Çelikten bıçaklar bileyen bakışlarıyla Habip’in uçsuz bucaksız bir bozkır gibi uzayıp giden yüzüyle kapı altında ilk karşılaştığımızda, nedendir bilmem öpüşmedik, kucaklaşmadık. Bu erken bir ayrılığa hazırlığın belirtisiydi belki. Aydınlık bakışları nasıl da sarıp sarmalamıştı hepimizi. Fırtınada yavrularını kanatlarının altına alan bir anaç kartal nasıl korur gözetirse, öyle çırpınıyordu bizim için. Yardıma ihtiyacı olan herkes için öyleydi. Nasılsa öyle bulduk Habip’i. Anlatıldığı gibi. Kaya gibi inatçı, gökyüzü gibi ferah. Ve daima seferber. Daha sorgudayken, düzenin onu içine sindiremediğini ifade etmekten kendini alamayan sözlerine muhatap olmuştuk. Onlar korkmakta ne kadar haklıydılarsa, biz o kadar gururlanıyorduk.