10 E. İhsanoğlu, “Osmanlıların Batı’da Gelişen Bazı Teknolojik Yeniliklerden Etkilenmeleri”, a.g.e., s. 134, 138.
11 OCLT, C. I, s. 108-114.
12 E. İhsanoğlu ve diğerleri, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (OALT), İstanbul 1997, I, s. 416-418.
13 OCLT, C. I, s. 157-160.
14 E. İhsanoğlu, “Batı Bilim ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği Olarak Modern Astronominin Osmanlı’ya Girişi (1660-1860)”, Belleten, 51, (Sayı 217) Aralık 1992, s. 727-774.
15 E. İhsanoğlu, Büyük Cihaddan Frenk Fodulluğuna, s. 115-118.
16 S. Aydüz, “Davud Antakî”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, I, s. 368-369.
17 Esin Kahya, Şemseddîn-i İtakî’nin Resimli Anatomi Kitabı, Ankara 1996; S. Aydüz, “Şemseddin İtakî (Şirvanlı)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, II, s. 580.
18 N. Sarı-. M. B. Zülfikar, “The Paracelsusian Influence on Ottoman Medicine in the Seventeenth and Eighteenth Centuries”, 157-179.
19 S. Aydüz, “İbni Sellum”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, I, s. 609-610.
20 S. Aydüz, “Ömer Şifaî”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, II, s. 429.
21 N. Sarı-M. B. Zülfikar, “The Paracelsusian Influence on Ottoman Medicine in the Seventeenth and Eighteenth Centuries”, Transfer of Modern Science & Technology to the Muslim World, ed. E. İhsanoğlu (İstanbul, 1992), 157-179.
22 M. Bedizel Aydın, “Atâullah Efendi (Şanizâde)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, I, s. 269-270.
23 OALT, C. I, s. 340-345.
24 Salim Aydüz, Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bilim Tarihi Bölümü, 1994; aynı yazar., “Mehmed b. Ahmed (Müneccimek)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, II, s. 111.
25 E. İhsanoğlu, “Introduction of Western Science to the Ottoman World: A Case Study of Modern Astronomy (1660-1860)”, Transfer of Modren Science and Technology to the Muslim World: Proceedings of the International Symposium on “Modern Science and the Muslim World”, Ekmeleddin İhsanoğlu, editör, İstanbul, Research Centre for Islamic History, Art and Culture, 1992’nin içinde, s. 67-120: aynı yazar, “Batı Bilimi ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği olarak Modern Astronominin Osmanlıya Girişi”, Belleten, C. 51, sayı. 217, Aralık 1992, Ankara, s. 727-774.
26 OALT, II, s. 530-536.
27 Mehmet İpşirli, “Lâle Devri’nde Teşkil Edilen Tercüme Heyetine Dâir Bazı Gözlemler”, Osmanlı İlmî ve Mesleki Cemiyetleri (haz. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1987, s. 33-42.
28 Salim Aydüz, “Ahmed Dede (Müneccimbaşı)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, I, s. 115-117.
29 Kuttinus, Osmanlı tebasından olup Karaferyede doğmuş, Roma’da eğitim görmüş, daha sonra Padua Üniversitesi’nde felsefe öğretmiştir. Selanik Metropolitliğinde bulunmuştur; Mahmut Kaya, “Some Findings on Translations Made in 18th Century from Greek and Es’ad Efendi’s Translation of the Physica”, Transfer of Modern Science and Technology to the Muslim World (ed. E, İhsanoğlu), İstanbul 1992, s. 385-391.
30 Mahmut Kaya, a.g.m., 387.
31 Çelebizâde Âsım, Târih, İstanbul 1282, s. 358 vd.
32 M. İpşirli, a.g.m.,
33 Salim Aydüz, “Lâle Devri’nde Yapılan İlmî Faaliyetler (1718-1730)”, Dîvan İlmî Araştırmalar Dergisi, 3 (1997/1), s. 143-170; aynı yazar, “Bilimsel Faaliyetler Açısından Lale Devri”, İstanbul Armağanı IV: Lale Devri, (yay. Haz. M. Armağan), İstanbul 2000, s. 159-193.
34 İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, Ankara 1992.
35 Osmanlı İmparatorluğu’nda askerî sahada yenileşme hareketleri ve Mühendishânelerin 1808 yılına kadar olan durumu hakkında bkz. Mustafa Kaçar, Osmanlı Devleti’nde Bilim ve Eğitim Anlayışındaki Değişmeler ve Mühendishânelerin Kuruluşu, İstanbul 1996. [Basılmamış Doktora Tezi. İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümü]. Humbaracı Ocağı’nda başlatılan yenilik hareketleri ve Comte de Bonneval’in faaliyetleri için bkz. aynı yazar, “Osmanlı İmparatorluğunda Askeri Sahada Yenileşme Döneminin Başlangıcı”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, Yay. Haz. Feza Günergun, İstanbul 1995, s. 209-225.
36 Frédérik Hitzél, “Défense de la Place Turque d´Oczakow par un Officier du Génie Française (1787)”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, yay. haz. Mehmet Sağlam, Samsun 1990, s. 639-655.
37 M. Kaçar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri Teknik Eğitimde Modernleşme Çalışmaları ve Mühendishanelerin Kuruluşu (1808’e kadar)”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları II, Yay. haz. Feza Günergun, İstanbul 1998, s. 69-137.
38 M. Kaçar, aynı yer.
39 M. Kaçar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri Teknik Eğitimde Modernleşme Çalışmaları ve Mühendishanelerin Kuruluşu (1808’e kadar)”; Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane, Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi (1776-1826), İstanbul 1995.
40 V. Z. Dümer, “Mühendishâne-i Berri-i Hümayun”, Türk Ansiklopedisi, cilt XXV, s. 15-19.
41 Ali İhsan Gencer, Türk Denizcilik Tarihi Araştırmaları, İstanbul 1986, s. 54-70.
42 E. İhsanoğlu, Başhoca İshak Efendi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.
43 Nuran Yıldırım, “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopesidi, C. V, s. 376.
44 E. İhsanoğlu, “Dârülfünun Tarihçesine Giriş (II), Üçüncü Teşebbüs: Dârülfünun-ı Sultânî”, Belleten, cilt LVII, sayı 218 (Nisan 1993), s. 216-223.
45 E. İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Müesseseleri”, s. 292-295.
46 E. İhsanoğlu, “Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim ve Eğitim Anlayışı”, 150. Yılında Tanzimat (Yay. Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1992, s. 359-360.
47 E. İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”, s. 295-297.
48 Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Belleten, C. XXVIII, sayı 112, (Ankara 1964), s. 612-613, 619.
49 E. İhsanoğlu “Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim ve Eğitim Anlayışı”, s. 359-360.
50 E. İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”, s. 322-330.
51 E. İhsanoğlu “Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim ve Eğitim Anlayışı”, s. 371-373.
52 E. İhsanoğlu, “Dârülfünun Tarihçesine Giriş, İlk İki Teşebbüs”, Belleten, LIV (210), s. 669-738, 1990.
53 E. İhsanoğlu, “Darülfünun Tarihçesine Giriş (II), Üçüncü Teşebbüs: Dârü’l-Fünûn-ı Sultanî”, Belleten 57, no. 218 (Nisan 1993): 201-240.
54 Dârülfünûn için bk. E. İhsanoğlu, “Dârülfünun”, DİA, VIII, (İstanbul 1993), s. 521-525; aynı yazar, “Dârülfünun”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, (İstanbul 1994), s. 559-562; aynı yazar, “Dârülfünûn: Mefhum ve Müessese Olarak Sultan II. Abdülhamid Dönemine Kadar Gelişmesi”, Sultan II. Abdülhamid ve Devri Semineri: 27-29 Mayıs 1992 (ayrı basım), İstanbul 1994, s. 173-190; aynı yazar, “The Genesis of ‘Darulfünun’: An Overview of Attempts to Establish the First Ottoman University”, Historie Économique et Sociale de l´Empire Ottoman et de la Turquie (1326-1960): Actes du Sixième Congrès International Tenu à Aix-en-Provence du 1er au 4 Juillet 1992, ed. Daniel Panzac, Paris 1995, s. 827-842.
55 Sevtap İshakoğlu-Kadıoğlu, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Tarihçesi (1900-1946), İstanbul 1998.
56 Horst Widmann, Atatürk Üniversite Reformu (çev. A. Kazancıgil-S. Bozkurt), İstanbul 1981; Ali Arslan, Dârülfünûn’dan Üniversite’ye Geçiş, İstanbul 1995.
