Çevresindekileri bilgisi, gücü ve inancıyla etkileme yeteneği
Cezaevinde iken annesini sürekli olarak mücadeleye(211)teşvik ediyor, verdiği güven ve destekle onun cezaevi sorunları ile ilgilenmesini sağlıyordu. Ulucanlar katliamından önceki eylem sürecinde, annesi eylemin belirgin simalarından olmuştu. Siyasal yapısı, aile çevresi ve konumu düşünüldüğünde, bu tür bir çaba içine girmesinin tek etkeninin Ümit olduğu açıkça görülüyordu. Aralarındaki derin sevgi, inanç ve saygı, Ümit’in etkinliğini artırıyordu.
Katliamdan sonra bugüne kadar geçen sürede annesinin ilgisiz, güçsüz ve hesap soramayan tutumu, Ümit’in gelip, eleştirip değiştirmesini bekliyor sanki. İki ayrı insan profili çizen anne sanki bütün gücünü ve enerjisini Ümit’ten alıyordu ve onun katledilmesi ile artık durgunlaşmıştı. Ümit’in ona güç ve enerji aktardığı kadar, annenin bu durumunu görse, hiçbir gerekçe tanımadan ağır şekilde eleştirip mutlaka değiştireceğine de kuşku yok. Ümit’in çevresindekileri bilgisi, gücü ve inancıyla etkilemesi en güçlü yanlarındandı. Kardeşi üzerindeki sevgi ve saygıya dayalı etkisi de bunun göstergelerinden.
“Siz yargılama oyununa devam ederken, düzenin cellatları kararı verip infazı yaptılar bile”
Son görüşmemizde Ümit ve Habip ile bazı sorunlar üzerine uzun uzun konuşmak üzere sözleşmiştik. Cezaevinde görüş sırasında her konudan biraz söz edelim derken vakit doluyordu. Bu kez planlı şekilde gündelik çalışmalarımızda karşılaştığımız bazı sorunlar üzerine konuşacaktık. İkisi ile konuşmak, çözüm üretmek kolay ve sonuç alıcı olacaktı.
Sözleştik ama görüşmedik. Gittiğim gün onların duruşmasına katılmıştım. Yargıç saat 10:30’da yapması(212)gereken duruşmamızı en sona bırakarak saat 15:00'e almıştı. Hatta bu nedenle de tartışmak durumunda kalmıştık. Hiç değilse iki kelime konuşmak için apar topar cezaevine gittiğimde, ancak dış nizamiyeden içeri girebilmiştim. Israrlarıma ve savcı ile görüşmeme rağmen görüş yaptırmadılar. Yarım saatlik gecikmeyle görüşme olanağını yitirmiştik.
O gün, yani 2 Eylül 1999’da katliama giden sürecin son adımı olan koğuş işgali başlamıştı. Katliama dek görüş hakkımız da elimizden alınmıştı. 28 Eylül günü Habip’in Yargıtay duruşması, 30 Eylül günü de Ümit’in DGM duruşması vardı. Üç günlüğüne Ankara’ya gitmem gerektiğinden, uzun uzun görüşmeyi düşünüyordum. Son haberleşmemizde, Habip o güne kadar sorunun çözüleceğini ve dolayısıyla görüşme yapacağımızı hiç sanmadığını iletmişti.
26 Eylül günü katliam yapıldı...
Katliam, ne duruşmaya ne görüşmeye yer bıraktı. 26 Eylül günü Ankara’ya gittiğimde, ancak günlerce sonra vahşice katledilmiş bedenleri ile yan yana gelebildik. İlginç zamanlama yargılamanın anlamsızlığını iliklerimize kadar hissettirdi. Oradaki işlerimiz elverse idi, duruşmalara katılıp, "Siz yargılama oyununa devam ederken, düzenin cellatları kararı verip infazı yaptılar bile” demek geliyordu içimden. Demek de gerekiyordu, ama koşullar; yaralılar, otopsiler ya da aileler için beyhude de olsa çalışmayı, onların yanında olmayı da gerektiriyordu. İleriye dönük olan bu ikinci seçenek daha ağır bastı ve cübbeli oyun senaristlerin kendilerine kaldı.
“Yazdığı yazılar hala duruyor...”
Cenazeler alınıp yola çıkıldığında, bana Habip’in(213)cenazesi ile gitmek düşmüştü. Her bir adımı ayrı bir anı olan bu uzun yolculuğun en etkileyici yanları belki de, Helvacı Köyü’nün girişine geldiğimizde, duvardaki EKİM yazılarını görünce, abisinin “Yazdığı yazılar hala duruyor, bunlar Habip’in yazdıkları" diyerek ağlaması ile köylünün ciddi bir düzeyde cenazeye sahip çıkmasıydı.
Zor koşullara rağmen köyde çınlayan sloganlar, öfke, katillere karşı tiksinti ve Habip’e karşı saygı ve sevgi her halden belli idi. Herkes Habip’e yakışan bir törenden söz ediyordu. Onu yalnız bırakmayanlar, tören sonunda, istediği gibi bir tören yapamadık ama onu utandırmadık, diyorlardı. Saygın ve sevecen ilişkilerini tüm yaşamında sürdürmüş olmalı ki, yıllardır uğrayamadığı köyünde ciddi bir sevgi ile karşılanıyordu. İzmir de Habip’i kucaklamıştı. Onun istediği şekil tam yaratılamasa da, istediği devrimci öz her yönüyle yansıtılmıştı.
Ümit’in cenazesini kaçırıp gece yarısı gömenlerse onun yaşamına kastedenlerdi. Cansız bedenini kaçırmaları daha kolay olmuştu.
Onlar karşılarında sürekli yeni Habipler ve Ümitler görecekler
Onlar bütün yaşamlarını devrim için adayan, yürekli, yetenekli ve mütevazi öncüler, yorulmaz işçiler olarak anılabilir ancak. Bir arkadaşı gözaltı deneyimini anlattığı yazısında, “Onlar her gözaltıda karşılarında bir Ümit görecekler” diyordu. Onlar her gözaltıda karşılarında bir Ümit, bir Habip görmeli, her direnişte, her fabrikada Ümitler ve Habipler görülmeli. Bunu istediklerinden, bunu beklediklerinden ve buna yürekten inandıklarından hiç kuşkum yok.(214)
Eminim ki onlar herşeylerini devrime ve partilerine adamış olmanın rahatlığı ile baktıklarında, en çok kendileri için söylenen “Onlar partimizin özü ve özetidirler" sözü ile gururlanıyorlardır. Yine sade, abartmasız, sıradan tavırları ile devrime ve partiye bir katkı sunmanın huzurunu yaşıyorlar.
Sevgili Ümit, sevgili Habip... Sözleştiğimiz sohbeti yapamasak da, birbirimizi göremesek de, sizinle bu yazı ile buluşmanın mutluluğu, katillerinizin hala katletmeye devam etmelerinin verdiği üzüntü, Habip’in dediği gibi, zamanı geldiğinde işçi sınıfının soracağı hesabın inancı ile, yeniden merhaba...