Yenileşme Döneminde


Atatürk Dönemi Ve Atatürk İnkılâpları / Prof. Dr. Yücel Özkaya [s.449-497]



Yüklə 6,62 Mb.
səhifə32/52
tarix17.11.2018
ölçüsü6,62 Mb.
#83182
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   52

Atatürk Dönemi Ve Atatürk İnkılâpları / Prof. Dr. Yücel Özkaya [s.449-497]

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesi / Türkiye

Giriş

4 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla Türk milletinin cephelerdeki varlık-yokluk mücadelesi sona ermişti. Her ne kadar Fransızlarla Adana-Mersin demir yolu, dış borçlar, misyoner mektepleri; İngilizlerle Musul meselesi ve Yunanlılarla iskân anlaşmazlığı gibi meselelerin hâlli daha sonraya bırakılmış ise de bu asıl durumu değiştirmiyordu. Zaman içinde bu anlaşmazlıklar da ortadan kaldırılmıştı.



Anlaşmayı takiben Türkiye asırlardır tazyiki altında bunaldığı ve zaman zaman da çok müşkül durumlara düştüğü Batı karşısında güçlü olabilmek ve varlığını koruyabilmek için harp cephesindeki mücadelesini, iktisat, kültür, eğitim ve idare sahasında devam ettirmişti. Atatürk devrindeki (1923-1938) bu büyük mücadelenin ve çok hızlı icraatın temelinde devlet yapısını ve milletin varlığını, bir daha Batı karşısında benzer müşkül durumlara düşmeyecek bir seviyeye yükseltmek kararlılığı bulunuyordu.

Bu bakımdan bu on beş senenin belli başlı icraatının, sadece satırbaşlarıyla sıralanması bile, yapılan işlerin genişliğini göstermeğe kâfidir. Ancak bu devrin tam bir tablosu büyük taarruzun başarıya ulaşmasından itibaren yapılanları da dâhil etmek suretiyle çizilebilir.

1. İç Olaylar ve İnkılâplar

1.1. Saltanatın Kaldırılması
(1 Kasım 1922)

30 Ekim 1922 Pazartesi günü, Meclis saat 17’de kapalı bir toplantı yapmaktaydı. Rasih Kaplan’ konuşmasında “Babıâli ve Padişahın dayandığı istilâcı kuvvetlerin pek yakında yıkılıp

gittiğini göreceğiz” demişti. İkinci grup ise, Tevfik Paşa’nın konferansa katılmak teklifinin reddedilmesini öneren bir takrir vermişti. 30 Ekim 1922 günü karar alınamamış ve çoğunluğun sağlanması için toplantı 1 Kasım’a ertelenmişti.

1 Kasım günü yapılan konuşmalar sonunda netice alınamayacağını anlayan Mustafa Kemal, müşterek encümene karar ve isteğini yazdırmıştı. Takrir o gün kânûn haline getirilmiş ve oy birliği ile saltanatın kaldırılması kabul edilmiştir.1 Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nu 16 Mart 1923’te çıkararak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başka hükûmet şekli tanımayacağı ilân edilmişti.

TBMM, Padişahlığa son verdikten sonra, İstanbul’daki idarî kadrolar Refet Bey’e (Refet Paşa), Millî Hükûmetin emrine girdiklerini söylemişler ve İstanbul il olarak Ankara Hükûmeti’ne bağlanmıştır.2

1.2. İzmir-Türkiye İktisat Kongresi
(17 Şubat 1923/4 Mart 1923)

İktisat Vekili Mahmut Esat Bey “Türkiye İktisat Kongresi İktisat Vekâleti’nin teşebbüsü ve isteklendirmesi ile toplantıya çağrılmıştır. Vekiller Heyeti’nin kararı yoktur. Memleketimizin iktisatçılarının bir araya gelmesindeki ihtiyacı duyup, 21 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’den bir telgraf çekerek; meslek adamlarını dinlemek ve dileklerine göre bir ekonomik programı düzenlemek gereklidir” demekteydi.

Türkiye İktisat Kongresi, 17 Şubat 1923’te 1135 temsilcinin katılmasıyla saat on buçukta açıldı. Beş yüzü kadın olmak üzere, üç binden fazla dinleyici vardı.

Atatürk yapmış olduğu konuşmada “Bence, yeni devletimizin, yeni hükûmetimizin bütün temelleri, bütün programları İktisat Programı’ndan çıkmalıdır. Çünkü her şey bunun içindedir. Böylece, esaslı bir hükûmet programı yapıp uygulamak ve bu program üzerinde bütün milleti ahenkli olarak çalıştırmak gereklidir” dedikten sonra, bir iktisat programının yapılmasına değinmiştir. Daha sonra İktisat Vekili Mahmut Esat Bey bir konuşma yapmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, Kongre’nin tabiî başkanı idi, fakat o akşam Ankara’ya dönecekti. Kongre Başkanlığı’na, Kâzım Karabekir Paşa seçildi. Tüccar, sanayici, çiftçi ve işçi gruplarından da birer başkanvekili seçildi ki, bunlar aynı zamanda kendi gruplarının da başkanı oldular. Daha sonra grupların raporlarının okunmasına geçildi. Sonuçta dört grup delegelerinin de oy birliği ile kararlaştırdıkları esaslar tespit edildi ve bunlara Misâk-ı İktisadî denildi.3

İzmir İktisat Kongresi 4.3.1923 günü sona erdi. Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya iktisadî bağımsızlık ve gelişmeler yapıldığı yolunda bir telgraf çekerek, Kongrenin sevgi ve bağlılığını bildirdi.

Bu sırada TBMM’nin birinci döneminin dördüncü toplantı yılı başlıyordu. Bu nedenle Meclis’te bir konuşma yapan M. Kemal, ticaret okullarının açılacağını, ormanların çağdaş bir şekilde düzenleneceğini, demiryolu, liman, benzeri tesislerin yapılıp işletileceğini beyanla devleti yaşatmak için dışa başvurmadan,

memleketin gelir kaynaklarıyla yönetimi sağlamanın çare ve tedbirlerini bulmak gerekli ve mümkündür. Bundan ötürü, maliyedeki usûlümüz; halkımızı zarara sokmadan ve ona baskı yapmadan, dışarıya ihtiyaç duymadan temin edileceğini söylemekteydi.4



1.3. Cumhuriyet’in İlânı:
29 Ekim 1923

Saltanatın kaldırılıp, hilâfetin alıkonulması, devlet başkanlığında tehlikeli bir belirsizlik yaratmıştı. Mustafa Kemal’in Ekim başlarında Cumhuriyet’i ilân edeceğine dair haberler dolaşmaya başladı ve bunlar ateşli bir muhalefet ve tartışma uyandırdı.

Mustafa Kemal, 28 Ekim 1923 akşamı, Çankaya’da vermiş olduğu yemek sırasında hazır bulunanlara “Yarın Cumhuriyet’i ilân edeceğiz” dedi. Gece, Mustafa Kemal, İsmet Paşa ile Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nun bazı maddeleri hakkında değişiklik teklifi hazırlamayı ve kanuna “Türkiye Devleti’nin şekl-i Hükûmeti Cumhuriyet’tir” kaydının konması kararlaştırıldı.

29 Ekim 1923’te, Halk Fırkası’nın toplantısında hükûmet buhranına çare bulmak için “Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’nun bazı maddelerinin tavzihi ve cumhuriyet ilânı teklifini kabul ettiren Mustafa Kemal, Meclis için gerekli hazırlığını yaptı. Artık Cumhuriyet’in ilânı bir formaliteden ibaret olmuştu. TBMM saat 18: 00’de toplandı. Teşkilât-ı Esâsiye Yasası’ndaki bazı değişiklikler ve Cumhuriyet İlânını’n görüşülmesine sıra gelmişti. Saatlerce süren görüşmelerden sonra Mustafa Kemal gece saat 8:30’da hiç aleyhte oy olmaksızın 158 oyla cumhuriyetin kabulüyle Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyetin ilânından on beş dakika sonra Cumhurreisi seçilen Mustafa Kemal,5 kürsüye gelerek Meclis’e teşekkürlerini bildirmiş ve “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” demiştir.

Cumhuriyet’in ilânı haberi, bütün ülkeye aynı gece yayıldı. 30 Ekim 1923’te Cumhurreisi Mustafa Kemal Paşa tarafından Başvekil seçilen İsmet Paşa, aynı gün kabinesinin programını Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okumuş ve tam ittifakla güven oyu alınca, Meclis’te yaptığı konuşmada, Cumhuriyet Hükûmeti’nin Meclis’e ve millete güven vermek için elinden geleni yapacağını belirtmiştir.

1.4. Hilâfetin Kaldırılması:
3 Mart 1924

Mustafa Kemal, hilâfetin kalkmasını ve bu sıfatla Abdülmecid’in Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunmasını önlemek istiyordu. Bu bakımdan hazineden Abdülmecid’in para istemesini çok sert bir tepkiyle karşılamıştı.

Başvekil İsmet Paşa, Halife Abdülmecid Efendi’nin başkâtibini Ankara’ya göndermiş, bazı isteklerde bulunmuş olması yolundaki bilgileri İzmir’de bulunan Mustafa Kemal’e bir telgrafla yollaması üzerine Mustafa Kemal bu duruma çok kızmıştı. Mustafa Kemal, bu bilgileri kendine veren Başvekil İnönü’ye vermiş olduğu cevapta, halifenin ve bütün dünyanın kesin olarak gerçekte halife ve hilâ

fet makamının ne din ne de siyaset bakımından hiçbir anlamı olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin, böyle boş şeylerle, mevcudiyetini, istiklâlini tehlikeye atmayacağını, hilâfet makamının yalnız tarihî bir hatıra olduğunu belirtmişti.6 Atatürk’ün 22 Ocak 1924 tarihinde İsmet İnönü’ye yazdığı cevaptan da anlaşıldığı üzere, Abdülmecid’in hilâfet hazinesi tabiri Atatürk’ü çok kızdırmıştır. Çünkü, gerçekte böyle bir şey yoktu ve yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin halktan topladığı vergilerle teşekkül eden bir bütçe mevcuttu.

1 Mart 1924’te ise, Mustafa Kemal Millet Meclisi’ni açış konuşmasında, İslâm dininin siyasî sahadan uzaklaştırılması ve onun yüceltilmesini savunmuştur.7 Mustafa Kemal, bu sıralardaki hazırlıklarını hilâfeti kaldırmak üzerine yapmaktaydı.

Henüz 1924 Şubatı’nın sonlarında iken bütçe konuşmaları sırasında halifeye ait tahsisat ve giderler münasebetiyle ihtilâlci konuşmalar başlamıştı. Prof. Yusuf Akçura ve daha sonra, Balıkesir’de mücadele yıllarında “İzmir’e Doğru” gazetesini çıkaran Vasıf Çınar, Sultanlıktan sonra hilâfetin ilgası gerektiği yolunda bir konuşma yapmıştı.8

Şubat ayındaki gelişmeler, 1 Mart’ta Gazi’nin nutkundan sonra vermiş olduğu direktif gereğince, Parti tarafından üç ana konu olarak 2 Mart 1924’te hazırlanmıştı. Bunlar, cumhuriyetin korunması ve istikrara kavuşması, millî eğitimin kurulması ve hilâfetin kaldırılmasıydı.

3 Mart 1924’te, Fethi Okyar’ın başkanlığında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye dışına çıkarılmasına dair Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi ile 53 arkadaşının teklifini görüşmeye başladı. Teklifin gerekçesi şu idi “Türkiye Cumhuriyeti içinde hilâfet makamının bulunuşu, Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki başlı olmaktan kurtaramadı” bu yüzden halifelik kaldırılmalıdır.9 Bundan sonra Meclis’te hilâfetin kaldırılması ve kaldırılmaması konusunda pek çok konuşma yapıldı. Rize Mebusu Ekrem Bey teklif lehinde konuşurken, Gümüşhane Mebusu ve Meclis’in tek bağımsız üyesi Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey aleyhte konuşmuş, Dadaylı Halit (Akmanisa) Bey “Halifelik gene Meclis’in manevî kişiliğinde saklı kalsın” tezini ortaya atmış ve konuşmalar bu şekilde sürüp gitmiş ve neticede 3 Mart 1924’te Meclis “Hilâfetin ilgâsına ve Hanedân-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti” hudutlarının dışına çıkartılmasını kabul etmişti.10 Ertesi şafakta, son halife Abdülmecid bir arabaya konup Doğu Ekspresi’ne (Orient Expres) bindirilmek üzere (Sirkeci’ye değil bir başka istasyona getirilmesi bir hadisenin çıkmasını önlemek içindir) ufak bir istasyona götürüldü. Böylece saltanattan sonra, halifelik de tarihe karıştı.11

Hindistan’daki Müslümanların lideri Chotani, halifeliği Mustafa Kemal’e teklif etmiş, Mustafa Kemal, Chotani’ye Halifeliğin bundan böyle Büyük Millet Meclisi’ne ve Türk milletine geçmiş olduğunu bildirmişti. 7 Mart 1924’ten itibaren de camilerde hutbeler “Türkiye Cumhuriyeti ve İslâm milleti” adına okunmaya başlamıştı.12 Hindistanlı Müslümanlar da yeni gerçeklere ayak uydurmuşlardı. Amerikalı tarihçi, Arnold J. Toynbee’nin belirttiği üzere, gerçekten de, Meclis’in bu tarihî karara varmak için üç gün aralıksız çalıştıktan sonra aldığı karara yalnız Hindistanlı Müslümanlar ters tepki göstermiştir.13

1.5. 23 Nisan’ın Çocuk
Bayramı İlânı

23 Nisan 1921’de, 23 Nisan’ın millî bayram kabul edilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iki önerge verildi. Birinci önergeyi, Manisa milletvekili, Sinop, Bitlis milletvekilleri, Samsun, Genç, Hakkâri, Afyon, Konya, Siverek, Ergani milletvekilleri vermişti. İçel Mebusu Şevket tarafından verilen önerge de hemen hemen birincinin aynısı idi.

Bu önergede “Yasama hakkımızın devamı ve bağımsızlığımız için Türk Ulusu’nun mücadele eylediği büyük devrine rastlayan 23 Nisan 1920 gününde TBMM kurularak milletin kaderine el koyduğu mutlu bir gün olduğundan milletin kalbinde ulaşılması için sözü edilen günün resmî bayram günlerinden sayılan bir bayram günü olmasını teklif ederim” denilmekteydi. Konu acele olarak gündeme alındı. Konuşmalar sonunda 23 Nisan’ın Millî Bayram kabul edilmesine karar verildi.14 Bu bayram aynı gün ilk defa, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önünde binlerce halk ve öğrenci tarafından kutlanmıştır.15 Aynı tarihte 23 Nisan Bayramı daha başka şehirlerde de kutlanmıştır.16

Demokrasi Yolunda Atılan İlk Adımlar

1.6. 1920 Kararları

Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandığı 23 Nisan 1920’de şu kararı almıştı: Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni seçilen üyeler ve İstanbul Meclis-i Mebusânı’ndan oluşur. 2 Mayıs 1920’de, 25 Nisan’da kurulan Layiha Encümeni’nin hazırladığı Büyük Millet Meclisi Bakanlarına Dair Kanun kabul edildi.

Bu kanun gereğince, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nde biri bakanlık niteliğinde Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere on bakanlık kurulacak, bakanlar arasında çıkacak anlaşmazlıkları Meclis bağdaştıracaktı, Bakanlıklar, Dahiliye, Adalet, Nafıa, Hariciye, Sıhhat ve İçtimaî Muavenet, İktisat, Maliye, Maarif, Millî Müdafaa, Erkân-ı Harbiye Riyaseti ile ona ayrılmış olup, Vekiller Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, aynı zamanda Meclis Başkanı olduğundan ayrıca seçim yapılmadan başkan kabul olunmuştu. Bakanların seçimi 3 Mayıs 1920’de yapılmıştı.17

1.7. 1921 Anayasası

1921 Ocak ayının başlarından itibaren Anayasa konusunda tartışmalar sürüp gidiyordu. Nihayet, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk anayasası Birinci Dönem’in 20 Ocak 1921 günlü oturumunda 85 sayılı kanun olarak çıktı. Bu anayasanın önemli maddeleri kısaca şunlardır.

Madde 1- Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.

Madde 2- İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder.

Madde 3- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve Hükûmeti “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” unvanını taşır.

Madde 4- Büyük Millet Meclisi vilâyetler halkınca müntehap âzâdan mürekkeptir.

Madde 5- Büyük Millet Meclisi’nin intihabı iki senede bir kere icra olunur. İntihap olunan âzânın âzâlık müddeti iki seneden ibaret olup fakat tekrar intihap olunmak caizdir. Sabık heyet lâhik heyetin içtimaına kadar vazifeye devam eder. Yeni intihabat icrasına imkân görülmediği takdirde içtima devresinin yalnız bir sene temdidi caizdir. Büyük Millet Meclisi âzâsının her biri kendini intihap eden vilayetin ayrıca vekili olmayıp umum milletin vekilidir.

Madde 6- Büyük Millet Meclisi’nin heyet-i umûmîyesi teşrinisâni iptidasında davetsiz içtima eder.

Madde 7- Ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz’ı, tâdili, feshi ve muahede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuk-ı esasiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde muamelat-ı nâsa erfak ve ihtiyacat-ı zamana evfak ahkâm-ı fıkhiye ve hukukiye ile âdâb ve muamelât esas ittihaz kılınır. Heyet-i vekilenin vazife ve mesuliyeti kanun-ı mahsus ile tayin edilir.

Madde 8- Büyük Millet Meclisi, Hükûmeti’nin inkısam eylediği devairi kanun-ı mahsus mucibince intihap kerdesi olan vekiller vasıtası ile idare eder. Meclis icra-i hususat için vekillere veçhe tayin ve ledelhace bunları tebdil eyler.

