Prof Dr. ERDAL TÜRKKAN: Türkiye’de Giderek Su Yüzüne Çıkan Rekabet- Regülasyon Çekişmesinin Rasyonel Bir Çözüme Kavuşturulması Gerekiyor.
Sayfa: 2
DOĞAL TEKELLER VE REGÜLASYON
Dr. TUNAY KÖKSAL:Türk-Telekom’un Özelleştirilmesinde AB Deneyiminden Yararlanılmalıdır
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:6
ÖZELLEŞTİRME VE SERBESTLEŞTİRME
Halka Arz Amaca Ne Ölçüde Hizmet Eder?
Basından Haber Başlıkları
Sayfa: 13
REKABET İHLALLERİ
-Av İBRAHİM GÜL:AB’ ye Uyum, Bir Rekabet Kurulu Kararı Ve Petrol Sektörü -Rekabet Kurumu’nun Yol Gösterici Yaklaşımı
-Basından Haber Başlıkları Sayfa: 3
DEVLET YARDIMLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Aşırı Vergi Rekabet Ortamını Bozuyor
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:8
REKABET
KÜLTÜRÜ
Gazetecilerin Rekabet Kültürüne Katkıları Artıyor
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:14
REKABET GÜCÜ
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:14
HAKSIZ REKABET
ŞEVKET ÖZÜGERGİN:Dış Piyasalardan Kaynaklanan Haksız Rekabet Uygulamaları Ve Çin S10.
Dr.HAMDİ PINAR:Haksız Rekabet Hukuku S.11
-Basından Haber Başlıkları
FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:15
REKABETİN MAKRO EKONOMİK KOŞULLARI
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:16
FAKTÖR PİYASALARINDA REKABET
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:15
KAMU İHALELERİNDE REKABET
-Basından Haber Başlıkları
Sayfa:16
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLERDE SERBESTLEŞME
-Basından Haber Başlıkları Sayfa:16
DÜZENLEYİCİ KURUMLAR
-Rekabet Kurulu Karar Özetleri
-TK’dan Haber Başlıkları
-EPDK’dan Haber Başlıkları
-Reklam Kurulu Kararları
-TAPDK’dan Haberler
-ÖYK ve ÖİB Kararları
-Sermaye Piyasası Kurulundan Haber Sayfa:16
REKABET DERNEĞİNDEN HABERLER
-RD. Aylık Toplantıları s.24
-RD İst Şubesi Top.
Sayfa:24
NOT: Bültendeki haberler kaynak gösterilmek kaydı ile aynen kullanılabilir ve aktarılabilir
İLK HABER
Prof Dr. Erdal Türkkan: Türkiye’de Giderek Su Yüzüne Çıkan Rekabet- Regülasyon Çekişmesinin Rasyonel Bir Çözüme Kavuşturulması Gerekiyor.
Prof. Dr. Erdal TÜRKKAN
Türkiye’de Rekabet Kurumu ile diğer düzenleyici kurumlar arasında üstü örtülü bir rekabet-regülasyon (düzenleme) çekişmesi yaşanıyor. Uzun süre gizli kalan bu çekişme son zamanlarda su yüzüne çıkmaya başladı. İlk bakışta maddenin tabiatına uygun gibi görünen bu çekişme, zaman içinde Türkiye’de sağlıklı rekabet ve regülasyon ortamının oluşmasını engelleyecek sonuçlar yaratabilecek niteliktedir. Bu nedenle bu çekişmenin gecikme olmadan rasyonel bir çözüme kavuşturulmasında büyük yarar vardır.
Bu çekişmenin bir tarafı olan Rekabet Kurumu tabii monopoller dahil tüm sektörlerde öncelikli olarak rekabetin tesis edilmesinin koşullarını araştırıyor ve regülasyonun rekabetin mümkün olmadığı durumlarda devreye sokulması gerektiğini savunuyor. Diğer bağımsız regülatör kurumlar ise özellikle tabii monopol özelliği taşıyan sektörlerde rekabetin tesis edilmesinin esasen çok güç olduğunu, ayrıca bu alanlarda tekellerden de korkulmaması gerektiğini, çünkü bu tekeller hakim durumlarını kötüye kullanırlarsa hemen devreye girerek onları kamu yararına davranmaya mecbur edebileceklerini savunuyorlar.
Bu çekişme son olarak Rekabet Kurumu Telekomünikasyon Kurumu arasında Türk Telekom’un özelleştirilmesi konusu tartışılırken su üzerine çıktı. Rekabet Kurumu Türk Telekom özelleştirilirken, kablolu TV nin ayrılması gerektiğini savunurken, Telekomünikasyon kurumu bunun gerekli olmadığını savunmuştur. Bu konuda Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Sn Ömer Arasıl’ın Hürriyet’ten Çiğdem Toker’e yaptığı açıklama ilginçtir. Arasıl şöyle diyor: “Şu anda Telekom’la nasıl uğraşıyorsam, özel bir şirket aldığında eğer tekel’e dönüşürse daha çok boğuşacağım. Kablo şirketleri, Türk Telekom’un altyapısını kullanırken zaten bu hizmeti yapacak. Ha Telekom’un elinde kalmış, ha başka bir yere gitmiş.Aslolan bizim düzenlemelerimiz”. Bu yaklaşım çerçevesinde bağımsız düzenleyici kurumların olduğu alanlarda özel tekellerin oluşmasından korkmamak gerekir. Yani özelleştirmeler yapılırken kamu tekelinin özel tekele dönüşmesinden endişe etmeye mahal yoktur. Bu çerçevede özelleştirme gelirlerini azaltacak “aşırı rekabetçi” girişimlere de fazala prim verilmemelidir.
Bu tartışmada Rekabet Kurumu’nun yaklaşımı çağdaş eğilimlere daha yakındır. İlk olarak regülatör kurumların işlevinde zaman içinde önemli değişmeler olmuştur. Regülatör kurumların esas ve öncelikli işlevi ilgili oldukları piyasada mümkün olan alanlarda rekabetin en ileri düzeyde tesisi için çaba sarf etmektir. Regülasyon veya düzenleme bundan sonra devreye girmektedir. Çünkü yaşanan tecrübeler regülatör kurumların uyguladıkları yöntemlerden hiç birisinin tatmin edici sonuçlar vermediğini göstermiştir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin tümünde tabii monopollerin geçerli olduğu alanlarda rekabeti mümkün olduğunca devreye sokacak uygulamalar yapılmaktadır. Düzenleme kötülerin iyisidir ve ancak başka hiçbir çare kalmayınca devreye girmelidir.
Ancak rekabet ve regülasyon ikileminde göz önüne alınması gereken diğer bir husus, regülatör kurumların ilgili alanda gerek kanun gereği gerekse etik gereği öncelikle söz sahibi olmalarıdır. Bu durumda Rekabet Kurumu’nun düzenleyici kurumları ilgilendiren konularda görüş oluştururken, bu kurumların görüşlerini de ciddi bir biçimde göz önüne alması ve yansıtması gerekir. Çünkü aynı konuda ilgili kurumların zıt kararlar üretmeleri ve birisinin yapamayacağı bir öneriyi diğerinin empoze etmesi her iki taraf için de tahrip edici sonuçlar doğurabilir. Özellikle Rekabet Kurumu’nun prospektif bir yaklaşımla hareket etmeye başlamsı kurumlar arası diyalogun gereğini ve önemini arttırmaktadır.
Yapılması gereken şey tarafların her vesile ile bir araya gelerek regülasyon-rekabet çatışmasını bir uzlaşmaya dönüştürmeleridir. Böyle bir uzlaşma hem mümkün hem de gerekli hale gelmiştir.
REKABET İHLALLERİ VE DEVRALMALAR
AB’YE UYUM, BİR REKABET KURULU KARARI VE PETROL SEKTÖRÜ
Av. İbrahim GÜL
info@gul.av.tr
Av. İbrahim GÜL
Ülkemiz Avrupa Birliği’ne uyum bakımından her alanda önemli reformlar yapmakta ve yapmaya devam etmektedir. Ancak şikâyet konusu, bu reformların, kâğıt üstünde kaldığı hayata geçirilemediğidir. İşte bu makalede, AB’ye uyum açısından Rekabet Kurulu’nun düzenleyici işlemlerini, uygulamaya ilişkin bir kararı tartışacağım.
Avrupa Birliği’nde yapılan reform çalışmalarının bir neticesi olarak “Commission Regulation (EC) No 2790/1999 of 22 December 1999 on the Application of Article 81(3) of the Treaty to Categories of Vertical Agreements and Concerted Practices” başlıklı Tüzük 2000 yılında uygulamaya konulmuştur(i)
Bu tüzüğün yayınlanmasından sonra Avrupa Birliği Komisyonu, akaryakıt dağıtım sektörünü takibe almış, baskınlar yapmış ve özellikle sözleşmelerin beş yılla sınırlandırılmasının sektöre ciddi rekabet getireceği beklentisi içine girmiştir. Halen Komisyon sektörü yakından takip etmektedir. Bu konunun detayı üzerinde başka bir makalemde ayrıca duracağım.
Rekabet Kurumu (RK), gerek 1/95 sayılı Gümrük Birliğine İlişkin Ortaklık Konseyi Kararını, gerekse AB’ye uyum bakımından Dikey Anlaşmalara İlişkin Muafiyet Tebliğini 14.07.2002 tarihinde yürürlüğe koymuştur. AB Tüzüğünün Ek i de belirtilen 5.maddesiyle aynı olan Tebliğinin 5.maddesi şu hükmü içermektedir;
“Bu Tebliğ ile tanınan muafiyet anlaşmada yer alan, aşağıda belirtilen yükümlülüklere uygulanmaz:
a)Alıcıya getirilen belirsiz süreli veya süresi beş yılı aşan rekabet etmeme yükümlülüğü.(Rekabet Kurumun 2003/3 sayılı Tebliğ ile değişik) Rekabet etmeme yükümlülüğünün yukarıda belirtilen süreyi aşacak şekilde zımnen yenilenebileceğinin kararlaştırılması halinde, rekabet etmeme yükümlülüğü belirsiz süreli sayılır.
Alıcının anlaşmaya dayalı faaliyetlerini sürdürürken kullanacağı tesisin mülkiyeti arazi ile birlikte veya alıcı ile bağlantısı olmayan üçüncü kişilerden sağlanan bir üst hakkı çerçevesinde sağlayıcıya ait ise, yahut alıcı bu faaliyetini sağlayıcının alıcı ile bağlantısı olmayan üçüncü kişilerden elde ettiği bir ayni veya şahsi kullanım hakkının konusu olan bir tesiste sürdürecekse, alıcıya getirilen rekabet etmeme yükümlülüğü, söz konusu tesisin alıcı tarafından kullanıldığı süreye bağlanabilir; şu kadar ki, rekabet etmeme yükümlülüğü, bu sürenin beş yılı aşan kısmı bakımından, sadece alıcının söz konusu tesiste yürüteceği faaliyetini kapsar.
b) Anlaşmanın sona ermesinden sonraki döneme ilişkin olarak, alıcıya getirilen, mal ya da hizmet üretmesini, satın almasını, satmasını ya da yeniden satmasını yasaklayan doğrudan ya da dolaylı herhangi bir yükümlülük.
Ancak yasaklamanın, anlaşma konusu mal ya da hizmetlerle rekabet halindeki mal ve hizmetlere ilişkin olması, anlaşma süresince alıcının faaliyette bulunduğu tesis ya da arazi ile sınırlı olması ve sağlayıcı tarafından alıcıya devredilen know-how’ı korumak için zorunlu olması koşullarıyla, alıcıya, anlaşmanın sona ermesinden itibaren bir yılı aşmamak kaydıyla rekabet etmeme yükümlülüğü getirilebilir. Kamuya mal olmamış know-how’ın kullanılması ve açıklanmasına ilişkin süresiz yasaklama hakkı saklıdır.…”
Görüldüğü üzere iki madde birbirinin aynısıdır. Peki ülkemizde yapılan bu mevzuat değişikliği Petrol Sektöründe uygulanmakta mıdır? Maalesef hayır. Bunu yaşanan örnek olaylar çerçevesinde açıklamak mümkündür.
Bilindiği üzere Petrol Sektöründe Ana dağıtım Şirketleri ile bayiler arasında çok uzun süreli (40 yıla varan) sözleşmeler (bayilik sözleşmeleri ile birlikte intifa sözleşmesi) yapılmaktadır. Bu sözleşmelerin yukarda açıklandığı üzere beş yıla indirilmesi gerekmektedir. Ancak konunun Rekabet Kurumu’nun önüne getirilmesine gerek kalmadan Rekabet Kurumu’nun sektöre yönelik bir soruşturma başlatması gerekirken, şikâyetlere rağmen rekabet politikasından sorumlu olan Rekabet Kurumu’nun tavrı düşündürücüdür. Beni bu düşünceye sevk eden Rekabet Kurulu’nun 02.10.2003 tarihli kararıdır. (ii)
Kurul Kurul bu kararında bütün akaryakıt dağıtım firmalarının akaryakıt istasyonu işletilmesine ilişkin bayileriyle yaptıkları mevcut dikey anlaşmalarda yer alan rekabet etmeme yükümlülüklerinin, 18.9.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/3 sayılı Tebliğ ile değişik 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalar İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği'nin 5. maddesi uyarınca 5 yılı aşmaması gerektiğine; bununla beraber bütün akaryakıt dağıtım firmalarının 18.9.2005 tarihine kadar mevcut anlaşmalarını 2003/3 sayılı Tebliğ hükümlerine uygun hale getirmeleri öngörüldüğünden, bu süre içerisinde anılan anlaşmalara 4054 sayılı Kanun'un 4. maddesindeki yasaklamanın uygulanmayacağına;” karar vermiştir.
Öncelikle Kurul bu kararında , intifa veya kira sözleşmelerine ilişkin olarak herhangi değerlendirme yapmadığı gibi sanki bayilik sözleşmeleri intifa sözleşmelerinden ayrı değerlendirilebilecekmiş gibi konuyu ele almıştır. İntifalar ile bayilik sözleşmeleri birbirinden bağımsız biçimde ele alınamaz. Gerçekten intifa sözleşmeleri, bayi üzerinde akaryakıt istasyonundan her an tahliye edilebileceği baskısını yaratmakta ve bu baskı nedeniyle bayilik sözleşmesi havada kalmaktadır. Diğer bir deyişle intifa bulunduğu sürece bayinin, beş yıl sonunda sözleşmeyi özgürce yenilemesi düşünülemez. Bu durum beş yıl sonunda sözleşmenin özgürce yenilenmesine engel teşkil eden bir durum olması nedeniyle muafiyetten bahsedilemez. Taraflar intifayı esas aldığından bayilik sözleşmesi formaliteden imzalanmaktadır. Bu nedenle bayilik sözleşmeleri gibi intifa sözleşmelerinin de beş yılla sınırlandırılması Avrupa Birliğine uyumla doğrudan ilişkilidir.
Kurul’un yasakların 18.9.2005 tarihine kadar uygulanmayacağını benimsemesi daha da anlamsızdır. Birincisi Dikey Anlaşmalara İlişkin Muafiyet Tebliği, 14.07.2002 tarihinde Resmi Gazete yayınlanmış ve bir yıllık geçiş süresi 13.07.2003 tarihinde sona ermiştir. Öyleyse 13.07.2003 tarihinden sonra Dikey Anlaşmalara İlişkin Muafiyet Tebliği’nin bütün hükümleri yürürlüktedir ve bu hükümler doğrultusunda karar verilmesi gereklidir. İkincisi Dikey Anlaşmalara İlişkin Muafiyet Tebliği’nin bir maddesinde değişiklik yapan (Tebliğin 5.maddesindeki % 35 istisnasını kaldıran) 2003/3 sayılı Tebliğ, 18.9.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 2003/3 sayılı Tebliğin geçici maddesi ile değişikliğe aykırı sözleşmelerin 18.09.2005 tarihine kadar Tebliğe uygun hale getirilmesi hükme bağlanmıştır. Kurul, bundan hareketle yasakların 18.09.2005 tarihine kadar uygulanmayacağına karar vermiştir. Halbuki yürürlükte bulunan 2002/2 sayılı Tebliğ’in bir maddesinde değişiklik yapan Tebliğ’in yürürlük maddesinin esas tebliğin bütün maddelerinin yürürlüğünü değiştirmesi mümkün değildir. Diğer bir deyişle yürürlükte bulunan kanunun bir maddesinde yapılan değişiklik, kanunun bütün maddelerinin uygulanamaz hale getirmesi düşünülemez.
Yukarıda açıklananların Rekabet Kurumu’nun Avrupa Birliği’ne uyum açısından özellikle uygulama bakımından daha hassas davranması gerektiğini göstermektedir.
---------------------------------------
i Bu tüzüğün 5.maddesi şöyledir;
“The exemption provided for in Article 2 shall not apply to any of the following obligations contained in vertical agreements:
(a)any direct or indirect non-compete obligation, the duration of which is indefinite or exceeds five years. A non-compete obligation which is tacitly renewable beyond a period of five years is to be deemed to have been concluded for an indefinite duration. However, the time limitation of five years shall not apply where the contract goods or services are sold by the buyer from premises and land owned by the supplier or leased by the supplier from third parties not connected with the buyer, provided that the duration of the non-compete obligation does not exceed the period of occupancy of the premises and land by the buyer;
(b) any direct or indirect obligation causing the buyer, after termination of the agreement, not to manufacture, purchase, sell or resell goods or services, unless such obligation:
- relates to goods or services which compete with the contract goods or services, and
- is limited to the premises and land from which the buyer has operated during the contract period, and
- is indispensable to protect know-how transferred by the supplier to the buyer,
and provided that the duration of such non-compete obligation is limited to a period of one year after termination of the agreement; this obligation is without prejudice to the possibility of imposing a restriction which is unlimited in time on the use and disclosure of know-how which has not entered the public domain; …”
a-Cabbaroğlu Akaryakıt istasyonu sahibi, The Shell Company of Turkey Limited (Shell) akaryakıt dağıtım şirketini Rekabet Kanunu ihlal ettiğinden bahisle Rekabet Kurulu’na şikayet etmiştir.
b-Kararda Rekabet Kurulu’nun sözleşmelerin süresine ilişkin tespiti şöyledir;
“(sözleşmenin) 29. madde(sin)de, işletme sözleşmesinin süresi 1 yıl olarak belirlenmiştir. Ancak aynı maddede, "taraflardan herhangi biri sözleşmenin sona ermesinden 1(bir) ay evvel feshi ihbarda bulunmadığı takdirde, işbu sözleşme her seferinde aynı kayıt ve şartlarla birer sene için uzatılmış olur." ifadesi yer aldığından, sözleşmenin belirsiz süreli olduğu anlaşılmaktadır. Shell ile bayi arasındaki hukuki ilişkinin diğer yönü olan (Cabbaroğlu'yla yapılan 12 ve 15 yıllık kira anlaşmaları gibi) kira sözleşmelerinin sürelerinin çoğunlukla 10 yılın da üzerinde olduğu görülmüştür.”
c-Kararda Rekabet Kurulu’nun kira sözleşmesine ilişkin değerlendirmesi şöyledir;
“Akaryakıt sektöründe yer alan dikey anlaşmaların rekabet hukuku çerçevesinde sorunlu hale gelmesindeki en önemli unsuru uzun süreli anlaşmalar ve bu sürelere ilişkin mülk sahibi bayiden alınan kira/intifa hakları oluşturmaktadır. Özellikle başvuru konusu açısından rekabet etmeme yükümlülüğünün süresinin tespiti ve bu tesbitin sözleşmenin süresine bağlı olması, işletme ve kira sözleşmesinin arasındaki bağlantının ortaya konulmasını gerektirmiştir. Shell öncelikle araziyi sahibi olan bayiden kiralamakta, daha sonra aynı bayiye istasyonun işletmesini vermektedir. Gerek işletme sözleşmesinin, gerekse kira sözleşmesinin anılan bazı maddeleri, bu iki sözleşme arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Kira sözleşmesinin arazinin rayiç değeri üzerinden mi, yoksa sembolik bir bedel üzerinden mi yapıldığı hususu, kira sözleşmesinin, Shell ile bayisi arasındaki işletme sözleşmesinin süresini belirlediğinin bir delili olarak değerlendirilebilir. Cabbaroğlu ile yapılan kira sözleşmesinde yıllık kira bedeli 60.000 TL olarak görülmektedir. Bu rakamın sembolik olduğu ve tarafların asıl amacının kira sözleşmesi akdetmek olmadığı, kira sözleşmesinin bir anlamda işletme sözleşmesinin süresini belirleme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır…”
Kurul bu tespitlerden sonra; “The Shell Company Of Turkey Limited ile birlikte bütün akaryakıt dağıtım firmalarının akaryakıt istasyonu işletilmesine ilişkin bayileriyle yaptıkları mevcut dikey anlaşmalarda yer alan rekabet etmeme yükümlülüklerinin, 18.9.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/3 sayılı Tebliğ ile değişik 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalar İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği'nin 5. maddesi uyarınca 5 yılı aşmaması gerektiğine; bununla beraber The Shell Company Of Turkey Limited ile birlikte bütün akaryakıt dağıtım firmalarının 18.9.2005 tarihine kadar mevcut anlaşmalarını 2003/3 sayılı Tebliğ hükümlerine uygun hale getirmeleri öngörüldüğünden, bu süre içerisinde anılan anlaşmalara 4054 sayılı Kanun'un 4. maddesindeki yasaklamanın uygulanmayacağına;” karar vermiştir.
Rekabet Kurumu’nun Yol Gösterici Yaklaşımı
Prof Dr.Erdal Türkkan
Son bir aydır medyada ,Rekabet Kurumu ile ilgili haberler daha sık görülmeye başladı.Bunun temel nedenlerinden birisi Rekabet Kurumu’nun özellikle stratejik önemi olan özelleştirmeler konusunda yeni bir yaklaşım ortaya koymaya başlamasıdır. Rekabet Kurumu, Tekel de sigara bölümünün özelleştirilmesinde,Türk Telekom’un, Telsim’in özelleştirilmesinde ve uzan gurubunun diğer varlıklarının özelleştirilmesinde prospektif bir tutum izleyerek ne yapılması gerektiğini veya nelerin yapılamayacağını önceden ortaya koymuştur. Bu şekilde Rekabet Kurumu retrospektif tutumdan (geçmişteki olaylara karşı pozisyon alma) prospektif tutuma (gelecekte olması muhtemel olaylar konusunda tutum alma) geçmiş bulunmaktadır.
Bu yaklaşım Türkiye’de genel olarak uygulanan engelleyici, cezalandırıcı, geciktirici yaklaşımlardan farklı olarak yol açıcı, yol gösterici bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bu yaklaşım doğru olanın yapılmasında en kısa yolu açmakta ve ülkeyi mutlaka yanlışı denemenin yarattığı maliyetlerden kurtarmaktadır. Bu yaklaşım ekonomik oyuncuların önlerini görebilmelerini kolaylaştırıcı niteliktedir. Bu yaklaşım rekabet kültürünün gelişmesini ve rekabetçi çözümlerin anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir yaklaşımdır.
Diğer taraftan bu yaklaşım cesaret gerektiren bir yaklaşımdır. Çünkü bu yaklaşım yanlış anlamalara ve değerlendirmelere açıktır. Hatta bu yaklaşım, zaman ve ön bilgi eksikliği nedeniyle yanlış değerlendirmelere de yol açabilir. Bu çerçevede Kurum’un yaptığı öneriler in tartışılması sonrasında kurum imajının zarar görmesi söz konusu olabilir. Diğer taraftan bu yaklaşım Rekabet Kurumu İle Siyasi otoriteyi bazen de başka bir bağımsız Düzenleyici Kurulu karşı karşıya getirebilir. Bu durum da zaman içinde büyük sorunların yaşanmasına yol açabilir. Ancak bu yaklaşımın uygulanması Rekabet Kurumu’nun belli konularda önemli bir bilgi ve tecrübe birikimine kavuştuğunun ve kendine güven kazandığının da bir göstergesidir.
Ancak Rekabet Kurumu’nun bu yeni yaklaşımı uygularken bazı konularda da çok hassas davranması büyük önem kazanmaktadır.
İlk olarak rekabet kurumu prospektif yaklaşımı uygularken ilgili kurum ve kuruluşlarla tam ve mükemmel bir diyalog içinde olmalıdır. Bu diyalog hem bu kuruluşların görüş ve yaklaşımlarını öğrenmek, hem onlara gerekli ön uyarıları yapmak hem de gerekli bilgileri elde etmek ve onlara zaman kazandırmak açısından önem kazanmaktadır. Şayet bu diyalog kurulamamışsa veya kesin bir görüş ayrılığı ortaya çıkmışsa Rekebet Kurumu yine de ilgili kurum ve kuruluşlara gerekli tedbirleri alabilecek zamanı tanımaya özen göstermelidir. Diğer bir deyişle RK gerçekten prospektif davranmalı ve halk deyişiyle pişmiş aşa su katmamaya özen göstermelidir. Aksi halde yapılan önerilerin sağladığı yararlar sınırlı kalacak ve bazen de RK nın bir şovu olmaktan ileriye gitmeyecektir.
Rekabet Kurumu önerilerini yaparken tartışmaya açık hususları mümkün olduğu kadar dışlayarak olmazsa olmazları veya kesin olarak kabul edilemeyecek hususları ön plana çıkarmalıdır. Nihayet Rekabet Kurumu mümkün olduğu kadar genel görüş bildirmeli, şirket isimi zikretmekten mümkün olduğu kadar kaçınmalıdır
Rekabet Kurumu bugüne kadar sadece önemli özelleştirmeler konusunda prospektif bir tutum izlemiş, diğer konularda daha ziyade retrospektif davranmıştır. Oysa görülen her davanın ve de özellikle verilen her cezanın arkasından Rekabet Kurumu’nun prospektif önerilerde bulunması önemli yararlar sağlayabilir.
Bugüne kadar yukarıdaki hususlara tam olarak riayet edildiğini söylemek mümkün değildir. Özellikle ilgili kurumlarla yeterli diyalogun ve ortak yaklaşım çabasının yapıldığını söylemek zordur. Ancak bugüne kadar büyük hata diyebileceğimiz bir yanlış yapılmamıştır. Bu nedenle prospektif çıkışların devamında bir engel söz konusu değildir.
HABER BAŞLIKLARI
-Türk Eczacılar Birliği’ne Ceza
-Rekabetten Eczacılara Ceza Yağdı (Akşam 12 Kasım 2004)
-Yumurta Kapıya Sıkıştı Medet Ey TK dediler(hürriyet 31 Ekim 2004)
-Ekinalan:Kablo TV nin Ayrılması Pratik Değil (Hürriyet 23 Ekim 2004)
-Ara Bağlantı Soruşturması Sonuçlandı
-Turkcell ve Telsim’e Rekabet Cezası yok. Sabah 5 Kasım 2004
-Turkcell ve Telsim’e rekabet Cezası yok. Hürriyet 5 Kasım 2004
-Turkcell ve Telsim ‘e rekabet Markajı 21 Ekim 2004
-Turkcell-Telsim’den Savunma Radikal 21 Ekim 2004
-Rekabet Kurulu’nun Devralmalar Konusundaki Uyarıları Devam Ediyor
-Star’ın Satışına Herkes Katılabilir (Akşam 9 Kasım 2004)
-Star Medya’yı Yerli Sermaye Alabilir Sabah 9 Kasım 2004)
-‘Çimentoyu Parçalayıp Satın, Telsiim’i TURKCELL’e vermeyin (Hürriyet, 9 Kasım 2004)
-Telsim’e Turkcell Koşulu: Çimentolar Tek Tek Satılmalı (Milliyet 9 Kasım 2004)
AB Rekabet Kurumu Coca Cola İle Anlaştı
-Coca Cola Rafında Pepsi de Satılacak Sabah 21 Ekim 2004
-Avrupa Birliği Rekabet Dersi Verdi Radikaşl 21 Ekim 2004
Pamukbank Halkbank Birleşmesi
-En Büyük 4. Banka Doğdu Sabah 9 Kasım 2004)
-Haklbank Pamukbank ile Dördüncü Büyük Oluyor.(Hürriyet 9 Kasım 2004)
-Rekabet Kurulu Kararları RG Yerine WEB Sayfasında Yayınlanıyor
- Songül Hatısaru:Resmi’yi Bıraktı,2,5 Trilyon Tasarruf Etti Milliyet 2 Kasım 2004)
Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin Vergi Artışlarını Yansıtma Kararı Bir İhlal mi?
-Otomotivde Konsensüs Akşam 4 Kasım 2004
4-5 Kasım 2004 tarihinde Galatasaray Üniversitesi Avrupa Araştırma ve Dökümantasyon Merkezi’nde gerçekleşen “4. Avrupa Günleri Türkiye ve Avrupa Birliği : Topluluk Müktesebatına Uyum” konulu sempozyum kapsamında Prof Dr.Ercüment Erdem “Yeni Avrupa Birliği Tüzüğü Doğrultusunda Yoğunlaşmaların Türkiye’de Denetimi” başlıklı bir tebliğ sunmuştur
DOĞAL TEKELLER SERBESTLEŞME VE REGÜLASYON
Dr. TUNAY KÖKSAL:Türk-Telekom’un Özelleştirilmesinde AB Deneyiminden Yararlanılmalıdır
Dr. Tunay KÖKSAL
Bugünlerde özelleştirme gündeminin merkezine oturan Telekom özelleştirmesi için Hükümetin formülü; Telekom’u bir bütün olarak en yüksek teklifi veren tarafa blok olarak satıp Hazine için mümkün olan en yüksek geliri elde etmek olarak gözükmektedir.
Telekom’un özelleştirilmesi konusunda görüşü sorulan Rekabet Kurumu ise, kablolu tv şebekesinin satıştan önce Telekom’dan ayrılmasını, GSM Operatörlüğü ve internet servis sağlayıcılığıyla ilgili hizmetlerin ise Telekom’un satışından kısa bir süre sonra Telekom bünyesinden çıkarılmasıyla ilgili hazırlık yapılmasını önermiştir.
Basından izlendiği gibi Rekabet Kurumunun bu görüşü, söz konusu Kurum ile ilgili Bakanlık, Telekom Yönetimi ve Telekomünikasyon Kurumu arasındaki görüş ayrılıklarını su yüzüne çıkarmış bulunmaktadır.
Böylesine güncel bir konuda kişisel yorumumuzu ve görüşümüzü ortaya koymadan önce konunun geçmişini kısaca özetlemenin ve karşılaştırma açısından Avrupa Birliği ülkelerindeki örneklere değinmenin yerinde olacağı şüphesizdir.
Bilindiği gibi, sektörün serbestleştirilmesine ilişkin olarak yapılan çalışmalar çerçevesinde 1 Ocak 2004 tarihi itibariyle, Türk Telekomun şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimi rekabete açılmıştır.
Avrupa Birliğinde kamuya ait firmalarının özelleştirilmesinde izlenecek yöntem, üye ülkelerin takdirine bırakılırken , Avrupa Komisyonu sadece Devletin, özelleştirilmiş firmalarında altın hisselere sahip olması durumlarına müdahale etmiştir.
AT Antlaşması, Üye Devletlerin “kamu yararına hizmet eden” veya “stratejik önem arz eden” ulusal firmaların sermayesinde, aynı firmaların yönetimi üzerinde Devletin nüfuz uygulamasına imkan tanıyan hisseler tutmalarına cevaz vermektedir. Bununla birlikte, Devletin söz konusu firmalar üzerindeki kontrol olanaklarının amaçlanan hedef ile ölçülü olması gerekmektedir.
AB Komisyonu, altın hisse sahipliğinin üye ülkelerin, özelleştirilmiş şirketlerinin birleşmesi, devralınması veya hisselerinin satışa çıkarılması gibi konulardaki yönetim kurulu kararlarını veto etmesine imkan verdiği için yabancı yatırımları ve sermayenin serbest dolaşımını engelleyen bir unsur olduğunu savunmuş ve aynı gerekçeyle İspanya ve Hollanda Hükümetlerine karşı dava açmıştır.
AB’de kamuya ait telekom şirketlerin özelleştirilmesi için izlenen yöntemlerden birisi,de Almanya ve Yunanistan’da uygulandığı gibi, vadeleri bitiminde hisse senedine dönüştürülebilen tahvil ihracıdır.
Daha ileri bir aşamada özelleştirilmiş telekom firmalarının bir başka firmayı devralabilmek için gerekli likitideyi temin etmek amacıyla sermaye artırımına yönelmeleri, devletin aynı kurumun sermayesindeki payının küçülmesini sağlamıştır. Örneğin Almanya’da Deutsche Telekom firması geçmişte bu yöntemi uygulamıştır.
Telekomünikasyon sektörünün en önemli özelliklerinden biri, evrensel hizmet zorunluluğun bulunmasıdır. TTAŞ, bugüne kadar yararlandığı hukuki tekel sayesinde iktisadi açıdan karlı olmayan yatırımlarını, diğer alanlarda tekelci fiyat uygulayarak finanse edebilmiştir. Ancak, ses tekelinin kalktığı günümüzde özelleştirmeden sonra “çapraz sübvansiyon”, sektörün katma değerli hizmetler gibi doğal tekel niteliği taşımayan, rekabete açılmaya en uygun ve en karlı alt bölümlerine girecek yeni teşebbüslerin de rekabetçi baskısıyla, çok zor hale gelecektir.
Özelleştirme sonrası ana telekom operatörünün üstlenmek zorunda kalacağı evrensel hizmetlerin finansmanının nasıl sağlanacağı açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu konuda dünyadaki uygulamalar başlıca üç yöntemin olduğunu göstermektedir: Birinci yöntem, mali yapısı güçlü ve teknoloji / bilgi birikimi sahibi bir yabancı telekom operatörüne, TTAŞ’ın hisselerinin yönetim kontrolü sağlayacak bir bölümünü stratejik ortak statüsüyle blok olarak satmaktır.
Gerçekten de, örneğin ABD’de bir yılda döşenen fiber optik kablonun milyon kilometreler uzunluğunda, Türkiye’de ise yıllık olarak sadece ortalama 5000 kilometre uzunluğunda olduğu dikkate alındığında, özelleştirme sonrası sektöre yeni yatırımlar yapılabilmesi açısından, evrensel hizmetle yükümlü ana telekom operatörü firmanın güçlü bir mali yapıya sahip olması elzemdir.
Stratejik bir ortağa ya da stratejik ortaklı bir konsorsiyuma yapılan özel satış yöntemi, Belçika, Yeni Zelanda ve İrlanda gibi birkaç gelişmiş ülke dışında genellikle gelişmekte olan ülkeler arasında daha çok tercih edilen bir yöntemdir.
Gelişmiş ülkeler ise bu alandaki özelleştirmeleri genellikle hisselerin bir kısmını borsada halka arz ederek gerçekleştirmişlerdir.
Stratejik ortak olarak gelişmekte olan ülkelerin ana telekom operatörlerine ortak olan sanayileşmiş ülkelerin telekom operatörlerinin yaptıkları yeni yatırımlar, teknik bilgi ve yönetim becerisi tranferiyle gelişmekte olan ülkelerin telekomünikasyon piyasalarını canlandırdıkları görülmüştür. Nitekim benzer bir gelişme, cep telefonu (GSM) pazarı açısından yakın geçmişte Türkiye’de yaşanmıştır.
Bu yöntemin başarıyla uygulanması için; stratejik ortağa şirketi global rekabet gücüne kavuşturmak için “payından daha fazla yetki” gibi haklar açık bir şekilde verilmeli, Devlete elindeki altın hisse nedeniyle ülkenin menfaati açısından kritik kararlarda veto yetkisi tanınmalı ve şirketin değeri artıkça devletin elindeki paylar piyasaların uygun olduğu dönemlerde çok daha uygun şartlarda yurt içi ve yurt dışı sermaye piyasalarında satışa sunulmalıdır.
Eğer ana telekom operatörünün mali yapısı stratejik ortak almak suretiyle veya başka bir yöntemle yeterince güçlendirilmezse, global rekabete açılacak iç piyasaya girmesi muhtemel olan Avrupa’nın dev telekom firmaları karşısında yerli operatör firmanın rekabet şansı çok düşük kalacaktır.
“Karma yöntem” olarak da adlandırılabilecek ikinci yönteme göre, ana operatörün hisselerinin bir kısmı stratejik ortağa devredilmeli kalan kısmı ise halka arz yoluyla özelleştirilmelidir. Bu yönteme göre, örneğin Türk Telekom’un hisselerinin %20 – 25’e kadar olan kısmı alt yapı sahibi uluslararası bir temel telekomünikasyon işletmecisine veya bunun da içinde olduğu bir konsorsiyuma “stratejik ortak” sıfatıyla yönetim üzerinde uygun ölçüde hak verilerek blok olarak satılmalı ve hisselerin geri kalan kısmı ise blok satışla eş zamanlı veya müteakiben yurtiçi ve yurtdışı sermaye piyasalarında halka arz yöntemiyle özelleştirilmelidir.
Üçüncü yöntem ise, ana operatöre yüklenecek evrensel hizmetin finansmanını, sektörde faaliyet gösteren tüm firmaların katkılarıyla oluşturulacak bir fon (genel hizmet fonu) vasıtasıyla sağlamaktır. Avrupa Birliğinde bir genel hizmetin finansmanı için, hizmeti yürüten teşebbüse inhisari veya özel bir hakkın tanınmasından daha az rekabeti sınırlayıcı yöntemler mevcutsa öncelikle bu yöntemleri uygulamak gerekmektedir.
Sonuç olarak, özelleştirmede ve özelleştirme sonrası evrensel hizmetin finansmanında hangi yöntem benimsenirse benimsensin dikkat edilmesi gereken temel husus; telekomünikasyon gibi ekonominin sinir sistemini oluşturan bir sektörde özelleştirmenin kısa vadede hazineye gelir sağlamak amacıyla değil, piyasanın uzun vadede serbestleşmesine ve global rekabete açılmasına zemin oluşturacak şekilde yapılmasıdır.
HABER BAŞLIKLARI Türkiye’de Ara Bağlantı Tarifeleri Yükselk
-Ara bağlantı ucuzlamadan iletişimde büyüyemezsiniz. Hürriyet 21 Ekim 2004
-Irak’a Elektrik İhracatında Kritik Hafta ( Erdal Sağlam:Hürriyet,8 Kasım 2004)
Irak’ın Türk Elektrikçisi 10 Milyon dolR ZARARLA Çekildi.Hürriyet 5 Kasım 2004
İnternetten Alkollü İçki ve Sigara Satışına Yasak Getiren Tebliğ:RG 23 Ekim 2004
-İnternetten Alkollü İçki ve Sigara Satışına Yasak (Hürriyet 24 Ekim 2004)
-İnternet ve TV den İçki ve Sigara Satışına Son Verildi 24 Ekim 2004)
İnternetten İçki satışı Yasak, Akşam 24 Ekim2004
Şeker Kurulu Kota sisteminden Memnun
-Kota Sistemiyle Şeker Dengede Akşam 28 Ekim 2004.
-PETKİM için Halka Arza Dönüş
-Petkim’de İkinci Randevu (Milliyet 6 Kasım 2004)
-Petkim’in %20 si Şubatta Halka Satılıyor. Sabah 6 Kasım 2004)
Trafik Kanun Tasarısı:Plaka Tekelini Kaldırıyor.
-16 trilyon liralık Plaka Tekeli AB ile Kalkıyor. 21 Ekim 2004
REKABET KÜLTÜRÜ
Gazetecilerin Rekabet Kültürüne Katkıları Artıyor
Takvim gazetesinde Prof Dr. Aydın Ayaydın uzun süredir rekabet üzerine yazılar yazıyor. Türkiye’de rekabet kültürünün gelişmesine önemli katkılar yapıyor. Hürriyet gazetesinde Dr. Ercan Kumcu da bir süredir rekabet kültürü üzerinde yazılar yazıyor. Kumcu’nun önceki aylarda Rekabet Üzerine Çeşitlemeler başlığı altında yazdığı yazılar çoğu aydınımızın ve iş dünyamızın bile uzak olduğu rekabet kültürünün davranışsal zihni ve ahlaki boyutlarını ortaya koyuyordu. Kumcu son bir ay içinde yazdığı yazılarda nasıl bir rekabet kurumu veya otoritesi olması gerektiğini ve rekabet kurumunun neler yapması gerektiğini sorguluyor. Kumcu’nun bu yazıları da Türkiye’de rekabet kültürünün gelişmesine katkıda bulunacak önemli kurumsal ve davranışsal öncelikleri ve incelikleri sergiliyor.
Türkiye’de rekabet kültürünü geliştirme çabaları çok yönlü olarak daha geniş bir cephede devam ediyor. Sabah Gazetesinde Yavuz Semerci futbolda adil rekabetin koşullarını ele alarak bizatihi devletin yarattığı eşitsiz yarışma koşullarını eleştiriyor. Rekabet ve regülasyon konularındaki isabetli ve cesaretli,yazılarıyla da sık sık dikkat çeken Yavuz Semerci futbolda yaşanan haksız rekabet ortamı ile mücadelenin ekonomik alanda rekabet kültürünün gelişmesinin de bir ön koşulu olduğunun bilincinde görünüyor. Milliyet Gazetesinden Prof Dr. Hurşit Güneş de rekabet üzerine daha sık ve ilgi çekici yazılar yazmaya başladı. Sabah gazetesinde Ali saydam zaman zaman rekabet kültürünün günlük hayatımıza yansıyan farklı boyutlarını kaleme alarak rekabet kültürünün daha geniş bir perspektifte algılanmasına katkıda bulunuyor. Gazetelerde rekabete yönelik haberler de giderek artış gösteriyor.
Türkiye’de her alanda alınması gereken mesafelerin fazlalığı insanları adeta duyarsızlaştırıyor. Buna karşılık Türkiye’nin batılı ülkelerin birkaç asırda aldıkları mesafeleri birkaç on yılda hatta bazen birkaç yılda alması beklentisi devam ediyor. Bu nedenle Kenichi Ohmae’ nin “AB üyeliği yerine rekabetçiliği düşünün” uyarısı onun beklediği sarsıcı etkiyi yaratamıyor. Ayrıca Türkiye’nin dünya Rekabet Gücü endeksinde çok gerilerde yer alması da kimseyi fazla sarsmıyor görünüyor. Ancak Türkiye’de her alanda olduğu gibi rekabet kültürünü geliştirme konusunda da çabalar sürüyor.Belki inanmak zor ama az da olsa mesafe alınıyor. (E.T.)
HABER BAŞLIKLARI
-Rekabet Kurumu Geleneği Nasıl Oluşturulmalı?
-Ercan Kumcu:Rekabet Kurumu Ne Yapmalı? Hürriyet 31 Ekim 2004)
-Ercan Kumcu: Nasıl Bir Rekabet Kurumu (Hürriyet 24 Ekim 2004)
-Ercan Kumcu: Nasıl Bir Rekabet Otoritesi? Hürriyet 7Kasım 2004
-Rekabet Kurumundan İnciler’ Milliyet 17 Kasım 2004.
Dr. Kenichi Ohmae: Rekabetin Önemi
AB Üyeliği Yerine Rekabetçiliği Düşünün. Hürriyet 5 Kasım 2004
-Rekabette Kalite ve İletişim Kalitesi Önem kazanıyor
Ali Saydam: Rekabet Artık Artistik Hareketlerde (Sabah 24 Ekim 2004)
-Futbolda Adil Rekabet Nasıl Sağlanır?
- Yavuz Semerci Büyük Takımlardan Ne zaman Kurtulacağız? Sabah,4 Kasım 2004
-Yavuz Semerci: Fenerbahçeye 53, Gaziantep’e ise 14 Milyon dolar verecek, sonra “rekabet et” diyeceksiniz Sabah 5 Kasım 2004
-Yavuz Semerci : Futbol Ekonomisinde Eşitlik Nasıl Olur? Sabah 12 Kasım 2004)
Capital Dergisi Türkiye’nin En İyi 25 Pazarlama Yöneticisini Belirledi
-2004 Yılına Damgasını Vuran 25 Pazarlama Yöneticisi. Hürriyet 17 Kasım 2004
Rekabetten Kaçma Stratejisi Başarı Getirir mi?
-Başarı büyük değil Rakipsiz Sektörde Gelir Leyla Şen Sabah 26 Ekim 2004
DEVLET YARDIMLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Aşırı Vergi Rekabet Ortamını Bozuyor
Türkiye’de Devlet rekabeti bozucu eylemlerin baş kaynağı olma özelliğini koruyor. AB ye tam uyum sağlanıncaya kadar bu özelliğin azalarak da olsa devam etmesi kaçınılmaz görünüyor.Genellikle her ay bu konuda birkaç eylem ön plana çıkıyor.Son bir ayda bu alanda en çok dikkat çeken eylem otomotiv sektöründe yaşanan ÖTV artışları oldu. Otomotivde ÖTV artışlarının gerisinde artan cari açığı azaltma gibi meşru ve anlaşılabilir bir sebep bulunuyor. Ancak cari açık sorununun bir sektörde vergi artırarak çözülüp çözülemeyeceği bir tarafa bu tedbirin çözdüğünden daha fazla sorun yaratma olasılığı bulunuyor.
İlk olarak ÖTV hem ithal edilen hem de iç piyasada üretilen ürünlerden alınıyor. Dolayısıyla ÖTV artışıyla sadece ithalat değil iç üretim ve istihdam da frenlenmiş oluyor. Böylece dinamik ve rekabetçi bir piyasanın gelişmesi suni olarak engellenmiş oluyor. Piyasa büyüklüğünü sınırlayan her müdahale gibi bu müdahale de rekabeti engelleyici doğrudan ve dolaylı etkileri beraberinde getiriyor. Çünkü piyasanın genişlemesinin sınırlanması her şeyden önce girişleri kısıtlayıcı bir etki yaratıyor. Ancak bundan da önemlisi otomotiv piyasası potansiyel yatırımcılar için öngörülemez riskli ve istikrarsız bir piyasa haline sokuluyor. Bu nedenle de sadece üretim ve istihdam değil, potansiyel yatırımlar (girişiler) da engellenmiş oluyor. Burada esas vahim olan husus vergi artırımının, zamanlaması. Türkiye otomotiv sektöründe büyük üreticilerin bir yatırım ve ihracat üssü konumuna gelmeye aday olan bir ülke. Pek çok firma gelecekte Türkiye’yi ana üretim üssü olarak planlarken ve bu aşamada cazibeyi arttırıcı yeni önlemlerin uygulamaya konulması beklenirken, bu vergiler piyasanın marjda olan cazibesini azaltıcı ve yatırımcıları caydırıcı etkileriyle devreye giriyor. Artan vergilerin daralttığı piyasada daralan kar marjları nedeniyle rekabet yerine uyumlu eylemler daha cazip hale geliyor. Nitekim vergilerden sonra otomotiv dağıtıcıları bir araya gelerek, hep birlikte vergileri fiyatlara yansıtma kararı alıyorlar.
Artan vergiler nedeniyle daralan piyasada fiyat rekabeti sürse bile karların aşırı daraldığını gören otomotivciler çareyi yedek parça fiyatlarını biraz daha arttırmakta buluyorlar. Böylece muafiyetleri istismar ederek rekabet ihlali yapma eğilimi artıyor. Bu da gelecekte hem tüketiciye ek maddi külfet yüklüyor hem de kaza riskini arttırıcı etki yaratıyor.
Nihayet bu vergilerle tüketici rekabetin müspet etkilerini yaşayamıyor. Rekabetin sağladığı tüketici rantını kamu ilk fırsatta kendi kasasına çekmek istiyor. Bu da Türkiye’de rekabet kültürünün oluşmasını geciktirici etkiler yaratıyor. (E.Türkkan)
HABER BAŞLIKLARI
-Devlet Yardımlarında AB ye Uyum İçin KOBİ tanımının da Uyumlaştırılması Gerekiyor
-İndir O Tanımı 1’e (Serkan Arman Milliyet 2 Kasım 2004)
Teşvik Tartışması Sürüyor: “Kalkınmış İller Gerilememeli”
-Teşvik Yeniden Değerlendirilmeli (Akşam 2 Kasım 2004)
-Teşvik Sistemini Geliştirmek Şart (Hürriyet, 24 Ekim 2004)
-Teşvikler Silbaştan Akşam 7 Kasım 2004
Enerji Teşviği Uygulanamıyor
-Enerji Teşviği Sözde Kaldı Dünya 25 Ekim 2004
-Teşvikler İşlerse Teşviktir. O.S.Arolat Dünya 25 Ekim 2004
-Otoda ÖTV Artışı
Otomotiv İsyanda (Akşam 3 Kasım 2004)
-Vergi Otomobilin Fiyatını Bile Geçti,Hürriyet 3 Kasım 2004
-Al Vergi ,Git Vergi ,Otomotivcilerden Tepki Yağdı.Milliyet 3 Kasım 2004)
-Dayanıklıya zama zor (Milliyet 3 Kasım 2004)
-Avrupalı Aynı Otomobili 10 milyar Ucuza Alıyor (Sabah 3 Kasım 2004)
-Çaresizliğin İlanı :Yavuz Semercioğlu (Sabah 3 Kasım 2004)
-Otomotivde Yeni Fırsatlar Kaçabilir Milliyet 5 Kasım 2004)
-Dört Büyük Yatırımı kaçırdık Yeni Yatırımlar Kaçmasın Hürriyet 5 kasım 2004
-Kendi Ürettiğimiz otomobile Avrupalı’dan pahalı biniyoruz. Hürriyet 4 Kasım 2004
ÖTV artışı otoda rekor Hayalini suya düşürdü. Mete Tansu Sabah, 15 Kasım 2004
-Dayanıklı Tüketimde ÖTV yok
-ÖTV de İyi Haber Akşam 13 Kasım 2004
İhracata EXİMBANK desteği artıyor
-2005’te İhracata 7,5 Milyar Dolarlık Destek Milliyet 13 Kasım 2004
İhracata 7,5 Milyar Dolarlık Destek. Akşam 13 Kasım 2004
Endüstri Bölgeleri Kanunu Uygulama Yönetmeliği Teşvikleri Düzenliyor
-Bölgeye göre teşvik Radikal 16 Kasım 2004
DIŞ HAKSIZ REKABET
DIŞ PİYASALARDAN KAYNAKLANAN HAKSIZ REKABET
UYGULAMALARI VE ÇİN
Şevket ÖZÜGERGİN
ozugergin@ozugerginconsultancy.com.tr
Dış piyasalardan kaynaklanan haksız rekabet denilince akla son yıllarda Çin gelmektedir. Çin ekonomisi geçtiğimiz 10 yıl içinde sürekli şekilde büyümüş , yabancı sermayenin ilgi odağı olmuş ve ihracatını çok yüksek düzeylere çıkarmıştır. Ancak dünyadaki genel kanı, özellikle ihracata dayalı bu ekonomik gelişmenin arkasında haksız rekabetin yattığı ve ekonominin sübvansiyonlarla beslendiği şeklindedir. Çoğu henüz resmen belgelenmemiş olmakla beraber, Çin'in haksız rekabet uygulamasında çok farklı yöntemler kullandığı inanılmaktadır. Bu yöntemlerin bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür.
Çin kredi faizlerini müdahale ile düşük tutmakta , hatta zaman zaman geriye dönüşü olmayan krediler vermektedir. Enerjide sübvansiyon uygulamaktadır. Normal kuru zaten baskı altında tutmakta , bir başka ifadeyle kurları yönlendirmekte ve hatta ihracatta farklı kur uygulaması yapmaktadır. Nüfus yoğunluğu nedeniyle işgücü , zaten sanayileşmiş ülkelere nazaran oldukça ucuzdur. Hayat standardının düşük olması ve insanların asgari ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüdeki bir ücret düzeyine razı olmaları , Çin işletmeleri için ayrı bir avantaj
oluşturmaktadır. Çevre kaygısı bulunmadığı için yatırım maliyetleri daha düşük olabilmektedir. Ekonomisinde nisbi bir serbesti olmasına karşılık siyasette katı uygulamalar devam etmektedir. Hal böyle olunca işçilerin örgütlenmesine izin verilmemekte , ücret artışları kontrol edilebilmektedir. Diğer önemli maliyet girdileri de kamunun kontrolünde olduğu için gerekli hammaddeler işletmelere sübvansiyonlu fiyatlarla aktarılabilmektedir.
Doğal olarak Çin'in bu haksız rekabetinden bütün dünya olumsuz şekilde etkilenmektedir. Son veriler Çin'de de kapasitelerin talebin üzerinde arttığını, arsa , işçilik ve enerji maliyetlerinin yükselmeye başladığını göstermektedir. Ancak Çin'in kendi haline bırakıldığı sürece serbest rekabet koşullarını tam anlamıyla uygulaması çok uzun zaman alacaktır.
Türkiye de bu tür haksız rekabet uygulamalarından tedirgin olmaktadır. Olumsuz yönde etkilenen sektörlerin başında tekstil ve konfeksiyon gelmektedir. 1994 yılında Türkiye'nin de imzaladığı GATT Anlaşması gereğince 2005 yılı başından itibaren tekstil ve konfeksiyon ticaretinde kotalar kaldırılacaktır. Çin'in haksız rekabet uygulamalarının devam etmesi halinde dünya tekstil ve
konfeksiyon ticaretinin %50'sine sahip olabileceği, tekel durumuna gelebileceği ve Çin dışındaki ülkelerde yaklaşık 30 milyona yakın insanın işsiz kalabileceği hesaplanmaktadır. Ülkemizde toplam istihdam hacminin yaklaşık %20'si bu sektörde çalışmaktadır. Tekstil ve konfeksiyon sektörü ihracatımızın da en önemli sektörlerinden biri olmaya devam etmektedir. Üretimin ülkenin bir çok bölgesine yayılmış olması sosyal açıdan da önemini arttırmaktadır.
2005 yılı yaklaştıkça sözkonusu sektörün geleceği konusundaki kaygılar da artmaktadır. Sektörün öncü kuruluşu İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İTKİB) kotaların bu ortamda kaldırılmasından etkilenebilecek diğer ülkelerle temasını yoğunlaştırmış ve son olarak Ekim ayında 52 ülke temsilcilerinin de katılımıyla bir toplantı düzenlemiştir. Toplantıda ortak hareket kararı alınmış ve kotaların kaldırılması işleminin 2008 yılına ertelenmesi için Dünya Ticaret Örgütüne resmen başvuru yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Bu başvuru geçtiğimiz ay sonlarında yapılmıştır. Eğer olumlu bir sonuç alınabilirse , erteleme süresi içinde Çin'e rekabet uygulamalarından vazgeçmesi için hem DTÖ tarafından ve hem de zarar gören ülkelerce gerekli baskıların yapılabileceği ve sonuç alınabileceği umulmaktadır. Konunun DTÖ'nün Mal Ticareti Komisyonunun gündemine girdiği anlaşılmaktadır.