Yeni Babil: Bir Kültürün Ana Hatları
Constant, Çeviri: Roysi Ojalvo, 4/10/2012/ skopbülten /
Toplumsal Model
Kıtlığı, sömürüyü ya da çalışmayı bilmeyen; kimsenin yaratıcılıkta sınır tanımadığı bir toplumda insanın nasıl yaşayacağı sorusu –bu rahatsız edici, temel soru–, zihinlerimizde şimdiye dek bilinen, mimarlık ya da şehircilik alanında gerçekleştirilmiş olan tüm çevrelerden kökten farklı bir çevrenin imgesini uyandırır. İnsanlık tarihinde böyle bir imgeye örnek olarak gösterilebilecek bir çevre yoktur, çünkü kitleler hiç özgür –özgürce yaratıcı– olmamıştır. Yaratıcılığa gelince, o da şimdiye dek bir insan bireyinin ürettiği şeyden öte bir anlam taşımış mıdır?
Ama yaratıcı olmayan işin tamamen otomatikleştirilebildiğini; üretkenliğin dünyada kıtlık diye bir şeyin artık bilinmeyeceği ölçüde arttığını; toprağın ve üretim araçlarının kamusallaştırıldığını ve dolayısıyla üretimin küresel ölçekte rasyonelleştirildiğini düşünelim. Bunun sonucu olarak da, azınlığın çoğunluk üzerinde baskı kurmaya son verdiğini; diğer bir deyişle Marksist “özgürlük krallığı”nın gerçekleştirilebilir olduğunu farz edelim. Öyle olsaydı, baştaki soruyu derhal yanıtlar ve –şematik de olsa– özgürlük fikrinin hakiki bir özgürlük pratiğine dönüştüğü bir toplumsal model hayal ederdik. Ve burada ‘özgürlük’, birçok alternatif arasından yapılan bir seçimi değil, her bireyin yaratıcı becerilerinin en uygun biçimde gelişmesini ifade ederdi; çünkü yaratıcılık olmaksızın gerçek özgürlük de olamaz. Eğer bilinen tüm toplum biçimlerini tek bir ortak paydada, “faydacılık”ta toplasaydık, bulacağımız model, “oyuncu”[1] bir toplum modeli olurdu. (Bu kelime, her türlü faydadan ve işlevden arındırılmış, yalnızca yaratıcı hayal gücünün ürünleri olan faaliyetleri ifade eder.) İşte böyle bir toplumda insan, en yüksek varoluşsal düzeyine ancak ve ancak bir yaratan olarak erişebilir. (…)
Ağ
Hayat boyu zamanı istediği gibi kullanma; istediği yere, istediği zaman gitme özgürlüğüne sahip olan bir insanın, bu özgürlüğü saatin ve sabit mesken edinme mecburiyetinin hüküm sürdüğü bir dünyada azami ölçüde kullanamayacağı aşikârdır. Homo ludens,[2] öncelikle oyun oynama, macera ve hareketlilik ihtiyaçlarını karşılayacak; hayatını özgürce yaratabileceği koşulları sağlayacak bir yaşam biçimini talep edecektir. İnsanoğlunun başlıca faaliyeti doğal çevresinin keşfi olagelmiştir. Homo ludens, bu çevreyi, bu dünyayı yeni ihtiyaçlarına göre dönüştürmeye, yeniden yaratmaya çalışacaktır. Burada çevrenin keşfi ve yaratımı da iç içe geçecektir; çünkü, keşfedeceği alanı yaratırken homo ludens, aynı zamanda kendi yaratısını keşfetmeye çalışıyor olacaktır. Dolayısıyla artık insanlar; her faaliyet alanında ortaya çıkan, genelleşmiş bir yaratıcılık tarafından sürdürülen kesintisiz bir yaratım ve yeniden yaratım süreci içinde varolacaktır.
