Balkon: “Yurtta Harp, Cihanda Harp”
Baskın Oran
30 Mart seçimlerinin esas flaşı, farkında değiliz, en az bir yıldır alay eder gibi oyalanan Türkiyeli Kürtlerin sonunda “Artık yeter. Kendi özerkliğimizi kendimiz inşa edeceğiz” deyip, güneydoğuda ayrı bir Türkiye oluşturmaya zorlanması. Bunu ayrıca ele almak lazım. Ama herkesin bahsettiği “flaş”, Erdoğan’ın balkondan yaptığı, “Allah’ıma hamd ediyorum”, “Rabbim bu milleti doğru yoldan ayırmasın” gibi İslami temalarla bezenmiş “zafer” konuşması. 18.03.2014 tarihli tapenin iddiasına göre Kur’an’la “Bakara-makara” diye dalga geçen ve dindarları “Her Cuma bi tane ayet sallıyorum” diye aşağılayan E. Bağış’ı da yanına alarak.
Sadece iki şey söyledi: 1) “İnlerine kadar gireceğiz ve yaptıklarının hesabını soracağız; 2) “Suriye bizimle şu an savaş halinde. Uçaklarımızı taciz ediyorlar. 74 kardeşimizi şehit ettiler. Süleyman Şah Türbesi’ne yapılan her saldırı ülkemize yapılmıştır”. Birinci söylediği, Türkiye’de bir “cadı avı”nın başlatılması yani bir tür “iç savaş” demek. İkincisi ise, basbayağı, “komşuyla savaş” demek. Üstelik, söyledikleri tümüyle yanıltıcı:
Yutturmaca bir değil, iki değil
1) Suriye’nin bizimle savaş halinde olduğu nereden çıktı? Tam tersine, en aşırı isyancı Sünni gruplara silah dahil destek sağlayarak Suriye’ye fiilen biz savaş açtık. Ortak sınıra 5 mil yaklaşan Suriye helikopterini (16.09.2013) ve uçağını (23.03.2014) da vurduk. Her ikisi de Suriye topraklarına düştü.
2) “74 şehit”in 52’si 11.05.2013 Reyhanlı faciasından olmalı. Diğerleri, herhalde, savaşan tarafların havan mermilerinin sınırı aşmasından. Faili bulunamamış Reyhanlı’yı kimin yaptırmış olduğunu zaman gösterecek.
3) Süleyman Şah Türbesi’ni tehdit eden Suriye hükümeti değil, bilakis, isyancı El Kaide’ye bağlı İslamcı IŞİD kuvvetleri. Erdoğan’ın bu cümlesinden Suriye’yle savaş istediği intibaı doğuyor ve bu intiba, 26 Mart’ta internete düşen Dışişleri Makam Odası ses kaydıyla birlikte okunduğunda, ciddi biçimde artıyor.
O zaman, o ses kayıtlarına bakalım. Ama bakamayız. Çünkü tüm dünyanın YouTube’dan halen dinleyebildiği kayıtlar bir tek Türkiyelilere ve üçlü biçimde yasaklandı: 1) TİB, YouTube’a erişimi idari bir kararla durdurdu. Gerekçe: 5651 sayılı Kanun'un 8. madde 1/b bendi. Yani, 2 Nisan’da açıklandığına göre, Atatürk’e Hakaret!!! 2) RTÜK, yasasının 7. maddesini göstererek yayın yasağı getirdi; 3) Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesi, Basın Kanunu Md. 3/2 uyarınca “her türlü haber, röportaj, eleştiri , görüş ve benzeri yayın” yasağı koydu.
27.03.2014 tarihli T24’te D. Akın TİB’in Youtube’u hangi yetkiyle kapatabildiğini soruyor ve cevap veriyor: 1) Erdoğan: “Twitter mvitır hepsinin kökünü kazıyacağız” (20.03.2014) ve “Bu olayın arkasında aslında Youtube var” (25.03.2014). 2) Efkan Âlâ: “Yaa kardeşim, biz yasa yapan yeriz, gerekirse hangi yasa yapılıyorsa onu yapar, sizin yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız (...) Koca % 50 oy almış partinin iradesini söylüyorum ben, boş ver gerisini, s… et affedersin. Hiç önemli değil” (11.03.2014 tarihli tape iddiası). 3) İnternet Yasası'na eklenen son değişiklik: TİB Başkanı'nın işlediği suçlar hakkında cezai soruşturma yapılması ilgili bakanın, TİB çalışanları hakkında cezai soruşturma yapılması TİB Başkanı'nın iznine bağlıdır!
Gelelim hukuki duruma
1) Bu gibi konuşmaları kaydetmek yasadışı. Ama bunların yayınlanması, eğer kamu yararı varsa, AİHM içtihadına göre ifade özgürlüğüne giriyor; suç değil. Bu işleri Türkiye’de en iyi bilen kişi, eski AİHM yargıcı Dr. Rıza Türmen örnekler vermekte: Fressoz ve Roire / Fransa kararı (21.1.1999), Bladet Tromso/Norveç kararı (20.05.1999), Radio Twist S.A./ Slovakya kararı (19.12.2006). (“Ses kayıtları ve ifade özgürlüğü”, Milliyet, 08.03.2014).
Devlet sırrı diyorsanız, yine Türmen, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi 2007 kararını hatırlatıyor: “Resmî sırların korunmasında devletin sahip olduğu meşru çıkar, ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için bir bahane oluşturmamalıdır. İfade özgürlüğü, (…) iktidarın (…) kötüye kullanılma yollarını teşhir etmek bakımından önemlidir.”… (“Basın Özgürlüğü ve Wikileaks”, Milliyet, 05.12.2010).
2) Konumuz açısından çok daha önemlisi, Türmen aynı yazıda uyarıyor: İçeriği kamuoyuna açıklanmış bir belgeye basının yer vermesi, manşete taşıması suç değildir. Bilakis, AİHM, bunun suç sayılmasını düşünce özgürlüğünün ihlali kabul eder. Örnek: Sunday Times/İngiltere (devlet sırlarının açıklanması), Fressoz ve Roire/Fransa (gizli vergi belgelerinin açıklanması).
Dışişleri makam odasında Suriye meselesinin nasıl ele alındığı şu anda dünya ve Türkiye kamuoyuna açıklanmış vaziyette. Hem Youtube’da var, hem tape yasaklanana kadar herkes okudu, hem de Birgün ve Cumhuriyet’te tam metin çıktı. Şu anda da Milletvekili Umut Oran, TBMM’ye verdiği ve bu toplantıda dişe dokunacak ne konuşulmuşsa ortaya döken soru önergesini sitesinde veriyor: http://www.umutoran.com/2014/03/28/4-adam-gonderirim-8-fuze-attiririm-tbmmde/ Bu önergenin haberini, 28.03.2014 tarihli Cumhuriyet’te de, “Mehmetçik’e füze attırmak vatana ihanet değil mi?” başlığıyla okuyabilirsiniz. Buradan kalkarak, TC’ye niye “Dünyanın En Büyük Devekuşu” dendiğini de anlayabilirsiniz.
Gelelim işin sonucuna
Birinci sonuç: Devlet işlerinde güvenlik, MİT müsteşarının katıldığı bir toplantıda bile kocaman bir sıfır. İkinci sonuç: Daha büyük felaket, içteki rezaleti kapatacak bir savaş açabilmek için bahane yaratmak istenmesi. Soru önergesini okuyun da görün; nasılsa kimse duymuyor diye, “Devlete karşı savaşa tahrik” başlıklı TCK Md. 304/1’deki suçu nasıl rahat rahat işliyorlar: “Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden (…) kişi, 10 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.
Güvenlik yokluğu ÇOK KÖTÜ. Ama ÇOK İYİ olan şu ki, şimdi bu olay patlak verdikten sonra, ülkemizin bir komployla savaşa sokulması, imkansız demeyeyim çünkü sıkışmış bir Erdoğan’dan her şeyi beklerim, çok daha zor. Bundan büyük kamu yararı duyanınız var mı? Bu konuşmayı yayınlamak “vatana ihanet” mi yoksa “vatana hizmet” mi?
Dostları ilə paylaş: |