En son isteklerinden biri bir çocuğunun olmasıydı. Mavi gözlü, kıvırcık saçlı, ufak bir kız çocuğu... Gerçekleşip gerçekleşememesinden bağımsız olarak, düşüncesi bile seni mutlu etmeye yetiyordu. Ancak bu fikre sert bir şekilde karşı çıkan Habip yoldaş olmuştu (4 çocuk sahibi olarak!)
Ölümünle bu kadar çabuk yüzyüze kalacağımı beklemiyordum. Devletin katliamcı yüzünü, cezaevlerine yönelik politikasını bilmeme rağmen, senin ölümün dışarıdayken sana çok yakın, içerideyken uzak geliyordu. Ancak sen sözünde durdun. İstediğin gibi 27 yaşında, 12 Aralık ‘99’a az bir süre kala “vuruşarak öldün”.
Yaşamın kadar ölümünü de erdemli kıldın.
Şimdi sıra bizde... Hoşçakal dostum, sevgilim, yoldaşım!
Melek Altıntaş(227)
*************************************************
“En önde savaşmanın onuru sizin”
“İşçi sınıfının üretici ve yaratıcı gücünün bir simgesi”
Sana dair yazmaya gücüm yeter mi, bilemiyorum. Sözcükler, imgeler zayıf kalacaktır seni anlatmaya, biliyorum. Ama tüm gücümü zorlayarak, sözcüklerin ve imgelerin taşıdığı anlamları okurların hayal gücünün zenginleştireceğini umut ederek başarmalıyım bunu. Sana dair bildiklerimi, birlikte yaşadıklarımızı yazmalıyım.
Katil sermaye devletinin saldırı haberini duyduğumda aklıma ilk sen geldin. 7 kişinin öldüğünü kuru bir sesle duyuran TV spikerlerine karşı büyük bir kin duydum. Bu saldırıya en önde ölüm pahasına direneceğini düşündüm hemen. Yanılmamıştım. Senin kıskanç ve bencil olduğun tek şey buydu. Komünist hareketin ilk şehitlerinden olmaya and içmiştin sanki. En önde dövüşmenin onurunu(228)kimseye bırakmak istemiyordun.
Yazmaya başlamadan önce, seni ilk nasıl tanıdım diye düşündüm uzun süre. Ama çok net anımsayamadım. ‘94 sonbaharının son günlerinden biriydi. Birdenbire girivermiştin bölge çalışmasına. İlk anımsadığım, bölge çalışmasına bir an önce hakim olmak ve çalışmayı ilerletmek için yaptığımız toplantı oldu. Bölgede devam eden bir fabrika direnişine müdahalenin sorunlarını tartışmıştık. Bir bildiri kaleme almıştık. Sen çoğaltma işini üstlenmiştin. Belki de yeni tuttuğun eve henüz yerleşememiştin bile. Bildirilerin yerine ulaştığını söylediğimde gözlerindeki parıltıyı hiç unutamam.
İşçilerin bildirilere tepkisini sormuştun hemen. Sözlü propaganda konusundaki eksikliği eleştirmiş ve bir dahaki müdahale için bu konuda şimdiden hazırlık yapılması gereğini dile getirmiştin.
Bölge örgütünün uzun süredir ilgilendiği ama somut bir ilerleme sağlayamadığı işçi ilişkileri ile tanışmak istemiştin. Ve bir de zor durumda gidebileceğin bir kitle ilişkisi olup olmadığını sorup, tanıştırmamı istemiştin.
Bu kitle ilişkisine giderken otobüste yaptığımız sohbeti anımsıyorum. Ben, sadece ailenin gençlerini tanıdığımı, benim devrimci olduğumu bilmediklerini söyleyip, “evlerini devrimcilere açmalarını nasıl sağlayabiliriz bilmiyorum”, dediğimde, sen gülümsemiş ve birkaç sorudan sonra bunun “hiç de zor olmayacağını” söylemiştin. Gerçekten de zor olmadı senin için. Bir süre sonra bu sıradan kitle ilişkisini devrimcilere kapılarını açan bir aileye dönüştürmeyi başardın.
Yeni tuttuğun evde tek battaniyeyle, sobasız bir şekilde kışı geçirmeye çalıştığını öğrenen bir yoldaşın bize bunları anlatıp sana ek para verdiğini söylediğinde, yüzün kızarmıştı. Sanki seni çok zor bir durumda(229)bırakmış gibi...
Bu süreçte ben bölgeden ayrılmak zorunda kalmıştım. Seni ve bölge çalışmasını yayınlardan izliyordum. Bizim uzun süreden beri ilgilendiğimiz işçilerin fabrikalarında örgütlenmesine önderlik ettiğin müdahaleleri okudukça kendime kızıyordum. Sen büyük bir inançla, her işçinin ve her imkanın doğru müdahale edildiğinde devrimcileştirilebileceğini gösteriyordun bizlere.
Komünist bir işçi önderi olarak işçi ve emekçilerin dilinden çok iyi anlıyordun. Onların yaşamını yakından biliyor, kuşkularını ve korkularını inanca ve cesarete dönüştürmenin bir yolunu mutlaka buluyordun. Senin önderliğindeki bölge örgütü büyük bir enerji ve coşkuyla çalışıyordu. Çalışmaların planlanmasına komitenin bütün bileşenlerinin aktif olarak katılmasını sağlıyordun. Pratik yönünde de en militan tarzda görev alıyordun.
3. Genel Konferans sonrası dönemde benim çalıştığım bölgenin yöneticiliğini de üstlenmiştin. Bölge çalışmasına konferans sonuçlarına göre yeni bir ivme kazandırmanın hazırlıklarını yapıyor, ilk adımlarını atıyorduk. Bir yoldaşın randevusuna gelmediğini öğrendiğimde bir terslik olduğunu anlamıştım. Çünkü seni randevudan alıkoyacak tek bir şey olabilirdi. Düşman saldırısı. Kapsamlı bir operasyonda alındığını bir süre sonra öğrendik. Operasyon öncesi yoğun takibi bizim bölgeye taşımamış olduğunu konuşup bu konudaki titizliğini övmüştük. İşkencecilere kan kusturacağından emindik. Düşmanın tüm engellemelerine rağmen devrim ve sosyalizm davasının haklılığından ve başarıya ulaşacağından emin olduğumuz kadar.
Seni tekrar yazılarından izlemeye başladım. “Tekoşin yoldaş” işçi ilişkilerimizin de dilinden düşmüyordu. Seni tanıyabilmiş olanlar haklı bir gururla bunu ifade edip,(230)hayranlıklarını her fırsatta dile getiriyorlardı.
Cezaevinden çıktıktan sonra bir başka çalışma bölgesinde yolumuz bir kez daha kesişti seninle. Bacağında bir kurşun yarası vardı bu kez. Ciddi bir tedaviye ve bakıma ihtiyacın vardı. Ama sen sanki gribe yakalanmış gibi davranıyordun. Uzmanların tavsiye ettiği beslenme listesine uyman için seni uyardığımda, “yoldaşlar bunları yiyemiyorlar, benim boğazımdan zor geçer” diyordun. Yaralı halinde bile bir ayrıcalık istemiyordun. Bacağındaki yaranın acısını artık kırmızı reçeteli ağrı kesiciler bile dindiremiyordu. Ama sen bir kez bile ağrıdan şikayetçi olmadın. Tahrip olan sinir uçlarını onarmak ve kas erimesini engellemek için fizik tedavisi görmen ve düzenli özel eksersizler yapman gerekiyordu. Tedavi süresince sana refakat etmeme bile izin vermedin. Bir an önce koltuk değneklerini atıp çalışmalara katılmak istiyordun. Evet, kısa bir sürenin sonunda bedenini zorlayarak koltuk değneklerini attın ve dört elle çalışmaya sarıldın.