‘98 sonlarında partimiz Ankara’da operasyon yemiş, birçok genç yoldaşımız gözaltına alınmıştı. Bir ay sonra ilk duruşmaya çıkmışlardı. Duruşmaya aileleri de kalabalık olarak gelmişti. Duruşma sonrası hakim bizim yoldaşların ailelerine sesleniyor: “Bakın, çocuklarınız cezaevine, Habip’in ziyaretine gidiyorlarmış. O Habip kim biliyor musunuz? Adamın bir sürü ismi var. Adı(267)bile belli değil. Çocuklarınıza sahip çıkın!”
Cezaevinin ikinci müdürleri sık sık Habip’i “ziyaret” ederlerdi. Bir gün yine ikinci müdürlerden bir tanesi ziyarete geldi. Sohbet esnasında Habip yoldaşa söylediklerine çok gülmüştük; “Ya Habip, sizin örgüt küçük müçük, ama koalisyondaki anahtar partiler gibi. Temsilcilik sizde, idareyi sıkıştıran siz.” Yine periyodik aramalardan birinde cezaevi müdürlerinden biri Habip’in elini sıkarak, “Habip, ilkokul mezunuyum diyorsun, ama sen burada üniversite bitirmiş kadar oldun. Kızıl Bayrak'idi her hafta sayfalarca yazın çıkıyor. Valla ben inanmıyorum senin ilkokul mezunu olduğuna” diyordu. Bir başka gün cezaevinin dış güvenliğinin bölük komutanını tutup koğuşa getirmişti. Komutan bize verilmeyen Kızıl Bayrak'ın son sayısını da alıp getirmişti. Habip’e; “Kızıl Bayrak’ı sürekli takip ediyorum. Kosova sorunu konusunda Amerikan emperyalizmine söylediklerinize katılıyorum. Ama Sırplar'a fazla bir şey söylemiyorsunuz.” dedikten sonra, elindeki Kızıl Bayrak'ın son sayısından örnekler gösteriyordu. Habip yoldaşın yazılarının yayınlanıyor olması, idari personelin gözünde Kızıl Bayrak'a ilgiyi artırıyordu.