Hayır, katledilişlerinin yarattıkları sarsıntı ne kadar büyük olursa olsun, övmek gibi tek yanlı bir tutum içerisinde değilim. Bunu en başta siz doğru görmezdiniz. Bütün zaaflarınız ve yanılganlığınızla sizler, bugün de aramızdasınız, yaşıyorsunuz. Öylesine yaşıyorsunuz ki, size dair bir konuşma-eleştiri ancak (...../silinti ) eleştirisiyle yapıldığında anlamını bulabilir. Öylesine aramızdasınız ki, “söyle(n)meyin, gerçekleştirin, bizi aşın!” diyen sesinizi duyuyor gibiyiz.
Söylenecek sözler vardı, yapılacak işler, halledilmesi gereken sorunlar... Bir an olsun hiçbirinin sizsiz yapılabileceğini düşünmemiştim. O alevli günlerin üzerine, sıkılan kurşunların, köpüğün, üstümüze atılan bombaların, taşların altında can verirken sizler, nerden bilebilirdim bir daha bunlara fırsat olmayacağını? Oysa daha aynı günün gecesinde, saldırıdan birkaç saat önce, Ümit, o şiiri okumalıydım sana. Özlemlerinin şaha kalktığını görmeliydim gözlerinden. Yeni şiirler yazman için kışkırtmalıydım seni. Yaşanan tatsızlıklar için gönlünü almalı, her seferinde bir yerlerimi yaralamanı bilerek ve göze alarak sataşmalıydım bir kez daha.(170)Devrilen ağaçlar gibi yorgunluktan serilince yere, daha ciddi sorunlara el atmalıydık. Parti kuruluş etkinliklerini konuşmalıydık mesela. Teorik yayın konusunca hala aynı şeyleri düşünüp düşünmediğini öğrenmeliydim. Nereden bilirdim, bir daha yataklarımızı yıldızların altına seremeyeceğimizi. Nerden bilebilirdim Habip, seninle memleket üzerine yalnızca birkaç kelimelik bir sohbetle yetinmek zorunda kalacağımı? Çocukluğumun geçtiği çayırlarda durmadan koşan ve asla ıslah edilemeyen o yaban atlarının peşinden senin de koşup koşmadığını niçin sormadım?