Yazı gençLİĞİn devriMCİ eylemi duyarliliğIN eylemiDİR • Manşet ÜNİversiteniN VE YOKSULLARIn devriMCİ eyleminde ön saflara!


BİLGİNİN, KURTULUŞUN DÜNYAYA SAÇTIĞI IŞIKTAN BAŞKA IŞIĞI YOKTUR



Yüklə 311,32 Kb.
səhifə3/7
tarix18.01.2018
ölçüsü311,32 Kb.
#38794
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

BİLGİNİN, KURTULUŞUN DÜNYAYA SAÇTIĞI IŞIKTAN BAŞKA IŞIĞI YOKTUR
(ÜNİVERSİTEDE YABANCILAŞMA HAKKINDA EĞİTİM BİLİMSEL –PEDAGOJİK NOTLAR)

Ödevlerim ve mutluluğum konusunda dersimi iyice almış biri olarak kitabı kapatıyor, derslikten çıkıyor ve etrafıma şöyle bir bakıyorum. Demirden boyunduruklar altında inleyen lanetlenmiş halkları görüyorum. Bir avuç zalimin elinde unufak edilmiş insanlığı görüyorum. Zenginler kurbanlarının kanını ve gözyaşlarını rahatça içerken, ızdırap ve yokluktan mahvolmuş, açlıktan kırılan ayaktakımını görüyorum. Her tarafta güçlülerin, yasanın dehşetli kudretiyle zayıflara karşı silahlanmış olduğunu görüyorum.
J.J. Rousseau(1)

Bu "kalpsiz filozof"un iki yüz elli sene önce işaret ettiği yabancılaşma, bugün yeni bir boyutuyla karşımıza çıkmaktadır. Devlet terörünün, metanın ve toplumsal otoritenin (özellikle ailenin) insana dayattığı hiçleşme, şimdi bir öznellik biçimi(2) olarak üniversiteliliği de etkisi altına almaya başladı. Üniversiteye özgü pratik ve politik değerlerin içi boşaldıkça, üniversite köklü değerlerini yitirmekte ve 'üniversiteli olma'nın anlamı değişmektedir. Biçimsel olarak üniversiteliler "öğretmen", "öğrenci" ve "işçi" gibi hissederler; ama bu kimlik indirgenmiş kalıplar olarak yabancılaşmış klişe rollerden iberettir. Herkes rolünü yaşar. Öğretmen, öğrenci ve işçiler arasında kurulan ilişkiler, roller arasındaki ilişkiler olarak, köklü bir kişiliksizleştirmenin temelini oluşturur. Özgür insanlar/özneler arasında bilgi değerleri üzerinden kurulması gereken devrimci ilişkiler, "güven" temelini yitirerek kronik bir güvensizliğe dönüşür. Hiçbir "öğrenci" bir "öğretmene", hiçbir "öğretmen" bir öğrenciye ya da"çalışana" güvenmez. Herkes bilir ki, herkes herkesi hiçleştirmektedir. Ortak bir özgürlük pratiğinde olması gereken güven kaybolunca, bilgi sürecinde "egemen/burjuva değerler" özgürlük ideallerinin yerini almakta, umut ve beklenti kırıklığı üniversitelileri yılgınlığa ve teslimiyete sürüklemektedir.

Üniversitede yabancılaşmanın temelinde bilgi üretiminden uzaklaşmak yatar. Artık üniversitelileri "değerli" kılan şey bilgi değildir. Üniversitelinin zihinsel üretim araçlarından kopması, onun bizzat kendine yabancılaşmasına yol açmaktadır. Kendini bilgi üretimi, bilgi, emek, yaratıcılık ve eylem üzerinden var eden üniversiteli, özünü yitirerek toplumdaki değişik iktidar biçimlerinin kalıbına rahatça dökülecek kıvama gelir. Üniversite yaşamı ise, yılgınlığın ve tüketimin peşinden sürüklenip giden, özerklikten ve kendine ait bir özden yoksun bir eklenti haline gelir. Üniversitede yabancılaşma, başlıca aile, okul, piyasa ve devlet iktidarlarının kesişeni olarak şekillenmektedir. Bu anlamda yabancılaşma basit güç ilişkilerinin çok ötesindedir. Bu süreçte üniversitenin bilgi ve eğitim üzerinde kurduğu ilişki zayıflarken, üniversite/bilgi dışı otorite ve iktidar odakları ve çıkar ilişkileri belirleyici konuma gelmektedir.