57 Sevtap İshakoğlu-Kadıoğlu, “1900-1946 Yılları Arasında, Darülfünun ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları I (yay. Haz. F. Günergun), İstanbul 1995, s. 227-283.
58 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı Türkiyesi’nde Kültür ve Bilim Hayatında Tüzel Kişiliğin Gelişmesi ve Teşkilatlanmanın Başlaması” (The development of juristic personalities in the cultural and scientific life in Ottoman Turkey and the start of organization), Erdem; Aydın Sayılı Özel Sayısı I 9 (25), (May 1996), 265-292; aynı yazar, “Genesis of Learned Societies and Professional Associations in Ottoman Turkey”, Archivum Ottomanicum, 14 (1995-1996), 161-189.
59 İhsanoğlu, “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı…”, s. 21-23.
60 İhsanoğlu, “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı…”, s. 6-10.
61 E. İhsanoğlu, “19. Asrın Başlarında Tanzimat Öncesi Kültür ve Eğitim Hayatı ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi Olarak Bilinen Ulemâ Grubunun Buradaki Yeri”, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri 1. Millî Türk Bilim Tarihi Sempozyumu 3-5 Nisan 1987 (yay. Haz. E. İhsanoğlu), İstanbul 1987, s. 43-47.
62 İhsanoğlu, “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı…”, s. 10-20; Ekrem Kadri Unat, “Osmanlı Devleti’nde Tıp Cemiyetleri”, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri 1. Millî Türk Bilim Tarihi Sempozyumu 3-5 Nisan 1987 (yay. Haz. E. İhsanoğlu), İstanbul 1987, s. 85-110.
63 E. İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Müesseseleri”, ODMT II, s. 353-354.
64 Ekmeleddin İhsanoğlu ve diğerleri, Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (OMLT), İstanbul 1999, C. I, s. 266-272.
65 1832’de Vidin’de doğdu, Mühendishane-i Berrî-i Humâyun ve Askerî İdadî’de okudu. Daha sonra Harbiye’ye girdi. Mezuniyetinden sonra çeşitli idarî görevler üstlendi. 1883-1890 yıllarında Washington elçiliğinde görev yaptı. Daha sonra İstanbul’a döndü ve 1892 yılında müşir (mareşal) oldu. 1901 yılında İstanbul’da öldü. Bk. OALT, C. II, s. 686-687; OMLT, C. II, s. 401-404.
66 Sâlih Zeki 1864 yılında İstanbul’da doğdu. Darüşşafaka’da tahsilini tamamladıktan sonra, 1887 yılında Paris’e gönderildi. Yurda döndükten sonra mühendis olarak çalıştı. Dârülfünun’da matematik, astronomi ve fizik müderrisi oldu. Bu bölümlerin kurulmasında büyük emeği geçti. 1895 yılında A. Coumbary’nin yerine İstanbul Rasathanesi müdürlüğüne tayin edildi. 1913 yılında Dârülfünun Reisi oldu. 1921 yılında da vefat etti. Celal Saraç, Salih Zeki Bey Hayatı ve Eserleri, yay. haz. Yeşim Işıl Ülman, İstanbul 2001, OALT, C. II, s. 707-709; OMLT, C. II, s. 460-471.
67 E. İhsanoğlu, “Modernization Efforts in Science, Technology and Industry in the Ottoman Empire (18-19th Centuries)”, The Introduction of Modern Science and Technology to Turkey and Japan: International Symposium October 7-11, 1996, ed. Feza Günergun, - Shigehisa Kuriyama, Tokyo: International Research Center for Japanese Studies, s. 15-35; aynı makalenin başka bir baskısı için bk. “Modernization Efforts in Science, Technology and Industry in the Ottoman Empire (18-19th centuries)”, The Scientific Thought in the Modern Greek World 18th-19th Century, Athens 1998, s. 45-67.
Yenileşme Döneminde Türk Dili
Doç. Dr. Musa Duman
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
onuya başlamadan önce şu hususu vurgulamamız gerekiyor. Burada, Türkçenin tarihî süreç içinde geçirdiği fonolojik ve morfolojik özellikler söz konusu edilmemiş, değerlendirmeler kelime hazinesi ile ifade şekillerinin değişmesi dikkate alınarak yapılmıştır. O bakımdan okuyucu bu yazıda, konusu içinde önemli, ancak genel dil gelişmesinin izlenmesinde ayrıntı sayılabilecek hususlar için değerlendirme beklememelidir.1 Tanzimat Devri öncesini özetleyen genel değerlendirmeden sonra bu çalışmada, Tanzimat Devri’nden itibaren yenileşme döneminde dil ve dil konulu tartışmalar, alfabe tartışmaları ve bu konularda yapılan çalışmalar söz konusu edilecektir.
Tanzimat Devri Öncesi Genel Değerlendirme
Dil, her toplumda olduğu gibi bizde de bazen sadece bir anlaşma vasıtası olarak, bazen de bir sanat maddesi ve aynı zamanda bir düşünce vasıtası olarak değerlendirilmiştir. Türkçenin geçirdiği tarihî merhaleleri bu noktadan değerlendirdiğimizde Batı Türkçesinin, daha dar anlamıyla Anadolu Türkçesinin gelişme sürecini şu şekilde şematize etmek mümkündür:
1. Kuruluş devresinden başlayarak Klâsik Osmanlı Türkçesi Devresi’ne kadar süregelen ve Eski Anadolu Türkçesi veya Beylikler Dönemi Türkçesi diye adlandırdığımız devre, dilin/Türkçenin bir anlaşma vasıtası olarak telakki edildiği ve bu anlayışa uygun eserlerin meydana getirildiği devredir. Gerek telif edilen gerekse tercüme yoluyla Türkçeye kazandırılan eserlerin dili bu dönemde halk kesiminin kolaylıkla anlayabileceği biçimde olabildiğince sadedir.2 Bazı kitap adları, dinî terimler ve kalıplaşmış ifadeler dışında yabancı gramer unsurlarına pek rastlanmaz. Dinî, felsefî konulu ve bilimsel pek çok eser eğitici maksatla kaleme alınmış olduğundan hedef kitlenin özellikleri dikkate alınarak yazılmışlardır. Edebî türde yazılmış
eserler de dil unsurları bakımından eğitici maksatlı manzum ve mensur eserlerin özelliklerini taşırlar.
Eski Anadolu Türkçesi Dönemi diye adlandırılan Batı Türkçesinin kuruluş döneminde, Anadolu’da bir bakıma Türk siyasî teşekkülünün de başlangıç dönemi olduğundan dil ile siyasî yapı arasındaki mesafe henüz birbirine çok uzak değildir. Arapça ve Farsça eserler de bulunmakla beraber,3 Beylikler sınırları içinde yazılan dinî, edebî ve bilim konulu Türkçe eserler hep bu özelliği taşırlar. Özellikle mensur eserlerde, giriş cümlelerinde (sebeb-i telif) ifade edildiği üzere, eserin daha geniş kitlelere faydalı olmasını sağlamak, halkı eğitmek maksadı gözetildiğinden dil de muhatap kitlenin özelliğine göre sade ve anlaşılır olmuştur.
Gerçi aynı dönem yazarları arasında Türkçe yazdığı için bir mahcubiyet içinde gözüken müellifler de yok değildir. Bunun sebebinin, Türkçenin o devrede henüz sanat dili olarak yaygınlık kazanmayıp “avam” dili sayılması olduğu anlaşılıyor. Bunlar arasında, XIV. asırda Aşık Paşa’nın Garipnâme4 adlı eserine başlarkenki şu ifadeleri bu durumu açıklıkla ortaya koymaktadır:
Ve şimdi şöyle bil kim bizüm zamânumuzda halkuñ çokı idrâk-i ma’ânî nice kim gerekdür idemez ve besâtîn-i ma’rifetden bir gül direbilmez ve bülbül avâzın gülistân içinde işidemez. Zarûret iktizâ etdi kim bir kitâb Türk dilince tertîb ola ve bir kac lafz-ı manzûm ol tertîb üzre düzele, tâ nef’i ‘âm ve hâssa irişe. Şiir:
Gerçi kim söylendi bunda Türk dili
İllâ ma’lûm oldı ma’nî menzili
Çün bilesin cümle yol menzillerin
Yirmegil sen Türk ü Tacük dillerin
Aşık Paşa’nın yaklaşık 12 bin beyitlik muazzam eserini son derece akıcı, sanatkârâne ve sade bir üslûpla aynı Türkçe ile yazmış olduğu unutulmamalıdır.
Bu dönemde Türk coğrafyasında şüphesiz Arapça ve Farsça eserler de yazılmıştır. Ancak Türkçe de bu iki dilden ayrı, müstakil bir dil olarak vardır. Anadolu coğrafyasındaki Türk varlığının eğitim talebi ve aydınların halka varma ihtiyacı bir bakıma Türkçenin yazı ve sanat dili olarak gelişmesine uygun zemin hazırlamıştır diyebiliriz.
2. Sanat kudretini göstererek edebiyat çevrelerinde söz sahibi olmak maksadıyla eserler ortaya konmakla bu türlü eserlerin dilinde de tabiîlikten ve sadelikten uzaklaşma görülmeye başlar. İmparatorluğun siyasî gelişmesine paralel biçimde dilin de siyasî yapının unsurlarının çeşitliliğini barındırdığı söylenebilir. Diğer yandan bu durum, Türkçeye geniş bir coğrafyaya yayılma imkânı da sağlamış olur.5
Tercüme ve telif bütün eserlerde görülen bu durum, 15. asrın sonlarından itibaren ve özellikle 16. asrın başlarından itibaren edebî maksatla kaleme alınan eserlerin dilinde Arapça ve Farsça gramer unsurlarının artmasıyla değişmeye, eserlerin cümle kurgusu sade yapılı cümle görüntüsünden uzaklaşmaya başlar.
Yazarlar daima “sanat” ve “yarar” olmak üzere iki temel amaç gütmüşler, ustalık göstermek istedikleri zaman sanat diliyle, halkı eğitmek ve yararlı olmak istedikleri zaman da sade ve anlaşılır Türkçeyle yazmışlardır. Münâzara-i Bahâr u Şitâ adlı eserini sanat kudretini göstermek için, Nefehâtü’l-Üns çevirisini ise halka yararlı olmak için yazmış olan XVI. yüzyıl müellifi Lâmi’î Çelebi bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.6
Eski Anadolu Türkçesi devresinden sonra, Klâsik dönemdeki eserlerin dili bir bakıma yıllara ve müelliflere göre değil de konu ve muhatap kitleye göre değişmiş, bu keyfiyet son dönemlere kadar devam etmiştir.
Eski nesir örnekleri topluca göz önünde bulundurulduğunda başlangıcından Tanzimat Devri’ne kadar olan süreçte Türk nesrinin birbirine paralel üç ana kolda gelişmiş olduğu görülür:
a. Halkın konuştuğu dili esas alan sade nesir.
b. Temel cümle kuruluşu Türkçe olduğu hâlde Arapça ve Farsça kelime ve gramer unsurlarının fazlaca kullanıldığı, söz sanatlarına da yer veren süslü nesir.
c. Arapça ve Farsça gramer unsurlarına yer vermekle beraber sanat kaygısı güdülmeksizin telif edilmiş olan ve kısmen sade nesrin özelliklerini de taşıyan orta nesir.7
Bu üç çeşit içinde orta nesir, Osmanlı Devri Türk dilinin ana gövdesini teşkil eder. Tanzimat Devri sonlarında Recâîzâde Mahmut Ekrem Ta’lîm-i Edebiyat’ta eski ve yeni ediplerin eserlerini sade, müzeyyen ve âlî olarak sınıflandırmıştı.8
Esasen nazım dili de benzer şekildedir ve aynı divanda nesirde söz konusu edilen dil çeşitliliğinin örneklerini görmek mümkündür. Divan şiirinin en önemli şairlerinden Baki’nin (1526-1600) yedi bent hâlinde yazdığı meşhur Kanuni mersiyesinin farklı bentlerinden alınma şu üç beyit bu durumu güzel bir şekilde örneklendirmektedir:
1. bent: Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâkey hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng.
2. bent: Kemter gedâyı az atâsı kılardı bay
Bir lütfı çok, mürüvveti çok pâdişâh idi.
4. bent: Gül hasretinle yollara dutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksün intizâr.
Osmanlı Türkçesi devresinin ana gövdesini teşkil eden orta dilli eserlerin Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi Devresi’nin sonlarından itibaren farklılaşan ve bir bakıma imparatorluğun kültür dili (yazı dili) hâline gelen bir mecra görüntüsündedir. Bu mecradan ayrı, bir yandan eski özelliğini sürdüren bir kol ile Arapça ve Farsça dil unsurlarının fazlaca yer aldığı süslü ve ağdalı bir başka kol da varlığını devam ettirir. Klâsik dönemde dil genel anlamda bu üç kolun temsil edildiği ayrı mecralarda akıp gelir. Bu açıdan nesir dili ile şiir dili arasında bir farklılıktan söz edilemez.
Bu durum 19. asrın ortalarına kadar çok çeşitli eserlerde farklı biçimlerde görülerek seyrini devam ettirmiştir.
Tanzimat Dönemi’yle birlikte, hatta biraz daha önce başlayan sadeleşme/yenileşme çalışmaları, ayrı mecralardan akıp gelen bu kolları birleştirme gayretleri hâline dönüşür. Hedef süslü ve ağdalı edebî yazı dilidir. Bu hedefi gerçekleştirmek için yapılanlar, her hâliyle sunîliğe sapmadan, doğal şartlarında gelişip süregelen malzemeleriyle her alanda yeni bir edebî dilin/yazı dilinin oluşturulması çalışmaları şeklindedir.
Tanzimat Devri’nde Dil
Dil Konularında Yapılan
Çalışmalar, Tartışmalar
Tanzimat Devri’nde dil inkılâbını siyasî, sosyal, iktisadî ve fikir inkılâplarıyla birlikte düşünmek gerekir. Edebiyat alanındaki değişimin de bir bakıma yürütücü vasıtası olan dildeki yenileşme her şeyden önce düşünce sistemindeki değişimle birlikte ele alınmalıdır. İslâmî düşünce tarzının ortaya koyduğu edebiyat ve bu edebiyatın eserlerinde oluşan edebî dil, hem şiirlerde hem mensur eserlerde bu dönemde terk edilmeye başlanmış, Avrupaî tarz düşünüşün örneklerini ortaya koymak için dil kullanımında da yenileşme zarureti ortaya çıkmıştır.
O bakımdan dilde yenileşme çalışmaları sadece edebî, ilmî, resmî vb. bir veya birkaç alana münhasır kalmamış, Tanzimat anlayışının her alanda toplumsal bir yenileşme hareketi olması hasebiyle dilin vasıta olarak kullanıldığı bütün alanlarda yürütülmüştür.
1839’da Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu adıyla ilân edilen Tanzimat Fermanı, bir bakıma, daha II. Mahmut’un saltanatı yıllarında hız kazanan değişim hareketinin bir resmî belge hâlinde duyurulması demekti. Tanzimat ilânına gelmeden Akif Paşa, Mustafa Sami Efendi gibi daha pek çok devlet ricali ve aydın kimse Batılı düşünüşün ve Tanzimat fikrinin savunucuları olarak Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’nu ve bunun mimarı olan Mustafa Reşit Paşayı hazırlayan fikrî ve siyasî ortamın yaratıcıları idiler.9 Öte yandan III. Selim’in askerî ve siyasî icraatları yanında resmî dil konusunda yaptığı önemli değişiklikleri ve II. Mahmut’un yaptıklarını resmî dilin (hatt-ı hümâyûnların, fermanların dilinin) sadeleşmesi hususunda önemli bir merhale saymak gerekmektedir.10 III. Selim’in ordu kumandanlarından birine yazdığı şu fermanda kullandığı dil, kendinden öncekilere göre kalıp ifadelerden uzak oldukça sadedir:
“Kaymakam Paşa,
Ordu-yı hümâyûnumdan gelen tahrîrât hülâsâ, manzûr-ı şâhânem olmuşdur. Bunlara ne gûne cevâb ve ne gûne rey muktezîdir? Mukaddem ahvâl-i sefere âşinâ değilim gibi derdim. Kaldı ki sefer demek şiddet demek değil cümleye ma’lûm. Akçe ve zahîre şimdi bunlarda kıllet var diye durup durmak olmaz. Düşman ne derse müsâade eylemek din ve devlete yakışık değil. Eğer benden cevâb isterseniz rahat ve cem’-i mâl hülyâsını kurmadım. Sizden rey lâzım, benden re’yi tenkît lâzım. Cümleniz bir araya gelüp hazîne nereden hâsıl olur ve nereye sarf olunur mülâhaza eyle
yüp dininiz gibi söyleyesiz. Devlet-i aliyye seferlerinde ne vakitde hazîne-i külliyye ile sefer olunmuş pederim merhûmdan mâ’adâ? Ol dahi nice olduğundan ibret alasız. Bu husûsların cümlesi sizden matlûb-ı şâhânemdir” (7 Şaban, 1203).11
II. Mahmut’un 14 Mayıs 1839 tarihinde Mekteb-i Tıbbıyye-i Şâhâne’nin açılışında yaptığı konuşma metninden aldığımız aşağıdaki parça, ana dille eğitimin önemini vurgulayan devlet anlayışını öne çıkarmakta ve dilde sadeleşme anlayışının devletin resmî bir görüşü hâline gelmeye başladığının güzel bir örneğini teşkil etmektedir:
“Çocuklar!
İşbu ebniye-i âliyyeyi mekteb-i tıbbiyye olmak üzere teşkîl ve tertîb ederek “Mekteb-i tıbbiyye-i adliyye-i şâhâne” tesmiye etdim. Ve burada bakâyi-i sıhhat-i beşeriyye hizmet-i azîzesine muvâzebet olunacağından, bu mektebi sâir mekteblere tercîh ve takdîm eyledim…. Bizim ise gerek asâkir-i şâhâne ve gerek memâlik-i mahrûsamız için etıbbâ-i hâzıka yetişdirüp hıdemât-ı lâzımede istihdâm ve diğer tarafdan dahi fenn-i tıbbı kâmilen lisânımıza alıp kütüb-i lâzımesini Türkçe tedvîne sâ’y ü ikdâm etmeliyiz.
Sizlere Fransızca okutmakdan benim murâdım Fransızca lisânı tahsîl etdirmek değildir. Ancak fenn-i tıbbı öğretüp rifte refte kendi lisânımıza almakdır. Ve ondan sonra memâlik-i mahrûsa-i şâhânemin her bir tarafına Türkçe olarak neşreylemekdir. Bu adamı (Doktor Ambros Bernard) sizin için mahsûs celb etdim. Kendisi gâyet müsta’id bir adamdır. Avrupa’nın birinci derecedeki hükemâsındandır. İşte bu adamdan ve sâir hocalarınızdan ilm-i tabâbeti tahsîle çalışın ve tedrîcen Türkçeye alıp lisânımız üzere tedâvülüne sa’y eyleyin. Zîrâ etıbbâ sıfatıyla memâlik-i ecnebiyyeden bir takım mechûlü’l-ahvâl eşhâsın gelmesinden ve şuraya sokulmasından hoşnûd ve memnûn değilim….”12
Bu tarihten yaklaşık otuz yıl sonra, tıp öğretiminin Türkçe yapılması maksadıyla 1283 (1866) yılında Cemiyyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye kuruldu. Bir yıl sonra da Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye (1867) kuruldu ve bu mektepte yalnızca Türkçe ders verilmesi kararlaştırıldı.13 Hüseyin Avni Paşa’nın seraskerliği sırasında Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî (Yüksek Askerî Şûrâ) 16 Eylül 1286 (1870) tarihli toplantısında Askerî Tıbbiye’deki dersleri de Türkçeleştirme kararı aldı.14
Tıbbî eserlerin dilinde ve tıp terminolojisinde de sistemli Türkçeleşme çalışmalarının yapıldığını görmekteyiz. XIX. yüzyılın büyük tıpçıları Şânîzade Mehmed Atâ’ullah Efendi 1227’de (1812) telif ettiği Mi’yâru’l-Etibbâ ve Behçet Mustafa Efendi (ö. 1250/1834) İtalyan fizyoloji bilginlerinden Antonio’nun Usûl-i Nazariyye’sinin birinci bölümünü tercüme ettiği Tercüme-i Fizyoloji adlı eserlerinde sade dil kullanmışlar, Türkçe terimlere yer vermişlerdi.15 Aslında halk tabâbetine dayanan eserler, Eski Anadolu Türkçesi devresinden beri sade dilli idiler,16 ancak başlangıçta Avrupaî tarzda gelişmiş tıbbın terminolojisinin karşılıkları bu eserlerde aranmadığı için ve daha önemlisi Fransız sistemine gö
re kurulduğundan Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’de derslerin Fransızca okutulması mecburiyeti doğmuştu.
Cemiyyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye bünyesinde yapılan çalışmalarla tıp terimlerini ihtiva eden Lügât-ı Tıbbiyye adıyla bir eser telif edildi. Hacı Ali Paşa gibi bazı tıpçılar terminolojide Arapça kelimelere döndülerse de Lügât-i Tıbbiyye bundan sonra pek çok tıp konulu çalışmaya kaynaklık etmiştir.17
Dostları ilə paylaş: |