17.BÖLÜM
Zeynep hanım ve Hatice hummalı bir çalışma içinde idiler. Gelecek misafirleri için, fazla lüks olmamakla beraber ikram edilecek pasta türü şeyler hazırlıyorlardı. Ne de olsa misafire ikramda bulunmak ev sahibinin şanındandı. Aynı zamanda da sünnetti ve çok büyük hayrı vardı. Bu bilinç ve niyet ile hazırlanıyordu ikram edilecek şeyler. Yoksa kendilerinden söz edilsin ve övülsünler diye değil. Zaten davetçilere yakışmazdı böyle bir şey. Bunun bilincinde idi Zeynep hanım ve Hatice.
Hazırlıklarını tamamlamış, gelecek misafirleri bekliyorlardı. Anne-kız oturmuş, ikisi de dalmıştı. Zilin sesi ile irkildi Hatice.
Misafirler gelmiş, misafir odasında oturmuşlardı. Ayşe hanım, evi dolaşmak istediğini söyleyince, Zeynep hanım hemen isteğini yerine getirmek için onu buyur edip evi dolaştırmaya başladı. Fatma da annesi gibi merak ediyordu doğrusu… O da fırsatı kaçırmamış, annesi ile evi gezmek için kalkmıştı. Zeynep hanım ve Hatice misafirlerine evi dolaştırdılar. Dolaşma faslı bitmişti. Bu arada Hatice ve annesi hazırladıklarını misafirlere ikram etmeye başlamışlardı. Ayşe hanım, ikram edilenleri yerken bir yandan da evin manzarasını gözünde canlandırmaya çalışıyordu: “Ne kadar da sade döşenmiş.” Misafirlerin oturmaları için, misafir odasına konan birkaç kanepe ve vitrinden başka lüks denecek bir şey yoktu. Ev güzel dekore edilmişti, ama mümkün mertebe sade olmasına özen gösterilmişti. Mesela: kendi evlerinde bulunan avizeler yoktu. Koltuk takımları, oturma grupları yoktu. Vitrinde kitaplar, güzel levhalar, birkaç parça süs eşyası vardı. Ama belli ki vitrinin görüntüsünü güzelleştirmek için konmuştu. Bir odayı kütüphane yapmışlardı. Ne kadar da çok kitap vardı. Ömründe ilk kez bir evde bu kadar çok kitabı bir arada görmüştü Ayşe hanım. Oda halılarla döşenmiş, etrafa da oturmak için minderler konulmuştu sadece… bir şey daha eksikti, evet televizyon yoktu. Tüm odaları dolaşmıştı, ama televizyona rastlamamıştı. “Bize göre bunlar fakir sayılır.” Dedi kendi kendine.
Zeynep hanım, diğer komşuları ile konuşurken, Ayşe hanımın dalgınlığını fark edip “Ayşe kardeş dalmışsın, önemli bir şey yok umarım” diye sordu.
-Yoo, önemli bir şey yok. Kusura bakma, ama kafama bir şey takıldı, onu sormak istiyorum. Maddi durumunuz düşük mü ki evinizde fazla eşya yok? Çok sade döşenmiş. Hatta bazı odalar boş denecek kadar eşyasız. Pervasızlığımı mazur görün, ama merak ettim.
-Aslında sadece siz değil, buraya gelen herkes bunu merak ediyor. Elhamdulillah maddi durumumuz çok iyi, kimseye muhtaç değiliz. Eşimin emeklilik maaşı ile beraber işlettiğimiz bir manifatura dükkanımız da var. Gelirimiz bize yetiyor. Size bir hikaye anlatayım:
“Derler ki Sultan Harun Reşit, o dönemin evliyalarından Behlül’e; “Ahirette dünya malının hesabının nasıl sorulacağını ve nasıl bu hesabın verildiğini bana anlatır mısın?” diye sormuş. Behlül de ona: “Yarın falan meydana gel sana anlatacağım” demiş. Ertesi gün o meydanda buluşmuşlar. Behlül hazretleri meydana bir ekmek sacı getirmiş, onu ateşin üzerine koyarak kızdırmış. O kadar ki suyu attığında su sıçrıyormuş. Harun Reşit, “Bu nedir?” diye sorunca Behlül hazretleri; “Senin sorunun cevabını vereceğim” demiş. Behlül hazretleri ayakkabısını çıkarmış, eline asasını alarak o kızgın sacın üzerine çıkıp “Ben ve asam” deyip hemen inmiş. Harun Reşit’e dönerek “Benim dünyadaki tek malım bu elimde gördüğün asamdır. Ben malımın hesabını verdim. Haydi buyur sen gel, bu kızgın ekmek sacının üzerine çıkıp malının hesabını tek tek ver!” Nasıl çıksın ki, adam padişah… malını saymaya başlarsa aylarca bitiremez.
Bu hikayeden de anlaşıldığı gibi Ayşe kardeş, dünya malının hesabını vermek o kızgın saca çıkıp beklemekten daha zordur. Bize yakışan ihtiyacımız kadarı ile mal edinmek. Diğerini Allah yolunda fakir fukaraya verip harcamaktır.
-Ev eşyaları da ihtiyaçtır. Onları almak israf değil ki!
-Eğer ihtiyaçtan fazla ise israftır, ve Allah onun hesabını sorar. Eğer sana on tabak lazımsa ve sen kalkıp elli tabak alırsan o israftır. Eğer sana beş kanepe lazımsa ve sen kalkıp oturma gurupları, koltuk takımları falan filan alırsan israftır. Çünkü onlar artık gösterişe girer. Bunun için ihtiyacımız kadarıyla alıyoruz. Arta kalanı da başka şeylerde kullanıyoruz. Bundan dolayı da şu anda hiç borcumuz yok. Yarın öbür gün kimse kapımıza dayanmaz. Bu bize yeter artar bile.
Zeynep hanım, yeri gelmişken dünya malının geçiciliğinden, fitnesinden, asıl olanın ahiret yurdu olduğundan, oraya hazırlığın yapılması gerektiğinden, fakir fukarayı kollamanın büyük sevabından, fuzuli bir şeye harcanacak para ile fakir bir komşuya alınacak gıda veya giyeceğin ne kadar büyük bir sevap olduğundan vs.. uzun uzun anlatmaya başladı.
Bu arada iki yeni arkadaş kütüphane odasına geçmiş, kitapları karıştırıyorlardı. Fatma,ilk kez bir evde bu kadar çok kitap görmüştü. Kitapların çoğu İslami konuları içeren kitaplardı.
-Bu kitapların tümü sizin mi?
-Evet bir çoğu babamın. Bazıları da ağabeylerimin. Benim de bazı kitaplarım var, fakat çok az.
-Ne aptalım. Burada olduklarına göre sizin olacaklar tabi. Ne bileyim işte, hepsini bir arada görünce..
-Üzülme, buraya gelen herkes bu soruyu soruyor.
-Nasıl bu kadar bilgi birikimin olduğu şimdi anlaşıldı. Çok okur musun?
-Çok değil, genelde okurum. Günde en az bir saat okurum. Tabi bu süre bazen daha da artabiliyor. Okuduğum kitaba bağlı.
-Genelde roman mı okursun?
-Hayır, bazen roman okurum, ama genelde ilmi kitaplar okurum. Bilhassa peygamberimizin hayatını, tefsir ve fıkıh okurum. Çünkü bunlar dinimizin temel kaynaklarıdır. Bunlar bilinmeden İslami hayat olmaz.
-Biliyor musun, bize geldiğiniz ve konuştuğumuz günün akşamı uyuyamadım söylediklerini düşündüm, kainatı düşündüm. Her şey gerçekten bir görev için yaratılmış ve görevlerini de eksiksiz yapıyorlar. Sadece biz insanlar yapmıyoruz. Cansız bir taş bile görevini yapıyorken, küçücük bir hücre bile görevini yaparken biz insanlar yapmıyoruz.
-Bunun en büyük sebebi teslim olup olmamaktan kaynaklanıyor. Bizim temel meselemiz bu işte. Kainatın, canlı cansız her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna inanıyoruz. Fakat ona teslim olmuyoruz. Bunun için inanmakla teslim olmak farklı şeyler. İnandığın bir şeye teslim olmayabiliyorsun. Çünkü teslimiyet beraberinde itaat getirir. İşte biz insanlar, bu noktada diğer yaratıklardan ayrılıyoruz. İslam’ın kelime manası da teslim olmak, boyun eğmek anlamına geliyor. Yani birisi Müslüman olduğu zaman teslim olduğunu da beyan ediyor aslında.