Zaman ve mekândaki bu özgürlük, bizi yeni bir kentleşme türüne götürecektir. Nüfusun aralıksız olarak dalgalanmasından kaynaklanan hareketlilik (bu yeni özgürlüğün doğal bir sonucu) şehir ve yerleşim arasında farklı bir ilişki yaratacaktır. Uyması gereken bir zaman çizelgesi ya da sabit bir meskeni olmayınca insan ister istemez, –yapay ve bütünüyle “inşa edilmiş” bir çevreye özgü– bir göçebe yaşam biçimiyle tanışacaktır. İşte bu çevreyi Yeni Babil olarak adlandıralım; ve ekleyelim ki onda geleneksel anlamıyla “şehir”e dair hiçbir şey, ya da neredeyse hiçbir şey yoktur. Şehir, faydacı topluma özgü bir kentleşme biçimidir. Dış dünyanın saldırganlığına karşı tahkim edilmiş bir korunma yeri iken; bir ticaret merkezi haline geldiğinde “açık şehir”e dönüşmüş; makineleşmeyle birlikte ise bir üretim merkezi haline gelmiştir. Öte yandan bu farklı evrelerin hepsinde şehir, belirli bir yaşam biçimiyle oraya kök salmış olan sabit bir nüfusun ikâmet ettiği yerdir. (…) (Yeni Babil’de ise) insanlar arasında a priori bağlar yoktur. Her bir insanın hareketlerinin sıklığı ve izleyeceği yollar, ânında alacağı ve eğer isterse yine ânında vazgeçebileceği kararlara bağlıdır. Bu şartlar altında toplumsal hareketlilik de; anlık ve beklenmedik hareketlerin vurgulandığı kaleydoskopik bir bütünlük görüntüsünü akla getirir: fayda ilkesi tarafından yönetilen ve davranış modelleri hep aynı olan bir toplumsal yaşamın yapılarıyla artık hiçbir benzerlik taşımayan bir görüntüdür bu. (…)
(A)rtık geleneksel yerleşim alanlarında olduğu gibi çekirdeklerden oluşmak yerine, katedilen bireysel ve ortak mesafelere ve sapmalara göre organize olan yeni bir yapının temel özelliklerini çıkarsayabiliriz: birbirine bağlı olan, böylece gelişebilen ve her yöne doğru uzayabilen zincirler oluşturan birimlerden oluşan bir ağ. Bu zincirlerde, hizmetler ve toplumsal yaşamın organizasyonuna ilişkin her şey bulunur. Ağın bağlantı noktalarında ise, tamamen otomatikleşmiş –ve insansızlaşmış– üretim birimleri. (…)
Yeni Babil, hiçbir yerde bitmez (çünkü dünya yuvarlaktır); hiçbir sınır bilmez (çünkü artık ulusal ekonomiler yoktur); hiçbir bütünlük bilmez (çünkü insanlık dalgalanmaktadır). Her yer, herkese açıktır. Artık dünyanın sahipleri için, onun tamamı evdir. Hayat, hep başka görünecek kadar hızlı değişen bir dünyada yapılan sonsuz bir yolculuktur. (…)
[3]
Yeni Babilliler
Yaratıcılık ve saldırganlık. (Yeni Babilliler,) Yeni Babil’in sektörleri arasında yeni deneyimler ve henüz bilinmeyen ambiyanslar arayarak gezinirler. Onlarda turistlerin edilgenliğinden eser yoktur; dünya üzerindeki güçlerinin, bu güçle dünyayı dönüştürebileceklerinin ya da yeniden yaratabileceklerinin tamamen farkındadırlar. Bunun için bir cephanelik dolusu teknik donanımları vardır. Bu donanım sayesinde arzuladıkları değişiklikleri hiç ertelemeden gerçekleştirebilirler. Tıpkı sadece bir avuç boyayla sonsuz bir biçim, karşıtlık ve stil çeşitliliği yaratan ressam gibi, Yeni Babilliler de çevrelerini sınırsızca çeşitlendirebilir; teknik donanımlarıyla onu yenileyebilirler. Bu benzetme, yaratmanın iki yolu arasındaki temel bir farkı açığa çıkarır. Ressam, başka bir insanın tepkileriyle ancak yaratıcı eylem sona erdikten sonra karşılaşan, yalnız bir yaratıcıdır. Yeni Babilliler için ise, yaratıcı eylem aynı zamanda sosyal bir eylemdir: toplumsal dünyadaki doğrudan bir müdahaledir; bu sebeple de anlık tepkilere sebep olur. Bir sanatçının bireysel yaratısı, başkasının gözüne, her türlü dış baskıdan bağımsız biçimde, yalnızlıkta olgunlaşmış bir şey gibi görünür. Ancak çok sonraları, yapıt tartışılmaz bir gerçeklik kazandığında toplumla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Yeni Babilli ise, yaratıcı etkinliğinin herhangi bir ânında diğerleriyle doğrudan temas halindedir. Eylemlerinin her biri umumidir, her biri aynı zamanda başkalarına da ait olan bir ortamda gerçekleşmekte ve anlık tepkilere sebep olmaktadır. Yani bu eylem artık bireysel karakterini yitirmiştir. Ayrıca her tepki, başka tepkileri uyandırabilmektedir. Bu nedenle burada müdahaleler, ancak kritik noktaya ulaşan bir durum “patladığında” ve başka bir duruma dönüştüğünde sonlanan zincirleme tepkiler oluşturur. Bu süreç bir kişi tarafından kontrol edilemez; zaten onu kimin başlattığını ve daha sonra kimlerin ona karışacağını bilmek mühim de değildir. Burada kritik an (doruk noktası), gerçek bir kolektif yaratıdır. Yeni Babil dünyasının ölçü birimi, mekân-zaman çerçevesi; her ânın son ânı izlediği bir ritimdir.
Homo faber’in bakış açısından, Yeni Babil, “normal” insanın her türlü yıkıcı gücün, saldırganlığın her türlüsünün hizmetinde olduğu, belirsiz bir evrendir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, “normallik”, belli bir tarihsel pratiğe bağlı bir kavramdır; bu sebeple de içeriği değişkendir. Psikanaliz “saldırganlığa” hayli önem atfetmiş; bir saldırganlık “içgüdüsü” tanımlayacak kadar ileri gitmiştir. Böylece çalışma alanı kendi varoluşu için savaşan; kadim mücadelesiyle meşgul olan; ve diğer canlı türleri gibi hâlâ bu mücadelenin içinde olan insana indirgenmiştir. Kendi varoluşu için savaşmak zorunda olmayan bir özgür adam imgesinin tarihsel zemini yoktur. Kendini savunma içgüdüsü de insanın ve yaşayan her şeyin en ilkel içgüdülerinden biri sayılmıştır; ve (buna göre) diğer hepsinin ilişkili olduğu da bu içgüdüdür.
Saldırganlık, güç istencinin bir tezahürüdür. Güç istenci ise, öngörü kabiliyeti olan ve varoluşunun tehdit altında olduğu bir dünyada kendisi için korunaklı bir yeri –bir plan uyarınca– düzenleyebilecek olan hayli gelişmiş bir varlığın (insanın) bir özelliğidir. Bu yüzden, insanın saldırganlığı anlık ihtiyaçlarının giderilmesiyle birlikte yok olmaz. Saldırgan davranışların daha endüstrileşmiş ve “zengin” ülkelerde, özellikle de varlıklı sınıflar arasında daha az gerilediği apaçıktır. Fiziksel güvenliğin artışı ile saldırganlığın devamlılığı arasındaki bu çelişkiyi açıklığa kavuşturmak için, belki de kendini savunma güdüsünden başka bir “içgüdünün” daha varlığını kabul etmemiz gerekir: maddi koşullar kendini savunmanın açık bir kendiliğindenliğe dönüştürülmesi için yeterince elverişli olduğunda, ilkel içgüdünün yüceltilmesiyle birlikte beliren yaratıcı içgüdü.
Yaratıcılığın bastırılması üzerine kurulu olan, fakat yine de onun gelişimi için elverişli koşullara sahip olan faydacı bir toplumda yaratıcı bir hayatı gerçekleştirmenin nesnel imkânsızlığı, saldırganlığın neden varoluş mücadelesinden bağımsız olarak da ortaya çıktığını anlamamıza olanak sağlar. Çağdaş toplumda, varlıklı sınıf yaratıcı olma şansına sahip değildir; ve hiçbir şeye sahip olmayan ama gelecekteki özgürlükleri için mücadele veren kitlelerden daha öfkelidir. Bu mücadelelerin amacı, mevcut toplumun dönüştürülmesidir; çatışmanın kendisi bir yaratımdır.
Yaratma içgüdüsü Oyuncu bir toplumun ortaya çıkma ihtimali üzerine düşünürken, her insanoğlunun yaratıcılığını dışavurma ihtiyacı hissettiğini ve bu ihtiyacın temel içgüdüsel biçimlerin yüceltilmesinde ortaya çıktığını varsayıyoruz. Bu ihtiyaç bizim durağan toplumumuzda giderilemez; onun yaratma eylemi yoluyla giderilmesi burada bir potansiyel olmaktan öteye geçemez. Gelecekte yetişkin olacak olan bireyi, toplumda oynayacağı “faydalı” role hazırlayan eğitimin tamamı bu yaratıcı içgüdüyü bastırmaya hizmet eder.
(…) homo ludens eğitimden vazgeçmiştir. O, oyun oynayarak öğrenir.
Faydacı toplumun yapılarına uyum sağlayamayanlar, kendilerini yalnızlığa terk ederler. Bunlar “asosyal” tiplerdir; ve bu terim çok zaman “suçlu” ile eşanlamlıdır. “Suçluluk”, kurulmuş olan sosyal ilişkilerin ihlalini gerektirir... Suç, “suç teşkil eden fiil ”, bu ilişkilerin düzenini bozar ve toplum da buna suçlu kişiyi ortadan kaldırarak karşılık verir. Tamamen farklı bir perspektiften bakıldığında ve “suç teşkil eden fiil”, yüceltildiğinde yaratıcılığa dönüşen öfkeli bir güç istencinin dışavurumu olarak görüldüğünde ise, “suç” da ölü doğmuş bir yaratıcılık girişimi haline gelir. Suçlunun gerçeklik karşısındaki tavrı, sanatçınınkinden daha pasif değildir; çünkü o da verili bir duruma müdahale etmektedir. Fakat yaratıcı eylem, yıkımı ve yapımı bir araya getirir, onlar arasında bir denge sağlar; suçlu ise yıkımdan yanadır. Yine de sanatçının müdahalesi, en azından faydacı toplumun bakış açısından “asosyal” olan bir tavrı sergiler ki bunun etkisini suçunkinden ayırt etmek neredeyse imkânsızdır.
Hiçbir düzenin tanınmadığı Yeni Babil’de toplumsal yaşama şekil veren, sürekli değişen durumların dinamiğidir. Bu dinamik, faydacı toplumda bastırılmış ya da –en iyi ihtimalle– hoşgörülmüş olan güçleri etkinleştirir. Yeni Babil’deki gibi bir yaşamın çağdaş topluma, kısa bir süre için bile olsa empoze edilebileceğini düşünmek, bu nedenle imkânsızdır. (Çağdaş toplumda) toplumsal uzlaşımlar artık tanınmadığında (örneğin bir karnaval sırasında olduğu gibi), yükselen yaratıcılık değil saldırganlıktır: toplumun yaratıcılık üzerine uyguladığı baskıyla doğru orantılı bir saldırganlık.
Yeni Babil’de, saldırganlığın tüm gerekçeleri ortadan kaldırılmıştır. Burada hayat şartları yüceltme için elverişlidir; ve her etkinlik yaratıcılık haline gelmiştir. Var olmanın bu üstün biçimi yalnızca mutlak özgürlüğün olduğu; artık insanın belli bir seviyeyi korumak için mücadele etmediği ve faaliyetlerini daha da yüksek bir seviyeye doğru yönlendirdiği hayatının sürekli yaratımına adadığı bir dünyada mümkündür.
Yeni Babilli Hayatta kalma mücadelesi, insanlığı, genellikle rekabet halinde olan, fakat her zaman –savunması daha güç– büyük gruplar oluşturacak şekilde birleşmeye karşı olan menfaat gruplarına bölmüştür. İnsanların durmaksızın ırklara, kabilelere, uluslara, sosyal sınıflara bölünmeleri de, bu mücadelenin tarihsel koşullarıyla açıklanabilir. Hayatta kalma mücadelesini artık bilmeyen bir toplumda rekabet de, hem birey hem de topluluk düzeyinde yok olur. Engeller ve sınırlar da yok olur. Burada farklı halkların birbirleriyle karışmasının önü açıktır. Böylece ırk ayrımları ortadan kalkar ve halklar yeni bir ırka doğru kaynaşır: Yeni Babillilerin dünya çapına yayılmış olan ırkı.
Yeni Babilli, tam bir eylem özgürlüğünden yararlanır, ama bu özgürlük ancak onun tüm eşitleriylekarşılıklı ilişki içinde olması koşuluyla hayata geçirilir. Tüm insanları kapsayan tek bir çıkar grubuna dayanan oyuncu bir toplum, faydacı toplumu karakterize eden bireysel ya da kolektif çatışmaları bilmez. Çıkar çatışması, rekabet ve sömürü, bu bağlamda, içerikten yoksun mefhumlardır. Yeni Babil halkı, Yeni Babil sakinlerinin tamamını kapsar. Yeni kolektif kültürü yaratan da onların eşzamanlı faaliyetleridir.
Koskoca mesafeleri katettiğinde bile homo faber, sabit bir ikametgâha dönme yükümlülükleriyle sınırlandırılmış bir sosyal mekânda hareket etmektedir. O, “toprağa bağlıdır”. Sosyal ilişkileri, (evini, iş yerini, ailesinin ve arkadaşlarının evlerini de kapsayan) sosyal mekânını tanımlar. Yeni Babilli bu zoraki bağlardan kurtulmuştur. Onun sosyal mekânı sınırsızdır. Artık “köklü” olmadığı için, özgürce dolaşabilir: çok daha özgürce, çünkü içinden geçtiği mekân sınırsızca mekân ve atmosfer değiştirmekte, sürekli yenilenmektedir. Ürettiği hareketlilik ve yönsüzlük, insanlar arası teması kolaylaştırmaktadır. Burada bağlar hiç zorluk çekilmeden kurulur ve bozulur, sosyal ilişkiler kusursuz bir açıklık kazanır.
(…) Yeni Babil kültürünün özü, çevreyi oluşturan unsurlarla oyun oynamaktır. Bu unsurların tümünün teknik kontrolü sayesinde mümkün olan bu oyun, çevrenin bilinçli yaratımıdır. (…)
Davranış biçimleri (…) Sektörler, kendilerinde yer alan faaliyetlere göre sürekli olarak biçim ve atmosfer değiştirir. Hiç kimse daha önce var olana geri dönemez; bir yeri bıraktığı gibi ya da bir imgeyi hafızasında tuttuğu gibi yeniden bulamaz. Burada hiç kimse alışkanlığın tuzağına düşmez.
Alışkanlıklar –ki bunların toplamı sosyal bir “davranış modeli” oluşturur–, faydacı toplumda durağan bir yaşam biçimini öne çıkarır; hepsi de birer otomatizmdir. Yaratıcılığın sürekliliğine dayanan bir hayatın dinamizmi ise, otomatizmi tamamen dışarıda bırakır. Nasıl ki bir sanatçı yapıtlarından bir tanesini tekrar edemez ve etmek istemezse, kendi hayatını yaratan bir Yeni Babilli de tekrarlayan davranışlarda bulunamaz.
Dinamik Labirent
Faydacı toplumda kişi mekânda kendisi için en elverişli yönü bulmak için çaba gösterir (bu, zamanı etkin ve ekonomik kullanmanın garantisidir); Yeni Babil’de ise, macerayı, oyunu ve yaratıcı değişimi artırdığı için yönsüzlüğe ağırlık verilir. Yeni Babil’in mekânı, labirentvari bir mekânın tüm özelliklerine sahiptir; onun içinde hareket verili bir mekânsal ya da zamansal organizasyonun dayatmalarına boyun eğmez. Yeni Babil’in sosyal mekânının labirentvari biçimi, sosyal bağımsızlığın doğrudan ifadesidir.
(…) İnsan sayısının ve insanlar arasındaki ilişkilerin biteviye değiştiği bir sosyal mekânda, bireylerin her biri de her an kendi kişisel ambiyansını değiştirme dürtüsü hisseder. Tüm bu dürtüler bir araya geldiğinde, mekânın düzenlenmesinde bariz biçimde etkin olan bir gücü temsil eder; ve mekânın umumi olduğu Yeni Babil’de bu güç sürekli etkindir. Mekânın tamamı, en beklenmedik etkilere teslim olmuştur. Benzer bir sürecin, eşzamanlı olarak, hem sayıları hem de aralarında yaratılan bağlar değişken olan çoğul mekânlarda, sınırsızca çeşitli biçimlerde ortaya çıktığını da hayal edebiliriz. İşte buradan, ilelebet başka olan uçsuz bucaksız bir sosyal mekânın imgesine ulaşırız: kelimenin en geniş anlamıyla, bir dinamik labirente. (…)
Mekânın yoğunlaştırılması
(…) Burada hayatta başarılı olmak, onu sürekli yaratmak ve yeniden yaratmaktır. İnsan kendine yaraşır bir hayata ancak onu kendisi yaratırsa sahip olabilir. Varoluş mücadelesi yalnızca bir hatıra olduğunda, tarihte ilk kez, insanın hayatının tamamını özgürce geçirmesi mümkün olacaktır. Tam özgürlük içinde, varoluşuna arzularının biçimini verebilecektir. Uyum sağlamakla yetindiği (iyi-kötü ayırt etmeksizin dışsal koşullarına kendini uydurduğu) bir dünya karşısında edilgen kalmak şöyle dursun, kendi özgürlüğünün gerçekleşeceği bir başka dünya yaratmayı arzu edecektir. Hayatını yaratabilmesi için, o dünyayı yaratması da gerekmektedir. Ve bu yaratım da, tıpkı diğeri gibi, ardışık ve kesintisiz bir yeniden yaratımdır.
Yeni Babil sadece Yeni Babillilerin eseri, onların kültürünün ürünüdür. Bizim içinse, sadece düşüncelere dalmamıza ve üzerinde oynamamıza imkân veren bir modeldir.[4]
Dostları ilə paylaş: |