenin egemenliği altına alınmak istenen üniversite öğrencileri 1 Mayıs'ta egemenlere cevaplarını alanda verdiler. 27 Nisanda Konak'ta alana çıkan öğrenci muhalefeti bu kez emekçilerin yanlarında kendi talepleri ile toplumsal muhalefetin taleplerini birleştirerek yerlerini aldılar. İzmir Üniversiteleri Öğrenci Koordinasyonu ve Öğrenci Dernekleri'nin oluşturduğu YÖK'E VE TASARISINA KARŞI ÖĞRENCİ KOALİSYONU 1000 kişiyle Gündoğdu Meydanı'na yürüdü." Katil Polis Üniversiteden Defol, YÖK-Polis-Medya Bu Abluka Dağıtılacak,YÖK'e Hayır Tasarıya Geçit Yok, Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz, Katil Şaron Filistin'den Defol, Yaşasın Halkların Kardeşliği, F tipi Üniversite İstemiyoruz" sloganlarının atıldığı eylemde öğrenci gençliğin coşkulu katılımı gelecek dönem üniversite mücadelesi için umut vericiydi.



Yüklə 295,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin