Çocuk veya Anne Vücudunun Ürünü
Kur’an ve rivayetlerde “ümm” kelimesi bir çok defa zikredilmiştir ve kök ve kaynak anlamındadır. Zira çocuk en az altı ay, en fazla ise dokuz ay kadının rahminde kalmaktadır. Çocuk ruh ve cisminin tüm kuvvetlerini kadının vücud sermayesinden elde etmektedir. Sürekli bir şekilde kadının cisim, sinir ve beden fabrikasından beslenmektedir. Bu yüzden de çocuğa oranla kadın vücudu “ümm” diye ifade edilmiştir.
Hakikatte anne çocuğun vücudunun aslı, kökü ve kaynağı konumundadır. Çocuk, annesinin ruhsal ve bedensel gerçeğinin yansımasıdır ve o temiz ağacın bir meyvesi konumundadır.
Nutfenin, babasının sülbündeki kalışı ise oldukça azdır. Ama anne rahminde yaklaşık iki yüz yetmiş gün misafir olarak kalmaktadır. Bu hesap üzere çocuğun alıcılığı veya etkilenişi tümüyle veya genel olarak annedendir. Bu sebeple de İslam kadın için verdiği değeri başka bir varlığa vermemiştir.
Annenin beden ve ruh varlığının etkileri çocuğun vücudunda ortaya çıkmaktadır. Çocuk bilerek veya bilmeyerek çoğu tavır ve hayati işlerinde annesinin tıyneti üzeredir.
Bir kız evlenmeden önce bilmelidir ki veya kendisine bildirilmelidir ki yarınki anne kendisi olacaktır. Dolayısıyla yarınki anne bugünden yemek, gidip gelmek, muaşeret, tavır, terbiye, edep ve imanına riayet etmelidir ki temiz, salim, değerli ve edebli bir nesil ortaya çıkarabilsin.
Kadınla ilgili bir kitapta Fransız İmparatoru Napolyon’un şu güzel sözünü gördüm: Kendisine, “Senin nezdinde ülkelerin hangisi daha değerlidir? ” diye sorulunca şöyle demiştir: “Annelerin sayısı daha fazla olan ülke.”
Anne olma durumu kadın için sabit ve yerinde kalmalıdır. Aksi takdirde iyi bir nesil vücuda gelmeyecektir.
İslam kültüründe anne, çocukların gelişimi ve terbiyesi için annelik görevini korumalıdır. Anne, çocukları için annelik etmelidir ki çocukları da fikirsel ve duygusal açıdan bir eksiklik içinde olmasın.
Kadın eğer annelik özeliklerini kaybedecek, kendisini batılı anlamda bir özgürlüğe kaptıracak, herkesle konuşup gülecek, oturup kalkacak olursa, kendisine, eşine ve çocuklarına maddi ve bedensel lezzetler sebebiyle itinasız davranacak olursa artık anne değildir. Ailenin canına düşmüş bir yırtıcı hayvandır, ailenin şeref, yücelik, iffet ve temizliğini rüzgara savuran bir tehlikeli kurttur.
Anne, akıllı, güçlü, temiz, edebli ve değerli bir çocuk yetiştirmek için insani bir ahlaka, salim bir fikre ve temiz bir vücuda sahip olmalıdır:
“Şehadet ederim ki sen yüce nutfelerde ve temiz rahimlerde bir nur idin.”
Varis ziyaretinin bir bölümünde şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin’e (a.s) bu şekilde hitab edilmiştir.
Bu nur yüce bir makamdan ve temiz bir yerden ortaya çıkmıştır. Dünyayı ilim, adalet, hikmet ve doğru bir önderlikle aydınlatmış şahadetten sonra da ahireti daha bir aydınlatmıştır.
Aynı ziyarette Hz. Hüseyin’in mukaddes vücudu (a.s), Hatice’yi Kübra ve Fatımat'üz Zehra’nın (a.s) yanında yer almıştır: “Esselamu aleyke ya ibn-i Fatımat'üz Zehra, Esselamu aleyk ya ibn-i Haticet'el Kübra”1
İslam peygamber evlenmek isteyen gençler asil, dürüst ve dindar bir aileden kız almalarını tavsiye etmektedir. Bu da şüphesiz fesadın önünün alınması içindir.
Ailevi asaletini kaybetmiş, soysuzlaşmış, edeb ve terbiyeden, vakar ve düzenden yoksun kalmış, hepsinden kötüsü şehvet, hicapsızlık, örtüsüzlük, her an biriyle olma bataklığına düşmüş bir kız evlenmeye layık değildir. Böyle bir kız, Hak Teala’nın yaratış hedefini çiğnemiş, kadın ve anne olma makamını kaybetmiş ve salih çocuk dünyaya getirme ehliyetini yitirmiş bir kimsedir. Allah Resulü (s.a.a) bir rivayetinde bu tür kimseler hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer onlar ahir zamanda yılan ve akrep doğuracak olsalar çocuk doğurmalarından daha iyidir.”
Zira onların fikir ve ruhları lezzet peşinde koştukları için bozulmuş durumdadır. Bu bozulmuş fabrika sağlam bir insan yaratmaktan acizdir.
Bu anlamı Nuh Peygamber’in (a.s) dilinden işitiniz:
“Nuh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde hiç bir kafir bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve nankör (insanlar) doğurup yetiştirirler.”2
Eğer Nuh kavmi arasında anneler çok olsaydı, eğer imanlı, şükreden, temiz ve edepli kadınlar bulunsaydı, “Sadece ahlaksız ve nankör (insanlar) doğurup yetiştirirler” demezdi.
Evet, eğer Allah Resulü’nün (s.a.a) tabiriyle kız ve kadınlar bataklıkta büyümüş bir çiçek olursa bu çiçekten tatlı ürünler ilahi ve insani neticeler beklemek yersizdir.
Anne her ne kadar akrabalarıyla ilgili olsa da her toplantıya katılmamalıdır. Zira bu toplantıların bazısı haramdır ve annenin ruhunu etkilemektedir. Hatta kadının annelik kimliğini bile elinden alabilir.
Anne olan kimse istediği her yiyecekten yiyemez. Zira bazı yiyecekler helal kaynaklardan elde edilmemiştir. Dolayısıyla bu hem kendisi, hem de çocukları üzerinde kötü etkilere sahiptir.
Anne taharet ve necasetle ilgili meselelere riayet etmelidir. Farzlar, vacipler ve ahlaki ilkelere ısrarla riayet etmelidir ki, vücud fabrikası nur kaynağı ve nurun doğuş sebebi olsun.
Nitekim Masum İmamlarımız’dan da rivayet edildiği üzere onlar, Hz. Zehra’yı (s.a) kendilerine örnek almışlardır. Hz. Fatıma’nın bütün ruhsal, fikri ve ahlaki davranışlarını hayata geçirmişlerdir.
Fatıma (a.s) bütün bir varlık aleminde örnek bir anne, ve anneliğin en yüce bir örneği idi. Kadın ve kızlarımız da Hz. Fatıma’yı hayatlarında örnek almalıdırlar. Zira anne çocuğun vücudunun aslı, çeşmesi ve kaynağıdır.
İslami ahlaka riayet eden, vakar, ağır başlılık ve edeb içinde bulunan, muhabbet, duygu ve aşk ocağı halinde yaşayan annelerin çocukları da rahimde oldukları zaman bu özelliklerden beslenecektir. Dünyaya geldikten sonra da sürekli annesine bakacaktır. Belli bir zaman boyunca annesinin sözlerini işiten bir kulak, şüphesiz annesinden etkilenecektir.
Hz. Hüseyin (a.s), Hür b. Yezid’in başını kucağına alınca, onun heva, heves ve Ümeyye oğullarının hakimiyetinden özgür ve hür oluşunu, annesine isnat ederek şöyle buyurmuştur: “Sen, annenin seni hür olarak adlandırdığı gibi hürsün.”
Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’den (a.s) Yezid’e biat almak hususunda ısrar gösterince, İmam (a.s) kendisinin ve ashabının biat etmeyişini temiz annelere ve annelerin temiz eteklerine isnat ederek şöyle buyurmuştur: “Pak ve tertemiz annelerin kucakları.”
Temizlik Bağının Meyvesi
Abdullah Mübarek hikmet sahibi, alim, bilgin ve arif biriydi. Gençlik yıllarında bir bağa bakmak üzere birinin yanında çalışmaya koyuldu. Bağ sahibi narların yetiştiği dönemde bazı misafirlerini bağa getirdi ve, “Mübarek! Bunlara nar getir” diye feryat etti. Mübarek, bir sepet dolusu nar getirdi. Narlar ekşi idi. Bağ sahibi şöyle dedi: “Git tatlı narlar getir.” Onun getirdiği narlar yine ekşi çıktı. Bağ sahibi bu defa şöyle dedi: “Sana tatlı narlardan getir demedim mi? Altı aydır bu bağda çalışıyorsun, hangi narların tatlı olduğunu bilmiyor musun?” Mübarek şöyle dedi: “Hayır bilmiyorum” O, “Neden?” diye sorunca şöyle cevap verdi: “Biz seninle anlaştığımız gün bu bağa bakmak için anlaştık. Bağı yemek için değil. Ben bu bağdaki ağaçların hangisinin tatlı, hangisinin ekşi olduğunu bilmiyorum.”
Evet, temiz nutfe, temiz rahim, temiz anne ve temiz terbiye malı koruyan birini yetiştirmektedir. İnsanların malını yiyen birini değil. Bağa bakan birini yetiştirmektedir, bağı yiyen birini değil!
Annem Şekavete Düşmeme Sebep Oldu
Yazıldığı üzere bir genç idama mahkum oldu. Ondan istediği takdirde vasiyet yazmasını istediler. O şöyle dedi: “Benim vasiyetim yoktur. Ama ömrümün bu son anlarında annemi görmek istiyorum.” Annesini getirdiler vedalaştığı zaman annesinin dil ve dudağını öyle bir ısırdı ki annesi acıdan kendinden geçti. Ona, “Zalim! Neden böyle yaptın?” diye saldırdılar. O şöyle dedi: “Zalim olan bu annedir, bu darağacımı annem dikmiştir. Ben çocuk olduğum yıllarda komşudan bir yumurta çaldım. O beni teşvik etti, öylece deve çalmaya kadar vardım. Daha sonra da katil oldum.”
Evet, cennet annelerin ayakları altındadır. Kıyamet azabının vasıtası ve tellalı da bir yere kadar annedir.
Ali (a.s), Fatimat’uz- Zehra’dan (a.s) sonra, Arap neseplerini tanıyan kardeşi Akil’e şöyle buyurdu: “Benim için Arapların cesur annelerinden doğmuş bir kadın bul.” Akil, bir müddet sonra Hz. Ali’ye (a.s) şöyle arz etti: “Kilabiye kavminden olan Fatıma ile evlen. Araplarda onun babalarından daha cesur kimse yoktur. Hz. Ali (a.s) de onu kendine eş seçti. Bu evliliğin sonunda dört reşit, cesur, metanetli ve Kamer-i Beni Haşim ve kardeşleri gibi mümin çocuklar dünyaya geldi.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) Malik-i Eşter’in şahadetinden sonra da Kufe camisinin minberine çıkarak şöyle buyurdu: “Malik-i Eşter gibi bir çocuk doğuracak anneleri göremiyorum. Malik ne Malikti! Eğer dağ idiyse güçlü bir dağ, eğer taş idiyse sağlam bir taş idi. Malik’in benim nezdindeki konumu, benim Peygamber’in nezdindeki konumum gibiydi.”
İbadet Nuru Bazen Azalmaktadır
Bir genç annesine vardı ve ona şöyle dedi: “Anne! Bazen ibadet halim zayıflamaktadır. Bazen bir parça karanlık batın nuraniyetimin üzerini kapladığını hissetmekteyim. Haram yemiyorum, kötülerle muaşerette bulunmuyorum, ibadetten bıktıran etkenlerden sakınıyorum. Bu konu hakkındaki yaptığım araştırmalardan şu sonuca vardım ki bunun sebebini sizden sorayım: “İhtimalen bu bitkinlik ve karanlığın etkeni sizden bana geçmiştir; bana hakikati söyle ki ben de bu haletimi tedavi etmeye çalışayım.”
Annesi şöyle dedi: “Oğlum! Sana hamile olduğum zaman, baban yolculuğa çıktı. Eriklerin yetişme zamanıydı. Ben evden dışarı çıkmıyordum. Dolayısıyla erik alma imkanım yoktu. Çamaşır asmak için dama çıktım, gözüm kuruması için komşunun yere serdiği güzel eriklere takıldı. Bir tadımlık da olsun o eriklerden birini yedim, sonra pişman oldum. Ama onlardan rızayet almaktan utandım. Genç şöyle dedi: “Anne, bu meselenin sebebi bulunmuş oldu. İzin verirsen, komşunun kapısına gidip bu konuyu onunla halledeyim, ta ki bundan sonra şeytanın saldırısına uğramaksızın Allah’a ibadet edeyim.”
Nurani Evlilik
Gençlik yıllarında şehrin merkez camisindeki alimlerden birinden şöyle işittim: “Büyük taklit mercisi ve eşine zor rastlanır insanlardan biri olan Mukaddes Erdebili’nin babası, bir kız istemek için hemşerilerinden birinin yanına gitti. Kızın babası şöyle dedi: “Benim kızım kör, sağır, eli sakat ve topaldır. Bu şartlarla istiyorsan evlen.” O genç şöyle dedi: “Ben böyle birisiyle nasıl yaşayabilirim? ” babası şöyle dedi: “Oğlum! Körlükten maksadım, gözlerinin harama kapalı oluşudur. Sağırlıktan maksadım, namahrem sesini işitmeye kapalı oluşudur. Elinin sakat oluşundan maksadım, namahrem bir elin ona dokunmuş olmayışıdır. Topallıktan maksadım ise haram bir toplantıya gitmeyişidir.” İşte o böyle bir kızla evlendi ve bu evliliğin neticesinde de yüce ve büyük bir insan dünyaya geldi.
Şeyh Şuşteri’nin Annesi
Şeyh Cafer Şuşteri, ilim ve amel açısından yüce makamlara erişti. O halk arasında büyük bir etkiye sahipti. Annesine şöyle sordular: “Böyle bir oğlun olduğu için mutlu musun? ” O şöyle dedi: “Hayır” Kendisine, “Neden?” diye sorduklarında ise şöyle dedi: “Ben bir defa olsun iki yıl boyunca abdestsiz ve temiz olmaksızın ona süt vermedim ve onu abdestsiz kucağıma almadım. Hep onun İmam Cafer Sadık (a.s) gibi olmasını istedim, ama o Cafer Şuşteri oldu.”
Terbiyede Batın ve Zahir Temizliğinin Tecellisi
Tebliğ için on gece Burucerd şehrine gitmiştim. Orada bu şehrin büyükleri vasıtasıyla, Ayetullah’il-uzma Burucerdi’nin haletinden haberdar olmak istedim.
Doksan yaşında yaşlı bir adam bana şöyle anlattı: “Annesi büyük bir gayretle ona süt verirken abdestli ve temiz bir halde süt vermeye çalışırdı.
Soğuk bir gece gusül almak istedi, evden çıkma imkanı da yoktu. Tevekkül ve tevessülde bulunarak soğuk suyla guslettikten sonra memesini çocuğunun ağzına koydu. İşte annenin manevi teveccühü ve babanın ihlaslı zahmetleri, Şia’nın ilmi havzalarında, ahlaki, ameli ve ilmi açıdan büyük değişiklik yaratacak birini İslam dünyası için yetiştirdi.
Genç kızlar! Kendinizi ilahi, İslami ve insani şartlarla anne olmaya hazırlayınız. Değerli anneler! Sizler de annelik kimliğinizi koruyunuz, böyle çocuklar terbiye etmenin Allah biliyor sizlere dünya ve ahiretiniz için ne kadar faydası olacaktır. Kıyamet günü şefaat hakkı olanlardan kimisi de mümin, rabbani alim ve şehittir. Bu üç kişinin şefaat edeceği kimselerin sayısı belirtilmemiştir. Onlar şefaate müstahak olan herkese şefaat etmek iznine sahiptirler. Şüphesiz bu üç yüce insanın şefaatinden nasiplenecek ilk kimse de annedir.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Üç kimse, aziz ve celil olan Allah nezdinde şefaatte bulunur, onların şefaati de makbuldür. Onlar, Peygamberler, alimler ve sonra da şehitlerdir.”1
İmam Bakır (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz mümin, Rabia ve Muzer kabilesi sayısınca şefaate bulunur. Şüphesiz mümin, hizmetçisi için bile şefaatte bulunacaktır.”
Kızlar ve anneler! Neden kıyamet günü alim, şehit ve mümin çocuklarınızın şefaatinden istifade edecek bir hal içinde olmayasınız! Birkaç günlük maddi dünya için annelik kimliğinizi kaybetmeniz, Allah-u Teala’nın elinizdeki emaneti olan çocuklarınızın batıni dünyasını kendi elinizle yıkmanız ve onu doğu ve batı şeytanlarıyla aynı renk içinde büyütmeniz yazık değil mi?
يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ
“Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi.”
(Meryem/28)
Dostları ilə paylaş: |