Aksayan ayağınla 1 Mayıs mitinginde pankart asmaya çalışan bir yoldaşa saldıran sivile tekme tokat girişmeni ve yoldaşı ellerinden kurtarmak için ilişkileri organize etmeni hiç unutamıyorum
Aksayan ayağınla 1 Mayıs mitinginde pankart asmaya çalışan bir yoldaşa saldıran sivile tekme tokat girişmeni ve yoldaşı ellerinden kurtarmak için ilişkileri organize etmeni hiç unutamıyorum.
Kısa bir süre sonra yine gözaltına alınmıştın. Ama bu kez sana çok kızmıştık. Bile bile kendini riske atmıştın. Bu illégalité ihlali seni yaralı olarak tekrar düşmanın eline düşürmüştü. Yaralı bacağına yüklenip seni sakat bırakabilirlerdi. Bir kez daha düşmana kan kusturacağından emindik. Cezaevine girer girmez ölüm orucuna katıldın. Senin için içerde veya dışarda olmak hiç farketmiyordu. Kavganın en önünde yerini hemen alıyordun. Cezaevinde de bir an bile boş durmuyordun. İşkencede zayıf davrananlara destek oluyor, onları(231)devrim davasına yeniden kazanıyordun. Adli tutuklulara ulaşıp onları da etkiliyordun.
Sen işçi sınıfının üretici ve yaratıcı gücünün bir simgesiydin. Hiçbir şeyi birilerinden hazır halde beklemiyordun. Yoktan varetmesini biliyordun. En kötü malzemeden parlak bir yıldız yaratabiliyordun. Son olarak da düşmanın teslim alma saldırılarının karşısında bedenini siper ederek çıtayı iyice yukarılara taşıdın.
Çocuklarından ve ailenden hiç bahsetmemiştin bana. Özel sorunlarınla meşgul etmek mi istememiştin, yoksa yaptığın fedakarlıkların bilinmesini mi istememiştin, bilemiyorum. İzmir’de komünist hareketin efsaneleşen kahramanının sen olduğunu da çok sonradan öğrenebildim ancak. Yaptığın fedakarlıklar ve işler senin için doğal bir görevdi, sözünü etmeye değmezdi. Bunlar üzerinden övgüler almak yaralardı seni belki, de.
Devrim ve parti davasına verdiğin emeği, bıraktığın mirası her ne pahasına olursa olsun korumaya ve geliştirmeye söz veriyoruz.
Şehitlerimizin adı devrim ve parti davasının andı olacaktır. İşçiler, emekçiler ve ezilen milyonlar partimizin önderliğinde ayağa kalktığı zaman, işte o zaman, en önde yine sizler savaşacaksınız. En önde savaşmanın onuru artık sizindir.
Ne yazık ki seni Habip yoldaş kadar yakından tanıyamadım. Aynı bölgede hiç çalışamadık seninle. Ama sana dair de söyleyebileceğim şeyler var. Enerji dolu, kıpır kıpır genç yoldaşımızdın sen bizim. Akın’ımız...(232)Klasik devrimci tipinin dışında bir görünüşün ve davranışın vardı. Somurtkan görmedim seni hiçbir zaman. Sürekli neşeli ve konuşkan... İddialı ve hırslı... Cesur ve atılgan... Girdiğin her ortamda dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor ve çevrendekileri etkilemesini biliyordun. Genç olmana rağmen utangaç ve çekingen değildin hiçbir zaman. Tersine, sürükleyici ve şaşırtıcıydın.
Türk solundaki düşünce tembelliğine çok kızıyordun. Bizlerin de okuduğumuz şeyleri bütün yönleriyle irdelememiz gerektiğini savunurken, “roman okur gibi politik ve teorik yazılar okunmaz” diyordun. Kızıl Bayrak'ta çıkan bir yazıdaki eksikliklerin dikkatimi çekip çekmediğini test etmiştin bir gün. “Kadroların yazıları yeterince iyi incelemediği” düşüncesine kanıt olmuştu bu sorgulama.
Seni en son gördüğümde “çok neşeli görünüyorsun, seni kıskanıyorum” dediğimde, “ben her zaman neşeliyimdir” yanıtını vermiştin. Ve sıkı sıkı sarılıp, bir gün mutlaka görüşürüz diyerek vedalaşmıştık.
Gençlik enerjisinin ve yaratıcılığının sembolü olarak parti ve devrim davasında yaşayacaksın. Sana kıyan vahşi, barbar sermaye düzenini yıktığımız gün, işçi sınıfının alnında parlayan kızıl yıldızlardan biri olacaksın.
Birkaç arkadaşla oturmuş sohbet ediyoruz. Telefon çalıyor ve Ankara Merkez Kapalı’ya saldırı olduğu haberini alıyoruz. Telefon çalıyor ve arkadaş şehitlerin de olduğunu söylüyor. O an beynimden kaynar suların indiği hissine kapılıyorum. Hemen Habip yoldaşı düşünmeye başlıyorum. Birden birlikte geçirdiğimiz anılar bir şerit gibi gözlerimin önünden geçiveriyor.
Kalp atışlarım hızlanıyor. İçimden “ne olur o olmasın” diyorum. Aradığımız yerlerden gelen cevaplarda bazen yaralı olarak geçiyor ismi, bazen de öldüğü söyleniyor. Yaralı olduğunu duyunca tarifsiz bir mutluluk yaşıyorum. Bencilce belki ama içimden hep “O yaşamalı, çünkü en çok hakedenlerden yaşamı o” sözleri geçiyor ve hala sağlıklı bir haber alamıyoruz. Fakat ben hep umutlu(234)olmaya, onun ölmediğine inanmaya çalışıyorum.
Aslında saatler ilerledikçe yaşananın sıradan bir saldırı değil, katliam olduğunu öğrenmiş ve umutlarımız zayıflamıştı. Ama yine de yaşadığım duygusal şokun etkisiyle hep “hayır olamaz”a inandırmaya çalışıyordum kendimi. “Bunu da atlatacaktır. Bu iradeyi bugüne kadar hiçbir güç altedemedi. Yine altedemeyecekler”di. Saatler ileri saymaya devam ediyor ve artık gelen haberlere duygularım karşı koyamaz hale geliyor. Habip yoldaş, evet o sarsılmaz dava adamı artık yaşamıyor. Müthiş bir kin ve öfke seli kaplıyor bütün bedenimi. “Alçaklar! Namussuzlar!” diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Müthiş bir eziklik hissediyorum aynı anda, onun öğrencisi olamadığım için kendime kızıyorum. Kendimden tiksinmeye başlıyorum. Onun masumane yüz çizgileri, mavi çakır gözleri, o her aklıma geldiğinde bunu daha da yoğun yaşamaya başlıyorum. “Ona ihanet ettim, ona layık olamadım” diyorum. Ve bunları her düşündüğümde bütün bedenimle sarsılıyorum.
Onu ilk gördüğümde aramızda kısa bir diyalog geçmişti. “Herhalde burjuva bir aileden” diye düşünmüştüm. Berrak ve beyaz yüz hatları, kibar bir dili vardı. Kafamdaki kaba şablonlardan dolayı onu böyle değerlendirmiştim. Onun komünist bir işçi olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.