Bir toplumun veya toplumun bir bölümünün gelir düzeyinin ortalama yaşam düzeyinin çok altında; eğitim, sağlık, yeme-içme, barınma, giyinme gibi zorunlu gereksinimleri karşılayamayacak derecede düşük olması.
Bir toplumun veya toplumun bir bölümünün gelir düzeyinin ortalama yaşam düzeyinin çok altında; eğitim, sağlık, yeme-içme, barınma, giyinme gibi zorunlu gereksinimleri karşılayamayacak derecede düşük olması.
Yoksulluk bir ülkeler/toplumlar arası olabileceği gibi aynı toplumda farklı katmanlar arasında da olabilmektedir.
Yoksulluk bir ülkeler/toplumlar arası olabileceği gibi aynı toplumda farklı katmanlar arasında da olabilmektedir.
Yoksulluk ülkeler arasında gerçekleştiğinde bu durumu ifade etmek için gelişmiş/gelişmekte olan ülke ayrımı yapılmaktadır.
Yoksulluk ülke içinde ortaya çıkmışsa bu sefer gelişmiş/az gelişmiş bölge ayrımı yapılmaktadır.
Bunların dışında aynı bölgede yer alan az gelişmiş kentlerden, aynı kent içindeki az gelişmiş ilçelerden ve aynı ilçe içindeki az gelişmiş köylerden bahsetmek mümkündür.
Zorunlu gereksinim; yaşamın sürdürülebilmesi için zorunlu, tüm canlıların onsuz yapamayacakları beslenme, giyim ve barınma gibi gereksinimlerdir. Ancak bu kavram görelidir. Zaman içerisinde farklılaşma olabilmektedir. İnternet, cep telefonu ???
Zorunlu gereksinim; yaşamın sürdürülebilmesi için zorunlu, tüm canlıların onsuz yapamayacakları beslenme, giyim ve barınma gibi gereksinimlerdir. Ancak bu kavram görelidir. Zaman içerisinde farklılaşma olabilmektedir. İnternet, cep telefonu ???
Zorunlu olmayan gereksinim; giderildikçe haz, giderilmedikçe elem veren, ancak yaşamın devamı için hayati önem taşımayan gereksinimlerdir.
Birleşmiş Milletler genel anlamda yoksulluğu tanımlamak yerine farklı boyutlarına vurgu yaparak yoksulluğun, “sürdürülebilir bir yaşam için gerekli gelire veya kaynaklara sahip olamama; açlık ve yetersiz beslenme; sağlığın kötü olması; eğitim ve diğer temel hizmetlere sınırlı erişim ya da hiç erişememe; tedavi görememekten dolayı yüksek hastalanma ve ölüm oranları; evsizlik ve uygun olmayan barınma imkânları; güvenli olmayan çevre koşulları ve sosyal ayrımcılık ve dışlanma ile birlikte sivil, sosyal ve kültürel yaşama ve karar alma süreçlerine katılamama biçiminde ortaya çıktığını belirtmektedir
Birleşmiş Milletler genel anlamda yoksulluğu tanımlamak yerine farklı boyutlarına vurgu yaparak yoksulluğun, “sürdürülebilir bir yaşam için gerekli gelire veya kaynaklara sahip olamama; açlık ve yetersiz beslenme; sağlığın kötü olması; eğitim ve diğer temel hizmetlere sınırlı erişim ya da hiç erişememe; tedavi görememekten dolayı yüksek hastalanma ve ölüm oranları; evsizlik ve uygun olmayan barınma imkânları; güvenli olmayan çevre koşulları ve sosyal ayrımcılık ve dışlanma ile birlikte sivil, sosyal ve kültürel yaşama ve karar alma süreçlerine katılamama biçiminde ortaya çıktığını belirtmektedir
Yoksulluğa ilişkin sınıflandırmalar yapılırken mutlak, görece ve sübjektif yoksulluk kavramları açıklanmaktadır
Mutlak yoksulluk; Objektif olarak tanımlanmış mutlak bir asgariden daha azına sahip olmak
Mutlak yoksulluk; Objektif olarak tanımlanmış mutlak bir asgariden daha azına sahip olmak
Mutlak yoksulluk; gıda, temiz içme suyu, hijyen imkanları, sağlık, barınma, eğitim ve bilgiyi içeren çok sayıda temel insan ihtiyacını içeren ve sadece gelire bağlı olmayan aynı amanda hizmetlere erişimle de ilişkili olan bir kavramdır
Göreli/nisbi yoksulluk; toplumdaki diğer bireylerden daha azına sahip olmak
Göreli/nisbi yoksulluk; toplumdaki diğer bireylerden daha azına sahip olmak
Temel ihtiyaçların mutlak olarak karşılanmasına rağmen, kişisel kaynakların yetersizliği nedeniyle toplumun genel refah düzeyinin altında kalınması ve topluma sosyal açıdan katılımın engellenmiş olması durumunu tanımlamaktadır.
Göreli yoksulluk yaklaşımı yoksulluğu, karşılaştırmaya dayalı olarak tanımlamaktadır. Genellikle toplumdaki medyan veya ortalama gelirin belli bir oranına (%40-%60) sahip olamayanlar yoksul olarak kabul edilmektedir.
Sübjektif yoksulluk; geçinmek için yeterince kaynağa sahip olmadığını hissetmek olarak tanımlanmaktadır.
Sübjektif yoksulluk; geçinmek için yeterince kaynağa sahip olmadığını hissetmek olarak tanımlanmaktadır.
Yoksulların sesine kulak veren, yoksulların kendi algılamalarını ön plana çıkaran bir yaklaşımdır.
Refahın/yoksulluğun temel unsur ve kaynakları yoksullarla karşılıklı görüşmeler yoluyla kendileri tarafından belirlenir. Böylece, toplumca kabul edilebilir bir yaşam düzeyinin ne olduğu, uzmanlar tarafından değil, bu durumu en iyi bilmesi gereken insanlarca belirlenmektedir.
Nesnel ölçülere dayanmaması ve ölçümünün çok zor olması nedeniyle çok yaygın kullanılan bir tanım ve ölçüm yöntemi değildir.
Kentsel yoksulluk; kent özelinde yaşanan yoksulluk olarak ifade edilmektedir.
Kentsel yoksulluk; kent özelinde yaşanan yoksulluk olarak ifade edilmektedir.
Bir kentin sunduğu hak ve olanaklara o kent halkının ulaşıp ulaşamaması kent yoksulluğu düzeyini ortaya çıkarmaktadır
Eğitim, sağlık, barınma, güvenlik, sosyal olanaklardan yararlanma gibi temel gereksinimlerin karşılanamaması kentsel yoksulluğu beslemektedir
Toplumsal olarak da kent yaşamına katılamayan kişi kent yoksuludur ve kentlerde yüksek oranlarda kent yoksulu bulunabilmektedir
Yeni tanımlamalarda yoksulluk; genel olarak kentlerde yaşayan yoksul kesimleri anlatan bir kavram olarak kullanılmaktadır.
Diğer kentlilerle aralarında önemli eşitsizlikler ve kopukluklar olan bir toplumsal kesimi anlatmak üzere kullanılmaktadır.
Yoksullukla ilgili kavramların birçoğu temel insan hakları kapsamında düşünülmektedir.
Yoksullukla ilgili kavramların birçoğu temel insan hakları kapsamında düşünülmektedir.
Yoksulluğun tanımı, kıstasları ve nedenleri değişebilir ama sonuçları bir çok yerde aynıdır.
Açlık,
Açlık,
Ölüm,
Yetersiz eğitim,
Yetersiz beslenme,
Kötü barınma,
Çevre koşulları,
Suç,
Terör,
Kronik hastalıklar,
Sağlığın bozulması…..vb.
Neo-liberal ekonomik politikalarla beraber devletin sosyal rolünü azaltmaya yönelik girişimlerin, devletin dezavantajlı yoksul vatandaşlarını koruma yönünün azalmasına neden olduğu, işsizlik ve yoksulluğun giderek arttığı iddia edilmektedir.
Neo-liberal ekonomik politikalarla beraber devletin sosyal rolünü azaltmaya yönelik girişimlerin, devletin dezavantajlı yoksul vatandaşlarını koruma yönünün azalmasına neden olduğu, işsizlik ve yoksulluğun giderek arttığı iddia edilmektedir.
1972 yılında, Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan (Stockholm) Konferansı sırasında Hindistan Heyeti adına söz alan dönemin Hindistan Başbakanı Indira Gandhi’nin, “Kim Kirletiyor: Zengin ve Güçlüler mi, Fakir ve Güçsüzler mi” sorusuna verdiği yanıt, oldukça ilginçtir. Açlık, barınma ve yoksulluk…
“En büyük çevre kirliliği yoksulluktur”
Gelir dağılımındaki dengesizlikler ve giderek artan yoksulluğun bireyleri hızla toplumun dışına ittiği iddia edilmektedir.
Gelir dağılımındaki dengesizlikler ve giderek artan yoksulluğun bireyleri hızla toplumun dışına ittiği iddia edilmektedir.
Bireyler bu süreçte yaşadıkları topluma yabancılaşarak toplum dışı kalmaktadırlar.
Ötekileşen kesimlerin sürekli olarak artmasıyla ve toplumsal yapıyı zedeleyecek bir çoğunluğu oluşturması muhtemel hale gelmektedir.
Bu da yoksunluk dediğimiz durumu ortaya çıkarmaktadır.
Oxford Poverty & Human Development Initiative ve UNDP tarafından geliştirilen bu yeni endeks ile yoksulluğun gelir dışında çok yönlü ve yoksunluklar temelinde hesaplanması amaçlanmıştır.
Oxford Poverty & Human Development Initiative ve UNDP tarafından geliştirilen bu yeni endeks ile yoksulluğun gelir dışında çok yönlü ve yoksunluklar temelinde hesaplanması amaçlanmıştır.
Bu doğrultuda bireylerin yoksunlukları 10 temel göstergede tespit edilip bu göstergelere göre çok boyutlu yoksulluk hesaplanmaktadır.
Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇBYE) aynı zaman zarfında insanların yüz yüze kaldığı ciddi yoksunlukları göstermek için tasarlanan yeni bir ölçüdür.
ÇBYE çok boyutlu yoksunluğun hem etkisini hem de yoğunluğunu yansıtmaktadır (insanların aynı anda kaç yoksunluk yaşamakta olduğu). Bu ölçü yoksulluk içerisinde yaşayan insanların kapsamlı bir resmini çıkarmak amacıyla kullanılabileceği gibi hem ülkeler ve bölgeler arasında ve dünya çapında hem de etnik grup, kırsal/kentsel konumlar ve diğer kilit hane halkı ve toplum özellikleri açısından ülkeler içinde karşılaştırmaya olanak vermektedir.
ÇBYE kendi türünün ilk küresel ölçüsünü ortaya koymak için teori ve verilerdeki son zamanlarda görülen ilerlemeleri kullanmakta ve geleneksel gelire dayalı yoksulluk ölçülerine de tamamlar niteliktedir.
2010 İnsani Gelişme Raporu (İGR) toplamda 5.2 milyar nüfusa sahip (gelişen ülkelerdeki nüfusun %92’sine tekabül eden) 104 ülke için tahminler ortaya koymaktadır.
Çalışmaya dahil olan ülkelerdeki toplam nüfuslarının üçte birini oluşturan 1.7 milyar civarındaki insan çok boyutlu yoksulluk içerisinde yaşamaktadır.
Bir yoksunluk tek başına yoksulluğu göstermeyebilir.
Bir yoksunluk tek başına yoksulluğu göstermeyebilir.
ÇBYE’ye göre bir hanenin aynı zamanda çok sayıda göstergede yoksun olması gerekmektedir.
Bir insan ölçülen göstergelerin en az %30’unda yoksun olduğunda çok boyutlu olarak yoksul olarak addedilmektedir.
Çok boyutlu yoksulluğun tespitinde kullanılan yoksunluklar şunlardır
Çok boyutlu yoksulluğun tespitinde kullanılan yoksunluklar şunlardır
• Eğitim (Her gösterge eşit ağırlıktadır 1/6)
1. Eğitim suresi: Ailede beş yıllık eğitim alan kişi olmaması
2. Çocukların Eğitimi: Ortaokulu tamamlamayan kişi sayısı
Sağlık (Her gösterge eşit ağırlıktadır 1/6)
3. Çocuk ölümü: Ailede çocuk ölümü meydana gelmesi
4. Beslenme: Ailede yetersiz beslenmeden dolayı sağlık sorunu yaşayan yetişkin veya çocuk olması
Yaşam Standardı (Her gösterge eşit ağırlıktadır 1/18)
5. Elektrik: Hanede elektrik olmaması
6. Kanalizasyon: Hanede tuvalet olmaması, veya ortak tuvalet kullanımı
7. İçme suyu: Hanede temiz içme suyu olmaması, veya temiz su kaynağı 30 dakikalık yürüyüş mesafesi dışında olması
8. Evlerin zemini: Hane çamurlu, tozlu veya hayvan gübresinden bir zemine sahip olması
9. Yemek Pişirmede: Odun, kömür veya tezek kullanılması
10.Varlıklar: Hanede, Radyo Televizyon Bisiklet Motorsiklet Buzdolabı vb. en az ikisinden bulunmaması.
Bu hesaplamalara göre 2012 yılında Türkiye’de çok boyutlu yoksulluk tanımına uyan 4.378.000 kişi nüfusun %6.6’sına tekabül etmektedir.
Bu hesaplamalara göre 2012 yılında Türkiye’de çok boyutlu yoksulluk tanımına uyan 4.378.000 kişi nüfusun %6.6’sına tekabül etmektedir.
2012 Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi sıralamasında Türkiye 42. sıradadır.
ÇBYE göstergeleri uluslararası olarak karşılaştırılabilir verilerin olanak verdiği ölçüde BKH’lerden elde edilmektedir. ÇBYE’nin on göstergesi BKH göstergeleriyle aynıdır veya ilgilidir: beslenme (BKH 1), çocuk ölüm oranı (BKH 4), içme suyuna erişim (BKH 7), sağlık tesislerine erişim (BKH 7) ve geliştirilmiş pişirme yakıtı kaynağı kullanımı (MDG 9).
ÇBYE göstergeleri uluslararası olarak karşılaştırılabilir verilerin olanak verdiği ölçüde BKH’lerden elde edilmektedir. ÇBYE’nin on göstergesi BKH göstergeleriyle aynıdır veya ilgilidir: beslenme (BKH 1), çocuk ölüm oranı (BKH 4), içme suyuna erişim (BKH 7), sağlık tesislerine erişim (BKH 7) ve geliştirilmiş pişirme yakıtı kaynağı kullanımı (MDG 9).
Bu karar alıcılara zorlukların nerelerden kaynaklandığını ve neyin ele alınması gerektiğini görmeleri açısından yardımcı olur.
Çok boyutlu olarak hesaplanan endekslerde parasal olmayan göstergeler kullanılarak insani gelişmenin veya yoksulluğun düzeyleri hesaplanır.
2000 yılında, 189 Birleşmiş Milletler Üyesi Devlet “Binyıl Zirvesinde” bir araya gelerek yoksulluk, açlık, hastalık, kadınlara karşı ayrımcılık, toprak kaybı ve okumamışlık ile savaşmak için 8 hedef ve 18 amacı benimsemiştir.
2000 yılında, 189 Birleşmiş Milletler Üyesi Devlet “Binyıl Zirvesinde” bir araya gelerek yoksulluk, açlık, hastalık, kadınlara karşı ayrımcılık, toprak kaybı ve okumamışlık ile savaşmak için 8 hedef ve 18 amacı benimsemiştir.
Yoksullukla mücadele, mutlak yoksulluğun azaltılması, anne ve çocuk olum oranının düşürülmesi, cinsiyet ayrımcılığının ortadan kalkması gibi amaçlarda olduğu gibi doğrudan mali sistemin iyileştirilmesi, iyi yönetişim,yoksul ülkelere yardımların iyileştirilmesini de dolaylı olarak kalkınma sürecinin bir parçası olarak görmektedir.
Yoksullukla mücadele, mutlak yoksulluğun azaltılması, anne ve çocuk olum oranının düşürülmesi, cinsiyet ayrımcılığının ortadan kalkması gibi amaçlarda olduğu gibi doğrudan mali sistemin iyileştirilmesi, iyi yönetişim,yoksul ülkelere yardımların iyileştirilmesini de dolaylı olarak kalkınma sürecinin bir parçası olarak görmektedir.
İnsan hakları ve çevrenin kalkınma eksenli yoksullukla mücadele ve çoğulculuk eksenli ayrımcılıkla mücadele alanlarında kesiştiği gözlemlenmektedir.
Rio+20 Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yapılan 1992 Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCED) 20. yıldönümü ve 2002’de Johannesburg’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nin (WSSD) 10. yıldönümünde 20-22 Haziran 2012’de yine Rio de Janerio kentinde gerçekleştirildi.
Rio+20 Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yapılan 1992 Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCED) 20. yıldönümü ve 2002’de Johannesburg’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nin (WSSD) 10. yıldönümünde 20-22 Haziran 2012’de yine Rio de Janerio kentinde gerçekleştirildi.
Konferans bitiminde hazırlıkları “İstediğimiz Gelecek“ başlıklı Sonuç Bildirgesi kabul edilmiştir.
Yoksulluğun ortadan kaldırılması günümüzde dünyanın karşılaştığı en büyük sorundur ve sürdürülebilir kalkınma için zorunlu bir gereksinimdir. Bu bağlamda, insanlığı yoksulluktan ve açlıktan kurtarmak için söz veriyoruz.
Yoksulluğun ortadan kaldırılması günümüzde dünyanın karşılaştığı en büyük sorundur ve sürdürülebilir kalkınma için zorunlu bir gereksinimdir. Bu bağlamda, insanlığı yoksulluktan ve açlıktan kurtarmak için söz veriyoruz.
Yeryüzündeki beş insandan biri ve bir milyarın üstünde insanın hala yoksulluk içinde yaşıyor olmasından, salgın tehditlerini kapsayan sağlık problemlerinden ve yedide birinin veya % 14’ünün beslenememesinden dolayı son derece kaygılıyız. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Kongresindeki devam eden insan güvenliği tartışmalarına önem veriyoruz. Dünya nüfusunun 2050 yılı itibariyle dokuz milyarı aşacağını ve üçte ikisinin şehirlerde yaşacağı tahminiyle, sürdürülebilir kalkınmanın başarılması, yoksulluğun ve açlığın ve önlenebilir hastalıkların ortadan kaldırılması için çabalamak gerektiğini biliyoruz.
Yoksulluğun ortadan kaldırılması
Yoksulluğun ortadan kaldırılması
Milenyum kalkınma hedeflerinin hedef yılı olan 2015’den üç yıl bu tarafa gelindiğinde, bazı bölgelerde bir ilerleme var iken, bu sürecin eşit bir dağılımda olmadığını görüyoruz ve özellikle az gelişmiş ülkeler ve Afrika başta olmak üzere, kadınların ve çocuklarında içinde bulunduğu etkilenmiş grubun çoğunluğunun artan yoksulluk için yaşamaya devam ettiğini biliyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerdeki sürdürülebilir, kapsamlı ve eşit ekonomik büyümenin yoksulluğun ve açlığın ortadan kaldırılmasında ve MKH’lerinin başarılmasında temel gereklilik olduğunun farkındayız.Bu bağlamda, gelişmekte olan ülkelerin ulusal çabalarının kalkınma çabalarının çevreyi hedef alan şekilde tamamlanması zorunluluğunu vurguluyoruz. BM kalkınma gündeminin içinde yoksulluğun ortadan kaldırılmasına öncelik verilmesi gereğini ayrıca vurguluyoruz.
Sosyal hizmetlere evrensel olarak ulaşmanın öne çıkarılmasının kalkınma kazançlarını başarmada önemli bir kazanç sağlayabileceğinin farkındayız. Eşitsizliğe ve sosyal dışlanmaya değinen sosyal koruma sistemi yoksulluğun ortadan kaldırılması ve MKH’lerinin başarılması için zorunludur. Bu bağlamda, tüm insanların sosyal olarakkorunmasını sağlayan girişimleri şiddetle destekliyoruz.
İçerisinde bulundukları toplumun temel ekonomik, kültürel ve sosyal kaynaklarından mahrum kalan veya mahrum bırakılan insan gruplarına “dezavantajlı gruplar” denir.
İçerisinde bulundukları toplumun temel ekonomik, kültürel ve sosyal kaynaklarından mahrum kalan veya mahrum bırakılan insan gruplarına “dezavantajlı gruplar” denir.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), dezavantajlı grupları şöyle tanımlamaktadır: Dezavantajlı gruplar, ekonomik durumları, cinsiyetleri, etnik veya dilsel kökenleri, dinleri veya (mesela sığınmacılar gibi) politik statüleri nedeniyle toplumsal ve ekonomik entegrasyon şansları diğer insanlara göre daha düşük olan kimselerden oluşur. Bunlar toprak mülkiyetine veya başka gelir getiren araçlara sahip olamayan ve genellikle sağlık, konut ve eğitim gibi temel toplumsal gerekliliklerden yoksun olan kimselerdir
İşsizler
İşsizler
Yoksullar
Eğitimsizler
Sosyal Güvenliği Olmayanlar
Evsizler
Ayrımcılığa Uğrayan Sosyal Gruplar
Bağımlılar
Engelliler
Çocuklar
Bu dezavantajlı gruplar çoğunlukla birbiriyle içiçe ve birbirini besleyerek şekillenirler.
Bu dezavantajlı gruplar çoğunlukla birbiriyle içiçe ve birbirini besleyerek şekillenirler.
Örneğin,eğitimsizler genellikle işsiz; işsiz insanlar yoksul ve çoğu kez de sosyal güvenlikten yoksun olabilmektedir.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, mutlak ve göreli yoksulluğa yol açarken, dezavantajlı grupların ortaya çıkmasının önemli bir nedenidir.
Dezavantajlılık sadece ırk, etnik grup, yoksulluk ya da cinsiyete göre tanımlanamaz.
Dezavantajlılık sadece ırk, etnik grup, yoksulluk ya da cinsiyete göre tanımlanamaz.
Bireysel olarak toplumdaki olanaklara erişmedeki yetersizlikler.
Toplumun çoğunun eriştiği olanaklara erişimlerinin engellenmesi kişileri dezavantajlı grup yapmaktadır. Buna örnek olarak sağlık, eğitim ve bilgi vb.verilebilir.
Bu olanaklara erişim konusunda bazı engellerden söz edilebiliir. Örneğin, kaynakların yetersizliği, bir gruba toplumun bakış açısı vb unsurlar.
Dezavantajlı gruplar toplumda birden fazla engelle karşılaşabilir.
Dezavantajlılıkla ilgili sorunların sosyal boyutu ihmal edilemez. Dolayısıyla soruna daha fazla maddi imkan sunmak ya da daha fazla devlet yardımı sunmakla çözüleceğini düşünmek yeterli değildir.
Yapısal nedenlerden kaynaklanan dezavantajlar “mutlak” olarak nitelendirebilecektir
Yapısal nedenlerden kaynaklanan dezavantajlar “mutlak” olarak nitelendirebilecektir
Kültür ve toplum tarafından inşa edilen dezavantajlar “göreli” olarak tanımlanabilecektir.
Doğuştan gelen ve değiştirilemeyen faktörler
Toplum ve kültür içerisinde inşa edilen faktörler
Doğuştan gelen ve değiştirilemeyen faktörlere örnek olarak deri rengi, bedensel engel ve biyolojik cinsiyeti gösterebiliriz.
Doğuştan gelen ve değiştirilemeyen faktörlere örnek olarak deri rengi, bedensel engel ve biyolojik cinsiyeti gösterebiliriz.
Bu faktörler, genellikle maddî temelli ve bedenseldir.
Yapısal kökenlere sahip oldukları için değiştirilmeleri imkânsız veya çok zordur.
Erkek olmanın dezavantaj getireceği durumlardan söz etmek güçtür.
Hem geleneksel toplumlarda hem de modern toplumlarda kadınların kamusal alandaki aktiviteleri çeşitli nedenlerle sınırlı olabilmektedir.
Bedensel durum:
Bedensel durum:
Bedensel kusurlara ya da engellere sahip olan bireylerin kültürel, sosyal ve ekonomik zeminlerde rekabet etmesi çok zordur.
Bu bireyler sahip oldukları bedensel engellerin yanı sıra, kendilerine toplumun atfettiği değerlerle de baş etmek zorundadırlar.
Yaş:
Yaş:
Dezavantajlı grupların oluşmasında yaş önemli bir faktör olarak yerini alır. Çocuklar ve yaşlılar, yani ekonomik olarak “bağımlı” sayılan ve üretime katılma şansları düşük olan insanlar dezavantajlı grupların bir kısmını meydana getirir.
Sosyal tabaka:
Sosyal tabaka:
Kültürel ve ekonomik bakımdan hangi toplumsal tabakada yer aldıklarına bağlı olarak kişiler dezavantajlı grup olarak sayılabilir.
Örneğin çok düşük gelir düzeyine sahip kimseler mensup oldukları toplumsal tabaka nedeniyle önemli dezavantajlarla karşılaşabilirler.
Etnik ve dinsel köken:
Etnik ve dinsel köken:
Bireylerin ister kendi tercihleriyle olsun ister doğuştan olsun, içerisinde bulundukları dini ve etnik grup, bireyleri dezavantajlı konumuna düşürebilir.
Yine bireylerin bir toplum içerisindeki yasal statüleri de belirli bir takım dezavantajlılık konumu doğurabilir. Sığınmacılar, göçmenler, mülteciler gibi
Kentlerdeki suç ve şiddet olaylarının kökenlerine bakıldığında, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi bir dizi yoksunluk dikkati çeker. Ama tümü en doğrudan şekilde yoksulluk ile ilişkilidir.
Kentlerdeki suç ve şiddet olaylarının kökenlerine bakıldığında, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi bir dizi yoksunluk dikkati çeker. Ama tümü en doğrudan şekilde yoksulluk ile ilişkilidir.
Ekonomik sorunların artışı, desteğe muhtaç kesimlerde giderek artış olmasına yol açmaktadır.
Örneğin işsizlik, birçok cezai vakanın oluşumuna etki etmektedir.
Yoksulluğun artışıyla tehdit algılaması yaygınlaşmıştır.
Yoksulluğun artışıyla tehdit algılaması yaygınlaşmıştır.
Kent sokaklarına ilişkin tehlike önyargısı, diğer kentlileri içine kapalı kılmaktadır.
Daha önemlisi, bu algılama dış dünyayı sürekli bir tehdit unsuru olarak görme eğilimindedir.
Suç ve kentleşme arasındaki ilişkinin bir diğer boyutu ise kentte artan suç oranı ile birlikte özellikle gelir düzeyi yüksek sakinlerin kenti terk etme ve taşrada yaşama oranlarındaki yükselmedir. Güvelikli siteler vb.
Kentleri güvensiz kılan sorunlardan biri “kentsel suç”tur.
Kentleri güvensiz kılan sorunlardan biri “kentsel suç”tur.
Kırda ilk kez işlenen suçlara rastlanırken, kentlerde tekrarlı suçlar ve mal aleyhine işlenen suçlar yoğunlukla görülmektedir.
Güvenlik ihtiyacının kentsel alanlarda daha yoğun hissedilmesi kentleşme süreçleri ve nüfus hareketleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır.
Modern çağda insan haklarının gelişmesiyle birlikte “kentli hakları” ortaya çıkmış ve güvenlik olgusu çağın anlayışına uygun bir biçimde ele alınmaya başlanmıştır
Kent merkezlerinde güvenlik sorununun artık bir yerel yönetim sorunu olarak da ele alınması gerekmektedir.
Kent merkezlerinde güvenlik sorununun artık bir yerel yönetim sorunu olarak da ele alınması gerekmektedir.
Belediye yasaklarına aykırılığın yanı sıra, şehrin estetik ve asayişini bozan, adil rekabet düzeninin kurulmasını ve tüketici haklarının korunmasını engelleyen işporta ile sürekli ve yoğun mücadelenin sürdürülmesine rağmen yasal düzenlemelerdeki eksiklikler ve yetersizlikler nedeniyle caydırıcı ve sonuç alıcı olunamamaktadır.