Merhaba babacığım, Bu sana yazacağım son mektup olmayacak... Hayır, asla sonların olmasına izin vermeyeceğiz. Çünkü bizim sensiz yaşamamız artık mümkün değil. Sensizliğin acısı yüreğimde öfkelerin en büyüğünü yarattı. Seni çok özlüyorum. Seni her zaman özledim, ama şimdi herşey daha farklı. Belki de senin gibi yiğit bir devrimcinin kızı olduğum için bu kadar derin bir acı duyuyorum. Hatırlıyor musun, seninle son görüşmemizde bana bir şey söylemiştin. Ayrılık vakti gelmişti. Seninle vedalaşıp giderken arkamı dönüp senin tatlı bakışlarını görünce geri dönmüştüm. Sen bana, “Çiğdem, çok güçlü olmalısın” demiştin. Ve sonra demir parmaklıklara meydan okurcasına, yılların özlemiyle ellerimizi(324)birleştirmiştik. Ve daha sonra uzun bir ayrılık dönemi başlamıştı. Ta ki 30 Eylül gelene kadar... Evet güçlü olmam gereken gün gelmişti. Çünkü senin son yolculuğunu adına yakışır bir biçimde yapmamız gerekiyordu ve benim güçlü olmam gerekiyordu. Fakat bu benim için hiç kolay olmadı. Ağlıyordum... İçimdeki öfkeyi haykırmak istiyordum. Olamaz, babam ölemez diyordum. Çünkü O devrime aşıktı, direnir, diyordum. Ve buna son güne kadar inanmıştım. Ama insan toprağa diktiği bir fidan için üzülür mü? Ve bugün görüyorum ki, diktiğimiz fidan tohumlarını etrafa savuruyor. Habipler çoğalıyor. Bu bize sevinç verirken, düşmana korku veriyor. Senden ayrı kalmanın acısını çok yoğun hissettim. Yapmak istediğim iki şey vardı. İlki seni doyasıya öpmekti. İkincisi ise, üniversiteyi okuyacağım zaman sen nerede olacaksan, ben de orayı tercih edecektim ve seninle görüşebilme olanağım daha fazla olacaktı. Hatta bu isteğimi seninle paylaşmıştım. İlk isteğime gelince, seni 30 Eylül günü, ayrı kaldığımız yıllara inat doyasıya öptüm. Babacığım, öykünde, “Babamdan ayrı kaldığım zamanlar onu çok özlerdim” demişsin. Biz de seni çok özlüyoruz. Çünkü uzun yıllar ayrı kaldık. Bugün düşünüyorum da, acaba birbirimizi çok iyi tanımıyor muyduk. Ama hayır! Ne kadar ayrı olsak da, biz birbirimize sımsıkı bağlarla bağlıydık. Bana mektubunda “Devrimciler ailesini, çocuklarını herşeyden çok severler” demiştin. Biz de seni çok seviyoruz. Son görüşümüzde sana “baba demeyi özlemişim” demiştim. Sen de bana “ben de kızım demeyi” demiştin ve gülüşmüştük. Sen istediğin şekilde, onurlu kavganda mücadele(325)vererek şehit düştün. Fakat faşist düşman, senin de dediğin gibi, çürümüş düzeniyle birlikte yokolup gidecek ve gittikçe kızıllaşacak bayrağımızın altında diz çöküp yenilgiyi kabullenecek. Vaadedilen günler er geç gelecek. Bundan dolayıdır ki, ödenen hiçbir bedel boşuna değildir. Aylar geçiyor, yıllar geçecek, fakat bu katliam asla unutulmayacak. Artık birbirimizi görmüyoruz, ama hissedebiliyorum seni. Bu daha önemli değil mi? Ve inanıyorum ki, Ulucanlar katliamı ne denli büyük bir ses çıkardıysa, sorulacak hesap da o denli büyük olacak. Babacığım, artık kendimi çok güçlü hissediyorum. Ve ben büyüdükçe içimdeki öfke de büyüyecek. Çiğdem(326) **************************************************** Ekler(327)...(328)
****************************************************
“Zulmünüz yalnızca isyan ateşimizi büyütecektir” Ankara Ulucanlar zindanındaki 26 Eylül katliamında şehit düşen Habip Gül’ü (Nevzat Çiftçi) ölümsüzlüğe uğurlamak için İzmir’den gelen kitle, Helvacı Köyü girişinde jandarmanın vahşi saldırısına uğradı. 30 Eylül günü aralarında Dev. Maden-Sen, Tarım Gıda-Sen, Genel-İş 5 No’lu Şube, Eğitim-Sen 1 No’lu şube başkanları, İHD yöneticileri, Halkevleri, TİHV çalışanları, ÖDP, EMEP, HADEP yöneticileri. Kızıl Bayrak, Alınteri, P. Atılım, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek ve Odak taraftarlarının bulunduğu yaklaşık 80 kişi otobüslerle Helvacı Köyü girişine geldi. Burada önü jandarma tarafından kesilen kitle beklemeye başladı. Yapılan görüşme istemleri muhatapsız bırakıldı. Burada faşizmin zindanlarında katledilen yiğit bir(329)devrimciye yaraşır bir tarzda hareket edildi. Habip Gül yoldaş son yolculuğuna devrimci geleneklere uygun bir biçimde uğurlandı. Sloganlar, konuşmalar ve kitlenin sergilediği kararlılık, faşizme karşı nasıl omuz omuza gelindiğinin somut göstergesi oldu. Robocopların ilk saldırısı taşlarla direnilerek geri püskürtüldü. Sloganlar hiç susmadı. Siyasal görüş farklılıkları nedeniyle birbirine ters düşen insanlar faşist kolluk güçlerinin saldırılarına karşı tam bir birlik ve beraberlik sergilediler. Tek yürek, tek yumruk oldular. Bir devrimcinin nasıl uğurlanacağını bir kez daha gösterdiler. “Liberal İzmir” zulmün önünde nasıl diz çökülmediğine, başkaldırının ne denli meşru olduğuna tanıklık etti. Takviye yapılarak sayısı üçe-dörde katlanan askeri birlikler bir kez daha saldırdılar. İnsanlar dipçik darbeleriyle, coplarla vahşice dövüldü. Ancak Habip Gül’ün yırtılmış onlarca fotoğrafı hala “Devrim davası yenilmezdir!” diyordu. Bu vahşet saldırısının ardından (...) yaklaşık 70 kişi gözaltına alındı. Üç gün boyunca işkenceye maruz kalan bu ilerici-devrimci insanlar, bu arada Aliağa ve İzmir DGM arasında gidip-geldiler. Traji-komik bir hal alan iddianame erlere ezberletildi. Asılsız ithamlarda bulunuldu. Son olarak İzmir DGM’nin takipsizlik kararıyla tekrar getirildikleri Aliağa Adliyesi’nde önceden hazırlanmış acemi senaryo sonuçlandı. Savcının sürekli cep telofonuyla konuşması, birilerine “komutanım” demesi, emir-komuta zincirinin nasıl işlediğinin açık bir göstergesiydi.
Dostları ilə paylaş: |