Teşhislerin öncesinde de problem çıkarmaya çalıştılar. Önce tutanakları imzalatmaya, sonra da teşhisi ve teslimi gerçekleştirmeye çalıştılar. Aileler ve avukatlarla bu duruma itiraz ederek, teşhis yapılmadan bir cenazeyi almanın ve ona ait tutanakları hazırlamanın anlamsız olacağını belirttik. Israrımız sonucu talebimiz kabul(339)edildi.
Yanımızda birer avukatla beraber teşhise girmeye başladık. Morgun iğrenç bir havası ve kokusu vardı. Ümit’i dışarıya çıkarmışlardı. Yüzünün ve vücudunun hali ne kadar vahşice saldırdıklarını kanıtlıyordu. Bir yandan son kez yüzüne doya doya bakmaya çalışıyor, bir yandan da vücudundaki yaraları incelemeye çalışıyordum. Femur bölgesinde ölüme neden olduğu iddia edilen kurşun yarası dışında iki bacağında da diz altında kurşun izleri belli oluyordu. (Bir bacağında 1 tane, diğerinde 2 tane tespit edebildim.) Kasık bölgesinin sol kısmında ise, deriyi yarmayan fakat fırlamış kemik görünümünde bir çıkıntı vardı. Kırılmış görüntüsü çiziyordu. Ancak baş bölgesi tanınmayacak bir haldeydi. Darp ve darbe sonucu oluşan morluklarla kaplıydı. Gözün üzerinden enseye kadar izler belli oluyordu. O görüntüler bende ölüm nedeninin beyin bölgesinde darbe sonucu gerçekleşmiş olabileceği fikrini uyandırdı. (Sonradan yıkama işlemi sırasında, sırtında kırmızıya yakın şerit şeklinde belirgin ve kalın bir iz olduğunu gördüm. Demir çubuğun yaratabileceği bir iz görünümündeydi.) Ümit’i de diğerleri gibi öldüresiye dövmüşlerdi. Teşhisin ardından işlemleri bir an önce tamamlattırıp, yıkama ve ilaçlama yaptırılmadan, bu işlemlerin Bolu Devlet Hastanesi'nde gerçekleşeceği garantisi (!) verilerek, sivil araç ve çevik kuvvet eşliğinde Ankara dışına çıkartıldık. Anlaşılan Ankara Emniyeti bizlerden bir an önce kurtulmak istiyordu. Bundan sonra (Bolu’ya da hiç uğramadan) İstanbul’a kadar önümüzde devir teslim yapan polis otolarıyla yolculuk yaptık.