Madde 9- Büyük Millet Meclisi heyet-i umumîyesi tarafından intihap olunan reis bir intihap devresi zarfında Büyük Millet Meclisi reisidir. Bu sıfatla Meclis namına imza vaz’ına ve heyet-i vekile mukarreratını tasdika salahiyattardır. İcra vekilleri heyeti içlerinden birini kendilerine reis intihap ederler. Ancak Büyük Millet Meclisi reisi vekiller heyetinin de reis-i tabiîsidir.18

1922 Temmuzu’nda ek kanunla, Hükûmet üyelerinin seçimine dair değişiklik olmuştur. Hükûmet Başkanı ve bakanlar, TBMM’de gizli oyla mutlak çoğunlukla ayrı ayrı seçileceklerdir. Hükûmet Başkanı Vekiller Heyeti arasından seçilirse, bakanlık işlerini de yürütür. Bir bakan görevden ayrılırsa, yerine geçici olarak bir başkası seçilir. 30 Ekim 1922’de Padişahlık kaldırılmış ve Osmanlı Devleti yerine TBMM’nin teşkil ettiği Hükûmetin halk adına hareket edeceği ilân olunmuştu.

29 Ekim 1923’te, 1921 Teşkilât-ı Esasiyesi’nin Hükûmet şeklinin Cumhuriyet olduğu, Cumhurreisi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından bir seçim devresi için seçileceği, aynı kişinin tekrar Cumhurreisi seçilebileceği, Cumhurreisi’nin devletin başı olarak Meclise ve Hükûmete başkanlık edebileceği, Başvekil Cumhurreisi tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçileceği, bakanların da milletvekilleri arasından, Başvekil seçildikten sonra, Cumhurreisi tarafından Meclis’in onayına sunulacağı belirtildi.19

1.8. 1924 Kararları

20 Nisan 1924’te Anayasa daha mükemmel hale getirildi. Anayasa Sözcüsü Celâl Nuri (İleri) Bey, bu anayasa ile inkılâbın tamamlanmış olduğunu sandığını

belirterek, bu Anayasa Tasarısı’nın beş yıllık millî mücadelenin bir zafer belgesi olduğunu belirtmişti.

Daha sonra Amerikan Anayasası’ndan ve İsviçre Anayasası’ndan yararlanmadan, kendi anayasalarını her kelimenin üzerinde durarak 108 esas madde ile bir ayrı ve bir geçici madde olarak hazırladıklarını beyan etmiştir. Daha sonra anayasa tasarısı hakkında konuşmalara ve arkasından da maddelere geçilmiştir. Sonunda hemen hemen maddelerin hepsi kabul edilmiştir. Bu anayasanın önemli maddeleri şunlardır:

Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Madde 2- Türkiye Devleti’nin dini, dini İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.

Madde 3- Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir.

Madde 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin yegâne ve hakiki mümessili olup millet namına hakk-ı hâkimiyeti istimal eder.

Madde 5- Teşri salâhiyeti ve icra kudreti Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder.

Madde 6- Meclis, teşri salâhiyetini bizzat istimal eder.

Madde 7- Meclis, icra salâhiyetini, kendi tarafından müntehap reisicumhur ve onun tâyin edeceği bir İcra Vekilleri Heyeti marifetiyle istimal eder.

Meclis, Hükûmeti her vakit murakabe ve ıskat edebilir.

Madde 8- Hakkî kaza, millet namına, usulü ve kanunu dairesinde müstakil mehâkim tarafından istimal olunur.

Madde 9- Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun-ı mahsusuna tevfikan Millet tarafından müntehap meb’uslardan müteşekkildir.

Madde 10- On sekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir.

Madde 11- Otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, meb’us intihap edilmek selâhiyetini haizdir.

Sıkıyönetime ait 86. madde, Meclis’in tatilde bulunması halinde derhal toplantıya çağrılması kaydıyla kabul olundu. İlk Cumhuriyet Anayasası 491 sayı ile kanunlaştı.20

1924 anayasası iki kere dil bakımından değişikliğe uğramıştır. 1945’te ve 1952’de. 1960’tan sonra da Kurucu Meclis 1961 Anayasası’nı yapmıştır.



1.9. Ankara’nın Başkent Olması
(13.10.1923)

9 Ekim 1923’te İsmet Paşa ile on dört arkadaşı, Meclis Başkanlığı’na bir önerge verdiler: “Lozan Antlaşması’nın tamamlayıcılarından olan Boşaltma Protokolü’nün uygulanması tamamlanmış ve baştan başa yabancı işgâlinden kurtu

lan Türkiye’nin bütünlüğü tamamlanmıştır. Milletimizin en değerli malı olan İstanbulumuz İslâm Halifeliği’nin merkezi olmak durumunu, İslâm âlemi içinde sadece Türk milletinin savunma araçlarına emanet ederek, sonsuza kadar muhafaza edecektir. Öte yandan, Türkiye Devleti’nin idare merkezi için TBMM’de karar vermek zamanı da gelmiştir. Bir devletin merkezini tayinde esas olan düşünce, Yeni Türkiye Devleti’nin idare merkezini Anadolu’da seçmek ve Ankara olmak gereğini emreder. Sözü edilen düşünce; Antlaşma ile Boğazlar için kabul edilen hükümler, Yeni Türkiye Devleti’nin temel varlığı memleketin güçlenme ve gelişme kaynağını Anadolu’nun merkezinde kurmak gereği, coğrafya ve stratejinin müsaadesi, iç ve dış güvenlik ve gelişme konusunda edinilmiş tecrübelerle özetlenebilir” tarzında olduğunu bir kanun maddesi altında bunu belirttiler. Bu kanun maddesi, “Türkiye Devleti’nin idare merkezi Ankara şehridir olarak düzenlenmişti. Meclis Başkanlığı bu raporu Anayasa Komisyonu’na gönderdi. Anayasa Komisyonu da vardığı kararı aşağıdaki raporla Meclis Genel Kuruluna bildirdi: Yüce Başkanlığa 10.10.1923 günü komisyonumuza gönderilen Ankara şehrinin Türkiye Devleti’nin merkezi olmasına dair Malatya Mebusu İsmet Paşa ile arkadaşlarınca verilen ve Tasarısı komisyonunca görüşülmeye değer bulunan kanun teklifi komisyonumuzca da görüşülerek doğru ve uygun bulundu. Olaylar, Anadolu’nun hemen ortasında bulunan Ankara’yı zâten tabiî merkez gösterdiğinden bu kanun teklifi bir gerçeğin belirtilmesinden ibarettir. Teklifte yer almış olan kanun maddesini sonradan düzenlenecek ve kabul edilecek ayrıntılı Anayasamız’ın maddeleri arasında konması dileğinin Genel Kurul’a sunulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”

Meclis Başkanlığı konuyu gündeme koydu ve 13 Ekim 1923 günü görüşülmesine başlandı.

Gümüşhane Mebusu Zeki Bey, İstanbul’un başkent olmasını ileri sürdü. Gelibolu Mebusu Celâl Nuri Bey, Ankara’nın merkez olmasını savundu. Ahmet Besim Atalay, Ankara’nın başkent olmasını savunan konuşmasında “Ne ise, biz burada tozlar içinde yaşarız, buranın tozu pudradan daha güzel gelir. Burada, bâzı gazetelerin dediği gibi çatıları sayarız” demekteydi. Daha sonra oylamaya geçildi. 13.10.1923 günlü Meclis’in toplantısında Ankara’nın Türkiye Devleti’nin idare merkezi olması büyük çoğunlukla kabul edilmiştir.21

1.10. Şapka, Kılık-Kıyafet İnkılâbı

Mustafa Kemal, 1925 Nisanı’nda Büyük Millet Meclisi tatile girince, düşündüğü inkılâbı gerçekleştirmek için, yurt gezisine çıktı. 24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya hareket etti. 25 Nisan 1925’te, önce hastaneye, sonra kütüphaneye gitti. İlk defa gittiği kışlada ise Mareşal üniformasını giydi. Kütüphanede yalnız din adamlarının sarık giymesini belirterek “yetkisi olmayanlara sarık sardırılmamalı, yetkisi olanlar da ancak görevlerini yaparlarken sarmalıdırlar” dedi. Esnaflarla yaptığı konuşmada ve valilikte memurlarla yaptığı konuşmalarda kılık konusuna değindi. 25 Ağustos 1925 günü geç vakit İnebolu’ya geldi. 27 Ağustos günü, İnebolu’da halka hitaben yaptığı konuşmada “Bizim kıyafetimiz millî midir?” diye sorunca “Hayır” sesleri duyuldu. 29 Ağustos 1925’te yaptığı konuşmada tutumunu belli etmiştir.

Mustafa Kemal gittiği her yerde, Çankırı, Ankara, Balıkesir, Akhisar, Kemalpaşa, Konya’da yaptığı konuşmalarda kıyafet konusuna değindi. Vekiller Heyeti, 2 Eylül 1925 memurlara şapka giydirilmesi hakkında kanun niteliğinde kararlar vermişse de, Mecliste Vekiller Heyetinin buna hakkı olmadığı, bunun Anayasa’ya aykırı olduğu yolunda itirazlar olmuştu. Sonuçta Şapka Giyilmesi Hakkında 657 Sayılı Kanun, 25.11.1925’te kabul edildi.22

2 Eylül 1925’te, dinî makamlarda bulunmayan kişilerin dinî kıyafet ve işaret tanıması yasaklandı. 1934 Aralığı’nda bir kanunla, hangi dinden olursa olsun, ruhanîlerin ibadet yerleri ve dinî törenlerin dışında dinî kıyafet giymeleri yasaklandı.

Osmanlı Saltanatı’nda iş başında olan hâkimlerin çoğu okullardan yetişmeyen kişilerden oluşmaktaydı. Bu yüzden Yeni Türk Devleti, bir taraftan yeni kanunlarla çağdaşlaşma çabasını sürdürürken, diğer taraftan da bunları kavrayabilecek bir hukukçu nesli yetiştirmeyi düşünüyordu. Anadolu’nun ortasında bir üniversite ve buna bağlı bir hukuk fakültesi kurmak millî devletin önemli emellerinden biriydi. Bunun için 1922 bütçesine gerekli ödenek konmuştu. İstanbul’daki İstanbul Hukuk Fakültesi’nin yetiştirdiği hukuk adamları bütün Türkiye’ye yetmemekteydi. 5 Eylül 1925’te Ankara Hukuk Mektebi Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği bir toplantıda konuşmalardan sonra merasimle açıldı. Diğer taraftan Adliye Bakanlığı’nın koyduğu esaslar içinde hukuk bilginlerinden kurulu heyetler, yeni kanunları hazırlamaya çalışıyorlardı.

Hâkimlerin ve bütün hukuk görevlilerinin fesli, sarıklı, cüppeli, setreli ve şalvarlı, pantolonlu karmakarışık giysileriyle gülünç bir manzara göstermesi dikkatleri çekmekteydi. 3 Nisan 1924 tarihli kanunla buna son verildi. Bir kıyafet düzenlemesi ile hukukla ilgili kişilerin giyecekleri resmî kıyafetler ayrı ayrı düzenlendi.



1.11. Tekkelerin, Türbelerin,
Şeyhliklerin, Zaviyelerin,
Dervişliklerin Kaldırılması:
2 Eylül 1925

Memlekette, ölmüş bazı kimseler daha sonra peygamber gibi gösterilmekte ve bunlar için yapılan türbeler, bazıları için geçim kaynağı olmaktaydılar. Halk türbelerden çağdışı inanışlarla mucizeler beklemekteydi. Gazi Mustafa Kemal, İnebolu’dan Kastamonu’ya dönüşünde, 30.8.1925’te şöyle diyordu: “Ölülerden medet ummak medenî bir cemiyet içindir… Mevcut tarikatların gayesi kendilerine tâbi olan kimseleri dünyevî ve manevî olan hayatta saadete mazhar kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümulüyle medeniyetin parlak ışıkları karşısında filân veya falan şeyhin irşadı ile maddî, manevî saadet arayacak kadar iptidâi insanların Türkiye medenî camiasında mevcudiyetini asla kabul etmiyorum” demekteydi. 31.8.1925’te, Gazi Mustafa Kemal, hoca ve imam gibi görevlere haiz olmayanların giydiği kıyafetler ile de ilgili olarak, Ankara’ya dönüşünde Çankırı’da İskilip halk heyetleri ile konuşmasında “… yalnız bir Di

yanet İşleri Reisliği ve buna mensup müftü, imam ve hatipler vardır. Bu sınıfa ait kıyafeti tanırız. Bu işlerle muvazzaf olmayıp da hariçte kalanların aynı kisveyi giymeleri doğru değildir. Bu gibileri kimse tanımaz ve kabul etmez.”

Nihayet, 30 Kasım 1925 tarihli bir kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır.23

1938’de çıkan Cemiyetler Kanunu’yla din, mezhep ve tarikata dayanan cemiyetlerin kurulması kanunsuz sayılmıştır. Din propagandası yapma amacı ile siyasî parti kurulması da kanunsuz sayılmıştır. 1926 Ceza Kanunu’nun 163. maddesiyle dini siyaset aracı olarak kullanma eylemi yasaklanmıştır. Aynı kanunun 241. maddesi din görevlilerinin görevlerini yaparken devlet kanunları ve nizamlarına karşı söylev ya da dinî konuşma yapmalarının yasak olduğunu ortaya koymuştur. Din öğretimi ve ilgili okulları herkes açabilirdi. Ama, 1928’de Latin harflerinin alınması zamanında izinsiz olarak okul ya da kurs açarak Arap yazısının öğretilmesi yasaklanmıştır.

1.12. Milletlerarası Takvim ve
Saatin, Yeni Rakamların Kabulü:
26 Aralık 1925

Takvim, saat, rakam ve tatil meseleleri, gerek memleketin iç hayatında, gerekse dünya ile olan ilişkilerimizde ortaya büyük güçlükler çıkarıyordu. Hicrî takvimin, devlet maliyesi işlerine uymaması sonucu güçlükler çıkmaktaydı. Meşrutiyet Dönemi’nde Batı’da yerleşmiş (Gregoire) düzeltmeli güneş takviminin yavaş yavaş yaygınlaşmasıyla beraber Hicrî, Malî-Rumî gibi takvimler kullanılmaya devam edildi. Meşrutiyet’te bunu çözümlemek için girişim yapıldıysa da Ayan Meclisi’nin tutuculuğu yüzünden, yine çağdaş takvim sistemine tam giriş olmadı.24

Ancak, 26 Aralık 1925’te kabul edilen kanunlarla Hicrî ve Rumî takvim bırakılarak milletlerarası takvim (milâdî) ve milletlerarası saat kabul edildi.

20 Mayıs 1928’de milletlerarası rakam kabul edildi. Böylece milletlerarası fikrî, siyasî, malî ve iktisadî temasların zamanında yapılması sağlandı. Yerli malların kullanılması da 9 Aralık 1925’te karar altına alındı.25



1.13. Belediye Konusunda Yapılan
Yenilikler

1908 Devrimi’nden sonra, demokratik belediye kurumlarının geliştirilmesi için yeni bir çabaya girişildi. 1912’de, her biri bir Hükûmet memuru tarafından yönetilen dokuz şubeli bir İstanbul Şehremaneti kuruldu. Her şubeden 6 üye katılmasıyla kurulan 54 üyeli bir Cemiyet-i Umumiye-i Belediye Şehremini’ne yardım edecekti.

Bu, İstanbul’un şehir hizmetlerini düzeltecek, özellikle lağım, çöp temizliği, itfaiye ile uğraşacaktı. Cumhuriyet Hükûmeti’nin ilk beledî tedbiri, Ankara’da yirmi dört üyeli bir umûmi meclis ile Şehremaneti’ni 16 Şubat 1924’te bir kanunla kurmak olmuştur.26

1.14. Belediye Kanunu:
3 Nisan 1930

3 Nisan 1930’da yeni bir belediye kanunu kabul edildi. Şehremini ve Şehremaneti adları kaldırıldı. Onların yerine belediye ve belediye reisi geldi. 1930 yılında Belediye Kanunu dolayısıyla kadına belediye üyesi seçmek ve seçilmek hakkının verilmesiyle, yüzyıllar boyunca ikinci plânda kalmış bulunan Türk kadını böylece siyasî alanda ilk hakkını kazanmış oldu.



1.15. Kadın Hakları

Kadın haklarının Cumhuriyetin ilk senelerinde değil de, daha sonraki tarihlerde kabul edilmesinin sebebi yüzyıllardır kafalara yerleşmiş olan muhafazakârlıktan ileri gelmiştir. 1923 yılının Nisan ayında kadınları da adet olarak sayalım teklifine karşı büyük bir reaksiyon doğmuş, değil siyasî hakkı tanımak, bu saymaya dahi razı olmayan bir düşünce Meclise hâkim olmuştur.27 20 Ocak 1924 yasasında mebus seçilme hakkının yalnızca erkeklere verilmesi de bunun bir delilidir. Kadın hakları konusunda en fazla Atatürk durmuştur. Mustafa Kemal, 21 Mart 1923’te Konya’da, Kızılay Kadınlar Şubesi’nin tertiplediği toplantıda kadın hak ve görevleri yönünden pek çok konuya temas etmişti.28 Ayrıca, Mustafa Kemal, 1925’te İnebolu’da, Kastamonu’da, İzmit Kız Öğretmen Okulunda bu çeşit konuşmalar yapmıştı.29

İstiklâl Savaşı sırasında, Büyük Millet Meclisi’nce “Hukûk-ı Aile Kanunu Projesi” Millî Hükûmet’çe üzerinde durulan bir konuydu. Bu kanun, 17.2.1926 Medenî Kanun olarak yürürlüğe girmiş ve kadınlar böylece pek çok hak elde etmişlerdi. 3 Nisan 1930’da ise 164 maddelik Belediye Kanunu kadınlara belediye seçiminde rey verme ve seçme hakkını getirmişti. Perşembe günü Meclis’te yapılan oturumda, 198 kişi oylamaya katılmış ve müspet oy vermiş, 117 kişi ise oylamaya katılmamıştı.30

Kadınlara bu hakların tanınmasında Atatürk’ün büyük çalışmaları mevcuttu. Atatürk, 1931 yılındaki uzun memleket dolaşmasında, İzmir’de yapmış olduğu sohbet toplantısında, vatandaşın siyasî seçimlerde oy kullanmasının bir hak olduğunu, erkek ve kadın arasında fark olmadığını, kadının siyasî haklara sahip olması gerektiğini söylüyordu. Atatürk bunları belirterek, siyasî haklar konusunda kadınların da erkeklerle eşit derecede tutulması gerektiğini ileri sürmüştü.31



Yüklə 6,62 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin