Hiçbir zaman sana yazamadım. En büyük merakım da bu oldu. Okuma-yazmam olsaydı, ben de oğlumun yazılarını okurdum, yazıp içimi dökebilirdim.
Nevzat’ım, sen doğduğunda ben hastalandım. Bir buçuk ay ablan seni emzirdi. Keşke olanlar o zaman olsaydı da, bana bu acıları yaşatmasaydın. Oğul, bu nasıl acıdır... Senden önce üç oğlum öldü; biri 5 yaşındaydı, ikisi daha küçüktü. Acıları unutulmasa da, senin acının yanında hiç kalır.
Oğlum, biliyor musun annelerin önsezileri vardır. Benim üç oğlum, üç kızım var. Beşi için hiç endişe duymadım nedense. Senin için ise hep endişelendim, küçük yaşta evlendirdim. Nedeni, ben cahildim ama(320)etrafımda olan biteni görebiliyordum. Mazlum’un, Delil'in, Hayri’nin ve nicelerinin başına gelenler senin de başına gelmesin diye yaptım. Evlenirse, çoluğa-çocuğa karışırsa, çevresinde olan biteni farketmez, diye düşünüyordum. Meğer ne kadar yanlış düşünmüşüm. Oğlumun başına gelecekmiş de, ondan endişelenmişim.
Nevzat’ım hep inatçıydın, dik kafalıydın, yapacağım dediğini yapardın. Haksızlıklara karşı başkaldırırdın. Oğlum beni affet. Kalkıp seni karşılayamadım, sarılıp öpemedim. Nedenini sen de biliyorsun yavrum. İlk içeri girdiğinde, bizim oralarda bir pepe kuşu vardır, onun gibi mahkemelerin ve cezaevlerinin kapısında bekledim. İzmir’deyken her mahkemene ve görüşüne geldim. Mahkemelerde ellerini kelepçeli gördüğümde içim kan ağlıyordu. Kelepçeyi yüreğimde hissediyordum. Buca’ya, Urla’ya, Kemalpaşa’ya sık sık ziyaretine geldim.
Ondan sonra firar dönemlerin, yani bizim için acılı günler başladı. Nerede, ne zaman, ne haber gelir? Ölü mü, diri mi? Bitmek tükenmek bilmeyen acılı günlerdi...
Sonra ‘96 Mayıs ayında Ankara’da yakalandığında biraz olsun rahatladım. En azından yaşıyordun. Orada da açlık grevi yüreğimizi ağzımıza getirdi. Ziyaretine geldim, bacağından sakatlandığını gördüm. Benim için sancılı günler hiç bitmedi. Üzüntüm beni yatağa bağladı. Yavrum, bugünkü acıya bakıyorum da, meğer ben ne ufak şeyler için üzülmüşüm. Bacağın yaralıymış, keşke yaralı olsaydın, kolun, bacağın ve gözün olmasaydı. Yeter ki anne diyen güzel sesini duysaydım.
Oğul, dört yıldır yatalak haldeyim. Kabrine bile gelemiyorum. 5 ay içinde iki kez kabrine geldim, oysa ben her gün gelmek istiyorum. Beni yiyip bitiren; oğlumu karşılayamadım, son yolculuğunda yoldaş olamadım. Bir tas su dökemedim, oğlumun hizmetini(321)yapamadım. Güzel gözlüm, benim için hep yaşıyorsun. Çocukların gözümde birer Nevzat’tır.
Yavrum o zalimlerin evi-yuvası yıkılsın. Onlar benim evimi yıktı, ocağımı söndürdüler. Benim oğlumun cenazesi yine de evine geldi, yıkandı. Abileri, ablaları oğlumun istediği gibi, onun sevdikleriyle son yolculuğuna uğurladılar. O zalimlerin cenazesi bile bulunmasın, yıkanmasın, yakınları hasret gitsin.
Sen hep doğru olanı yapardın. Benim için hep mükemmel bir evlat oldun. Küçüğüm, gözümün nuru; görüyorum, ama ne anlamı var seni göremedikten sonra. Gezemiyorum, hiçbir önemi yok, benim küçüğüm de gezmiyor. Duyuyorum, ama bana anne diyen o tatlı sesini duyamıyorum. Beni bu değerli varlıktan mahrum edenlere allah bin katını versin.
Oğlum, yavrum, herşeyim, sen rahat uyu. Gözün arkanda kalmasın. Senin büyüklüğünü, onurlu olduğunu hep anlamıştım. 26 Eylül, o uğursuz Pazar günü, saat 2’de telefon geldi. Cezaevinde isyan var, dediler. Televizyonu açtık; 7 ölü, isim yok. Ablanın çığlıkları kulağımdan çıkmıyor; “Hayır, olamaz, yalan yalan” diye bağırıyordu. Adın yok dediysek de, hayır mutlaka içindedir, diyordu. Oğlum senin olaylardan geri kalmayacağını ben de biliyordum. Başına geleni anlamıştım. Senin bir daha eve dönmeyeceğini biliyordum. Çünkü düşmanların kanına ve canına kastetmişlerdi.
Küçüğüm, içimdeki çığlığı kimse anlayamaz. Ancak yüreği benim gibi yaralı olan anne ve babalar anlar. Yüreğimin çığlığını kimse duymuyor. Bazen dağları çatlatırcasına bağırmak istiyorum. Ama artık soluğum da çıkmıyor.
Nevzat’ım, ben 9 yıldır yarı ölü yaşıyordum. Ama(322)şimdi tamamen umutlarımı yitirdim. Arkadaşların gelince biraz olsun ferahlıyorum. Sanki seni görmüş gibi oluyorum. Sen yalnız ailen tarafından değil, yoldaşların ve büyük bir kitle tarafından da çok seviliyorsun. Seni tanıyıp da sevmemek mümkün mü? Sen ne için ölüneceğini çok iyi biliyordun...
Nevzat’ım, oğlum; senin dava arkadaşlarına, yani şehit arkadaşlarına başsağlığı dilemiyorum. Çünkü o kelimeyi sevmiyorum. Benim oğlum yaşamını yitirecek, benim başım sağ olacak! Hayır! Yalnızca Allahtan sabır diliyorum. Zindanlarda bulunan tüm tutsaklara, oğlumu tanıyan tanımayan herkese, sevgilerimi yolluyorum. Nevzat’ımı öper gibi öpüyorum.