Zor dönem devrimcileri (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)


Kaya gibi inatçı, gökyüzü gibi ferah



Yüklə 1,22 Mb.
səhifə13/53
tarix06.09.2018
ölçüsü1,22 Mb.
#78071
növüYazı
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   53

Kaya gibi inatçı, gökyüzü gibi ferah

Dolu dizgin yaşanan on ay... Temposunu giderek artıran bir çalışma, uzun tartışmalar, barikat, kar, yağmur, tıklım tıklım bir koğuş, yağmur gibi kurşun sağanağı, ateş, uzayan günler ve geceler, anmalar, daima sıkılı yumruklar!.. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi bana. Bir kış günü işkenceye çekildiğimizde birlikte tereddütsüz direnmenin tarifsiz coşkusuyla geldiğimiz Ulucanlar’da başımız dik, fakat hata ve zaaflarımız karşısında içimiz ezikti. Daha işin başında, daha ilk adımda nasıl olurdu? Yapılacak onca iş varken, partinin bayrağını dalgalandırmadan nasıl bu kadar kolay ve çabuk? Öfkemiz, kızgınlığımız kendimizeydi artık. Açıklarımızı kapatmalı, dışarıdaki çalışmanın yükünü(165)paylaşmak için elimizden gelen herşeyi yapmalıydık. Birbirimizi kırmak pahasına, bir görevdi bu bizim için. Onları sekiz siper yoldaşımızla beraber bizden alan katliam gününe kadar bir solukta yaşadık herşeyi.

Çelikten bıçaklar bileyen bakışlarıyla Habip’in uçsuz bucaksız bir bozkır gibi uzayıp giden yüzüyle kapı altında ilk karşılaştığımızda, nedendir bilmem öpüşmedik, kucaklaşmadık. Bu erken bir ayrılığa hazırlığın belirtisiydi belki. Aydınlık bakışları nasıl da sarıp sarmalamıştı hepimizi. Fırtınada yavrularını kanatlarının altına alan bir anaç kartal nasıl korur gözetirse, öyle çırpınıyordu bizim için. Yardıma ihtiyacı olan herkes için öyleydi. Nasılsa öyle bulduk Habip’i. Anlatıldığı gibi. Kaya gibi inatçı, gökyüzü gibi ferah. Ve daima seferber. Daha sorgudayken, düzenin onu içine sindiremediğini ifade etmekten kendini alamayan sözlerine muhatap olmuştuk. Onlar korkmakta ne kadar haklıydılarsa, biz o kadar gururlanıyorduk.

Ama biz yanılttık onu galiba. Bazen sevincine düşen gölgenin serinliğinde onu sükunetle dinlemeyi, anlamayı başaramadık. Çatılmış kaşlarının altındaki kaygıya ortak olamadık. Yıllardır yalnız başına sırtında taşıdığı sorumluluğu istediğimiz gibi paylaşamadık.

Daha beraberliğimizin ilk aylarında açığa çıkan tünelle beraber ondaki özgürlük sevdasının, başarısızlık ve aksilikler karşısında kendi içinde korkunç bir sürgüne dönüşecek kadar yakıcı bir tutku olduğunu anlayamadık. Deneyimsizdik. Aceleciydik, acemisiydik mahpusluğun. Kavga ateşinde yeterince kavlanmamıştı bilincimiz.

Daha ilk sınavda çuvallamıştık. Aylarca, sabırla, bıçak sırtında harcanmış emekti; onurun, kavgaya adanmışlığın, cüretin; ve suyunu bir an önce kavga denizine ulaştırmaya çalışan büyük bir coşku pınarının(166)adıydı, sende özgürlük tutkusu. Laf değildi “unutun gitsin” diyebileceğin. İşti, emekti, tırnakla-dişle kazıp gün ışığına çıkarmaya çalıştığın, karanlığın göğsüne saplanmış bir ışık demetiydi, umuttu senin için. Senin gibi yılları zindanlarda geçen bir insan için bu en zor anın geçici de olsa seni bu denli etkilemesi bundandı. Anlayamadık, bağışla! Sevincinden pay çıkarmada gösterdiğimiz tezcanlılığı, sorunlar karşısında gösteremedik. En sıkıntılı sorunları paylaşmak için gereken çabayı gösteremedik. Habip nasıl olsa her sorunu çözer diye baktık. Seni bunalttık. Çokça tartışıp iş yapmayı önemsemedik, seni yalnız bıraktık.

