Zor dönem devrimcileri (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)


“Bazen ölümdür mücadele biçimi ve erken ölmektir asıl mücadele”



Yüklə 1,22 Mb.
səhifə20/53
tarix06.09.2018
ölçüsü1,22 Mb.
#78071
növüYazı
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   53

“Bazen ölümdür mücadele biçimi ve erken ölmektir asıl mücadele”

Gerçekten de bu kez Ankara Ulucanlar hapishanesinde Hüseyin Yadigar Özüdoğru adıyla tutuklu buldum onu. Son cezaevi macerası olacağını hiç düşünmediğim bu uzun tutukluluğunun yakında sona ermesi için gayret içindeydik. Katledilmeseydi, en çok üç-beş yıl sonra yeniden özgürlüğüne kavuşacaktı.

Daha önce de uzun süreli açlık grevlerinin, içinde tereddütsüzce yer almıştı. Bu kez de ‘96 ölüm orucu eyleminin başıydı cezaevine girdiğinde. İşkenceyi çok sakin karşılamış ve kendi hayat hikayesini kaleme aldığında aktardığı gibi işkencecilerle dalga bile geçmişti. Yorgun bedenini pek de dinlendirmeden açlık grevine başladığında, “hiç değilse biraz geç başlasaydın, zaten oldukça yıpranmış durumdasın” diye uyardığımda; ciddi bir süreç yaşandığını, diğer devrimcilerin aç durduğu yerde yemek yemesinin kendisine daha ağır bir azap verdiğini söylemişti. Böyle bir eylemlilik içinde açlık grevi yapmak yemekten daha kolaydır diyordu.

Açlık grevinin altmışlı günlerinde ölüm orucu gönüllüsü olarak görüş yerine geldiğinde, kafasında kırmızı banttaki EKİM yazısı ve oldukça zayıf bedeni ile ölümü düşündürmüştü bana. “Sohbeti kısa keselim,(201)yorulma” dediğim halde, uzun uzun konuşmayı tercih ediyordu.

Ölüm orucu bittiği gün kalbi durmuş, yeniden canlandırılmıştı. Olayı sorduğumda “şöyle bir gidip geri geldim” diye espriyle karşılıyordu. Ölümlere çok yakın günlerinde Kızıl Bayrak gazetesinin okuyucu köşesinde, Buca hapishanesinden bir devrimcinin kısa yazısının altına aldığı bir şiir üzerine konuşmuştuk.

Erken öleceğiz seninle biz

Şafaktan önce gömüleceğiz

Mademki biz partizanız

Erken öleceğiz seninle biz

Güzel bir dize, bazen ölümdür mücadele biçimi ve erken ölmektir asıl mücadele” deyişi ve sergilediği kararlılık akılda kalmaya değerdi.

Amansız bir okuyucu ve yazar

Kısa sürede temsilcilik görevini üslenmiş ve gerçekten takdir edilir bir çizgi izlemişti. Adli, siyasi tüm tutukluların sorunları ile ilgileniyordu. Sohbetimizde kendi sorunlarımızdan söz ettiğimizde bile hemen kafa yoruyor, nasıl çözeriz diye fikir üretiyordu.

Hapishanelerin olumsuz koşulları, yaşadığı uzun açlık grevleri ve özellikle ‘96 ölüm orucu fiziksel sağlığını epeyce zorlamış, zihnini de oldukça hırpalamıştı. Sık sık artık biraz dinlen, temsilciliği bırak dediğimde, “şimdilik ihtiyaç var” derdi.

Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekten toplumsal bir önder tavrıyla hareket ediyordu. Yargılanması ise onun için tam bir kürsü görevi görüyordu. Savunmasındaki ifadeler nedeni ile dava açılıyor, o davada da tekrar aynı savunmasını yapıp, şimdi daha kararlıyım diyordu.(202)

Amansız bir okuyucu ve yazardı. Bu haliyle süreç içinde oldukça bilgili ve yetkin hale gelmişti. Öyle ki, ilk davalarındaki savunmalarında önemli müdahalelerde bulunuyorken, son süreçte yararlanmak için de savunmalarını inceliyordum. Bu gelişme öyle belirgindi ki, cezaevi idaresinden onun ilkokul mezunu olduğuna inanmayanlar vardı.

Politik kimliği ile özdeşleşen isim

Ulucanlar hapishanesine girdikten bir süre sonra gerçek kimliğinin Nevzat Çiftçi olduğu anlaşılmış, bir gazetede yayınlanan bu haberi görünce şaşırmıştık. Ne var ki, kendi deyimiyle, o Habip ismini sevmişti, Habip de onu. Her yerde yine de bu adla tanındı ve çağrıldı. Politik kimliğinin ve faaliyetinin yarattığı bu yeni kimlik, doğuştan aldığı kimliği tamamen silmişti. Öyle ki, ailesi bile Habip ismini kullanıyor, bundan mutluluk duyuyordu. Bu hal politik kimlik ile bütünleşmenin ve çevresine verdiği güvenin yarattığı sevgi ve saygının ürünü olmalı.

Katledildiğinde de medyada açıklanan isim Habip’di. İsmi defalarca iddianamelere konu olduğu gibi, elimizdeki son iddianamesinde de Habip Gül adı var. Bir farkla ki, ilk kez sanık değil maktül. Bu garip iddianameyi görse hiç şaşırmaz, ama çok üzülürdü sanırım. Kendisinin ölümünden devrimci dostlarını sorumlu tutan bu iddianameye herhalde, “bu düzenin yargısına da bu yakışırdı" derdi.

Sosyalizmin ve devrimin işçisi ve öncüsü

Adli Tıp’ta cenazeleri teslim eden memur belgeyi(203)düzenlerken, arkadaşı, “Dikkat et, bunun üç ismi var, kim olduğu bilinmiyor” dediğinde, o gergin ortamda acı bir gülümseme yaratmıştı. Habip bir kez daha resmi makamların aklını karıştıran bir iş yapmıştı. Cenazeyi eşine teslim ederken bile kuşkuyla hareket ediyorlardı. Otopsi tutanağına da üç isim yazılmıştı. Sanki bütün isimleri ile toprağa gömmek niyetinde gibiydiler. Resmi belgelerde hep ya da öncelikle geçen Habip ismi, tüm benliğine yer eden bu isimde cisimleşen politik kimlik öldürülmeye çalışılıyordu belki de. Yıllar önce yok olan Nevzat Çiftçi’nin bedeninde simgeleşen sosyalizmin ve devrimin işçisi ve öncüsü idi asıl hedefte olan.

Onun için örgütlülük özgürlüktü

Katledilmesinden sonra yayınlanan yazılarıyla, o bedendeki bilinç düzeyinin, kararlılığının ve inancının kaynağı daha da net görülüyor. Kendi kaleminden kısaca aktardığı hayat hikayesindeki bir sözü onun yaşamını özetliyor sanki. Diyor ki; “Hiç unutmadığım ve anlatmakta güçlük çektiğim iki anı var hayatımda; birincisi yıllar süren uzunca bir örgütsüzlükten sonra 1987 Ekim’inde örgütümle tanıştığım anın duyguları, diğeri ise tünelden çıktığımızda yüzümüze vuran ilk yel ile özgürlüğe atılan o ilk adımdır."


Yüklə 1,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin