Onüç gün sonra sistematik işkence artık bitmiş, sıra parmak izlerini almaya gelmişti. Parmak izi tespitine götürülüyoruz. Parmak izlerim alındıktan on dakika sonra beni bir odaya götürdüler. Sivil giyimli bir komiser, üstüme hışımla gelerek suratıma sertçe bir tokat attı ve, “Sen kimsin lan, adın ne?” diye kükredi. Ben de gayet sakin, “Hüseyin Yadigar Özüdoğru” dedim. “Peki 1995 yılının 26 Nisan günü İstanbul’da Altan Ersoy olarak yakalanan kim?” Evet, anlaşılan kimliğimin sahte olduğu açığa çıkmıştı. Yeni bir kimlik araştırmasının önünü kesmek için hazır bir cevapla, “Orada bir yanlışlık var” dedim. “O kimliği bulmuştum. Genel kimlik kontrolü sırasında üzerimde iki kimlik bulunduğu için gözaltına(295)alındım ve serbest bırakıldım. Yoksa ben Altan Ersoy falan değilim” dedim. Neyse ki, beklediğimden de erken ikna olup, bir iki tehditten sonra beni Terörle Mücadele Şubesi’ne geri götürdüler. Terörle Mücadele Şubesi’nin kapısına geldik, garaj kapısının anahtarı yok. Arıyorlar. Bir yandan telsizle içeriden kapının açılmasını anons ederken, bir yandan da Hüseyin Yadigar Özüdoğru ehliyetiyle, yani benim ehliyetimle kapıyı kurcalıyor komiser. Böyle kurcalarken ehliyetin köşesi kırıldı. Bana dönüp ehliyeti gösterdi, “Allah bilir bu da sahtedir, Bunu kıracağım, sana da si....mi vereceğim” dedi. Ben de gayet normal bir şekilde, “Olur, bence mahzuru yok” diye karşılık verdim. Komiser, sataşmalarına böyle rahat bir şekilde cevap verdiğimi görünce, “babacan” bir tavırla, belki de acıyarak, “Niye lan?” diye sordu. “Çünkü, sen benden her kimlik sorduğunda, onu sana gösteririm de ondan” diye karşılık verdim. Bu sözlerime sinirlenen işkenceci, küfür ederek, suratıma birkaç yumruk savurdu. O sırada garajın kapısı açılmıştı. Beni götürüp hücreme attılar. O gece yanıma kimse uğramadı. Ama kapı her açıldığında, mutlaka başka bir sahte kimliğim açığa çıktı düşüncesiyle her seferinde başka bir kimlik için kafamda bir sürü cevap hazırlamak zorunda kaldım.