Bu . Kelimesi ve . Kelimesi bize bir dünya şey anlatıyor. Şunu anlatıyor ki, efendi oğlunla önce şefkatle sohbet et, azizim de, canım de ve onunla konuştuğun zaman kenara bırak, onunla mantıklı sohbet et. De ki; ona delil ile söyle, cereyanında bırak onu cereyanında bıraktığın zaman şahsiyet verdin demektir ve o şefkat de, muhabbet iç güdüsünü doyurur ve ona delil sunman ve yüklenmemen ona sükunet verir ve şahsiyetli bir kimse olur. Bu nedenle rivayetlerimiz bize diyor ki; hanım ve çocuklarınla arkadaş ol, onları hesaba kat.
Bazı erkekler- ki, bizim oturumumuzda olmamalarını arzu ederim- kendileri, akılları hiçbir şey değil ama tam manasıyla lar. Gerçekte bu adam ne yapıyor? İşi nedir? Ne yapmak istiyor? Yanlız çocukları değil hanımı bile bilmiyor. Eğer hanımından bu adamın ne iş yaptığını sorarsanız, bilmiyor; bu adam nereden getiriyor, bilmiyor; bu adamın masrafı nedir, bilmiyor, şu kadarını biliyor ki, sabah gidip akşam geliyor, çocuklarıyla . Davranıyor.
Kadını hesaba katmalı, kadın evin veziridir, müdürün muavinidir. Bir müdürün muavinini hesaba katmamasının bir manası yoktur ve kadın da kocasına muti olmalıdır; söz dinlemelidir. Avam halkın deyimiyle gözünün arkasında yama olmalıdır, yani kocası ne derse elini gözünün üzerine koyup kabul etmelidir. Ama sadece söylemekle kalmamalı amel de etmelidir ki, kocasının kalbine hükümet edebilsin. Kadın kocasının önünde göz üstüne dediği an, kocasının muhabbetini tahrik ediyor ve kocasının dediğine amel ettiği zaman da Kuran’a amel etmiştir. Çünkü Kuran buyuruyor ki: « Değerli kadın kocasının önünde mütevazı olan kadındır. » . Erkek de kadının mecburen kabul etmeyeceği şer’i hükmün hilafına destur vermemelidir.
Elbette erkeğin de vazifesi vardır. Ve onun yerine getirilmesi kadının en doğal bir hakkıdır. Hanımını cereyanda bırakmalıdır, çocuklarını cereyanda bırakmalıdır. Psikologun biri ne güzel söylemiştir ki: “insan eğer ev muhitinin sükunetli olmasını istiyor, evde çekişme olmasını istemiyorsa; Erkek aylığını aldığı zaman hanımı ve çocuklarını çağırıp birlikte oturmalı ve harcama ve masrafları hesap etmelidirler. Böylece onlar da cereyanda olmalı ve neticede yersiz beklentiler de olmaz. “ güzel bir sözdür. Hanım senin ne kadar aylığın olduğunu bilmiyorsa az harcadığında cimri olduğunu zanneder ve hemen buradan sevgisizlik başlar. Sen müstebdi bir kimse olup karını hesaba katmadığın andan itibaren sevgisizlik başlar. Çünkü hanım şahsiyet sahibidir, şahsiyetine darbe indiği zaman da önce kötü ahlaklı olur, merhametsiz olur ve bundan daha beter ve daha tehlikelisi şu ki, eğer kadın şahsiyetsiz olursa çok ince noktalara varır. Bu nedenle kadınlardan özellikle ve erkeklerden rica ediyorum kızlarınızı şahsiyetli yetiştirin, kızlara hakaret etmeyin, oğlanlara hakaret etmeyin. Hakaret, yani ezmek ve eğer bir kızın şahsiyeti ezilirse muhabbet amiz bir sözle gitmesi mümkün. Eğer bir gencin şahsiyeti ezilirse her cinayeti işlemeye hazırdır. Bunun üzerine binaen, nasıl ki kadının kocasına itaati erkeğin tabii hakkıysa erkeğin de karısını dinlemesi ve onu cereyanda bırakması, kadının en tabii hakkıdır. Aynı şekilde onun ikinci hakkı İslam fıkhı açısından kesin bir iştir ki, kadın cinsel iç güdü yönünden kocasının üzerinde hak sahibidir. Ve bu hakka yüzde yüz amel edilmelidir. Eğer erkek yapabileceği halde gevşeklik ederse zulmetmiş ve onun hakkını eda etmemiştir. Bu nedenle bir çok rivayetlerimiz var erkek için geçerli olan o iki hak kadın için de geçerlidir.
EV VE HAKİMİYET KANUNU
Rica ettiğim bir şey var. Özellikle erkeklerden ki son günlerdir ve benim bu ricamı kabul etsinler. Şöyle ki: evde kanunun hüküm ferma olması mümkün değil zira ev dağılır. Öyle ise ne hüküm ferma olmalıdır? Refakat, sadakat, acıma, şefkat evde ne hüküm ferma olmalıdır? Bu şairin şiiridir ki, diyor: Ben kimim? Leyli, Leyli kim? Ben.
İkimiz bir ruhuz, iki bedende.
Eğer kanun öne gelirse, iş harap olur. Mesela kadına evden dışarı çıkma demek erkeğin hakkıdır. Zira bu onun hakkıdır ve kadın izin alarak dışarı çıkmalıdır. Bu, İslam’ın erkeğe verdiği bir haktır. Şimdi erkek yüzde yüz kanuna amel etmek istiyor, kadın babasının evine gitmek istiyor, hayır olmaz diyor. Komşusuna gitmek istiyor hayır olmaz diyor, öyleyse nereye gitsin? Sen hiçbir yere gitmemeli yalnız evde kalmalısın. İyi de malumdur ki. Sen bir kadına böyle davranırsan o da çok şeyler yapacaktır. Halk arasında meşhur bir söz var ki eğer kadın iffetsiz olursa şişenin içine koyup ağzını bile kapatsan verir. Kanunla kadının önüne geçilir mi? Refakatle, şimdi işlediğimiz derslerle kadının önüne geçilebilir. Binaen aleyh mübarek Ramazan alının başından beri beş yüzden fazla telefon, mektup ve tomar almış bulunmaktayım ve şayet bunlardan yüzde biri dahi itiraz mahiyetinde değil, beş tane bile itiraz mahiyetinde telefonum olmadı ama beş yüzden fazla telefon, teşekkür mahiyetinde idi. Anlaşılıyor ki, yüzde yüz kadının önünü alacak ve onu kocasına muti kılacak şey, bu minber ve sohbetlerdir, refakatlerdir, sadakatlerdir. Şöyle ki, hanımı hesaba katmalı, onunla şefkatle sohbet etmeliyiz. Binaen aleyh sahiden bir erkek kanunla davranmak isterse, kadın da kanunla hareket etmek ister, ücret ver de çocuğunu emzireyim, ücret ver de ev işlerini yerine getireyim. Ben tek başıma yapamam bir yardımcı tut ki ev işlerini halletsin, sen yap, ben de yapayım derse, şimdi eğer bir kadın sahiden böyle olmak ister ve ben iş yapmıyorum, sen sadece benim üzerimde bir hakka sahipsin o da evliliktir, öyle ise sen çalış ben yiyeyim derse, anlaşılacağı üzere bu ev bir zindan olur. Eğer kadın kanunla hareket etmek isterse belki on gün geçmeden boşarlar. Erkek de eğer kanunla hareket etmek isterse on gün geçmeden kadının feryadı yükselir. Kanunla yaşanmaz. Kuranın deyimiyle kanun iyidir ama kurudur, başka bir şey istiyor ve o dır. Bu ikisi beraber olmalıdır. Kadın kocasına itaat etmelidir ama dostça, kadını öyle yetiştirmelidirler ki, kocasına yüzde yüz muti olmalıdır, erkeği öyle yetiştirmelidirler ki, evde yüzde yüz şefkatli olmalı, sost davranmamalıdır. Kuru kanunla müyesser olunmaz. Davranışlarının sertliğinden dolayı sonları çok kötü yerlere varmış bir çok erkekleri biliyorum. Mesela çarşafının bir köşesi arkaya kaçmış adamın feryadı yükselir, bu feryat çirkindir, birinci kez birinci kez söylemeyebilir, ikinci kez söylemeyebilir, ama bir vakit o yere varır ki, yavaş yavaş çarşafı arkaya gider ve o yere varır ki, hatta yüzünü bile na mahrem yanında açar; senin yanında yüzünü örter ama sen olmadığın zaman açar ve çarşafını da arkaya verir eğer sert davranırsan böyle olur. Bazı vakitler karısına; kardeşimin yanında konuşmaya hakkın yok, veya yakın akrabaların oturduğu sofraya oturmaya hakkın yok diye sert davranır, bu sertlikler çok ince yerlere varır. Nasıl ihtilafların öne geldiğini biz gördük ve aynı şekilde bazen kadın sert davranıyor ve kocasına sert davrandığında kocası soğuktur ve genellikle erkekler başına buyruk turlar ve eğer bu başına buyruk olma zahir olursa kadın çaresiz olur.
Rica ediyorum ev muhitiniz kanun uygulama ve yüklenme muhiti değil, refakat muhiti olsun. Mesela hanımın giyim, iffet ve hicabı iyidir ama kocası dışarı çıkmaya, komşuya gitmeye, alışverişe gitmeye, babasının evine gitmeye hakkın yok diye zorluyor. Babanın evine gitme de ne demek? Meğer bir kimsenin babasının evine gitmemesi olur mu? Farz edelim ki sen onun anne babasıyla kötüsün ama kadın anne ve babasını bırakamaz ki, anne ve babayı bırakmak ruhsal kompleksi icat eder ve sen ve çocuklar için çaresizlik doğurur. Kamçıyı taşa ne kadar hızlı vurursanız, aksül ameli daha fazladır ve neticede kendi tarafına döner. Eğer kadın veya erkek evde zorba olursa iş kötü bir yere varır. Yani aksül ameli vardır. Bütün bunlarla halbuki hanımlar ve beyler zorba olmamalıdırlar, sert davranmamalıdırlar. Bu şekilde kendi çocuklarına teveccüh etmelidirler, kızlarına dikkat etmelidirler, nereye gidiyor, geç gelmemelidir, arkadaşı kim? Arkadaşı iffetli mi? Değil mi, aynı şekilde oğullarına dikkat etmelidirler nereye gidiyor? Ne zaman geliyor? Arkadaşı kim? Bunlar hepsi kesindir. Ama eğer zorlar genç kız ve oğlanlarına zorbaca davranırlarsa anne ve babanın aleyhine ayaklanırlar. Ne kadar çok görüyoruz çocuklar anne ve babalarının istemedikleri yerlere gidiyorlar ve anne ve babalar bunu önleyemiyorlar. Kaynağını araştırdığımızda bu ikisinden birini görüyoruz ki, ya terbiye edilmemişler veya terbiye edilmiş olsalar bile aşırıya gidilmiş. İslam ifratın yanlış olduğunu söylüyor, nasıl ki, tefrit yanlışsa. Müminlerin emiri Hz. Ali(as) şöyle buyuruyor: « . Cahil ya yavaş gider yada hızlı» şahsiyetsiz kimseler refakat ettiklerinde bazen refakatte acele ve aşırılık ediyorlar, bazen da küsüyorlar ve onların davranışları o kadar soğuk oluyor ki, ne buhtanlar ediyorlar. Bazı vakitler çocuğuna yetişmiyor ve bazen da yetişiyor ama o kadar soğuk davranıyor ki, çocuğun şahsiyetini eziyor.
Hanımlar ve beylerden bir başka ricam şu ki, kanundan sui istifade etmemeğe dikkat edin ki, İslam açısından doğru değil. Bu işe kanunda sahtekarlık derler ve ben bu konuyla ilgili kanunda sahtekarlık adlı bir kitap yazdım ve bu kanunda sahtekarlık adlı kitabı Kuran ve sünnetten yararlandım. Kanundan yapılan sui istifadelerden biri şudur. Faiz yiyorlar ama şer’i bir külah onun başına koyuyorlar. Şöyle ki, ben sana bin tümen borç veriyorum ve sonra bir som altını yüz tümen meblağ ile sana satıyorum. Veya on bin tümen sana borç veriyorum ve sonra da bir nabat tanesini bin tümene sana satıyorum. Bu konuda sahtekarlık ve şeytani bir hiledir, onu şer’i bir hile olarak bilsek bile.
Allah rahmet eylesin Kum ilim havzası müessisi merhum hacı şeyh Abdulkerim Yezdi (ra) ki, bütün bu avazlar onundur. Merhum buyuruyorlardı ki; bir kadını üça talakla boşamışlar ve sonra pişman olmuşlardı ve halk anlamadan benim yanıma geldiler ki, efendim bir şeyler düşün ki, şerefimiz tehlikede. Eğer biz bu kadının helal kılınması için birini bulursak, her ikimizin şerefi yok olacak. Merhum şeyh buyuruyorlardı cemaatimin ilk safında kuru mukaddesata sahip bir adam vardı, iyi bir adam olduğunu gördüm ve ona bir fayda ulaştırayım dedim. Senin için iyi bir nimet öne geldi dedim ve o da şudur, genç ve güzel bir kızı bir geceliğine senin daimi nikahına verecekler ama yarın talakını ver ki, helal olasın. Sana hesaplı bir para da verecekler. Ona parayı verdik, ve kadını da nikahladık. Gece gerdeğe girdi ve yarın sabah kadını boşaması için onu çağırdığımda karımdır, boyamıyorum dedi. Ne kadar ısrar ettiysek, karımdır boşamıyorum dedi. Dedi ki hacı şeyh efendi! Benim karım değil mi? Tabi dedim. Boşamak istemiyorum dedi. Her ne kadar o tarafa bu tarafa çektiysek, neticede boşamadı. Merhum hacı şeyh buyurdular. Kız üzüntüden verem olup öldü, yine de boşamadı. Hacı şeyhten meşhur bir cümle var ki, bu cümle çok güzel, minberde söylemişlerdi, bazıları adildirler ama şimrden daha kötüdürler.
Bu adam adildir, günah etmemiştir, boşamak istemiyorum diyor ama Şimr’den daha kötüdür. Çünkü kanundan sui istifade ediyor ve kanundan sui istifade etmek oldukça tehlikelidir ve müteessifane mukaddeslerde, özellikle kadınlarda çok fazladır. Mesela hanım üniversiteye gitmiş veya birkaç tane ilmi sarfı veya nahvi ıstılah öğrenmiş, ilmi gurura kapılmıştır. Şimdi bu öğrenci hanım kanundan sui istifade etmek istiyor ki ben ders okumak istiyorum senin bana iş yap demeği hakkın yok ben iş yapmak istemiyorum. Hanımefendi! Bu sui istifade hemen hacı şeyhin söylediği sui istifadedir. Sen hanım adilsin ama Şimrden daha kötüsün. Çünkü sen evini yıkıyorsun. Bu gün olmasa yarın, Efendi! Hizbullahisin, adilsin ama Şimr’den daha kötüsün, çünkü evde zorbasın ve yavaş yavaş ince bir noktaya varır. Bir vakit soylu kadını, asil kızı şerefsiz ediyorsun.
YİRMİBİRİNCİ OTURUM
ONUNCU BÖLÜM
EVDE TEVAFUK, MUHABBET, UYGUNSUZ AYRICALIK
EVDE TEVAFUK:
Bahsimizin onuncu bölümü evde tevafuk hakkındadır. Hepimizin mütezekkir olması gereken nokta şu ki evde yüzde yüz ahlaki tevafukun olabilmesi muhaldir. Karı ve koca arasında veya gelin kaynana hatta anne kız oğul ve baba arasında yüzde yüz bir tevafuk olması mümkün değildir. Ortada prensip ve adap farklılıkları var ve ister istemez bir çeşit ihtilaflar vücuda geliyor ve büyük bir psikologun deyimiyle evde ihtilaf tabii bir iştir ve bu yüzde yüz uyumsuzluk o kadardır ki bazı büyük filozoflar insan cinsinin ferde münhasır olduğuna inanıyorlar. Diyor ki, insanlar bir türün (cinsin) fertlerinden değiller her insan müstakil bir cinstir. İhtilaflar insanın ferde münhasır bir cins olarak bilinmesine sebep olmuştur. Şimdi bunların dedikleri doğru mu değil mi? Ama o psikologun sözü çok güzel. Hepimiz ihtilafın varlığını derk etmeliyiz. Bu dert mevcuttur ve ahlaki tevafukun olması yolunda ne yapmalıyız? Diye çare aramalıyız, eğer karı ve koca arasında ahlaki tevafuk yüzde yetmiş olursa bu oldukça iyidir. Böyle büyük bir nimete sahibiz diye çok şükretmelidirler, her zaman Allah’ın şükrü dillerine dökülmeli . Ki yüzde yetmiş ahlaki uyumluluğumuz var diye. Hatta siz azizlere arz edeyim ki, ahlaki uyumluluk yüzde elli bile olsa iyidir, eğer kaynana ve gelin arasında yüzde elli uyumluluk varsa Allah’a şükretmelidirler. Baba oğul ve anne arasında, anne kız arasında yüzde yetmiş bir ahlaki uyumluluk varsa bu durumdan dolayı Allah’a çok şükretmelidirler. Bu kız, bu oğlan çok şükretmelidirler.
Bizim genellikle kendisinden gaflette olduğumuz şey yüzde yüz ahlaki tevafukun muhal olmasıdır. Bizim çocuğumuz belki de hepimiz yüzde yetmiş ahlaki uyumluluğun çok iyi olduğundan ve hak teala tarafından büyük bir nimetin bize nasip olduğundan gafiliz. Bizim bahsimizin konusu olan şey şu ki, yüzde elli veya yüzde otuz kadar olan ihtilafı ne yapmalıyız?
MUHABBET:
O ihtilafı yok edecek ilk şey muhabbettir, eğer karı ve koca arasında, gelin ve kaynana arasında, baba ve oğul, anne ve kız arasında muhabbet hüküm ferma olursa, artık o yüzde ellilik veya yüzde otuzluk ihtilafın bir tesiri olmaz ve muhabbet şuası altında vuku bulur. Şairler bu konuda bir çok şiirler söylemişlerdir ve peygamber efendimizin bir cümlesi var ki, bütün bu şiirleri kendinde topluyor. O hazret şöyle buyuruyor: « senin bir şeye sevgin seni kör ve sağır yapar. »
Yani eğer bir kimseyi severseniz onun kötülüğünü görmezsiniz, onun kötülüklerini dile dökemez ve duyamazsınız. Eğer bir kimseyi seviyorsanız, elinizden geldiği kadar hatalarını yorumlarsınız. Eğer bir kimse onun kötülüğünü söylerse hatta gerçeğe uygun olsa bile kabul etmez ve savunursunuz. Hatta kötü ahlaka sahip olduğunu tasavvur ettiğiniz zaman kendinizi kınarsınız ve neticede peygamber efendimizin bu cümlesi çok yücedir, o arap şairi de diyor ki, eğer bir kimsenin birine karşı muhabbet gözü olursa onun bütün kötülüklerini örter. . Yani artık bu göz kötülükleri görmez. Sonra bu şair diyor ki ancak dost olmayan göz kötülükleri görebilir. Eğer şiddetli bir muhabbet içinde olursa gerçekten görmez. Belki onun bütün kötülüklerin örter.
Leyla ve mecnun hikayelerini naklediyorlar, gerçek olsa da, olmasa da böyle bir hakikat insanda var. Diyorlar Leyla adak aşı pişirmişti, herkes gidip ondan aş alıyordu. Mecnun da tabağını dostlarından birine verdi ve oraya gidiyorsun, benim için de al dedi. Mecnunun tabağını Leyla’ya verip, Mecnun’un tabağıdır dedikleri zaman tabağı yere vurarak kırdı. Tabağı kırdı diye Mecnuna haber verdiler. Bir şiir okudu:
Mecnun dedi ki benim tabağımı kırması bana meyli olduğuna delildir yoksa başkalarının tabağını neden kırmıyor? Yani Leyla’nın kötü iş yaptığını kabullenmiyor, belki kötü amelini bile yorumluyor.
Hanım kocasını seviyor ve eğer bir kimse kocasının kötülüğünü söylerse savunur ve onun kötülüğünü duymaya tahammül edemez. Hemen bu kadın komşusunun kötülüğünü görüyor, hatta kardeşinin kötülüğünü, yakınlarının kötülüğünü görüyor ama iş kocasına vardığı zaman asla onun kötülüklerini görüp rahatsız olmuyor. Ben birçok kadınları biliyorum ki, kocaları onlara sert davrandığı zaman Allah’a şükrediyor ve diyorlar ki, kocamın bana bu sert davranışı, bana sevgisinin bir delilidir yoksa neden kız kardeşine veya diğer kadınlara sert davranmıyor. Öyleyse anlaşılıyor ki, beni seviyor ve beni düzeltmek istiyor.
Hepimizin kendisine teveccüh etmemiz gereken şeylerden bir şudur ki, sözün muhabbet için ve muhabbeti yok etmek için fevkalade bir tesiri var. Söz bazen güzel bir gözdeki ben gibidir ve bazen ağzı yakan biber gibidir. Şairin dediği gibi
Bazen erkeğin hanıma bir teşekkür ederim demesi ay yüzlü bir surattaki ben gibidir. Bu ben ne kadar değer verir bu kadına? Bu teşekkür de böyledir ve onun kalbinde muhabbet icat eder ve aksine bazen bir sertlik, bir acı dil, muhabbeti öylesine yok eder ki, o biber gibi ağzı yakar. Bazen bir cümle nazara küçük gelir ama muhabbeti yok etmek için çok büyüktür. Kadının kocasına itaat etmesine, erkeğin eşine karşı iyi davranmasına İslam bu kadar sevap veriyor, zannetmiyorum bunlar bir istihkak olsun. Bu sevaplar bunun içindir ki, şarii mukaddes başka bir şeyi ele getirmişlerdir mesela peygamber efendimiz minberin üzerinde şöyle buyurmuşlardır: « Eğer bir kimse müminlerin emiri’nin hakkını tanır ve vacibatlarını da yerine getirir, günahı da olmazsa veya eğer günahı olup da tövbe ederse ve eğer evli bir erkek veya evli bir kadın olursa cennetin bütün kapıları onun yüzüne açılır ve onun makamı enbiya ve evsiyaların makamına varır. » Nasıl ki, Kuranı kerim buyuruyor: İnsanların bazıları peygamberi Ekrem ve tahir imamlarla birliktedirler « Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Salih kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. »
Buyuruyor eğer bir kimse yüzde yüz Allah ve resulüne ittat ederse kıyamet günü enbiya, evsiya, şüheda ve suleha ile meşhur olur ve cennetin bütün kapıları onun yüzüne açılır, hangi kapıdan isterse girer. Bu çok yüce bir makamdır ve istihkaki değildir, yani böyle değildir ki, bu sevapları hak etmiş olsun, bu sevaplar tane döküp güvercin yakalamak gibidir, yani bu sevabı ev muhiti sıcak olsun diye veriyorlar.
Rivayetlerde okuyoruz ki, eğer bir kadın kocasına bir bardak su verirse alemlerin mürebbisi bir senelik ibadetin sevabını bu kadona verir. Bu su vermenin o kadar sevabı yoktur ama bunun sebebi kadını bi zevc durumuna getirmektir. Eğer erkek karısı ve çocuklarının refahı için zahmete katlanıp çalışırsa cephedeki er gibidir. Bu sevap istihkaki olmadığına göre tevessül içindir. Neden veriyorlar? Ev muhitinin sıcak olması için ve aksine çirkin ve kaba sözlerin o kadar günahı var ki, insan kalıyor, bu kadar günah da istihkaki değil, bu da ikinci bir unvan.
Peygamber efendimiz(saa) minberde buyuruyorlardı ki: eğer bir kadın hatta bir sertlik ve acı dil ile kocasına eziyet ederse , eğer bir erkek karısına eziyet ederse hatta bir sertlik ve acı dille olsa bile, peygamberi Ekrem buyurdular ki, o cehenneme girecek ilk kimsedir. Yani günahı çok fazladır. Neden? Çünkü eğer evde muhabbet olmazsa ev muhiti çok soğuktur ve eğer muhabbet varsa refah ve huzur vardır. Okuduğum bu iki rivayet gibi hadisler hemen bu vesail kitabında oldukça fazla var. Kaldı ki, Allame meclisi(ra) in ve diğerlerinin naklettiklerine başvurmak istersek çok çok fazladır.
Peygamber efendimiz (saa) buyuruyorlar: eğer bir kadın kocasının eziyetine sabreder, susar, başı önünde olursa, eğer bir erkek eşinin eziyetine sabreder ve fedakarlık eder ve bağışlarsa bu kadın bu kadın ve erkeğin makamı cennette Hz. Eyyub (as) ın makamıyla beraberdir. Belalara sabreden Hz. Eyyub (as) ın bu makamı istihkaki değildir. Ev muhitinin sıcak olması içindir. Evde muhabbet hükümferma olmalıdır, muhabbetin yok olmaması için dikkat etmeliyiz. Rica ederim evdeki sözlerinize dikkat edin. Muhabbeti icad eden de sözdür, yok eden de sözdür.
UYGUNSUZ AYRICALIK
Özetle, muhabbeti yok ededen ve çok dikkat etmemiz gereken şeylerden biri fertler arasına konulan farktır. İki damat, iki kız, iki oğul arasına konulan fark. Mesela bir oğluna daha fazla miras veriyor, diğerine daha az veya hiç vermiyor, mahrum ediyor, sonra da bir saçmalıkla bu mirasını götürdü, çeyizini götürdü diye yorum yapmak istiyor. Bu o söylediğim biber tanesinden daha yakıcıdır. Öyle ki peygamber efendimiz defalarca minberde buyuruyorlardı: Allah, çocuklarını iyilik yapmağa teşvik eden anne ve babalara rahmet eylesin. Sonra buyurdular: Allah, çocuklarını, anne ve babayı inciten ve anne ve babaya karşı karamsar olmaya bırakan anne ve babalara lanet etsin. Çocukları anne ve babaya karşı karamsar eden şey nedir? Çocuk, annesinin suçlu olduğunu ve geliniyle geçinemediğini görünce ister istemez sert bir çıkışta bulunuyor, sert davranmaya hakkı yok suçluyor suçladığı zaman da ne dünya hayrı var ne de ahret. Oğlan babasının kendisi ve kardeşi arasına fark koyduğunu gördüğü zaman, kız , anne ve babasının kendisi ve kardeşi arasına fark koyduklarını , kendi kocasıyla kız kardeşinin kocası arasına fark koyduklarını gördüğü zaman, kalbi gamlanır, ruhsal komplekse girer. Anne ve babasına karşı karamsar olur ve anne ve babasına karşı karamsar olan kızın vay haline. Allah korusun onların arkasından konuşursa suçlama olur, suçlu bile olsalar onların arkasından konuşmaya hakkı yok, gençlerin dikkat etmeleri gereken şeylerden biri anne ve babaya ihtiramın vacip ve lazım olduğudur. Anne ve baba, okuma –yazması olmayıp kültürsüz ve çocuklar okumuş ve kültürlü olsalar dahi onlara ihtiram etmelidirler. Amme ve babaya karşı boy ölçülmez, onlara sert davranmak olmaz. Kuranı kerimin bu konuda sert bir tutumu var. « Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne- babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine ‘of’ bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. »
Buyuruyor, Allah’a hamd et, anne ve babaya iyilik et, anne ve babaya ihsan etmeyi Allah’a ibadet etmenin yanında koymuştur. Sonra buyuruyor: eğer annen veya baban yaşlı ve sabırsız olur ve sana kötülük ederlerse, onların karşısında boy göstermeye hakkın yok. Dikkat et bir an sert davranmayasın babana, sert davranmayasın annene. . Onlarla ikram ve ihtiramla sohbet edin. Hatta imam Sadık buyuruyor ki, bu cümlenin manası şudur: eğer seni dövse bile de ki Allah sana rahmet etsin.
Anne ve baba karşısında boy ölçüşülmez. Eğer bu genç annesini suçlar, babasını suçlarsa cehenneme gider ama bu anne ve baba da onun peşine cehenneme giderler. Bu avamane misal güzel bir misaldir. Bir baba oğluna seni . Ediyorum dedi, oğlan ben de seni . Ediyorum dedi. Yani kıyamet günü kız veya oğlan cehenneme gittiği zaman bu anne ve babaya sen de cehenneme git diyorlar, çünkü o olduğu için ama Allah’ın laneti üzerine olsun ki, onun olmasına sebep olacak işler yaptın onun sana sert davranmasına sebep olacak işler yaptın. Sen anne , karısıyla geçinmediğin için sana sert davranmak zorunda kaldı. Sen baba, kötü ahlaklı davrandığın için karşında boy göstermeye mecbur oldu. O . Oldu ve sen . Her ikiniz de cehenneme gidin. Bu peygamber efendimizin hemen sözüdür ki, buyuruyor: Allah, çocuklarını olmaya bırakan anne ve babaya lanet etsin. Yani Allah suçlanan anne ve babaya lanet etsin. Nasıl ki anne ve babayı suçlayan kız ve oğlana da lanet etsin, her ikisi de kötüdür.
Babalardan rica ediyorum, çocukları arasına fark koymasınlar. Annelerden ricam kızları ve oğlanları arasına fark koymasınlar. Bazen görüyoruz ki, anlayışsız bir anne kızını çok seviyor, o kadar ki fark ettiriyor ben kızımı oğlumdan çok seviyorum, bu davranışın ilk neticesi bu annenin sevgisinin oğlunun kalbinden gitmesidir. Bu büyük bir günahtır, ama daha büyük günah bu oğlan ve kız kardeşin arasına ihtilaf düşmesidir ve eğer iki kardeş arasına ihtilaf düşerse onun bertaraf edilmesi zor bir iştir ve ihtilafları ne kadar uzarsa bunlar her ne kadar günah işlerlerse anne ve baba da bir o kadar günah işlerler.
Bir baba vardı ve miras konusunda kızı ile oğlu arasında fark gözetmişti kızına veya oğluna daha az verdi veya mahrum etti anne ve baba öldüler ama o evlatlar arasında ihtilaf düştü ve bu ihtilaf yavaş yavaş sonraki nesle intikal etti ve ben bir çok böyle örnekler biliyorum.
Bütün bu ilişkilerin kesilmesi, bütün bu ihtilaflar ki, günahları en büyük günahlardır, kimin suçudur? Bu anlayışsız babanın suçudur ki iki oğlu arasında fark koyuyor, bu annenin suçudur ki iki kızı arasında fark koyuyor, bu kalp ehlinin nazarına göre küfürdür.
Kuranı kerim miras konusunu beyan etmiştir, oğlanlar birbirinin aynısı, kız oğlanın yarısı ve kızlar birbirinin aynısı hakkına sahiptir. Şimdi eğer bir kimse hayır der ve oğluyla kızı arasında fark gözetirse manası şu olur ki, ben Allah karşısında boy ölçüşüyorum. Bu kalp nazarına göre küfürdür. Hanımefendi! Eğer kızını seviyorsan damada niçin hakaret ediyorsun, eğer kızının bahtına tekme atmak istemiyorsan neden damatların evine geldikleri zaman birine daha çok ihtiram ediyor ve diğerine ihtiramsızlık ediyorsun. Eğer sen anlıyorsan neden bu damadı o damadın yüzüne vuruyorsun? Ey baba! Eğer sen anlıyorsan neden bu kardeşi o kardeşin yüzüne vuruyorsun? Neden bu kızı öteki kızın yüzüne vuruyorsun? Bu işler adam öldürmekten beterdir. Bu nedenle çocuklarını diri diri toprağa gömen kimselerin çocukları ölüyordu ve cennete gidiyordu ama sen bu kızın ruhunu öldürüyorsun, bu oğlanın ruhunu öldürüyorsun. Sözlerinize dikkat edin. Bu küçükleri büyük yapan şeylere – ki o konuda konuştum- dikkat edin. Damatlarınız evinize geldikleri zaman birinin önünde diğerine yapacağınız bir saygısızlık kızının bedbaht ve zavallı olmasına sebep olacaktır. Bazen kardeşi kardeşin yüzüne vuruyor, diyor ki bak ne kadar zeki, ne kadar çalışkan, ne kadar iyi, bak sen ne kadar kabiliyetsiz ve beceriksizsin. Bu ruhsal komplekse sebep olur. Bu oğlan cinayet kar olur, bu oğlan ihanet kar olur ve sen babanın suçudur ki, bu işi yaptın . Bazen kızına çeyiz veriyor ve damadı zengin olduğu için daha çok çeyiz veriyor ama öteki kızına daha az çeyiz veriyor çünkü mesela o damadı fakirdir, maddi durumu düşüktür. Bu işiyle nasıl bir cinayet işlediğini bilmiyor.
Efendiler! Hanımlar! Musibet, bir şeyin olmaması değil, belki ayrıcalık ve farklılıktır. Bu nedenle anneler çocuklarına aynı ölçüde şefkat göstermeye dikkat etsinler. Eğer bu oğlan çocuğunu öpüyorsa, kız çocuğunu da öpmelidir. Siz eve gittiğiniz zaman eğer tatlı dilli bir çocuğunuz varsa ve eğer çocuklardan birini daha çok seviyorsanız onu cinayet kar etmemeğe dikkat edin, onu bedbaht etmeyin. Oğlunuza gösterdiğiniz ilgiyi kızınıza da gösterin. Size doğru geldikleri zaman her ikisini de kucaklayın, her ikisini de dizinizin üzerinde oturtun ve nasıl ki söylemiştim, hanımınıza teveccühü de unutmayın. Rica ederim yaşamınızda ayrıcalık olmasın. Zira ailenizin temelini harap eder. Ama eğer evde muhabbet hüküm ferma olursa bütün sözler yok olur. O yüzde otuz ihtilaf muhakkak bertaraf olur. Ve artık gelin ve kaynana arasında ihtilaf yoktur, karı ve koca arasında ihtilaf yoktur, bağırıp çağırma ve sert davranışlar ve dil yaraları evde yoktur artık ve kendisinde muhabbet hüküm ferma olan eve ne mutlu.
Birlikte şefkatli olan gelin ve kaynanalar! Çok şükredin, sizlersiniz ki, Allah sizleri seviyor; birlikte muhabbetli olan eşler! Allah’a çok şükredin, her zaman Allah’tan bu muhabbetin artmasını isteyin ve biliniz ki, en büyük nimete sahipsiniz. Allah’ın rahmeti evinizdedir Allah’ın kerem, fazl ve inayeti sizin evinizdedir.
YİRMİ İKİNCİ OTURUM ONUNCU BÖLÜM
BAĞIŞLAMA- AFFETME:
Bu günkü bahsimizin konusu, kendisine teveccüh etmemiz gereken bir konu yani bağışlama – affetmedir. Ve kendisinde muhabbet olmayan evlerin durumunu düzelteceğini ümit ediyorum. Bu bağışlama kelimesi, mukaddes bir kelimedir. Hakikaten insan tasavvur ettiği zaman onun etrafında nurların yayıldığını görür. Mukaddes ve güzel bir kelimedir, o kadar mukaddestir ki, omuzdan omuza gidiyor. Muhabbet kelimesi Kuranı kerimin bağışlama hakkında çok tekidi var ve onu üç kısma taksim etmektedir ki filozofların nazarıyla dir. Yani üç mertebesi var. İlk mertebesi şudur ki, kötülüğü görüp ama Allah veya insanlık için onu bağışlamasıdır. « Ey Muhammed! Sen affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. »
Yani ey Müslüman! Senin şiven, senin meleken affetme, bağışlama olmalıdır ve aile halkı ve arkadaşını da ona emretmelisin. Bunun üzerine binaen ilk mertebe yani kötülüğü görmek ve ondan geçmek.
İkinci mertebe bundan daha yücedir ve Kuranın istediği şey şu ki, insanın kötülüğü asla görmeyeceği bir yere varabilmesidir. O kadar efendi o kadar bağışlayıcı olmalıdır ki, asla hanımının kötülüğünü görmemelidir ki, ondan geçmek istesin. Buna geçmek denir. Kuranı kerim buyuruyor: « bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?»
Müslüman insan! Affetmelisin, sana buyuruyor geçmelisin. Keramet ve efendiliğin olmalıdır, hakikatte kötülüğü görmezlikten gel. Sonra buyuruyor; acaba kıyamet günü Allah’ın seninle böyle olmasını istemez misin? Bu dünyada affedenler için, Allah taala da ahiret hayatında bağışlayıcıdır. Bu dünyada geçenler ve asla kötülüğü yüze vurmayanların kötülüklerini de alemlerin mürebbisi ahiret hayatında onların yüzüne vurmayacaktır. Hepiniz duymuşsunuzdur ki, bazı insanlar hesapsız ve kitapsız cennete gidiyorlar. Bu hesapsız ve kitapsız cennete gitmenin manası budur. Bazen onunla hesap ve kitapları var ve affediyorlar, ama bazen onunla asla hesap ve kitapları yoktur. Kuranı kerim buyuruyor ki, eğer kıyamet günü Allah’ın seni bağışlamasını istiyorsan bu dünyada affetmelisin evde affedici bir erkek olmalısın ve eğer kıyamet günü Allah’ın seni hesapsız kitapsız cennete götürmesini istiyorsan dünyada bir başkası için hesap kitap açma hanımının kötülüklerini yüzüne vurma, hanım kocasının kötülüklerini yüzüne vurmamalı ve içinde toplamalıdır. Müminlerin emiri Hz. Ali(as) kendisine mensup olan o şiirde şöyle buyuruyor: buyuruyor aşağılık bir adama rastladım bana kötü söz söyledi ben böyle değilim dedim. Ondan geçtim. Yüzüne vurmaya, affetmeye gerek kalmadan.
Furkan suresinin sonunda müminin sıfatı hakkında şöyle buyuruyor: « kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığında (incitilmeksizin) selam! Derler, geçerler. »
Kötü adamlarla karşılaştıkları , cahil adamlarla karşılaştıkları zaman asla kötülüklerini yüzlerine vurmuyorlar. Adam eve geldiği evin ve çocuklarının durumunun iyi olmadığını gördüğü zaman , hanımının durumunun iyi olmadığını gördüğü zaman kocası olan bir kadının durumunun olmadığını gördüğü zaman, asla yüzüne vurmuyor, geçiyor, görmezlikten geliyor. Geçmek yani görmezlikten gelmek, hanım kocasının vazifesine amel etmediğini gördüğü zaman karısı olan bir erkek gibi davranmadığını gördüğü zaman geçiyor, görmezlikten geliyor. Bu sıfat başka bir dille Furkan suresinin sonunda tekrar edilmiştir. Buyuruyor: « Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. » yani beyhude bir şeyle, kötü bir işle karşılaştıkları zaman kerim bir tarzda ondan geçiyorlar.
Bu iki ayetten istifade ediyoruz ki, mümine bir kadın, mümin bir erkek affetmelidirler, belki geçmelidirler. Öyle bir makama varmalıdırlar ki, kötülükleri görmezlikten gelebilsinler. Mesela bir yaşındaki bir çocuğunuz sizin yüzünüze vursa sizin zorunuza gitmez ve görmezlikten gelirsiniz. Kuranı kerimin deyimiyle eğer insan keramet sahibiyse bu makama ulaşmalıdır , bilki eğer Allah’ın affını istiyor, Allah’ın kendisinden geçmesini istiyor ve eğer kıyamet günü hesapsız kitapsız cennete girmek istiyorsa bu sıfata sahip olmalıdır ve bu ayet güzelce delalet ediyor ki, eğer bir kimse dünyada geçmez, kötülükleri başkasının yüzüne vurursa kıyamet günü Allah’ın affına ve geçmesine mahzar olmayacaktır. Kıyamet günü Allah’ın affına ve geçemesine mahzar olmak istemiyormusun? Öyleyse dünyada affetmelisin , dünyada affetmelisin, dünyada geçmelisin bu da ikinci sureti, ikinci kısmı.
Ama İslam, Kuranı kerim bizden başka bir şey istiyor, özellikle siz mukaddes kadın ve erkeklerden, sizler ki, mihrap ve minberle uğraşıyor, sizler ki Şiiliğe yöneliyorsunuz ve o üçüncü mertebe aftır. Kuranı kerim buyuruyor ki: «Kötülük ettikleri zaman siz iyilik edin» tesadüfen bu ayet kuranın kaç yerinde tekrar edilmiştir: «Ey resulüm, kötülüğü en güzel surette sav. »
Eğer bir kimse sana bir kötülük ederse o kötülüğü en güzel bir şekilde bertaraf et. Peygamber efendimizin sözüyle ki, buyuruyorlar: «Sana kötülük eden kimseye karşı iyilik et»
Bu sıfat Yusuf suresinde bizden istenmiştir. Bu sure acayip bir suredir Kuranın deyimiyle ahsen-ul kısastır. Kuranın en iyi en güzel en latif kıssası, Hz. Yusuf’un kıssasıdır. Hakikaten bu Yusuf suresi bir dünya ahlaktır. Ve eğer bir kimse onu okur ve amel ederse tam manasıyla kamil bir insan olur. Bu surede ilginç nükteler var. Özetle bizim mevzumuz . Kuranı kerim buyuruyor Züleyha Yusuf’a çok eziyet etti, sonunda onu zindana attı yıllarca zindanda kaldı sonra özgür olmasına karar verildi ama dışarı çıkmadı dedi ki, git padişaha de ki, «Ellerini kesen kadınların zoru neydi? Diye sor. »
Ne oldu ki Mısırlı kadınlar ellerini kestiler? Ne oldu ki ellerini benim için kestiler? Bu Züleyha ne kadar bana eziyet etti ve bana aşık oldu, sonra şura teşkil ettiler ve kadınları çağırdılar ve Yusuf’un günahı olmadığını itiraf ettiler. Züleyha dedi ki, « Aziz’in karısı dedi ki: şimdi hak meydana çıktı, ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru söyleyenlerdendir. »
Dedi ki Yusuf günahsızdır, ben kötü bir kadındım iffetsizlik ettim, Yusuf doğru söylüyor, Yusuf dışarı çıktı ve onun ilk cümlesi şu oldu: « Yusuf dedi ki, onların bu itiraflarına lüzum görmem, benim kendisine gıyabında hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını onun da bilmesi içindi. »
Yani ben kadınların ikrar itmelerini neden istedim biliyor musunuz? Çünkü kendimi arındırmak istedim, çünkü şimdi Mısır’ın azizi olmak makamını elde etmek istediğime göre buhtanla mümkün olmazdı. Bu işi yapmaya mecburdum, bu ayetin manası şudur, bu on senelik zindan ve Mısır kadınlarıyla Züleyha’nın bana vurdukları darbeleri eğer önemli bir iş söz konusu olmasaydı asla yüzlerine vurmazdım. Bu cümle Kuranı kerimin bizden istediği geçmedir. Sonra Kuranı kerim buraya vardırıyor ki, Yusuf’un kardeşleri geldiler ve Yusuf’u tanıdılar sonuçta ve rusva oldular, rusva olunca da bunlar utanmasınlar diye dedi ki: « Yusuf dedi ki: Bu gün sizi kınama yok, Allah sizi affetsin, çünkü o merhametlilerin en merhametlisidir. »
Geçmişleri unutun dedi, geçmişler geçti, Allah erhemur-rahimindir. Allah sizleri bağışlar, geçenleri bırakın hatta bu ayetin zeylinde rivayet var ki, Hz. Yusuf’un programı şöyleydi: öğlen ve akşam yemeklerinde bu kardeşlerinin ihtiramı için, teşrifat için sürekli olarak bunların sofrasına gidiyor, sürekli düşünme için tedai meani için bu cinayet kar kardeşlerini yaptıkları o kötü işlere götürüyordu. Günahsız bir çocuğa darbe indirdiler, sonra da kuyuya attılar, sonra da sattılar. Bu nedenle öğlen yemeği yiyemiyorlardı. Bir gün Hz. Yusuf yemekten önce bir konuşma yaptı, konuşma şuydu, dedi ki; kardeşlerim neden benden utanıyorsunuz, aslında siz beni bu makama ulaştırdınız. Çünkü eğer siz beni kuyuya atmasaydınız, ben de sizin gibi olacak bir miktar buğdaya muhtaç olacak ve Kenan’dan Mısır’a gelmek zorunda olacaktım. Eğer ben bir makama erdiysem, eğer Mısır’ın azizi olduysam, eğer bu gördüğünüz makama vardıysam, bu sizin vesileniz ile oldu. Bu makamı siz bana verdiniz. Bu ilk davranış ( karşılama)
Hz. Yusuf’un ikinci karşılaması kardeşlerinin babalarıyla ve anneleriyle birlikte geldikleri zamandır. Kuranı kerim buyuruyor ki, Hz. Yusuf(as) anne ve babasını tahtın üzerine oturttu ve onlara çok ihtiram etti, kardeşlerine çok ihtiram etti sonra Kuran bu cümleyi buyuruyor: «Emin olarak Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin, dedi. »
Buyurdu kardeşlerim Mısır’a şeref verdiniz. Mısırda emniyetle yaşayın inşallah. Bu da kinci karşılamadır ki, geçmek diyoruz. Üçüncü mertebe çok yücedir artık Yusuf(as)ın kemali buradan anlaşılıyor. Babasını tahtın üzerine oturttuğu zaman Mısır’ın dışında baba ve kardeşlerinin gelmesi için zahiren bir araç hazırlatmıştı, çadır kurdurmuş, taht koymuştu. Karşılamaya gitmişlerdi, babası tahta oturup sakinleştiği zaman, Hz. Yusuf babasına dönerek şöyle dedi: Babacığım bak bu o gördüğüm rüyanın yorumudur. Bak nasıl bir makama sahibim şimdi. Yani şeytanın ben ve kardeşlerim arasına saldığı kırgınlık beni bu yere vardırdı. Yani babacığım! Olmaya kardeşlerime gücenmiş olasın. Eğer onlar beni kuyuya attıysalar şeytanın suçuduro ben ve kardeşlerim arasına kırgınlık saldı. Eğer kardeşlerim beni kuyuya attıysalar onlara kırılma zira onların bu işi sebebiyle ben bu makama vardım ve sen şimdi bu makama vardın. Buna kamil bir insan derler. Ve zannetmeyin ki Kuran sadece kıssa söylemek istiyor. Kuranı kerim kıssanın arasında demek istiyor ki, şia! Müslüman! Böyle olmalısın fakat affetmek değil geçmelisin, geçmekle kalmamalı, kötülüğü iyiliğe çevirmelisin. Kötülüğe iyilikle cevap vermelisin. Kuranı kerimde bir ayeti kerime var ki iki şekilde mana ediyorlar. Müfessirler bir şekilde tefsir ediyorlar, ama kalp ehli, hal ehli, Allah alimleri bir başka şekilde mana ediyorlar. Ayet şudur: « Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. »
Genellikle şöyle mana ediyorlar, eğer bir kimse mesela sizin ellerinizi keserse, şer’i hakim de onun ellerini keser, bu bir manası. Diğer manası şudur ki. Eğer bir kimse size kötülük ederse ve sizde ona kötülük ederseniz, o da, siz de günah etmişsiniz. Taşın mükafatını taşa vermenin kendisi günahtır. İlk günah gibidir ve zannediyorum ki, minberimize gelenler bu ikinci manayı birinci manadan daha iyi biliyorlar. Ümit ederim ki, şimdi sizin zevkiniz bu ikinci manayı beğenir ve bundan sonra sizin ameliniz de böyle olur. Rica ederim Allah’ın istediği şeye amel edin, Alah böyle istiyor ki: eğer bir kimse size kötülük ederse, eğer bir kimse size söverse, siz sövmeyin. Peygamber efendimiz (saa) on üç yıl Mekke’de idi ama bu haysiyetsiz Mekke halkı peygamber efendimizi (saa) bırakmadılar iş görsün, bu nedenle bu on üç yılda kırk elli kimseden fazla kimse Müslüman olmadı.
Peygamber efendimiz hicretin sekizinci senesinde on iki bin kimselik bir orduyla kan akıtmadan Mekke halkına musallat oldu. Şimdi mevki nedir? Şimdi merhamet mevkiidir, savaş olduğu zaman vurmak, öldürmek, öne gitmek, zafer. Ama şimdi on iki bin kimselik bir orduyla Mekke’ye girdi malum oluyor ki, efendimiz (saa) için acayip bir lezzet öne çıkıyor. Çünkü efendimizin Allah’ın evini putlardan temizlemek için yaklaşık yirmi yıl kadar içi kan ağladı. Bu nedenle ilk önce Allah’ın evine girdiler ve Hz. Ali’nin (as) eliyle üç yüz altmış putu kırdılar e Allah’ın evini temizlediler. Sonra da şimdi hala duran o kapının yanına geldiler, - Allah hepimize nasip eylesin, hem de her yıl. Zevk ehli için Allah evinin kapısına bakmanın ne kadar zevki var, insan gece yarısı o tarafa doğru Mescid-ül haramda oturup, eğer kalp ehliyse gerçekten ne kadar çekici, ne kadar cazip olduğunu görür. - peygamber efendimiz (saa) bu cazibeli evde, Allah’ın evinde durdu evin halkasını tuttu ve sizin de bildiğiniz vahdet duasını okudu. Mescid-ül haramda cemiyetle dopdolu ama kimlerle? Kendisine taş atan kimselerle, alnını kıran kimselerle, kendisine yetmiş dört savaş açanlarla vahdet duasını okudu. Bunlar söyüt ağacı gibi esiyorlardı, zannediyorlardı ki efendimiz şimdi Hz. Ali’ye kılıcı eline al, katli am et emrini verecek?! Dua bittikten sonra, Peygamber efendimiz bunlara döndü, bu tam manasıyla aşağılık insanlara ve sonra buyurdular ki, sizinle ne yapayım? Ebu Süfyan, o haysiyetsiz, ondan beter olan ciğer yiyen Hind, bunlar sözcü idiler, dediler ki, ey Allah’ın resulü! Ne yapsan hakkın var öldürsen, işkence versen, burun ve kulaklarımızı kessen zerre zerre etsen hakkın var. Peygamber efendimiz (saa) buyurdular: «Yusuf dedi ki, bu gün sizi kınama yok, Allah sizi affetsin. Çünkü o merhametlilerin en merhametlisidir. »
Geçmişler geçmişte kaldı hepsinden geçtim. Allah sizleri bağışlasın. Sonra da onların hepsinin imanını kabul etti. Bu farzla ki biliyordu onların çoğu, Ebu Süfyan ve ciğer yiyen Hint gibi liyakat sahibi değiller ki kalplerinde iman mevcut olsun. Bunların iman etmediklerini biliyordu, bu kadarla görünüş itibariyle şehadet ettiler kabul etti. Hatta Mekke’ye girmeden önce buyurdular: Ebu Süfyan’ın evi emindir. Her kim onun evine girerse, onunla bir işim yok, çünkü Ebu Süfyan makam talep idi, makamı vardı, Mekke’nin reisi idi peygamber efendimiz (saa)de ona bir makam verdi. Tarihte okuyoruz ki peygamber efendimiz (saa) Mekke’ye girdiklerinde onun askerlerinden biri eline bir bayrak alıp Mekke sokaklarında . Bu gün savaş günüdür, bu gün sizden hesap soracağımız gündür, bu gün sizi cezalandıracağımız gündür diyerek dolaşmaya başladı. Efendimize haber verdiler ki, sizin askerlerinizden biri eline bir bayrak alarak bu gün savaş günüdür diyor. Efendimiz gazaplandılar, rahatsız oldular ve buyurdular ki, ya Ali git bayrağı onun elinden al ve Mekke sokaklarında dolaşarak, . Bu gün merhamet günüdür, bu gün şefkat günüdür, De. Bu da efendimizin tarzı. Bütün ehlibeyt imamları böyle idiler.
Kuranı kerim aff istiyor, belki daha yücesini geçmeyi istiyor ve bu ikisinden daha yüce kötülüğü iyilikle ber taraf etmeyi istiyor. Efendimiz minberin üzerinde buyuruyorlardı iyi komşu komşusuna iyilik eden değildir. Bu her Müslüman’ın vazifesidir, iyi komşu komşusunun kötülüklerine katlanan kimsedir. Büyük bir kimse hasta idi ve ölüme müşerref olmuştu. Komşusu onu görmeğe gitti, nemli yerde nemli duvarın dibinde yattığını gördü. Komşusu bu duvarın ve yerin kendi evinden kaynaklandığını gördü çok rahatsız oldu bu hastaya neden bana söylemedin bu nemi bertaraf edeyim? Dedi. Cevaben dedi ki, zahmete düşmenden korktum. Sana zarar gelmesine razı değildim.
İslam böyle davranışı yabancılardan istiyor gelinden ve kaynanadan değil, hanımdan , kocadan değil, bunlardan daha yücesini istiyor. Bunlardan kötülüğü iyilikle bertaraf etmesini istiyor. Hakikaten bu ayet bir tabağa, üstelik altın suyu ile yazılmalıdır. Kadın her gün bu tabağa bakmalıdır. Adam her gün bu tabloya bakmalıdır. Efendi! Hanım! Tablo sadece zarif bir manzaraya sahip olmanız değildir. Sanki bir çağlayan veya ağaç manzarasını salonunuza vurup ona bakar bakmaz üzüntünüzün kalbinizden çıkması gibi. Kuranı kerim buyuruyor ki, Gamı, üzüntüyü yok eden ayet budur. Bu ayeti salonunuzun duvarına vurun, çocuklarınız görsün, adam baksın, hanım baksın yavaş yavaş af melekesi geçme melekesi sizlerde dirilsin. Kocası sert davrandı diye ona küsmek bir kadın için utançtır. Kuran’ın nazarıyla bu kadın bir hanım efendi değildir, karısı kötü davrandı diye karısına küsmek bir erkek için bir utançtır. Bu adam Kuran nazarıyla bey efendi değildir. Peki efendi kimdir? Olan kimsedir. O sert davrandığı zaman tebessüm eden kimse, o küstüğü zaman barışan kimse, nasıl ki efendimiz o evlenmek isteyen hanıma eğer sen ve kocan arasında bir kızgınlık girerse hemen barışmalısın o da senin tarafından barışmış olmalıdır dedi. Ey Allah’ın resulü dedi hatta suçlu olsa bile mi? Buyurdular evet. Çünkü kadın yani şefkat, kadın yani duygu, kadın yani bir dünya muhabbet. Erkek olun, mert olun, mürüvvet sahibi olun. Kötülükleri karınızın çocuklarınızın yüzüne vurmayın doğru terbiye tarzlarından biri gayri müstakim terbiye etmektir. Özetle eğer Ahlaki tevafuk, yüzde yetmiş ise, yüzde otuzu af ve geçmekle kötülüğe karşı iyilikle bertaraf edilmelidir ki, kamil olsun. Ev muhiti sükunet bulmalıdır. Kuranın deyimiyle
YİRMİ ÜÇÜNCÜ OTUR
ON BİRİNCİ BÖLÜM
SUİ ZAN
SUİ ZANNIN KAYNAĞI
VESVESENİN ESERLERİ
1- OLUMSUZ BİR İNSAN (KİŞİLİK)
2- NEŞESİZLİK
3- ŞÜPHECİLİK
4- SUİ ZANNIN TEHLİKELERİ
SUİ ZAN:
Mevzuumuzun on birinci bölümü evde sui zan hakkındadır. Sui zan insan için yok edici bir hastalık ve ev için harap edici bir şeydir. Aile binasının harap olması için şayet sui zandan daha kötü bir şeye sahip değiliz. En azından özetle bu mukaddes bina için büyük bir afettir.
SUİ ZANNIN KAYNAĞI:
Sui zan fikri vesveseden meydana geliyor. Şeytan bazen insanın aklına musallat olur. Bu surette değişen sahtekar, gösterişçi, münafık, yalancı olup çıkar işin içinden ve bir başka ibaretle insi bir şeytan oluverir ve şeytan onun aklını istihdam ediyor (hizmetine alıyor) ve onun ilgisini çeken sevgi duyduğu yere götürür ve bu nedenle her zaman başkalarını bedbaht etme fikrindedir.
Bazen şeytan insanın kalbine musallat olur ve bu surette Kuranın nazarıyla tam manasıyla bir put perest olur. Yani onun bütün kalbini heva ve heves alır ve fasık ve günahkar bir adam olur ve Kuranın deyimiyle abid bir kimsedir ama Allah için değil, belki şeytan için. Müşrik olur, hem de şeytani bir şirk. Yasin suresinde okuyoruz ki, « Ey insan oğlu! Şeytan’a tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. » Demedim mi? Bunu size peygamberlerim vasıtasıyla açık seçik bildirmedim mi?
Ey Adem oğlu meğer ezelde şeytan perest olmayacağına dair beraber sözleşmemiş miydik? Neden şeytan perest oldun? Ve bu ayet ki, şeytan perestlik diyor, kime diyor? Şeytan’ın kalbini istihdam ettiği kimseye, Allah’ın sevgisini kalbinden götürdüğü kimseye ve onun kalbine yapılan ilgaatların rahmani değil, şeytani olması. Bazen de şeytan insanın düşünce kuvvesine musallat oluyor ki, buna vesvese denir. Ve o şahısa vesvas denir. Bu vesvese iki kısımdır, bir kısmı fikri vesvesedir ki, bu gün mevzuumuzun konusudur. Ve bir kısmı da ameli vesvesedir yani tıpkı bazen dindarlar arsında meydana gelen vesveseler gibi. Mesela taharet ve necasetinde namaz ve orucunda ve neticede ibadetinde vesvese vardır. Bu bizim gelecekteki mevzuumuzdur ki, inşallah Allah’ın izni ve Hz. İmam zamanın lütfüyle bahis konumuz olacaktır. Netice itibariyle eğer şeytan insanın düşünce kuvvesine musallat olursa vesveseli bir hal insan için meydana gelir. Bu vesvese bazen fikre ilişkindir ve bazen de amele ilişkindir. Eğer fikre ilişkin olursa batıl ve sama sapan fikirler ona musallat olur ve eğer amele ilişkin olursa, bir çeşit batıl, saçma sapan ve beyhude ameller ondan doğar. İlki fikri vesvese ve ona sahip olan fikir de vesvastır. İkincisi ameli vesvese ve ona sahip olan amel de vesvastır. Her ikisi de çok tehlikelidir. Söylemeliyim ki tehlikesi her şeyden daha fazladır. Şeytanın, insanın düşünce kuvvesine musallat olması ve vesvese haletini icat etmesi; fikri vesvese olsun veya ameli vesvese olsun, imam Sadık(as)ın nazarıyla bir çeşit divaneliktir.
Bir şahıs imam Sadık(as)’ın hizmetine gelmişti, birini övüyordu, çok övdü, özetle onun aklını bile övdü, bu arada ey Allah resulünün oğlu, vesvaslığı da var dedi. Hz. İmam Sadık (as) tebessüm ettiler. Yani alaycı bir tebessüm yani sen onu övdün, bu ne biçim akıllıdır ki, vesveseliği var? Sonra buyurdular, bu şeytana tabidir. Eğer kendisinden bile bu işlerin şeytani mi, yoksa rahmani mi olduğunu sorsalar, şeytanidir diye cevap verir ve bu nedenle psikologların nazarıyla, imam Sadık (as) ın nazarıyla vesvese fikirde olsun, amelde olsun, bir çeşit akıl hastalığıdır.
VESVESENİN ESERLERİ
1- OLUMSUZ İNSAN (KİŞİLİK):
Fikri vesvesenin tehlikeleri var ki, özetle onlar şunlardır: insan olumsuzlaşır. Bazıları kendilerinde ve diğerlerinde müspet şeyleri göremiyorlar. Gördükleri şeyler, menfi şeylerdir ki, neleri yok. Ne gibi ayrıcalıklarının olduğu maksadında değil, maksadı ne gibi ayıplarının olduğundadır. Her zaman kendisinin, dostunun, toplumunun ayıplarının üzerine gidiyor, bu oldukça tehlikelidir ve oldukça da fazla rastlanıyor.
Başka bir eseri de şu ki, eğer kendisi için olumsuz bir hal meydana gelirse artık terakki edemez, hidayet olamaz. Bunun günahı da büyüktür. Olumsuz insan sinek gibidir zira sinek eğer bir gül bahçesinde olsa konmak için kesif bir yer arar durur. Mesela eğer sizin bedeniniz temiz olursa, sineğin onunla bir işi yoktur ama eğer bedende yara veya cerahat varsa sinek oraya konar. Bazı insanlar sinek gibidirler, eğer olumsuz kimselik insan için meleke olursa tecessümü amel (amellerin canlanması) kanununa göre, amelleri ona meleke yapar, meleke onun için hüviyet yapar ve kıyamet günü bir sinek suretinde haşir olur.
Sizin hepinize, özellikle hanımlara sipariş ediyorum ki, olumsuz olmayın, kocanızın müspet yönlerini görünüz. Efendilere sipariş ediyorum ki, hanımlarınızın olumlu yönlerini görünüz. Onun bir eksikliğini bulmanın peşinde olmayın. Bülbül olun her zaman gül üzerinde oturun, gülün peşinde olun, olumlu noktaların peşinde olun; sinek olmayın ve kesafet ve ayıpların peşinden gitmeyin, insan genellikle vefasızdır, siz eğer bir ömür karınıza iyilik ederseniz ama bir gün onun üzerine bağırırsan bütün o iyiliklerin unutulur. Bu kadın eğer bir ev hanımı olursa, kocası olan bir kadın olursa, anne olursa bir ömür iyilik ederse ama bir gün kocasının istediği gibi olmazsa, kocası ki eve giriyor her şeyi unutur ve onun davranışı değişir ve bu insanın vefasız olduğundan kaynaklanıyor ve tesadüfen Kuranı kerim bile insandan şikayetçi ve buyuruyor ki: «kahrolası insan! Ne de nankör. » geberesiye – ölesice- insan ki, ne kadar vefasızdır. Bunun üzerine rica ederim olumsuz olmayın.
2- NEŞESİZLİK
Fikri vesvese’nin eserlerinden biri de şudur: insan yaşamından yorgun ve neşesiz olur ve neden bu dünyaya geldiği düşüncesindedir ve dinsiz ve Allah’ı tanımayan bir olursa, kendini öldürme fikrine kapılır. Bazen meydana gelen bu intihar vakaları ve özellikle batıda çokça rastlanmaktadır. Buradan kaynaklanmaktadır. Yani fikri vesveseye sahiptir. Oturup düşünüyor, düşüncesi bir yere varmıyor. Düşünce bir yere varmayınca da yoruluyor ve intihar ediyor.
Bu bazı gençlerin sorularıdır ki, biz niçin dünyaya geldik? Psikologlara göre bu sorunun kaynağı fikri vesvesedir. Neşesi yok, yaşamdan yorgun, şaşkın bir haldedir, bilmiyor bu dünyaya neden geldiğini. Onunla fikrine uygun bir niçin dünyaya geldiği hakkında konuştuğunuz zaman da o fikri vesvese, kanaat etmesine izin vermiyor. Sonra iki defa böyle olur mu diyor eğer bu dünyaya gelmeseydik, daha iyi değil miydi?
Unutmuyorum bir yazar güzel bir söz söylemişti, demişti ki, bir gün sabah uykudan uyandım o kadar neşesiz ve endişeliydim ki eyvah koskoca bir gün daha var önümde dedim. Diyor tesadüfen önümde bir gazete vardı. Gazetede bir birine zıt iki mevzu gördüm, ilginçti. Biri şuydu: birisi intihar etmişti, ama ilginç bir intihar vakasıydı. Midesinde yara vardı ve bıçağı karnına sokarak parçalamış, midesini çekip dışarı çıkarmış ve uzağa fırlatmıştı ve bir dakika sensiz yaşamak istiyorum demiş. Bir dakika sonra da ölmüş, diyor gazetenin diğer tarafına baktım ki, bir kadın elhamdu lillah sabahtan sabaha uyanıyorum, önümde neşeli bir günüm var. Bana ömür verdiği ve önümde bir gün daha olduğu için Allah’a şükrediyorum. Bu yazar diyor, düşündüm ki, bu hanımın neşesi ve o adamın intiharı ve benim bu neşesizliğim nereden kaynaklanıyor? Hepsinin fikri vesveseden olduğunu gördüm. Yani bir başka ibaretle yaşamdaki yorgunluk, şuursuzluktandır ve fikri vesvesenin eseridir.
3- ŞÜPHECİLİK
Bu iki eserden daha kötü eser şudur ki, eğer insan fikri vesvesesi olursa sui zanlı olur. Önce eve sui zannı olur, sonra topluma sui zannı olur ve yavaş yavaş Allah’a sui zannı, Peygambere ve imamlara sui zannı ortaya çıkar ve neticede bu sui zan onu kafir yapar.
Sui zan şeytandandır. Ve şeytan aza kanaat etmez ama azdan başlar ve onu cehennemin yedi tabakasına varacağı zaman serbest bırakır ve serbest bıraktığı zaman da alay ederek, kendin buraya geldin benimle ne işin var? Diyor. İnsanı sui zannı yapan fikri vesvese böyledir. Önce azdan başlar ama bu az çoğalır ve Allah’a, peygamber’e, imamlar’a ve Kuran’a kadar ulaşır.
SUİ ZANN’IN TEHLİKELERİ
Sui zandaki büyük tehlike şudur: bazen tefsik’e (günahkar düşünmeye) sebep olur. Yani o sui zannı o fikri vesvesesi diğer tarafı kötü gösterir. Tefsik geldiği zaman tekfir de gelir ve tekfir geldiği zaman da katlin uygunluğu veya gerekliliği ve vacipliği de gelir. Bazen görüyoruz ki, mütedeyyin bir gençtir, inkilabidir ama sui zannı tevsik getirmiştir. Hatta ulema ve büyüklere tekfir etmiştir ve o tekfir katlin uygunluğu veya gerekliliğini getirmiştir. Büyük bir alimi sui zannı yüzünden öldürmüştür. Normal bir durum olduğunu sanmayın. Fikri vesveseden kaynaklanan bu sui zan bazen ilginç cinnetlere yol açar. Özellikle eğer sui zann evde meydana gelirse ve mesela adamın karısına sui zan etmesi gibi ki, günahı çok büyüktü. Mesela adamın biri sokakta öksürüyor, adam sui zanna kapılarak, bu seninleydi diyor, tam manasıyla bir divanedir. Delidir veya adam ekmek fırını nöbetinde gecikmiştir, kadın evde ikinci karısının evine gitti diye düşünüyor, geldiği zaman da neredeydin diye sesi yükselir, tam manasıyla bir deli.
Halk arasında meşhurdur ve insanların arasında çok gördüm diyorlar bir karı ve koca evlerinin çatısında uyumuşlardı, biliyorsunuz saman yolu yıldız kümesi gök yüzünde kıbleye doğru bir yol gibi görünüyor ve halk arasında Mekke yolu diye meşhurdur. Adam karısından bu nedir? Diye sordu, kadın dedi ki, Mekke yoludur diyorlar ve eğer hacılar yollarını kaybederlerse bu yoldan buluyorlar. Bu cevabı duyduğu gibi kalktı ve kamçıyla bu kadına saldırdı ve yastığının yüksek olduğu malum oluyor! Bir fikrin olduğu için beni buraya yatırmak istediğin belli oluyor, hacılar gelsin ve beni öldürsünler ve böylece sen de ikinci kocaya varasın diye değil mi? Bu gerçek olmayabilir de, ama bir adam bana dedi ki, fikri vesvesesi olan bir kimse, hanımın da ilmi vesvesesi vardı her ikisi de benim yanıma gelmişlerdi, taharet ve necasetle ilmi necaseti olan hanıma döndüm ve dedim ki sen vesvassın, eğer altı ay benim sözümü dinler ve özen göstermezsen bu vesvesenin kaynağı kabinden sökülür. Bu kadının kocasının acayip bir hal aldığını gördüm ve benim fikri vesvesesine hekimlik yapmama yanaşmadı, kalkıp gitti. Bir müddet sonra bana telefon etti ve biliyorum benim karıma ne söylediğini! Dedin ki, hanım git boşan, gel benimle evlen. Altı ay eğer benim nazarım altında olursan seni iyileştiririm! Tam manasıyla bir deli ki, benzerleri çoktur. Kadın kocasına sui zan ediyor, erkek karısına sui zan ediyor, onu yan kesici, hırsız biliyor, eğer cebinden bir parası kaybolur veya harcar da unutursa hanımının boynuna koyuyor, önce hırsız biliyor, önce cinayetkar olarak biliyor ve neticede önce iffetsiz biliyor ve bazen da hayasızlık bir yere varıyor ki, yüzüne vuruyor, aynı şekilde kadın kocasıyla böyle davranışlarda bulunursa, günah o kadar büyüktür ki, Kuranı kerim buyuruyor: « hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur. »
Ey insan! İlimsiz konuşma, kötü zanna tabi olma, başkasına sui zan etme. Zira bu sui zanlar, bu şüpheler, bu söyleşiler, bu yanlış fikirler kıyamet günü senin kulağından, senin gözünden, senin dilinden, hata senin kalbinden sual edilecek ve senin kalbin aleyhine şehadet edecekler. Yani bir adamın sui zannı var hanımına ama gizliyor, içinde sözü tutuyor, söylemiyor hanımına bunu, kıyamet günü mahşere getiriyorlar ve kalbi onun aleyhine şehadet ediyor ve sen hanımına kötü zanda bulunuyordun, neden? Meğer İslam kötü zanda bulunmayın dememiş miydi? Müslüman ilmine tabi olmalıdır. Kötü zanna, şüpheye değil, sanı ve tahmine değil. Sui zanlı kimseler gerçek Müslüman değiller. Kuranı kerim buyuruyor ki: « helak olan milletler, dünya ve ahireti nabud olan milletler, birbirlerine sui zan eden milletlerdir. » tesadüfen inkilapta meydana gelen musibetlerden biri özellikle hizbullahiler arasında görülmektedir. Hemen bu sui zanlardır ki, gerçekle mutabakat halindedir. Ölüm o kimseye ki, ipek böceği gibi kendi mezennesinde kendi tahminiyle kendi yanlış zannıyla boğulana dek örüp duruyor. Ben rica ediyorum eğer meclisimizde sui zannı olan erkek , sui zannı olan kadın varsa bu ayeti her zaman nazarlarına alsınlar ki, her an kötü zan zihinlerine geldiğinde desin ki, Allah böyle demiştir. «Kahrolsun o koyu yalancılar! » Kuran ve Hz. Peygamber (saa) hakkında çeşitli sözler söyleyenlere hitap etmektedir.
Ölüm o kimselere ki, kendi mezennelerinde, kendi sui zanlarında, kendi şüphelerinde ipek böceği gibi boğulana dek örüyorlar. Rivayete göre peygamber efendimiz (saa) Kabe’ye baktılar ve dediler ki, “Ey Kabe, senin çok ihtiramın var ama müminin ihtiramı senin ihtiramından çoktur. Çünkü Allah, senden bir şeyi haram etmiştir, ama müminden üç şeyi: Allah bir kimsenin mümini öldürmesini veya malını götürmesini haram kılmıştır ve mümine kötü zan etmeye kimsenin hakkı yoktur. Sizi Allah’a yemin veriyorum bakınız peygamberi Ekrem (saa) adam öldürmeyi, halkın malını yemeği ve sui zannı bir birinin yanına koymuştur. Malum oluyor ki, çok büyük bir günahtır, tahrip edicidir, Allah korusun eğer siz hanımınıza bir sui zanda bulunursanız ve iffetli hanımınıza bir söz söylerseniz, anlaşılacağı gibi, ne kadar zaman geçse de bu söz hanımın kalbinden çıkmayacaktır. Bilmelidir ki eğer iffetli bir kadına iffeti hakkında bir şey söylerseniz bu söz onun kalbinden muhabbeti götürmekle kalmaz, belki nefret ağacını onun kalbinde eker. Aynı şekilde kadınlar, unutmuyorum sui zanlı bir kadının kocası ki, bu gece iş buldum ve bir iki saat mesai yapmaya mecbur oldum , kimin için mesai yapıyor? Bu kadın için, kadın ve çocukları için. Diyor; mesaiden sonra yorgun ve bitkin bana verdikleri leziz bir yemeği yemedim, eve götürüp, ailemle yiyeyim diye, eve gelip kapıyı çaldım, gelip kapıyı açtı ve bir çıkıştı, azarladı ve önceki gece gittiğin yere git dedi. Baş üstüne dedim, oradan otele gittim, yemeği yedim. Ertesi gün bir ev kiraladım ve ona buna sipariş ederek, hemen ertesi gün bir kadınla evlendim ve aile teşkil ettim. Yaklaşık bir hafta o kadının yanında kaldım. Sonra eve geldim, hanım dedim, dediğin yere gittim. Bundan sonra bir gece seninim, bir gece onun. Eğer istiyorsan bir geceyi geleyim ve eğer istemiyorsan iki gece de onun olsun, Bitti.
Evet bir an kocanın ayağı kürek üzerinde gidiyor ve yapmaması gereken şeyi yapıyor, bazen kadının bazı sui zanlara sahip olduğunu görüyoruz. Bazı sözler saçmalıyor. Onun aklının bu sözleri çekebilecek seviyede olmadığı anlaşılıyor. Peki ne zaman çekebilir? « Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkin ederler, eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz. »
Şeytan gelip vahiy ediyor, böyle yap diye, bu işi yap diye ilham ediyor, evinizi böyle saçmalıklarla harap etmeyin. Kocanızın muhabbetini böyle beyhude şeylerle yok etmeyin, özellikle erkeklere sipariş ediyorum ve eğer Allah korusun bir erkeğin karısına sui zannı olursa büyük günahtır. Kadın için de günahtır, ama kadın haram nispeti vermiyor, gittin ikinci kadını aldın diyor, ama eğer erkek nispet verirse azarlama olur. Yani eğersui zannı olursa ve bu sui zannı hanımına söylerse ve şer’i hakime ispat edilirse, yirmi beşten yetmiş dokuz’a kadar ona kamçı vurabilir. Olur mu hiç, erkek karısına sui zan etsin? Büyük günahtır. Bu aynen Kuranın dediği gibi ölesice dir. Sana ölüm dediğidir. Bunun üzerine binaen evde sui zan etmeyin evin dışında da sui zan etmemelisiniz. Bunu özellikle hanımlara sipariş ediyorum. Bazen bir sui zan merak ve araştırmaya yol açar ve tecessüsün de günahı çok büyüktür. Günah o kadar büyüktür ki, peygamber efendimiz (saa) minberde buyurdular ki, ey imanları dilde olup, kalpte olmayan kimseler, tecessüs etmeyin, zira eğer insanların işlerinde tecessüs ederseniz, Allah sizleri rezil eder. Hatta çok akıllı ve her şeyi içinizde gizleseniz bile, başkalarına sui zan, rezilliğe sebep olur. Eğer tecessüs ederseniz bazen kötü işlere sebep olur. Mesela bir hanım evinde durmuş, bir gencin komşusunun evine gittiğini görüyor, eğer bu kadın Müslüman ise onun akrabalarından biridir ve işi var diye düşünür, ama eğer tecessüs eder, Allah korusun, insanları evin arkasında toplar ve Allah korusun iş ince bir noktaya varır ve boşanmaya kadar varırsa ve çocukların çaresizlik ve bakımsızlığına neden olursa ve iki taifenin yok olmasına kadar varırsa, bu işi yapan kadın ne kadar büyük günah işlemiştir? İmam Hüseyin(as) buyuruyor ki. Eğer bir kimsenin damarlarını bedeninden çekip çıkarırlarsa, bunun günahı karı kocanın arasını açmaktan daha azdır. Bazen dindarlık ünvanıyla yani dindarlık rengi bürünerek ve kara bir dindarlıkla tecessüs ediyor, o tarafa bu tarafa haber veriyor ve halkı onun evinin arkasında topluyor, sonra da bir rezillik ortaya çıkıyor ve iki taifenin haysiyeti yok oluyor ve Allah korusun boşanmaya kadar varıyor. Çünkü bu adam hizbullahi amel etmek istiyordu. Halbuki bu hizbuş-şeyandır. Hizbullah şudur: « krdeşinin işini en güzel şekilde karar kıl. »
Peygamber efendimiz, defalarca sipariş ediyordu ki, mümin kardeşlerinizin, mümin bacılarınızın işlerini daima yorumlayın. Hatta bir rivayette peygamber efendimiz (saa) buyuruyor: Mümin için mahmil yap, mahmilden sonra bir başka mahmil buyuruyor, yetmiş kere onun işlerini iyiye yor, eğer onun için mahmil yapamıyorsan. Ben ne kadar kötü bir müslümanım ki, mahmil yapamıyorum, Müslümanların işlerini yorum yapamıyorum diye kına kendini. Acaba biz böyle miyiz? Benim siz minber ehline ve dindarlara, siz Kum’un seçkinlerine siparişim şudur, Peygamber (saa) sizin tecessüs etmemenizi istiyor. Adam o tarafa bu tarafa dalaşıp bir süre (konu) düzeltmek ve cemiyete götürmek istiyor ve maalesef bu her yerde yaygındır. Bütün kesimler arasında , pazarlarda, orduda, askerde, işçilerde ve özellikle de hanımlar arasında mevcuttur. Bu büyük bir günahtır. Adam öldürmek değildir, damarları bedenden çekip çıkarmaktır. Neden sui zannımız olsun? Neden peygamber efendimiz(saa)’in söylediği bu cümle , Hz. Ali (as) ın, imamların, özellikle de Hz. İmam Caferi Sadık (as)ın buyurduğu bu cümleye amel etmiyoruz?! . Neden bu emre amel etmiyoruz? Neden sui zan yerine hüsnü zan etmiyoruz? Sui zan nereden kaynaklanıyor? Kalpte pis su biriktiği zaman kötü koku verir, sui zanlıdır. Hüsnü zan nereden kaynaklanıyor? Salim kalpten. Kalp temiz olduğu zaman paktır ve başkalarını da temiz ve pak bilir ve kendisi kirli olduğu zaman başkalarını da kirli bilir.
Bu büyük bir derttir ama dermanı kolaydır ve o da özen göstermemektir, İtinasızlıktır. Hanımından bir şey gördüğün zaman iyi yorum yapar ve fikrine itina etmezsen şeytanın ağzına vurdun demektir, ister istemez şeytan kenara çekilir. İmam Sadık (as), bu habisin ağzına vurun diyor. Adet ettirmezseniz gider diyor, ama eğer adet edinir ve ehemmiyet verirseniz ve yanlış yorum yapar dile getirirsen, yavaş yavaş bu fikri vesvese öyle bir yere varır ki, tam manasıyla bir deli olursun. Bunun üzerine binaen büyük bir derttir. Ama tedavisi kolay. Kanser hastalığıdır dünya ve ahireti yok eder ama herkes tedavi edebilir ve o itinasızlıktır, şüphelere ehemmiyet veğrmemektir. Kuranın tabiriyle: « Zan, hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. »
Kuranı kerim buyuruyor zan ve tahmin zerre kadar işi yaramaz eğer sen onunla iş alırsan Kurana amel etmedin ve bil ki Kurana tekme vurdun demektir.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ OTURUM
ON İKİNCİ BÖLÜM
AMELİ VESVESE:
Bahsimizin on ikinci bölümü ameli vesvese hakkındadır. On birinci bölümde vesveseyi iki kısma taksim etmiştik: fikri ve ameli vesvese. Fikri vesvese geçti ama bu günkü mevzuumuz ameli vesvese hakkındadır ki, bazen insan işlerinde vesveselenir, taharet ve necasetteki vesvese gibi, abdest, gusül ve ibadetteki vesvese gibidir. Bu ameli vesvese ev için fevkalade zararlıdır, evin temelini viran eder. Vesvas kimseyi ev ve toplumdan dışlar ve neticede aile muhabbetini yok eder ve şayet bundan daha tahrip edici bir şeyimiz yoktur, en azından asıl tahrip edicilerden biridir. Herkes ve özellikle vesvaslar, bu günkü mevzuumuza tamamen teveccüh etsinler. Bu fikri veya ameli vesvese nereden kaynaklanıyor?
On birinci bölümde şeytan bazen insanın aklına musallat oluyor demiştim ve bu tasallutla insan hokkabaz, münafık, hilekar ve şarlatanın biri olur ve siyaset meydanında yalancı, hokkabaz bir siyasetçi olur ve bazen şeytan insanın kalbine musallat olur ve onu kendine tabi eder. Nasıl ki bazen Allah insanın kalbine musallat oluyorsa bazen de şeytan insanın kalbine musallat oluyor. Kuranı kerim bir çok ayetinde bu konuyla ilgili tezekkür veriyor ve eğer şeytan insanın kalbine musallat olursa artık kalbi ( kendi istediği yere) götürür ve put perest, para perest, heva perest ve Kuranın deyimiyle şeytan perest bir adam olarak işin içinden çıkarıyor ve bazen insanın hayal gücüne musallat olur ve böylece fikri ve ameli vesvese meydana gelmiş olur. Bu o kadar tehlikelidir ki, asla gerçek olmayan şeyleri o görüyor ve duyuyor ve kesin olarak ona kesin olarak inanıyor. Mesela şeytan korkak bir adama musallat olursa eğer o kimse gece vakti bir harabeye giderse cin görüyor ve gerçekten görür, cinlerin sözlerini duyar, gerçekten de duyuyor, veya kabristana gittiği zaman ölünün kabrinden çıktığını görüyor, ölüyü görüyor, feryat ediyor, duyuyor, kaçıyor, bir an görüyor ki, ölü onu takip ediyor ve bir an görüyor ki, ölü onu tutmuş ve dokunuyor ona ve neticede bayılıyor. Bu farzla ki, orda cin yoktu, o kabristanda ölü kabrinden çıkmamıştı, ölü seslenmemişti, onu tutmamıştı, ama hayal gücü onun gözüne, kulağına, dokunma duyusu gücüne tesir etmiş ve bu belayı onun başına getirmiştir.
Fikri ve ameli vesvese bir insan için ortaya çıkarsa eğer böyle olur, yani mesela taharet ve necasette vesvas olan kimse hemen necasetin sıçradığına ve necis olduğuna kesinlikle inanır, halbuki sıçramamıştır ama o tuvalette necasetin sıçradığına inanır. Ama diğer yandan taharetine kesinlik kazandıramıyor, necaset için kesinlik kazanıyor, yani şeytan onun hayal gücüne musallat olmuştur ve kendisine zararlı olan şeylere hemen ve kesinlikle inanıyor ama kendisi için yararlı olan şeylere kesin inanamıyor, itminan edemiyor ve hemen bu durumdan yola çıkarak hasta olduğunu anlamalıdır. Bu vesvas kimse çünkü eğer kesinlik meydana geliyor ve çabuk inanıyorsa hem taharetinde hem de necasetinde çabuk ve kesin inanmalıdır ve eğer çabuk inanamıyorsa bile taharetinde çabuk inanmadığı gibi necasetinde de çabuk inanmamalıdır. Ve eğer bir yerde çabuk ve kesin inandığını görüyor ve bir başka yerde de çabuk ve kesin inanmadığını görüyorsanız, hasta olduğunu bilmelisiniz. Hem de ruhi bir hastalıktır ki, eğer ona itina ederse günden güne artış gösterir, ruhi hastalıklar öyledirler ki, günden güne artış gösterirler. Kanser gibidir, cüzam gibidir. Nereden meydana gelmiştir? Şeytanın hayal gücüne musallat olmasından. Bu nedenle bir kimse imam sadık (as)ın yanında birini çok övmüştü, özellikle aklını, sonra vesvastır da dedi. İmam Sadık (as) tebessüm ettiler – alaylı bir tebessüm – yani bu nasıl bir akıllıdır ki vesvastır? Sonra buyurdular ki, şeytan ona musallat olmuştur ve işleri şeytanidir, rahmani değil. Sonra da buyurdular ki: eğer kendisinden bile işlerinin şeytani mi, rahmani mi olduğunu sorarsanız, şeytanidir diye cevap verir.
Hepimizin kendisine teveccüh etmesi gereken şey şudur ki, şeytan bizleri hem dünya ve hem ahrette çaresiz ve zavallı yapmaya ve herkesi cehennem yolundan götürmeye hazırdır. Şeytan kurnazdır, bir kimseyi günah yolundan, bir kimseyi para yoluyla, birini şehvet yoluyla, bir başkasını riyaset yoluyla, birini vesvese yoluyla, bir diğerini gıybet, iftira, şayia ve ber başkasını fuhuş ve iffetsizlik yoluyla saptırıyor.
Meşhurdur ki, bir kimse rüyasında açıkça şeytanı gördü ki, omzunda bir deste halat var. Bunlar nedir? Diye sordu. Şeytan, bunlar insanları cehenneme çekmek için hazırladığım dizginlerdir diye cevap verdi. Bu zincir nedir? Diye sordu. Bu zincir seyyid Razi içindir, bu gece üç kere gidip onu zincire vurdum ama parçaladı. Bu halatlar neden böyle renkli renkliler diye sordu, çünkü herkesi bir renk ve bir yolla saptırıyorum dedi. Ertesi gün seyid Razi (ra) hizmetine gittiğimde o olayı buyurdular. Rüyanın gerçekle bağlantılı olduğu anlaşılmış oldu.
Merhum Kuleyni (ra) bu rüyaya benzer bir rivayeti naklediyor ki, imam Sadık (as) buyurdular ki: şeytan renga renk bir elbiseyle Hz. Musa (as)ın yanına geldi, Hz. Musa (as), bu renga renk elbise ve bi rengarenk külah (şapka) niçin diye sordu. Çünkü benim aldatmam bir yoldan değil, benim cehenneme çekmem bir yoldan değil diye cevap verdi. Her kesi bir yoldan cehenneme çekiyorum dedi. Ve vesveseliği, taharet ve necaset, abdest ve gusül ve ibadet yoluyla, dinde laubali olan kimseyi iffetsizlik yoluyla, mukaddes (dindar) kadını gıybet yoluyla, iftira ve şayia yoluyla, laubali erkeği haram yeme yoluyla ve netice itibariyle herkesi bir yoldan saptırıyorum.
Kuranı kerim bu konuyla ilgili bir çok ayetleri var ki şeytan yemin etmiştir, Allah’ın önünde kullarını cehennemlik ve zavallı edeceğim diye, arzı endam etmiştir. Kuranı kerim buyuruyor, şeytan Allah’ın dergahından kovulduktan sonra şöyle dedi: « iblis, öyle ise beni azdırmana karşılık, ant içerim ki ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın. Dedi. »
Adem oğlu için saptığıma göre muhakkak yolunun üstünde oturacak ve bırakmayacağım cennet ve müstakim yola gitsin. Sonra dört bir taraftan; önünden, arkasından, sağ tarafından ve sol tarafından geleceğim. İmam Bakır (as) bu ayetin altında şöyle buyuruyor: «Önden geleceğim, yani ahret işini onlara zayıf göstereceğim; arkadan geleceğim demesinin manası, yani onları mal toplamaya ve mirasçılarına kalsın diye şer’i hukuku vermekte cimriliğe emredeceğim. Sağ tarafından gelmesinin manası yani onların dinlerini, sapıklığı güzel göstermek ve şüphe icat etmekle yok edeceğim. Sol taraftan geleceğim, demesinin manası , yani onları lezzetleri sevmeye yöneltecek ve şehveti onların kalplerine galip edeceğim. »
Yani laubali bir kadın için hicapsızlık, kötü hicap, ince çorap giymek ve neticede iffetsizlik yoluyla diyor, mukaddes (dindar) bir kadın ve erkek için o yoldan gelmiyor, sağ taraftan geliyor yani vesvesecilik yoluyla onları cehenneme çekiyor. Ben vesvesecilerin bu ayeti her gün okumalarını rica ediyorum. Şeytan bunların hayal gücüne musallat olmak istediği zaman ve bunlar kendi kafalarında oyun düzenleyip bu çirkin vesveseli işleri yapmak istediklerinde bu ayeti okumalı ve demelidirler ki, şeytan Allah’ın önünde durmuş ve demiştir ki, ben her kesi bir yoldan cehenneme götürüyorum, vesveseliyi de taharet ve necaset, gusül ve abdest ve ibadet yoluyla cehenneme götürüyorum. Başka bir ayette buna benzer bir ayet var ki, şeytan lanetullah yemin etmiştir ki, « Allah onu (şeytanı) lanetledi, o da yemin ederim ki, kullarından bir pay edineceğim, dedi. Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesin olarak onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, (putları için nişanlayacaklar) şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattıklarını değiştirecekler. »
Bendelerinden tam hisse alacağım saptıracağım onları ve amel ve arzularında onları daldıracağım, batıracağım. Onları hayvanların kulaklarını kesmeye emredeceğim onları Allah’ın hilkatini değiştirmeye emredeceğim. Allah’ın verdiği fıtratı elden vermeleri için Allah’ı görme ve tanıma derklerinin olmaması için artık Allah karşısında küçük olmayı anlama derkine sahip olmamaları için, fazileti rezilelerden ayırma derkine sahip olmamalarına çalışacağım. Sonra hemen bu ayetin devamında buyuruyor ki; (de ki) kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
Eğer bir kimse, yemin etmiş bu şeytana tabi olursa, şeytan onun velisi ve ona musallat olursa, iflas etmiştir, açık bir müflistir.
Ey vesvas! Kuran buyuruyor iflas etmiş ey aşikar müflis, üçüncü ayet, birinci ve ikinci ayet gibidir. Şeytan, Allah’ın dergahından kovulduğu zaman, Allahım hepsini saptıracağım dedi. Allah teala buyurdu ki: «Onlardan gücün yettiği davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlatlarına ortak ol; kendilerine vaatte bulun. » şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.
Yani şeytan insanı saptırıyor ama nasıl? Kendi sesiyle, şeytanın sesi nedir? Teraneler, müzikler, yani şeytanın iki deste ordusu var. Bir ordu yaya, yani münafık bir arkadaşa giriftar olur ve bu arkadaş fazla alim değildir, bilgili değildir ve vesveseyle onu cehenneme götürür. Ama bazen münafık bir arkadaş, bilgili bir şeytan ona musallat olur ki, Kuranın deyimiyle şeytanın askeri ama süvari bir asker, batılı mekteplerin insanlara getirdikleri gibi, münafık ama bilgili bir arkadaş, istidlal yoluyla gayri müstakim bir yolla bunu cehenneme götürecek bir arkadaş. Şeytan haram mal yedirmeye zorlar, nutfe o haram yiyeceklerden bağlansın ve neticede çocukları da harap ediyor. Öyleyse ayetten yararlandığımız kadarıyla anlıyoruz ki, şeytan birinin haram yoluyla çocuğunu harap ediyor, birini eksik tartma yoluyla, birini sahtekarlık, birini rüşvet yoluyla, faiz yoluyla, bir başka kimseyi de kendi sesiyle yani teraneler ve müzikler yoluyla saptırıyor. Şeytan herkesi bir yoldan götürmüyor fakat, teveccüh etmemiz gereken şey şudur ki, bu şeytan herkes için ayrı bir şeytan görevlendiriyor, normal insanlar için normal şeytanlar; alim ve bilginler için alim bir şeytan. Allah, merhum ağa şeyh Gulam Rıza Yezdi’ye rahmet etsin. Diyorlar bu arifi kamil, adam minberde defalarca diyordu ki, herkesin bir şeytanı var ve benim şeytanım, şeytanların mollasıdır. Bu sözü Kurandan almıştır
Felak ve nas sureleri şeytanı def etmek için iyidir. Hatta çocuklarınıza öğretin, “kul” diye başlayan dört sureyi evden çıktıkları veya başka bir zaman cinlerin, şeytanın ve şirret insanların şerrinden mahfuz olmak için okusunlar bu son iki surenin ilginç nükteleri var ki, hepimiz ona teveccüh etmeliyiz. Özellikle vesvaslar. Felak suresinde bir kere dört mühim şeyde Allh’a sığınıyor: Allahım, halkın şerrinden sana sığınırım. Ve elbete halkın şerri çok büyüktür ve sana sığınırım ve cinsel iç güdü tahrik olduğu zaman gerçekten Allah’a sığınmak gerekir. Allah’ım kadının işve edeceği vakitten sana sığınırım. Mesela bir kadın sizin önünüzde olmuş olsun ve siz onun peşinde, veya siz kazancınızın peşindesiniz, ve bir kadın mağazanıza gelip işve edip gülüyor olsun. Bu sure diyor ki, Allah’ım böyle bir sahnenin şerrinden sana sığınırım.
Bu dört şey çok mühimdir ama bir kere Allah’a sığınılmıştır ama nas suresinde üç defa Allah’a sığınılmıştır. Nas suresinin tercümesinin tamamı: Bismillahir-rahmanir-rahim. De ki: cinden olsun, insandan olsun, insanların kalplerine şüphe ve tereddüt sokan vesveseci ve sinsi (şeytan’ın ve insanın ) şerrinden, insanların rabbine, insanların malikine (mutlak sahip ve hakimine), insanların ilahına sığınırım!
Bu malikinnas ve ilahinnas gerçi sıfat şeklinde getirilmiştir ama hakikatte diyor ki, Allah’ım sana sığınırım, Allah’ım sana sığınırım, Allah’ım sana sığınırım. Neden? Çok vesvese eden şeytanın şerrinden ve istidlalle vesvese eden vesvasın şerrinden ana sığınırım. Vesvası hannas, vesvaslara ait bir şeytandır ki, bu vesvası hannas, o tecrübelilerdendir, zekilerdendir, alimlerdendir ki, nasıl vesvese edeceğini biliyor ve bu kadın veya erkeğe nasıl istidlal edeceğini biliyor. Yani vesvas olmasına ilaveten hannastır da, vesvas mübalağa siğesindedir, yani çok vesvese ediyor. Hannas da bübalağa siğesindedir, yani çok istidlaller ediyorlar, kılı kırk yarıyorlar ki, bu incelemeler, kılı kırk yarmalar, fetva zamanında mercie taklitlerin zihinlerine gelmiyor, acayip bir şeyler binların aklına geliyor, binlar istidlal olduğunu sanmasınlar, hayır Kuran diyor bunlar şeytanın vahyidir; şeytanın ilhamıdır. Yani vesveseli! Şeytan sana ilham ediyor. Sana bu şey temizdir diye söyleyene, necistir de diyor, o na istidlal bile getir diyor, abdestine, guslüne itina etme diyenin sözünü kabul etme, ona istidlal bile et. Ve nas suresi diyor de ki, Allah’ım sana sığınırım hannas’ın vesvasından. Ben vesvaslardan rica ediyorum “kul” diye başlayan bu dört sureyi , ve özellikle bu iki sure Her zaman okusunlar ve bu tecrübeli vesvas hannas bu kılı kırk yaran şeytan vesvese edip kandırmak istediği zaman da onun başına vurmalıdırlar. İmam Sadık (as) ın deyimiyle bu habisin ağzına vur. Ve git kaybol de adet edinmesine izin verme, bırakma sana musallat olsun. Rica ederim size musallat olmak istediği zaman hemen okuyun. Sonra da kendine mana et, manası şudur; Allah’ım sana sığınıyorum, Allah’ım sana sığınıyorum, istidlal ile vesvese edip beni cehenneme götürmek isteyen bu vesvasi hannastan sana sığınırım.
Bu günkü dersin özeti şu oldu ki, psikoloji açısından vesveselik, yani hastalık, İslam açısından vesveselik yani şeytanın hayal gücüne musallat olması ve Kuranın ibareti ile vesvaslık yani şeytanı kendine dost edinen kimse ve Kuranın deyimiyle şeytanı kendine dost tutan kimse boğulmuştur. Açıkça boğulmuştur ve anladık ki, şeytan herkesi bir yolla cehenneme gönderiyor. Hizbullah’ı bir yoldan, inkılaba karşı olanları bir yoldan, dindarını bir yoldan, pazarcısını bir yoldan ve netice itibariyle laubali bir kadın bir yoldan mescit ehli bir kadını bir başka yoldan, Allah, Kuran ve peygamberle işi olan bir kadını bir yoldan ve maneviyatı olmayan minber ve mihrapla ilgisi olmayan bir kadını bir başka yolla cehenneme götürüyor. Ne yapmalı? Bu vesveseliyi ne yapmalı? Büyük bir derttir. O kadar ki, bazı psikologlar esinlikle tedavi edilemez diyorlar. Aklımdan çıkmıyor, bir psikolog yanıma gelmişti, benim vesvasları iyileştirdiğimi duymuştu, bu adam şaşırmış ve benim yanıma gelmişti. Benim falım, duam, usturlabım var sanıyordu, hayır efendim dedim, benim bir yöntemim var ve bu yolu da imam Sadık (as) göstermiştir dedim. Şaşırdı. Muradım şu ki büyük bir derttir, o kadar ki, bazı psikologlar iyileşme imkanı yok diyorlar, ama bir çok şiddetli vesvasları bin iyileştirdim, hangi vesileyle? Çok kolay bir ilaçla, o kolay ilaç nedir? İmam Sadık (as) buyuruyor ey vesvas! İtina etme, vesvese veren şeytana ehemmiyet verme, bir iki ay itina etmez diğer insanlar gibi davranırsan iyi olursun. Yani vesvas olan kadın kocasını kendisine örnek almalıdır. Kocası her ne söylerse duyup dinlemelidir, eğer erkek vesvas ise, hanımını örnek almalıdır. Hanımı ne söylerse dinlemelidir. İnsanlar nasıl namaz kılıyor, nasıl abdest alıyorlarsa o da diğer insanlar gibi davranmalıdır. Bir iki ay diğer insanlar gibi davranırsa iyi olur. Ama kökü yanmış olmaz. Beş altı ay böyle devam ederse onun da kökü yanar. Eğer benim sözümü dinlemezsen bil ki, bu hastalık günden güne artacaktır, dünyanı yok eder, evini harap eder, ocuklarını komplekse sokar, kendini neşesiz eder ve neticede toplumun fazla bir uzvu durumuna gelirsin ve her şekilde bu senin dünyandır ki, kendin için cehennem ediyorsun, ailen için de cehennem ediyorsun ve sonuçta yakin etmelisin ki, burada yaptığın bu cehennem, öteki dünyada da mevcuttur ve eğer benim sözümü dinlersen beş altı ay müddetinde muhakkak bu kanser hastalığının kökü kurur ve neticede bir noktayı arz etmeliyim ki, o noktaya vesvas olmayanlar teveccüh etsinler. O da şudur; eğer hanımın vesvas ise sertlik ve bağırıp çağırmayla iş görülmez, o hastadır ve hastaya sertlikle karşılık verilmez. Eğer kocan vesvas ise eğer kızın vesvas ise, eğer oğlun vesvas ise, sertlikle, bağırıp çağırmakla . Dövmeyle sövmeyle ve bunun gibi şeylerle olmaz, daha kötü olur. Bu hastalıktır. Hastalığa ne yapılmalıdır? Dostlukla, tatlı dille, bu gibi sohpetleri duymakla, bu gibi kasetleri dinlemekle, sabır göstermekle yavaş yavaş bu hastalığı ondan almak lazım. Halkın deyimiyle hastalık dağ dağ geliyor ama kıl kıl gidiyor. Vesvaslığa dikkat etmelisin. Sabır göstermeli, yavaş yavaş, dikkatle bu hastalığı ondan almalısınız ki, iyileşebilsin. Vesvaslara sipariş ediyorum ki, iyi olmanın sadedinde olmalısınız ve bu reçeteye amel etmelisiniz. Vesvasların bakıcılarına yani kendileri vesvas olmayıp aralarında vesvas kimseler bulunan kimselere sipariş ediyorum ki onlara sert davranmayın, davranışlarınız akılcı olsun. Bir hastayla nasıl olunursa öyle davranmalıdır.
Allah’ım Hz. Zehra (as)ın hakkı için sana ant veriyoruz, bütün hastaları, özellikle fikri vesvese ve ameli vesvese hastalarına şifa inayet eyle. Amin.
Dostları ilə paylaş: |