Hıristiyanlar da Yahudiler de Allah’a inanıyorlar. Hatta müşrikler bile inanıyorlar. Kur’an-ı Kerim’de bir çok yerde; “Onlara (müşriklere) yeri ve gökleri kim yarattı desen, “Allah’tır” diyecekler” şeklinde onların Allah’a inandıklarını, yalnız teslim olmadıklarını dile getiriyor. Teslim olsalar sorun kalmaz. Kainatta gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve göremediğimiz diğer yaratıkların tümü kayıtsız-şartsız bir teslimiyet içindedirler. Allah’ın emirlerine boyun eğmişler. Bunun için onlar görevlerini yerine getiriyorlar. Biz de eğer teslim olursak, görevlerimizi yerine getirmeye başlarız.
-Peki bu teslimiyet nasıl oluyor? Bunu biraz daha açar mısın?
-Teslimiyet demek; itaat etmek, boyun eğmek demektir. Biz, Kelime-i şehadeti getiriyoruz. Allah’tan başka ilah olmadığına, Hazreti Muhammed (as)’in onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet getiriyoruz. Bu şekilde inanıyoruz. Madem inanıyoruz, o zaman Allah diyor; size emrettiğim şeyleri yapın. Sadece inandım demekle işin içinden çıkamazsınız, inandığınızı ispat edin.
Allah namaz kılmayı emrediyor. Hemen ona inanıp namaz kılmak teslimiyettir. “Zina yapmayın” diyor, ondan uzak kalmak teslimiyettir. “Oruç tutun” bunu yapmak teslimiyettir. “Zekat verin” bunu yapmak teslimiyettir. “Yalan söylemeyin, gıybet, dedikodu yapmayın” bunlardan uzak durmak teslimiyettir. “Kadınlar örtünsünler, kendilerini yabancı erkeklere göstermesinler” bunu yerine getirmek teslimiyettir. “Faiz yemeyin, kumar oynamayın, içki içmeyin, fakir fukaranın malını yemeyin” bunlardan uzak kalmak, onları yapmamak teslimiyettir. “Benim yolumda mücadele edin, kafirlerle çarpışın” bunu yapmak teslimiyettir. “Sadece benden korkun, rızkınızı benden isteyin” bunu yapmak teslimiyettir. “İnsi, cini, heykeli putlara tapmayın” bunlardan sakınmak teslimiyettir. Kısacası Allah’ın emirlerini yapmak, yasakladıklarından sakınmak teslimiyettir.
Rabbimize ruhlar aleminde vermiş olduğumuz sözü yerine getirmek zorundayız.
-Evet doğru söylüyorsun, lakin insan… bilmiyorum, mesela namaz… bir türlü kılmayı adet edinemedim. Halbuki insan isterse o kadar zor bir şey de değil. Bilakis insana huzur veriyor. Ama ne bileyim işte…
-Aslında inandığımızı söylüyoruz. Lakin pek çoğumuz bize bunca lütufta bulunan Rabbimize karşı kulluk görevimizi tam olarak yerine getirmiyoruz. Allah bizden iman ile birlikte amel ve teslimiyet istiyor. Kaldı ki Allah’a şükür borcumuz var. Bir düşün her iki gözün kör olsaydı ve biri sana; “İki gözünü veririm yalnız sen de yirmi yıl bana hizmet edeceksin” dese sen ne yaparsın? İki göz karşılığında yirmi yıl hizmet edersin ona. Hatta belki ömür boyu… Bunlar iki uzvun karşılığıydı. Peki ya diğerleri, dünyada verdiği diğer güzellikler, nimetler..
-Biz insanlar.. Off! Gerçekten nankörüz. Hiçbir şeye şükretmiyoruz. Eğer tam olarak düşünürsek… hakikaten aptalız.
Fatma’nın samimi itirafını gören Hatice sevindi.
-Üstüne üstlük dünyada verdiği bunca güzelliğe ve nimetin üstüne eğer itaat edip ona teslim olup emirlerini yaparsak sonsuz bir cennet hayatı vereceğini söylüyor, verecek de. Çünkü bizi ilk yarattığında verdi. Yine verecek. Tüm bu güzelliklere karşılık biz, birkaç günlük dünya hayatının oyun ve eğlencesini tercih ediyoruz. Oturup saatlerce televizyondaki çirkin, fahiş programları ya da dizileri izlediğimiz halde beş dakikalık bir namazı kılmıyoruz. Senenin on bir ayı yiyor, içiyoruz. Bir ayı sabahtan akşama kadar aç geçirmeyi göze alamıyoruz. Evlilik helalken zina yapılıyor. Güzel içecekler helal iken içki içiliyor.
Fatma Hatice’yi onayladı.
-Dediğin gibi sabahtan akşama kadar oturup televizyon seyredebiliriz. Namaz gibi bir ibadet bize zor geliyor. Niçin ibadetler bize zor geliyor söyler misin?
-Güzelliklere hep zorluklardan geçilerek ulaşılır. İnsan, annesine dünyanın en büyük acılarını tattırarak gelir. Gece karanlığından sonra gün doğar, kıştan sonra bahar gelir. Elhasıl, güzelliklere zorlukları aşarak ulaşabiliriz. Dünyanın kuralı böyle. Ancak bu şekilde güzelliklerin kıymeti anlaşılır. Bizler de nefsimize zor gelen ibadetleri yapıp onlara sabrederek haramları işlememe konusunda azmederek güzel yurda varabiliriz.
-Aslında tüm bunları aklı başında olan herkes görüyor, biliyor. Buna rağmen yine de görmezlikten geliyoruz. Kolayımıza geleni seçiyoruz.
-Evet insan zoru gördü mü hep kaçıyor. Şeytana ve nefsine esir oyup kendisine hem dünyada, hem de ahirette zarar verecek şeyler yapıyor. İçkinin zararlarını, zinanın getirdiği ahlaki bozulmalarla beraber bedeni hastalıkları, faizin getirdiği ekonomik zulüm, hırsızlığın kahredici etkileri, yalanın oluşturduğu güvensizlik ve diğer haramların yıkıcı etkilerini anlatmak isterse insan, günlerce, belki de aylarca bitiremez. Bugünkü sözde gelişmiş toplumların durumu gözlerimizin önünde… Kimin eli kimin cebinde belli değil. İnsanlar gömlek değiştirir gibi sevgili değiştiriyorlar. Hayvanların yaşam tarzı bu.
-Ne var ki bugün onlar örnek alınıyor. Bir çok insan onlara bakarak hayatını şekillendiriyor. Falan artistin saç modeli şöyle, giyimi böyle, konuşması bilmem nasıl… hep onlar örnek alınıyor ve bunu yapanlar da Müslümanım diyenlerdir. Ben de onlardan biriyim mesela.. dedi Fatma.
-Her şey teslimiyetten geçiyor. Eğer biz Allahu Teala’ya gerçekten iman etmişsek, O’na teslim olmalıyız. O’na teslimiyet, O’nun gösterdiği yolda yürümektir. Artist bozuntularını taklit edeceğimize insanlığın önderi Hazreti Resulullah (as)’ı örnek almalıyız. O’nun hayat tarzı ile hayatımızı biçimlendirmeliyiz. Kısaca hayatımızı İslam’ın emrettiği şekilde geçirmeye, yaşamaya çalışmalıyız.
Hatice anlatıyor, Fatma sessizce dinliyordu. Ara sıra sorduğu sorulara Hatice’nin güzel, mantıklı ve ilim dolu cevapları onu ikna etmeye yetiyordu. Peki bunca yıl neden anlatılmamıştı bunlar kendisine? Ara sıra annesi namaz kılmasını söylüyordu. O da kuru bir sözden öteye geçmiyordu. Hoş güzel, annesi de pek o kadar namazlarına dikkat etmiyordu ya…
Ramazan orucunu birkaç kez tutmuştu, lakin o da gelip geçici bir heyecandı. Kaç yıldır onu da tutmuyordu. Örtünmeye gelince, bunu hatırladığında tüyleri diken diken oluyordu. “Örtünmek mi? Asla!” diyordu, çoğu zaman…
Hatice’nin verdiği güzel iki kitabı aldığında içinde tarifsiz duygular vardı. Sanki yeni bir hayata adım atmanın verdiği heyecan, sevinç ve mutluluğuydu bu…
Dostları ilə paylaş: |