O gün, yani 2 Eylül 1999’da katliama giden sürecin son adımı olan koğuş işgali başlamıştı. Katliama dek görüş hakkımız da elimizden alınmıştı. 28 Eylül günü Habip’in Yargıtay duruşması, 30 Eylül günü de Ümit’in DGM duruşması vardı. Üç günlüğüne Ankara’ya gitmem gerektiğinden, uzun uzun görüşmeyi düşünüyordum. Son haberleşmemizde, Habip o güne kadar sorunun çözüleceğini ve dolayısıyla görüşme yapacağımızı hiç sanmadığını iletmişti.
26 Eylül günü katliam yapıldı...
Katliam, ne duruşmaya ne görüşmeye yer bıraktı. 26 Eylül günü Ankara’ya gittiğimde, ancak günlerce sonra vahşice katledilmiş bedenleri ile yan yana gelebildik. İlginç zamanlama yargılamanın anlamsızlığını iliklerimize kadar hissettirdi. Oradaki işlerimiz elverse idi, duruşmalara katılıp, "Siz yargılama oyununa devam ederken, düzenin cellatları kararı verip infazı yaptılar bile” demek geliyordu içimden. Demek de gerekiyordu, ama koşullar; yaralılar, otopsiler ya da aileler için beyhude de olsa çalışmayı, onların yanında olmayı da gerektiriyordu. İleriye dönük olan bu ikinci seçenek daha ağır bastı ve cübbeli oyun senaristlerin kendilerine kaldı.