Evrensel olarak özgür bir yaşam için üretilen bilgi, kapitalist düzende egemen çıkar ilişkilerine indirgenmektedir. "Eğitim hakikatleri veya gerçekleri öğretmek için değil, hakikat veya gerçek olarak kabul edilecek önermeleri öyle kabul etmeye hazır zihinlerin oluşturulması için vardır."(3) İşte bilgiye yabancılaşmayı tetikleyen burjuva eğitimbilimin hareket noktası budur. "Öğretmen", "öğrenci", "işçi" artık bu yeni misyonu gerçekleştirmek için seferber olacaklar ve başkalaşacaklardır.



Bir yerlerden kurtuluş yolunun açılması gerekiyordu ve seçtiğim profesörlük ünvanı bana bu kurtuluş yolunu açtı... Eski dünyayı yönetenin otorite, yeni dünyayı yönetenin de Dolar olduğunu öğrendim.
Sigmund Freud

Herkes Freud kadar şanslı değil. Tarihin hiçbir döneminde bilgiden geçinmek pek iyi bir geçim kapısı olmamış. "Yakın zamanlara kadar prenslerin dostuyken, kötü bahtım yüzünden şimdi bir okul açtım" diyen 15. yüzyıl İtalyan hümanisti, üniversitede "geçim/yaşam" için üretimden "tüketicinin tüketilen" olduğu pazar için üretime geçişin ilk trajik örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bilginin metalaşması bizi düşünsel mülkiyetin yükselişinde yeni bir evreye götürmekte ve yozlaşma belirtileri en fazla akademisyenlerde görülmektedir.

Gücünü aslen bilgiden alan akademisyen/ bilimci/aydın, kapitalist eğitim sisteminin emrettiği "ünvan", "eğitim" ve "para" değerlerinin egemenliği altına girdiği sürece bilgi değerlerinden uzaklaşır. "Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler. Bu olgu özellikle, üst sınıfın 'mümtaz' insanlarına denk olma özlemini duyan orta sınıf ezilenlerde hakimdir."(4) Akademisyenler, "gizli bilgi bekçileri"nden (5) (papazlar, ulema, şamanlar, büyücüler, kocakarılar) aldıkları bu "kutsal" tarihsel misyonu şımarık bir tüketim çılgınlığı selinde bilgi kabzımallarına kurban ederler. Bilgiye yabancılaşan akademisyenler için bundan böyle, üniversitenin epistemolojik (bilgikuramsal) misyonu dışında "ne iş olsa yaparım abi" dönemi başlamıştır.

İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte, düşünsel bir yapıdan bir başkasına geçilmesine yol açan görece kısa süreli karışıklık ve çalkantı döneminde, şimdilik, akedemisyenlere, deyim yerindeyse, "akademiklumpenproletarya" kimliği yakıştırılabilir. Bu derginin geçen sayısında "aydınların proleterleşmekte" olduğu saptaması yapılmıştı. Proleterleşme sürecini ilkel çağında "lumpenproletarya" bulunmaktadır. Üniversite arzının istihdam talebinden çok daha fazla olması, yani 'akademik bir lumpenproletarya'nın yaratılması ise, inisiyatifi endüstriye vermektedir.(6) Aslında, ne yazık ki, deyimin, Marx'ın kullandığı biçimiyle de üniversitede karşılığını bulmak mümkündür. "Nispi artı-nüfusun en dipteki tortusu, ensonu, sefalet alanında bulunan"lardan söz eder Marx.(7) Bu kesim proletaryanın özgün devrimci kimliğini taşımadığı gibi, ne tam anlamıyla geldikleri sınıfların ne de günün birinde evrilecekleri sınıfın bilincini taşır. Tıpkı ne aydın ne proleter bilinçle hareket eden akademisyenler gibi kişiliksizleşmekte, başkalaşmaktadır. Doğal olarak, bunların bilgiyle kurdukları ilişki de ne emek değerleri üzerinden ne de hakikat üzerinden olmaktadır. Çalıntı tezlerle akademik kariyer yapmak, bilginin enformasyon değerini devlete muhbirlik yaparak değerlendirmek, zihnin yargı gücünü faşist yönetmeliklere soruşturmacı olarak icra etmek, bilgi sistemini siteme polislik ederek tesis etmek aslında tam da akademik lumpenproletaryanın sınıfsal konumuna uygun davranışlardır.



Kendimizin hem masalcı hem de kitap rolünü oynadığımız o günlerin, o ideal günlerin okuyucusuna ne yaptık? Farklı zaman ve mekanlarda gezinme yetisiyle donatmıştık; odasında, sınıfında, kitabında, bir satırda, bir kelimede hapsedilmiş şimdi.
Daniel Bennac

Okul kurumunun gelişmesine yol açan şey, çocukların belli bir modele göre yetiştirilme zorunluluğudur. Aile ve piyasa söz konusu burjuva modelin öteki bileşenlerini oluşturur. Bu model gençliğe, "evlat", "öğrenci/eğitilen" ve "müstakbel işçi" olarak roller yüklemektedir. Gençliğe biçilen roller, sömürge üniversitesinde somutlanan kitle eğitimi modeliyle aile, okul, devlet ve piyasanın tam bir suç ortaklığını gerektirmektedir. Ve tarih en büyük toplumsal suça tanık olmaktadır: gençliğin bilgi üretiminden doğan devrimci gücünün toplumsal yaşamın dışına sürgün edilmesi! Böylece "okul, toplumdaki sınıf sisteminin toplumsal eşitsizliklerini yeniden üretme"(8) misyonuna kolayca uyarlanabilir.

Kitle eğitiminin toplumsal planda sonuçları gençliğin toplumsal yapısının değişmesine kadar varmaktadır. Bu yıkım, uzmanlaşma ve parçalanma temelinde üniversitelinin kimlik ve kişilik yapısına kadar işleyen bir başkalaşıma/hiçleşmeye yol açmaktadır. Artan uzmanlaşma sonucunda sınırlı ve yüzeysel bilgiye sahip öğrenciler ortaya çıkmaktadır. Küçülen kapsayıcılık artan derinlikle telafi edilmemektedir. Toplumsal sorunlara duyarsız öğrenci kitleleri adeta "cahilleştirilmektedir". Çeşitli bilgiler arasından seçim yapmak, mutlaka bir maliyeti (fiyatı) gerektirmektedir. Pazar zihniyeti bir düşünme tarzı olarak gençliği ele geçirmektedir.

Ayrıca, öğrencinin dinlemesine dayanan ders saatleri, okuma ödevleri, bilgi değerlendirme yöntemleri, öğretmenle ders alan arasındaki mesafe, sınıf geçme kıstası, bu konfeksiyon yaklaşımdaki her şey düşünmeyi engellemeye yarar. Böl yönet, boyun eğdirme, kültürel istila, manipülasyon bunların hepsi öğrenciyi tarihsel toplumsal bir varlık olmaktan çıkarır. "Şimdiki zamana, anlık olana duygusal yönelimlerle bağlı bir yaşam" gençliğin birikim ve potansiyelini toplumsal (üniversite) yaşamın dışında bırakır. "Zamanın çöktüğü" iddiası, "herhangi bir zaman ve herhangi bir yer" duygusu yaratarak toplumsal yaşamı olanaksızlaştırır. Burada üniversite toplumsal yaşamını oluşturan bilgi, değerler, ideolojik yönelimler, sorumluluklar ve vaziyet alışlar önemsizleşir(.9)

Gençliğin hiçleştirilmesi bununla bitmez. Not vermek, gözetim, sıradanlaştırma ve sınavı kapsamaktadır. Öğretmenler öğrencileri belli bir norma bağlı olarak dosyalayıp sayılara çevirirler; disiplin, tebliğ, araştırma, zeka, deneyim uzmanlık gibi istenilen nitelikler kanıtlanmış hale gelerek sicil kartlarına kaydedilir; para hırsı ve zoraki saygı bu hiçleşmeyi besler. "Üniversiteler, kültürel emeğin toplumsal ve teknik açıdan organize edilmiş bir biçimidir."(10) Bu nedenle, bir diploma edinmek artık gerçek ve düşsel olarak yetişkin kimliğini kazanmak anlamına gelmiyor, sadece teknik anlamda "çalışmaya hazır olmayı" (müstakbel proleter) temsil ediyor.

Üniversite böylece ortaklaşa kimlik, düşünsel alışverişler ve ortamları, kitap okunan yerler olmaktan başka bilgiye dayalı toplumsallaşmanın, enformasyon ve fikir alışverişi yapmanın mekanları, bilginlik merkezleri olmaktan çıkarak genç-insanın sadece öğrenci-eğitilene indirgendiği, toplumsal zamanın sadece eğitim zamanına indirgendiği, bilimci-aydının sadece öğretmene indirgendiği, işçinin sadece çalışana indirgendiği (11) sürece dönüşmektedir.

Ve geçerken değinecek olursak, aile, bireylerinin sadece evlatlar ve ebevenlere indirgendiği süreçlere dönüşmektedir. Sömürülenler, kendi çocuklarının sömürüye boyun eğmesi için onları koşullandırıyorlar. Boyun eğmeyi toplumsal bir refleks haline getiren bu kurumsallaşma, devlet terörünün çok daha kuvvetli bir otorite yaratmaktadır. Otorite içselleşmekte ve toplumsallaşmaktadır. Bunlara bir de zamanımıza özgü tinsel (duygusal) yoksunluk ve yalnızlık ruhu eklenince ekonomik sömürünün yerini bir tür duygu sömürüsü alıyor. "Yalnız biz 'pedagoglar' (ebeveynler), aceleci tefecileriz. 'Bilgi'yi elinde tutan kişiler olarak, karşılık beklemeden vermeyiz."(12) Evlatlarla ebeveynler arasındaki bu gerici kurumsal ilişki sık sık suçluluk duygusuna dönüşen sürekli beklentiler ve hayal kırıklıkları üzerinden bir ilişki biçimi yaratır. Sonuçta aile içindeki kuşak çatışması bir yenilenme dinamizmi yaratmadığı gibi, kronik bir "güven bunalımı"na dönüşür. Gencin bütün yaratcılığını ve devrimci enerjisini istila eden bu duygular tarihsel olarak gerici bir rol oynamaktadır. Deyim yerindeyse, öğrenci gençliğin mücadelesi, faşizme ve suçluluk duygusuna karşı; biri politik iktidarın, öteki evlatlarla ebeveynlerin ortadan kalkmasına kadar sürecek bir mücadeledir.

Bu uzun erimli mücadele kısa vadede üniversitedeki devrimci çatışmada somut anlamını kazanmaktadır. "Umutsuzluk karşısında sorumlu biçimde sürdürülebilecek tek felsefe, her şeyi kurtarılmanın bakış açısından görünebilecekleri biçimiyle düşünme çabasıdır. Kurtarılışın dünyaya saçtığı ışıktan başka ışığı yoktur bilginin; başka her şey kurgudur, tekrardır, tekniktir." (13)



Bu üniversitelilik metodik bilgiyi, yeni yöntemleri dikkatli bir cesaretle ve yine de sağın dönemlerle birlikte sunan üniversiteyi, yeni soru soruş biçimlerini daha geniş kapsamlı, daha muğlak daha eksik bir biçimde ama bilimsel soruları kimi zaman belki de daha derin bir sezgiyle soran üniversiteyi, sürekli bir tinsel devrim mekanı olarak kuşatırdı; tıpkı belirsiz halk yığınlarının bir prensin sarayını kuşatmaları gibi.
Walter Benjamin

Yabancılaşmanın ortadan kaldırılması ve özgürlük, üniversiteyi bilginin dışındaki odakların egemenliği altına sokan çatışma ve ikilemlerin aşılmasına bağlıdır. Öğretmen öğrenci, evlat ebeveyn ve daha nice ikilem toplumsal devrimin uzun vadeli sorunları arasında olmakla birlikte, bugün üniversitedeki çatışma bilgi merkezli bir sorun alanı olarak devrimci mücadelenin doğrudan sorunu haline gelmektedir. Bilgiyle kurduğumuz ilişki biçimini değiştirmek, dünyayı değiştirmekle eşanlamlıdır. Üniversitelilerin durumunda köklü değişiklikler yaratmıyorsa, devrim kısa süreli olacaktır. Eğitimbilimsel devrimin eşlik etmediği politik devrim ilerlemez. Çocuklar ve gençler yetişkinlerin eklentisi değildir. Onların kendi tarihsel oluşumu, kendi politik ağırlığı vardır. Bu bir devrim gerçeğidir. Devrimci eylemle ikilemler ortadan kalkmasa bile, ikilemleri oluşturan karşıtlar hiçleşmeyi/indirgenmeyi kabul etmeyerek ortak özgürlük pratiklerinin yoldaşları haline gelebilirler. Gençler, sadece öğretmenlerin öğrencisi; bilimciler, sadece öğrencilerin öğretmeni; çocuklar/gençler, sadece ebeveynlerin evladı; ana babalar da sadece evlatların ebeveyni değildir.

İndirgemeci Sisteme Karşı Ortak Mücadele Edilebilir.

Devrimci "eğitim, insanların gerçekliği eleştirel ve yaratıcı olarak ele aldıkları, dünyalarının dönüştürülmesine nasıl katılacaklarını keşfettikleri bir araç, bir 'özgürlük pratiğidir'. Öğretmenler ve öğrenciler, sadece gerçekliği deşifre etme ve böylelikle gerçekliğin eleştirel bilgisini edinme görevinde değil, bu bilgiyi yeniden yaratma görevinde de öznedirler." (14) İşte evrensel bir değer olarak bilginin, biçimsel olarak değil, özünde eşitleştirici gücü burada belirmektedir. Toplumsal kimliği ve üniversitedeki görevi her ne olursa olsun, üniversiteli, özünde, yani emek, yaratıcılık, bilgi üretiminde eşittirler. İşte bu eşitlik anlayışı, yeni bir güven ve yoldaşlığın da temelini oluşturmaktadır.



Bir gezgin üniversite düşleyip biraz gezinsek nasıl olur. Weimer'da Goethe ile buluşsak, Kierkegaard'ın babasıyla birlikte Tanrıya karşı gelsek, Beyaz Geceler'e Nevski Caddesi'nden baksak...
Daniel Bennac

Üniversitede özgürlüğün sürükleyici ve birleştirici halkası devrimci gençlik mücadelesidir. Devrimci gençlik mücadelesinin ışığında "okumak", "düzene karşı sürekli bir yaratma eylemidir". Burjuva kavramlar, burjuva eğitim sisteminin entelektüel örgütlenme formları olarak, ancak devrimci fikirlerinin kuşatmasıyla kırılabilir. Bir kavramsal düzeni, kaynaklandığı maddi düzenle birlikte alaşağı etmek, yenilikle sıradanın, akışkanla sabitin, çözülme ve donma eğilimlerinin, yasal ve yasadışı bilginin çatışmasından doğar. Burada devrimci gençlik çizgisi, kırtasiyeciliğe karşı "yaşamak için okuyan" özgürlükçülerin hareketine dönüşür. Ve burada özgür üniversiteliler, kağıtların düzenine karşı "yeraltından notlar"ı, kuşku ve güvensizliğe karşı sorgulama özgürlüğünün yapıtaşları olarak bilginin dünyaya saçtığı ışığın devrimci yoluna döşerler.



"Geçmişte de böyleydi. Öyle ki, okumak düzene karşı bir eylemdi o zaman. Romanın keşfine aileye itaatsizliğin keyfi de katılıyordu. Çifte sevinç. Ah o battaniyeler altında elektrikli cep fenerinin ışığında geceden çalınan okuma saatleri!"(15)

 

1. J.J. Rousseau, "Fragments of an Essay on the State of War", 1752



2. Theodor W.Adorno, Minima Moralia, Metis Yay., İstanbul, 2000

3. Mehmet Ali Kılıçbay, "Eğitilirim, Eğitirim, Karizma, Sayı 8, İstanbul, Ekim-Kasım-Aralık 2001

4 .Albert Memmi, Sömürgeci ve Sömürgecileştirilen İnsan, Öteki Yay., Ankara, 1996

5 .Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2001

6. Erol Mutlu, "Şirketleşen Üniversitelerin Müşterileri ya da ; Üniversiteli Olmak, Karizma, age.

7. Karl Marx, Kapital, Sol Yay., 1.Cilt, Ankara, 1993

8 .Bryan Turner, Eşitlik, Dost Yay., Ankara, 1997

9 .İlhan Tekeli, Tarih Bilinci ve Gençlik, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 1998

10. Ann Game ve Andrew Metcalfe, Tutkulu Sosyoloji, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1999

11. Üniversite işçilerinin yabancılaşması, yazının çerçevesini aşırı genişleteceğinden şimdilik atlandı.

12. Daniel Pennac, Roman Gibi, Metis Yay., İstanbul, 1998

13. Theodor W.Adorno, age.

14. Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1998

15. Daniel Pennac, age.



ÜNİVERSİTELİLER SINIF MÜCADELESİNİN ÖN SAFLARINA
“Emek fabrika dışına çıktığı ölçüde meta üretim merkezi olan tüm yaşam alanları sınıf mücadelesinin doğrudan alanı haline geliyor.” Üniversitelerde hayata geçirilen piyasalaştırma süreçlerinin yıkımları üniversiteyi sadece bilim üretiminin tarihsel toplumsal kimliğinde yarattığı tahribattan kaynaklanan bilimci ve sermaye arasındaki çatışma zeminine değil, yoksulluk ve yeniden işçileştirme zemininde emek sermaye arasındaki bir sınıf mücadelesine itiyor. Uzun yıllardır üniversitelilerin yürüttüğü eşit-parasız-bilimsel eğitim, demokratik üniversite mücadelesi yavaş yavaş nasırlı ellerle tanışmaya başlıyor. Şimdilik fakülte binalarında başlayan genç kafa emekçileriyle, ‘yaşlı’ kol emekçilerinin utangaç tanışmaları gelecek dönemde kamu emekçilerini, taşeron işçileri, bilimcileri ve öğrencileri kapsayacak olan üniversitenin birleşik devrimci eylemine gidecek, potansiyelinde oldukça zengin bir kültür, ahlak ve estetik değer taşıyan birleşik mücadeleye atılan ilk adımları temsil ediyor.

Üniversite içindeki üretim faaliyetinde piyasalaştırmanın yıkımlarını yaşayan kesimlerden birini emekçiler oluşturuyor. IMF’nin yoksullaştırma programlarının genel etkileri bir yana, yaşanan son ekonomik krizle birlikte kamu kesiminin tasfiyesinin iyiden iyiye gündeme gelmesiyle üniversiteli emekçilerin sosyal güvenlik, emeklilik, iş güvenliği, sağlık hizmetleri ve örgütlenme hakları gasp ediliyor. Yıkımın kampüs alanı içerisindeki biçimi ise piyasa koşullarının emekçilere dayattığından çok da farklı değil. Üniversitelerin ticarethaneleşmesiyle birlikte müşteri konumuna gelen sadece öğrenciler ve öğretim görevlileri değil aynı zamanda da emekçiler oluyor. Maaşları, milyonlarla ölçülen yemekhane paraları, özel kantinler, özelleriyle aynı ücretteki kreşler ve ulaşım ve sağlık hizmetlerinin sürekli artan bedelleriyle ellerine geçtiği gibi üniversitenin banka hesap numarasına aynen aktarılıyor. Son olarak gündeme getirilen YÖK Kanununda Değişiklik Öngören Yasa Tasarısı ile birlikte rektörlük adına açılacak hesap numaralarında ‘çalışanlardan elde edilen gelirler’ kaleminin de olacağına kesin gözüyle bakılabilir.

Üniversite yönetimlerinin üniversitede ucuz işgücü kaynağı taşeron işçilere olan tavrı ise kamu emekçilerine olduğu kadar ‘insaflı’ değil. Yasalar çerçevesinde de hiç bir hakları olmayan taşeron işçiler üniversitelerde ücretli köleler olarak kullanılıyorlar. Çocuk yaşta ya da çok yaşlı işçileri sigortasız, iş güvenliği olmaksızın, çok düşük ücretlerle ve yapabileceklerinin üstünde işlerle sorumlu tutarak çalıştıran üniversite yönetimleri; taşeron işçilerle kurdukları ilişki biçiminde aslında üniversitenin piyasalaştırılması sürecinin fikri temeli ve tüm üniversite bileşenleri için hazırladığı son, çıplak bir biçimde ortaya konuluyor.

Sömürge üniversitesinde yöneticilerin üniversiteye dayattığı piyasa ilişkileri elbette ki salt ekonomik boyutuyla değil, politik boyutuyla da karşılık buluyor. Meta üretim alanları haline getirilen üniversitelerde, eli sopalı işveren konumuna gelen yönetimler üniversitelerde üretimden gelen gücün sermaye karşıtı hareketlerini engellemek ve maksimum verimle üretime katılımını sağlamak için pek çok denetim aygıtını yürürlüğe koyuyorlar. Türkiye’de ilk kez Sabancı fabrikalarında emek denetimini ve verimliliği arttırmak için hayata geçirilen turnikeli geçiş uygulamasının ticari bir işletme haline gelen üniversitelerdeki emekçilerin çalışma saatlerinin denetlenmesi, sendikal faaliyetlerin öznesi olanların tespit edilmesi ve üniversiteli emeğin kendine yabancılaştırılması açısından benzer bir anlamı taşıyor olması tartışma götürmez. Üniversite yönetimleri işçi ve emekçileri denetleme noktasında turnikeli geçiş sistemleri, soruşturmalar, cezalar ve sürgünlerin yanında artık ödüllendirme, terfi imkanları vs. gibi paranın tahakkümünü de mutlaklaştıracak araçlar kullanıyorlar.

Üniversitelerdeki emek sömürüsünde bilimin gönüllü emekçileri araştırma görevlileri, kafa emekçileri arasında en fazla sömürülen kesimi temsil ediyorlar. Eğitim-öğrenim faaliyeti içerisinde kazandıkları donanımı üniversite dışında piyasa ilişkilerinde satmayı değil, üniversitede kalarak bilimsel bilginin yeniden üretiminde kullanmayı tercih ederek üniversitedeki bilimsel, akademik hayatın sürekliliğini sağlamaya gönül vermiş araştırma görevlilerine yönelik uygulamalar üniversitelerdeki kafa emeği sömürüsünün en vahim örneğini veriyor. Sorunlar araştırma görevlilerinin atanmasından başlıyor; yasa ve yönetmeliklerde şartlar lisans diploması almış olmayı, yabancı dil bilgisini, bilim sınavını ve mülakatı öngörürken, bu öngörü keyfi olarak belirlenen mülakat sorularıyla bilimcilikten çok polislik yaparak kurulun adayların nereli olduğu, siyasi görüşünün ne olduğuyla neden üniversitede kalmak istediğinden daha çok ilgilenmesiyle geçersiz kalıyor.

Bu süreci atlayan bilimci adayını daha zor bir dönem bekliyor ve geçici olarak atanan araştırma görevlileri tamamen kişisel ‘becerilerine’ bağlı olarak akademik hayatın bir parçası olabiliyorlar. Geçici atanma ve üniversiteyle ilişkisinin her an kesilebilmesi olasılığı nedeniyle genç bilimciler kişisel tercihleriyle belirledikleri bilimsel araştırmaları yapmaktan çok akademik hayatlarının sürekliliğini sağlamak için sermaye işgalindeki laboratuvarlarda sabahlamaya, kendilerinin söz hakkının olmadığı bağlı oldukları kürsülerin belirlediği tez konularında çalışmaya ve tüm bunları yaparken de üniversite yönetimleriyle ‘aralarını hoş tutmaya’ zorlanıyorlar. Üniversitedeki faaliyetlerinin sürekliliğini sağlayabilme olanakları üniversitenin yöneticilerinin ve temelde sermayenin inisiyatifine bağlı olan araştırma görevlileri kendi alanlarına dair söz ya da karar hakkına sahip değiller. Araştırma görevlileri bir yandan üniversitedeki piyasa ilişkilerinin derinleştirilmesinde bağımsız bilimsel üretimin daralan sınırları içinde sermayenin ücretli işçileri gibi konumlandırılırken diğer yandan da bugün yoksulluk sınırının altına düşen maaşlarıyla hayatta kalabilme mücadelesini sürdürüyorlar. Hiç bir iş güvenceleri olmadığı halde birikimlerinin ederini değil niteliğini değerlendirmek üzere üniversitelerde kalmaya karar veren genç bilimciler 260 ‘dolarlık’ maaşlarıyla değil, makale ve kitap takibi yapmak, karınlarını bile zor doyuruyorlar.

Görev tanımlarının muğlaklığı (öğretim yardımcısı) nedeniyle örgütlenme konusunda oldukça olumsuz koşullar içerisinde olan araştırma görevlileri tüm olumsuzluklara karşın bir yandan kendi özgün örgütlerini yaratmaya çalışarak, diğer yandan da sendikal hareketin içerisinde de yer almaktan geri durmayarak yıllardır üniversitelerin yüz akı olmaktan taviz vermediler.

Sermaye üniversitelere yönelik piyasalaştırma projesini hayata geçirmeye çalışırken, üniversiteyi sermaye açısından değerli kılan tüm niteliklerinin yaratıcıları bu piyasalaştırma stratejisinin yıkımları altında üniversitelerde sermaye karşıtı bir hareketin devrimci özneleri olma yolunda. Bir yandan üniversiteli emekçiler emek hareketinin tarihsel birikimiyle üniversiteli emeğin direnişinin adımlarını atarlarken, diğer yandan da üniversiteli öğrenciler demokratik üniversite mücadelesinin yeni açılımlarını yaratmaya çalışıyorlar. Bu karşılıklı adımlar ‘fikir işçilerinin’ de ‘temizlik işçilerinin’ de yoksulluk sınırının altında kaldığı üniversiter yaşamda aydın kimliğinin duyarlılığını, açlığın öfkesiyle buluşturuyor ve bu buluşma üniversiteden yükselecek olan ortak mücadeleye zengin bir temel sunuyor. Geleneksel sendikal hareketlerin çözüldüğü ya da etkisizleştiği bir dönemde, üniversitedeki işçi ve emekçilerin sermaye karşıtı örgütlü hareketi öğrenci gençliğin meşru militan hareket tarzından esinlenerek kendi özgün nitelikleriyle var olacak. Şimdilik Anadolu’da ve büyük kentlerde mütevazı örneklerini yaratan üniversitenin birleşik devrimci eylemi, sömürge üniversitesinin sınıf mücadelesinin ön saflarındaki yerini hazırlıyor.



Yüklə 311,32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin