Bir sohbetimizde, Habip seminere dönüştürmeden söyle, devrimcilik deyince aklına ilk gelenler nedir dedim, hiç duraksamadan, “aşktır bu Yıldız, bu bir tutkudur” demiştin. Hatta A. Arif’den iki mısralık bir şiirle de süslemiştin formülünü. Yanılmıyorsam, “Anadoluyum ben, tanıyor musun” şiirindendi. Sohbetlerimiz kısa ama oldukça anlamlı, düşündürücü olurdu. İstersen Habip, bir-iki sohbeti anımsatmadan önce, izninle hiç hatırımdan çıkmayan bir anımı anlatayım. Yeni gelmiştin. Hayatın yazısız-çizisiz kaidesi gereği, herkes gibi ben de hoşgeldin demedim, ama tek farkla, “Hoşgeldin gülüm” dedim. Boyum sana kıyasla fevkalade kısa olduğundan, şöyle bir yukarıdan aşağı süzdün, ben de acaba çok mu kötü bir şey yaptım diye düşünürken, o seyrine doyumsuz dost gözlerin öyle bir yanıtladı ki beni, bir oh çekmeden edemedim. Daha sonradan “Hoşgeldin abla gülüm” diyerek bana takılmıştın. Sana “gülüm”ün köyümüzde bir hitap şekli olduğunu ve tamamen sevgiyi ifade ettiğini uzun uzun anlatacaktım ki, H. Demircioğlu gibi ırmak bakışlı o güzel insan, elini omuzuma koyarak “Nasılsın canım?” dedi. Ve izah etme ihtiyacı böylece anlamsızlaştı. Üçümüz birden “canım”ın, “gülüm”ün anlamını insanca(308)verdiğimizden, gülerek anlaşmıştık. Bugün kendime öfkeleniyorum, neden Hüseyin öyle deyince duygularımı bastırmak yerine kalkıp sımsıkı ve insanlığımı doyururcasına kucaklamadım onu diye.
Dostları ilə paylaş: |