İki Yol ve İki Dil
Alman ve Fransız yolları, modernleşmenin iki yolu olarak on dokuzuncu yüzyılda en klasik örnekleri Almanya ve Fransa'da görülen gelişmelerden ilhamla politik terminolojiye yerleşmiştir.
Almanca ve Fransızca konuşmak da, siyasi mücadelenin, birbirini tamamlayan ama birbirinden farklı, iki taktiği olarak, Fransız devrimci hareketlerinden ve Alman İşçi hareketinden ilhamla yine politik terminolojiye yerleşmiş kavramlardır.
Alman ya da Prusya yolunda, demokratik kitle hareketleri militer ve bürokratik bir devlet cihazı tarafından ezilir. Ancak bu cellatlar, canını aldıkları bu demokratik hareketlerin vasiyetini, yukarıdan, piç edilmiş, bürokratik yöntemlerle bir şekilde gerçekleştirip bir modernleşmeyi götürürler. En klasik örneği Almanya'da görüldüğü için Prusya veya Alman yolu denilmektedir.
Türkiye'nin şimdiye kadar izlediği yol da bu genel tipin çok özel bir versiyonudur. Ve şu bakımdan klasik örnekten ayrılır:
Prusya devletinin bürokrasisi Alman demokratik muhalefetini burjuvazinin korkaklığı yüzünden ezerken, bir sınıf olarak burjuvaziyi toplumsal ve fiziksel olarak imha etmiyor, sadece onun politik etkisini sınırlıyordu. Onun ekonomik ve kültürel temelleri var oluşunu sürdürüyor ve zaten yukarıdan yapılanlar da bunların gelişimine hizmet ediyordu.
Osmanlıda ise, Ermeni ve Rum burjuvazisi ve halkı; yani demokratik bir gelişmenin ve modernleşmenin bel kemiği olabilecek toplumsal güçler, toplumsal ve fiziksel olarak katliam, sürgün ve mübadelelerle imha ediliyordu. Prusya tipi bir modernleşmenin zayıf da olsa var olan kültürel ve ekonomik temelleri bile yok ediliyordu. Bu yok edilen ulusların malları ise, ya bürokratik cihazın avadanlıklarına, ya ağaların ve taşra bezirganlığının servetlerine, kırıntılar da sıradan Müslüman ahaliye kalıyordu. Böylece Türk modernleşmesi, modernleşmenin temel güçlerini yok eden; modern kültür ve sınıflara karşı bir modernleşme olmak gibi; var oluşu var oluşunun koşullarını ortadan kaldıran absürd bir karakter taşıyordu. Diğer bir ifadeyle de, Türkiye Cumhuriyeti daha doğarken, tüm ulusun bir suç ortaklığının sinik sessizliğiyle; var oluşunun kökündeki korkunç suçu unutma ve unutturma çabasıyla doğuyordu.
Türkiye'deki korkunç derin ve yaygın gericiliğin ve de geriliğin kaynağında bu tasfiye vardır. Anadolu bu katliamlar sonunda ekonomik ve kültürel olarak en az yüz yıl geriye gitmiştir; her türlü toleransın ve demokratik hareketin var oluş koşulu ortadan kalkmıştır.
Nasıl bazı insanlar daha doğarken ruhsal ve fiziksel sakatlıklarla doğarsa, bazı uluslar da ruhen sakat olarak doğarlar. Türk Ulusu, doğuşundaki bu suçu unutmak ve unutturmak için hafızasını yitirmekten başka bir şey yapamazdı. "Harf İnkılabı", kapitalist dünya pazarına daha kolay bir entegrasyon için olduğu kadar ve ondan fazla, bu bilinç altına itiş ve unutmanın bir aracı olarak da bir fonksiyon üstlenmiştir: Sonuç tam bir hafıza kaybı ve toplumsal şizofrenidir.
Klasik Prusya tipinde, demokratik hareketi ezen devlet, ezdiğinin vasiyetini bir şekilde yerine getirir. Türkiye'de de bu olmuştur ama tam anlamıyla alaturka biçimiyle. Türk devleti, yok ettiği Hıristiyan ulusların ve onların burjuvazisinin takvimini, kıyafetini, şapkasını alarak bir bakıma bu vasiyeti yerine getirme işini yapmıştır. Hıristiyan Ulusları yok eden ve bunun için Müslümanlara dayanan Devlet Sınıflarının aynı zamanda, yok ettiği Hıristiyan ulusalar ve burjuvazisinin adetlerini (takvimini, kıyafetlerini vs.) Müslüman ulusa dayatması paradoksunun ardında tarihin bu ironisi vardır. Ama yine gelişmiş Rum ve Ermeni kapitalizmini katlederek ve burjuva gelişimin yerine kapitalizm öncesi bezirganlığı ve ağalığı güçlendirerek, dayattığını karşı direnişi güçlendiren de yine kendisidir.
Türkiye'nin modernleşmesi, modern sınıfların ve kitlenin (Hıristiyan Uluslar) yok edilmesi ve ulusun ve toplumsal yapının değil, Devletin modernleşmesi olagelmiştir hep. Bu, çok özel ve alaturka da olsa, Prusya yoludur. Bu yolu izleyen toplumlarda zerrece mücadele ve demokrasi geleneği kalmaz.
Bir de Klasik örneği Fransa'da görülmüş Fransız yolu vardır. Bunda demokratik muhalefet devrimci bir şekilde gerici iktidarı tasfiye eder. Devrim eski rejimin kalıntılarını dev bir süpürge gibi temizler. Sonradan bir restorasyon olsa bile, öyle ileri gidilmiştir ki, geriye yine de iyi bir ortalama çıkar. Ama esas önemlisi: ezilenler arasında bir mücadele ve demokrasi geleneği yerleşir.
Türkiye'de bu hiç görülmedi. Bunun biraz kenarından geçildiği dönemler olmadı değil. İkinci Meşrutiyet'in ilk ayları; 1920'lerde, çetelerde ifadesini bulan köylü sosyalizminin Ekim Devrimi'nin de etkisiyle gösterdiği cılız canlanma böyleydi. 1960'lardaki ve 70'lerdeki kitle hareketlenmeleri, bir bakıma Fransa'nın 1830 ve 48'lerinin havalarını andırıyordu. Ama bu dalgaların hiç birisi; Devlet sınıflarının o kalesinin duvarlarını yıkmaya yetecek şiddet ve güçte değildi. En son dalga, 1980'lerin sonu ve 90'ların başında Kürdistan'dan geldi. Ama onun da gücü yıkmaya yetmedi.
Kürt ulusunun mücadelesi, şimdi seçimlerde HADEP'in başarılarında ifadesini bulan yeni bir dalgayla ikinci bir yükseliş yaşamaktadır. Bu yükseliş, paradoksal bir şekilde; Türk ulusunun baskı ve inkar politikalarının arkasına geçtiği ve uluslararası alanda, Öcalan komplosunda olduğu gibi, bütünüyle yalnız bırakıldığı koşullarda gerçekleşmektedir. Bu yükselişe, ulusun önderinin düşmanın eline geçmesi gibi ağır darbeler eşlik etmektedir.
PKK'nın silahlı savaşı durdurmasını, Kürtlerin mücadelesinin bitmesi sanan bu devlet, kendi kontrolünde, tepeden ve keyfi bir takım makyajlarla işin içinden çıkacağını sanmıştı. Anlamadığı, PKK'nın silahlı savaşa son vermesinin, HADEP'in seçim başarısında da ilk ifadesini veren Kürt ulusal hareketindeki yükselişe yeni bir itilim ve olanak ve yeni stratejisiyle yeni bir uzun soluk verdiği oldu.
Devlet her zaman olduğu gibi, Kürt sorununda da Prusya yolundan gitmeyi planlıyor ve Öcalan'ın yakalanması ve Silahlı mücadeleye son verilmesinin Kürt Ulusal Hareketinin yenilgisi anlamına geleceğini düşünüyordu. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, seçimlerde ilk ifadesini bulan ulusal uyanış; bizzat o darbelerden aldığı güçle yükselmeye devam edince, Prusya yolu uygulanamaz olmaktadır. Bir demokratik ve ulusal hareketi ezerseniz, diyelim ki, Kürtçe yayını serbest bırakıp kendi korucularınıza yaptırabilirsiniz. Ama ezilmemiş ve uyanışını yaşayan bir ulusal hareket, örneğin Kürtçe yayın serbestisini kendi ulusal ve demokratik muhalefetini güçlendirmek için kullanır. Bu şu demektir: Prusya yolu da tıkanmıştır. Çünkü Kürt Ulusal Hareketi, sanılanın aksine henüz ezilmiş değildir. O halde onu ezmek gerekir? Nasıl?
Savaşın kurallarından biri, savaşı düşmanın istediği değil, kendi istediğiniz koşullarda kabullenmektir. Kürt ulusal hareketi legal mücadele biçimlerini son derece yaratıcı olarak kullanmaya başlamıştı, o halde onları tekrar yasa dışına sürmek ve orada işlerini bitirmek gerekiyor. Bunun için onları Kürt Ulusal Hareketini iyice sıkıştırmak, provakasyonlar yapmak tek çıkar yol kalıyor. Şimdi yaşanan gelişmeler bunlardır. Belediye başkanlarının tutuklanmasına kanlı nevrozlar eşlik ederse hiç şaşmamak gerekiyor.
Modernleşmenin Alman ve Fransız yolları varsa; ezilenlerin mücadelesinde de Almanca ve Fransızca Konuşmak tarzında ifade edilen, iki dil, iki stil, iki meşrep vardır.
Fransızca konuşmak, keskin atılım ve yükseliş dönemlerinin dilidir. Fransız devrimlerinin atılganlığından adını alır. Almanca konuşmak ise, en küçük legal olanaklardan yararlanarak, sabırlıca, karşı tarafı olabildiğince tecrit etmeye, kendi tarafını olabildiğince genişletmeye; güçleri toparlamaya ve hesapsız atılımların yol açacağı bozgunları ve moral bozukluklarını engellemeye yönelik çalışma tarzıdır. Bismark döneminin yasakçılığına karşı yeryüzünün ilk modern partisi Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin, özellikle Sosyalistlere Karşı Yasa dönemindeki mücadele stilinden adını alır.
Kürt Ulusal Hareketi, politikada Fransızca konuşabildiğini zamanında yeterince gösterdi. Şimdi Prusya yolunun yerini Fransız yolunun alabilmesi için, Almanca konuşmayı da aynı şekilde öğrenmesi ve başarması gerekiyor.
Prusya ya da Alman yolunu akamete uğratmak; politikada Almanca'yı iyi konuşmayı gerektiriyor. Almanca konuşmak, her şeyden önce düşmanın istediği alanda savaşı kabul etmemek, tahrikler karşısında soğukkanlılığını korumak; en küçük açık ve yasal olanaktan yararlanmaktır. Kürt hareketi yaratıcılığın nefis örneklerini sunmaktadır. Örneğin yıllardır miting yapılamayan bu ülkede, devlet adamlarının ve siyasilerin ziyaretlerindeki toplantılarını kendi mitinglerine çevirmekte ve mesajını vermektedir.
Karşı tarafı tecrit için gerekli temeli yeni çizgi sunmaktadır. Sorun bunun ete kemiğe büründürülmesidir. Sorun yeni güçlerin harekete geçirilmesidir. İlk elde Batı'nın en az kontroldeki kesimlerine yönelik stratejik açılımlar ile devletin bu saldırısına cevap verilebilir. En az kontrol altındaki kesimler; Kürt yoksullar ve Kadınlardır. Bu güçlerin mücadeleye çekilebilmesi ise, Kürt Ulusal Hareketinin yığınların yaratıcılığına daha fazla olanak sağlamasıyla olur. Bunun ilk koşulu da, bu hareketin legal siyasi parti olarak ifadesi olan, HADEP'in bütün organlara tamamen ya da çoğunlukla kadınların seçilmesi olabilir. Etkinin tam olabilmesi için tamamen daha iyi olabilir. Bu, sadece Kürt ulusal hareketindeki yükselişe yeni bir ivme katmakla kalmaz; sadece devletin manevra alanını daraltmaz; ama aynı zamanda Batı'nın kadın ve yoksullarında, hatta Şehir orta sınıflarında ve aydınlarda yankılara yol açar; Kürt Ulusal hareketinin etrafındaki ölüm sessizliğinin ve tecridin yıkılmasına ve batının üzerindeki ölü toprağının kalkmasına yardımcı olur.
Modernleşmenin Alman yolu, Almanca konuşarak engellenebilir ve Fransız yoluna girilebilir. Politikada Almanca konuşmayı öğrenmeden, Fransızca konuşma başarılamaz.
25 Şubat 2000
(Bu yazı Özgür Politika’nın 28.02.2009 tarihli sayısında yayınlandı.)
Dostları ilə paylaş: |