Televizyonun başına geçmiş, öfke kasırgasına tutulmuş bir halde haberleri dinliyordu. Habip Gül adını işitince, oturduğu kanepede taş kesildi. Aklına ilk gelen, sakin bir deniz gibi bakan Habip’in masmavi gözleri oldu. Gülümsüyordu. Sonra kadifemsi bir görüntü veren, kıpır kıpır parlak kumral saçları uçuştu gözlerinin önünde. Arkasından sırasıyla yüksek alnı, hafif çıkık elmacık kemiği ve ortanın üstünde gösteren fidan boyu canlandı belleğinde. Hıçkırıklar arasında telefona koşup,(283)dar gün dostunu aradı. Sadece, “Habip... Habip...” diyebildi boğuk bir sesle. Dostu, “Yapma!” diye acıyla feryat etti. Başka da herhangi bir şey konuşmadılar. Dostu tam olmasa da anlamıştı Habip’in başına gelenleri.