Oysa, çokça tanık olduğumuz gibi, söz kalabalığına ne hacet, dostça uzanan bir el, paylaşmaya hazır bir çift gözbebeği yeterdi sana. Bunları gördüğünde asla hayır demezdin. Yoksulluğun, yokluğun ve düşmanın önünde eğilmeyen başını, yaslanacak sağlam bir omuza dayamayı zayıflık olarak görmezdin. Ama bu samimiyeti bulamadığında da asla yakınmazdın. Beklemezdin de. Kendin için hiçbir şey istemezdin. Tek başına da olsa katlanırdın, düşmanın zulmüne de dostun kusuruna da.

“Üstüne gelen kurşunu bile paylaşmalı...”

Bu konuda Ümit’le benzer kişilik özellikleriniz olduğunu söylemeliyim. “Üstüne gelen kurşunu bile paylaşmalı” derdi, bilirsin. Yoldaşlığı bu kadar yalın ifade eden başka bir sözcük dizgesi, başka bir cümle kurulabileceğini hiç sanmıyorum. “Üstüne gelen kurşunu bile...” Oysa öyle olmadı. Siper yoldaşlarıyla beraber en ağır, en öldürücü kurşunlara siper etmek için bedeniyle öne atılırken, bu yalın paylaşım kuralını ihmal ettiğini bilmiyor olabilir mi? Ümit işte. Gençliğinin ateşiyle(167)yanıp tutuşan, deli bir fişekti o kavgada.

Hatırladıkça hala gülerim. Eskişehir’de hücrelere kapatılan iki devrimci tutsak için yaptığımız eylemin en gerilimli anlarından birinde, kulelerdeki askerlerden biri Ümit’e bakıp, “şuna bak, sanki Mareşal Fevzi Çakmak gibi, ortalıkta dolaşıp duruyor” demişti. O günden sonra “mareşal” diye çağırır olduk onu. Yaşasaydı, korkusuz yüreği ve kocaman kafasıyla, daha büyük saldırılarda düşmana korku salmaya devam edecekti.

Hayır, sevgili mareşal ölmedi, savaşı terketmedi. “Bitirdik, öldürdük” dedikleri her yerde ve her zaman, o korkunç kahkahalarıyla savaşa devam etmeye hazır o. Katliamdan sonra konulduğumuz hücrelerde, koğuşta, havalandırmada bomba gibi patlayan kahkahaları yankılanarak ulaşıyordu bize. Çarpışıyordu. Herkes tanığıdır bu sesin. Bir kez daha yanılmıştı düşman. Habip yine firar etmişti.

Düşmana çevrilmiş bir çift namlu olan mareşalin gözleri, sevdiği, dostu, yoldaşı karşısında ay parçası gibi süzülmesini de bilirdi ama. Yalnız sevdiklerinden saklamazdı gözyaşlarını. Öylesine doğal, öylesine içten. Bir keresinde, böyle bir anda, gözgöze geldiğimizde “sonra konuşuruz” deyip ertelediğim konuşmayı yapamamaktan ne kadar pişmanım şimdi. Her görüşme gününde kuş gibi çırpınan yüreğine biraz olsun kulak vermeye fırsatım olmadı diye avutuyorum-kandırıyorum kendimi. Hayır, hafifsediğimden ya da garipsediğimden değil. Anlamsız ve yersiz bulduğumdan hiç değil.


Yüklə 1,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin