Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə11/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   42

ORUÇ BAHSİ
529- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Oruç (insana) bir kalkandır. (Günahtan veya cehennemden insanı korur) Sakın oruçlu kimse kötü söz söylemesin, cahilane konuşup münakaşa etmesin. Bir kimse oruçlu olanla dövüşme ve sövüşmeye kalkışırsa ona iki defa, ben oruçluyum, desin. (Ona mukabelede bulunmasın). Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur. (Allah Teâlâ buyurur ki): Benim kulum benim için yemesini, içmesini ve şehevî arzularını terketmiştir. Oruç ancak benim yüce şanıma mahsus (kulumla aramda) bir ibadettir. O halde onun mükâfatını ben vereceğim, (bunun sevabı hesapsızdır). Diğer ibadetlerin sevabı ise, bire karşı on kattır.”

Mütercim:

Oruçlu olan kimse gerçekten böyle lüzumsuz şeylerden dilini, gözünü, kulağını ve diğer azalarını koruyarak orucunu kemal üzere tutarsa, oruç ona cehennemden kalkan demektir. Ağzının kokusu da misk ve anber kokusundan üstündür. Onun için ikindiden sonra, oruçlu olanın bu ağızdaki kokuyu gidermek üzere misvak kullanması mekruhtur demişlerdir.

Rivayet edildiğine göre Mûsâ Aleyhisselâm, otuz gün oruç tuttuktan sonra Allah tarafından münacata davet edilmişti. Otuz gün oruç tamamlanınca, Hazreti Mûsâ ağzındaki kokuyu gidermek için misvak kullandığından Allah tarafından kendisine şöyle buyruldu. Ey Mûsa! Mademki katımda makbul olan otuz gün oruç tutman sebebiyle ağzında hasıl olan kokuyu giderdin, on gün daha ilâve ederek kırk günü tamamla da ağzının kokusu ile münacata gel. Kur’an-ı Kerimde geçen ve otuz günün kırk güne tamamlanması ile ilgili ayet bu hikmete bir nevi işaret sayılabilir.

Bir de orucun düşük, orta yüksek olmak üzere üç mertebesi vardır. En düşük derecesi, yemekten, içmekten ve şehevî arzulardan nefsi korumaktır. Orta derecesi, göz kulak ve diğer azaları günah sayılan şeylerden korumaktır. En yüksek derecesi de, kalbi lüzumsuz ve boş şeylerden uzak tutup daima Allah’ı zikir ile meşgul etmektir.


530- Sehl (R.A.) den rivayet edilmiştir:

“Cennetin Reyyan adında bir kapısı vardır. Oruç tutanlar kıyamet gününde bu kapıdan gireceklerdir. Oruç tutanlardan başka hiç kimse, bu kapıdan giremeyecektir. Mahşer günü, oruç tutanlar nerede? diye çağırılır. Bütün oruç tutanlar ayağa kalkıp adı geçen Reyyan kapısından cennete girerler; onlardan başka hiç kimse bu kapıdan giremez. Sonra oruçlular girince, o kapı kapanır. Artık başka hiç kimse o kapıdan giremez.”

Mütercim:

Reyyan, susamışın zıddıdır. Suya kanmış olan demektir. Oruçlu kimsenin hararetinden ciğeri yandığı cihetle fazla susayacağından ahirette bunun zıddı ile isimlenen Suya kanmış = Reyyan kapısından içeri girmesi gerçekten çok uygun düşmektedir.


531- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

“Her kim Allah yolunda (aynı cinsten) iki şey verirse cennet kapılarından (görevli melekler tarafından) ona şöyle seslenilir;

— Ey Allah’ın (sevgili) kulu. En iyisi budur! (buradan gir.) Namaz ehlinden olan kimse, Salât (namaz) kapısından çağırılır. Cihad ehlinden ise, Cihad kapısından çağırılır. Oruç ehlinden ise, Reyyan kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden ise, Sadaka kapısından çağrılır.”

Sonra Hazreti Ebû Bekir (R.A.), ya Resûlallah, anam babam sana feda olsun! Anlaşılıyor ki, bir özelliği olan kulun kendisine ait bir kapıdan girmesi ona bir ikram ve şereftir. Acaba cennetin bütün kapılarından davet edilip de (dilediği kapıdan) cennete girecek biri var mıdır? Hazreti Peygamber cevaben:

“Evet, umarım ki sen de onlardan olacaksın!” buyurdu.

Mütercim:

Bazı kimseler istedikleri herhangi bir kapıdan cennete gireceklerdir. Çünkü kapıların hepsinden aynı zamanda içeri girmek mümkün değildir. Âlimler böyle tevil etmişlerdir. Fakat dünyada bile veliler için hal değişikliği ve ayrı ayrı vücud teşekkülü mümkün olduğu gibi, ahirette de bu halin meydana gelmesiyle bir anda bütün kapılardan içeri girmek mümkün olur, diye hatıra gelir ve tevile lüzum kalmayarak bu hadîs’i şerife mana verilebilir. Allah ve Resulü en iyi bilendir.

Bazı tasavvuf kitaplarında bir veli, ruhaniyetin kuvveti sebebiyle dünyada kırk adede kadar hal ve vücud değişikliği yapabilir. Ahirette ise yetmişe kadar tasarrufa sahip olur, diye yazılıdır.


532- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

“Ramazan ayı gelince cennet kapıları açılır.” (Ramazan ayında oruç tutanlar için cennette makamlar hazırlanır, yahut ramazanda ölen müminler doğrudan doğruya cennete girerler).


533- Ebû Hureyre (R.A.) den rivayet edilmiştir:

“Ramazan ayı girince gök kapıları (cennet kapıları) açılır, cehennem kapıları kilitlenir, şeytanlar da zincire vurulur.”

(Ramazan ayında oruç tutanlar için cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Oruçlular cehennem yüzü görmezler. Şeytanlar, insanları kandırıp saptırmak için vasıta olarak kullandıkları yiyecek, içecek ve şehevî arzular gibi şeyler ramazanda saklı ve bağlı bulundukları cihetle şeytanlar da bağlı demektir. Yahut rahmet kapıları açılır ve azab kapıları kapanır, şeklinde de tevil edilir.)
534- İbni Ömer (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Ramazan ayı hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz. Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar (bayram) ediniz. Eğer hilâli görmenize bulut engel olursa, ayı (30 Ogün olarak) hesaplayın (Şaban ayını otuza tamamlayarak oruç tutmaya başlayın ve ramazan ayını da otuza tamamlayarak bayram edin.)”


535- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Her kim ramazanı, inanarak ve Allah rızası için ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.”


536- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Her kim inanarak ve Allah rızası için ramazan ayını oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”

Mütercim:

Bu iki hadîs-i şerifin zahirlerine bakılınca, büyük ve küçük bütün günahlar, kul hakları ve cinayet gibi suçlar da bağışlanır, hükmü çıkar. Fakat bu hususta varit olan diğer hadîs-i şerifler bu mutlak hükmü “büyük günahlardan sakındıkça” kaydına bağlamıştır ki, bundan yalnız küçük günahların bağışlanacağı anlaşılmaktadır. Büyük günahlar ise, tevbe ve istiğfar etmekle, kul hakları helalleşmekle bağışlanır. Yahut Allah’ın dilemesine bağlıdır. Ehlisünnet inancında “Allah bütün günahları bağışlar” mealindeki ayeti kerime uyarınca Allah Teâlâ Hazretlerinin lütuf ve keremi, rahmet ve mağfireti çok geniş olduğundan tevbe ve istiğfarsız da büyük günahların bağışlaması muhtemeldir, dediler.

Bir de dikkat edilmelidir ki, affetmek başka şeydir, mağfiret etmek başka şeydir. Mağfiret demek, kişinin işlemiş olduğu günahlardan asla sorumlu olmaması ve amel defterinden tamamen silinmiş bulunması demektir. Allah’ın affına kavuşmuş olmak da, hesap gününde amel defterinde günahların mevcut, olması ve bunlar yüzünden kulun azarlanıp sonunda affedilmiş olması demektir.

Bunun için akaid kitaplarında, şirkten başka bütün büyük günahların affı caiz olduğu gibi, yalnız küçük günahlardan dolayı kulun azab görmesi de caizdir, denmektedir. Çünkü Allah dilediğini yapar; iradesinde hürdür. “Dilediğini yapar ve dilediği hükmü verir.”

Semavi dinlerin hepsindeki yüksek gaye ve maksad, Allah Teâlâ Hazretlerini ortak ve benzerlerden tenzih etmektir. Bu gerçeği kullara ulaştıran ve tebliğ eden peygamberlere iman ederek indirilen semavî kitapların emirleri uyarınca amel edilmiştir. Bütün semavî kitapları tasdik etmekle beraber onların hükümlerini kaldıran en son hak kitap Kur’an dır. Kur’an ı kerim’e iman ederek onun emirleri uyarınca hareket edilmesi suretiyle insan ve cinler ancak kurtuluşa ererler. Yoksa yalnız tevhid ile yahut Allah’ı şirkten tenzih etmekle kurtuluş olmaz. Fakat son peygamber Muhammed Aleyhisselâtü vesselam efendimizin Allah’tan getirmiş olduğu her şeyi kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve itiraf eden kimse, mümindir, muvahhiddir, müslimdir. Amel yönü, büyük ve küçük günahlar işlemesi hususu Allah’ın affetmesine veya ahirette cezalandırmasına bağlıdır.
537- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Ramazanda yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmayan kimsenin (oruçluyum diyerek) yemesini, içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı (iltifatı) yoktur.”

Mütercim:

Ramazanda yalan söylemek, gıybet etmek, iftirada bulunmak, harama bakmak gibi günahlar, bu hadîs-i şerifin zahirine binaen bazı âlimlere göre orucu bozarlar. Doğrusu bu günahlardan dolayı oruç bozulmaz; orucun fazileti ve sevabı eksilir.

Bir de bu hadîs-i şerife bakarak Ramazan’da yalan söyleyen ve günah işleyen kimsenin orucunu bozması gerekmez. Günahlardan Ramazanda daha çok kaçınmanın lüzumuna ve Ramazan’a diğer aylardan çok hürmet etmeye işaret için hadîs-i şerif bir ihtardır.
538- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: Oruçtan başka insanoğlunun işlediği bütün ameller kendisinin, Oruç ise benimdir onun sevabını ben vereceğim, (katımda onun özel mükâfatı vardır). Oruç, oruçlu için bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu bulunduğu günde yalan ve kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Eğer kendisine birisi kötü söyler veya kavga ederse, ben oruçluyum, desin (ve böylece kibarca onu başından savsın). Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçluyu sevindiren iki sevinç vardır: İftar yaptığı zaman sevinir ve Rabbisiyle buluştuğu zaman da (alacağı büyük mükâfattan ötürü) orucu ile sevinir.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin özü: Oruç, Allah ile kul arasında sırdır. Onun sevap ve mükâfatı diğer ibadetler gibi sayı hesabı ile değildir. Orucun mükâfatı hesapsız olarak verilecektir. Yahut “onun mükâfatı, benim” rivayeti bulunduğundan manası, orucun mükâfatı diğer ibadetler gibi sevap ve cennet olmayıp Allah’ın cemalini görmekle sevinmiş olmaktır.


539- Abdullah (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:

“Evlenme imkânına sahip olan kişi evlensin; çünkü evlilik gözü haramdan daha çok korur, ırzı daha iffetli kılar. Evlenmeye gücü yetmeyen oruca devam etsin, çünkü oruç şehvetini keser, (böylece harama düşmekten kurtulmuş olur).”


540- İbni Ömer (R-A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Arabi aylar yirmi dokuz gün çeker. Hilâl görmedikçe oruç tutmayınız. Eğer size bulut gibi bir engel çıkarsa, (Şaban ayını) otuza tamamlayın.”


541- Ümmü Seleme (R.A.) der ki:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ramazan içinde bir ay zevcelerinin hücrelerine girmemek üzere yemin edip çardağına çekilmişti. Sonra yirmi dokuz gün geçince Hazreti Aişe’nin hücresini şereflendirdiler. Hazreti Aişe: Ya Resûlallah, siz bir ay için yemin etmiştiniz; Hâlbuki henüz yirmi dokuz gün geçti? dedi. Buna cevaben Hazreti Peygamber: “(Arabi) aylar yirmidokuz da çeker.” buyurdular.

Mütercim:

Hazreti Peygamber ailelerinin hücrelerine bir ay girmemeğe yemin etmişlerdi. Arabî ayların kimi 29, kimi de 30 çektiğinden ay mutlak olarak zikredildiği zaman ikisinden birine hamletmek caizdir. Ancak bu ay diyerek, yahut falan ay diyerek yapılan yeminlerde belirlenen ayın günleri esas olur. O ay yirmidokuz gün ise yirmidokuz gün, otuz gün ise otuz gün yemine sadık kalınır.


542- Ebû Bekre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“iki ay vardır ki, iki bayram aylarıdır ve bu aylar (da sevap) eksilmez: Ramazan ayı ve Zilhicce ayı.”

Mütercim:

Her ne kadar bazan Ramazan yirmi dokuz güne rastlayarak noksan olursa da, sevap ve mükâfat bakımından noksan olmaz. Yine Zilhicce ayı yirmidokuz gün olması ile o mübarek ayda ibadet edenlerin sevap ve mükâfatlarına noksanlık gelmez. Bu hadîs-i şerifin başka türlü tevili varsa da, en uygun tevil budur.

543- İbni Ömer’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Biz ümmi (ümmetçi veya okumamış) bir ümmetiz, yazımız ve hesabımız yoktur. Ay, şu kadar ve şu kadar çeker yani bazan yirmi dokuz ve bazan otuz çeker.”

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri mübarek parmaklarını iki defa açıp kapatarak ve üçüncüde yalnız bir parmağı kasarak yirmi dokuzu gösterdiler. Otuza işaret için de üç defa mübarek parmaklarını açıp kapadılar, şu kadar ve şu kadar, buyurmasının manası budur.


544- Ebû Hureyre’den rivayet edilmiştir:

“Herhangi biriniz, Ramazan’ı bir veya iki günlük oruçla karşılamaya kalkışmasın. Şayet (bu bir veya iki gün) oruç tutmayı adet edindiği güne rastlarsa tutabilir.”

Mütercim:

Ramazandan bir gün öncesi Yevm-i şek = şüpheli gün olacağından bu günü oruç tutmak bazı âlimlere göre haramdır, bazılarına göre mekruhtur. Şafii mezhebinde Şaban ayının onbeşinden sonra ve onaltıncı gününden itibaren Ramazan ayına kadar oruç tutmak haramdır. Ancak daima böyle adet edinilmişse yahut onbeşinci gününü daha önceki oruçlarına bitiştirmiş olursa caizdir. Fakat İmam Azam’a göre, yalnız şek gününü oruç tutmak mekruhtur. Havas’a göre şek gününün orucuna ruhsat verilmiştir.


545- Adiyy bin Hatim (R.A.) der ki:

“Fecrin ak ipliği (beyaz uzantısı) siyah iplikten ayırt edilinceye kadar...” (Bakara süresi, ayet: 187) Mealindeki ayeti kerime nazil olunca ben siyah iplikle beyaz bir iplik aldım ve gece yastığımın altına koydum. Ramazan gecelerinde onlara baktım ise de hiç bir şey anlayamadığımdan bu halimi Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arz ettim. Bana şöyle buyurdular:

“Beyaz iplik, siyah iplik, ancak gecenin karanlığı ile fecrin aydınlığı demektir.”
546- Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir:

“Sahura kalkınız, çünkü sahur yemeği berekettir.” (Oruç ibadetine sizi daha dayanıklı kılması bakımından sahur yemeği mübarektir. Bir de başka bir hadiste varit olmuştur ki, insana üç şeyden sorumluluk gelmeyecektir: Birincisi sahur yemeğinden, ikincisi iftar yemeğinden, üçüncüsü din kardeşleri ile yenilen yemekten...)


547- Seleme Bin Ekva (R.A.) der ki:

Bir aşure (Muharremin onuncu)gününün sabahı idi, Hazreti Peygamber birisini görevlendirerek halka şu duyuruda bulundular:

“Yemiş olanlar, akşama kadar yeme ve içmeden kesilsinler. Yememiş olanlar, (oruca niyet ederek) yemesinler.”

Mütercim:

İmam Azam Hazretleri önceleri Aşure gününde oruç tutmanın farziyetini ve farz olan oruç için gündüzden de niyetin caiz olduğunu bu hadis-i şeriften çıkarmıştır. Fakat ramazan orucunun farziyeti ile aşura günü orucunun farziyeti kalkmış olup gündüzden oruca niyet hususu Ramazan ayı için de caiz olarak kalmıştır.

İmam Şafii Hazretlerine göre Aşura günü oruç tutmak asla farz olmayıp önceleri müstehab olduğu gibi, farz oruçlarda niyet de fecrisadıktan evvel olmalıdır.

İmam Malik Hazretlerine göre, Ramazan’ın ilk gecesi yapılan niyet bütün Ramazan ayı orucu için kafidir. Her gece niyet etmeye gerek yoktur.
548- Ebu Hureyre (R.A.) den rivayet edilmiştir:

“Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutupta yer veya içerse, orucunu tamamlasın (bozmasın); çünkü onu Allah Teâlâ yedirmiş ve içirmiştir.”

Mütercim:

Oruçlu olduğunu unutarak bir kimse yer veya içerse, yediği yemek veya içtiği su ona Allah’ın bir ziyafetidir. Böylece orucuna da bir noksanlık gelmez, orucuna devam eder. Fakat oruçlu olduğunu hatırladığı an, hemen kendini çekmesi şarttır.


549- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizle bir arada otururken, Peygamber efendimize birisi geldi ve: Ya Resûlallah ben helak oldum! dedi. Hazreti Peygamber:

“Ne oldu? “diye sordu. O Kimse şöyle cevap verdi: — Ya Resûlallah, ramazan gününde oruçlu iken zevcemle münasebette bulundum. Hazreti Peygamber:

“Kefaret olarak bir köle azad edebilir misin?” buyurdu. Adam, hayır (buna gücüm yetmez), dedi. Hazreti Peygamber:

“Arka arakaya iki ay oruç tutmaya gücün yeter mi? “buyurdu. Adam: Hayır, buna da gücüm yetmez, dedi. Hazreti Peygamber:

“Altmış fakire (birer fitre miktarı) sadaka verip yedirecek bir şeyin var mı? “ Adam: Hayır, bu da yoktur! dedi. Böylece Adamcağız, Hazreti Peygamberin meclisinde beklemeye koyuldu. Bu şekilde bulunduğumuz sırada Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize büyük bir zenbil dolusu hurma getirildi. Sonra Hazreti Peygamber:

“Soru soran nerede?” diye buyurdu. Adam: Benim! dedi. Hazreti Peygamber:

“Bu zenbili al ve hurmaları fakirlere dağıt,” buyurdu. Adam: Ya Resûlallah, benden daha muhtaç olana mı vereceğim? Vallahi, şu Medine’nin iki kara taşlığı arasında benim ailemden daha fakir aile yoktur, (müsaade edin de bunu biz yiyelim), dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem gülümsedi; öyle ki mübarek azı dişleri gözüktü. Sonra adama şöyle buyurdu:

“Onu çoluk çocuğuna yedir.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şeriften bazı müçtehit imamlar birçok dinî hükümler çıkarmışlardır. Bunlardan bir kısmı:

Ramazan’da böyle zevcesiyle münasebette bulunan kimseye kefaret gerektiği gibi, zevcesine de kefaret gerekir mi? İmam Azam Hazretlerine göre, zorla değil de zevcenin muvafakatı ile olmuşsa kadına da kefaret gerekir. İmam Malike göre, kocanın zorlaması halinde yalnız kocaya iki kat kefaret gerekir. Cariyesi ile böyle bir iş yaparsa, ister zorla ve ister muvafakatla olsun, her iki halde de iki kat kefaret gerekir.

Meselelerden biri de, fetva almak için hâkim huzuruna çıkan kimseye fetva istemesi yüzünden hemen ceza verilmez, hükmüdür. Çünkü hemen ceza verilse, sonra kimse fetva için müracaat edemez olur.

Bir de, oruç kefaretinin kendi ev halkına harcanması hiç bir mezhebe göre caiz değildir. Bu hadîs-i şerif, müstesna olarak Peygamberliğin özelliklerindendir.

Bazı âlimler de, bu hurmalar hediye idi. Hazreti Peygambere hediye gelen bu hurmaları kendiliğinden, o kimsenin kefareti olarak çıkardı. Sonra yine o kimseye bağışladı. Bazıları ise: Zaten bu hurma zekât ve sadaka hurması idi. O kimse fakir olduğundan böyle zekât almaya ehil idi; onun için verdi. Kefaret orucu ise, o kimsenin üzerinde olduğu gibi kaldı. Ne zaman gücü yeterse ödemesi gerekir.

Bir de Hazreti Peygamber “Altmış fakire sadaka verebilir misin?” buyurduğu cihetle İmam Şafii hazretleri muhakkak ayrı ayrı altmış kişiye verilmesi lâzımdır, diyor. Otuz kişiye iki günde verilse caiz olmaz.

İmamı Azam’a göre ayrı ayrı günlerde altmış fakire sadaka verilse caizdir. Hatta bir fakire altmış gün birer fitre miktarı verilmesi oruç kefareti için yeterlidir. Esas olan altmış gün için sadaka vermektir; yoksa altmış fakir değildir.

Meselelerden biri de, kapalı sözlerle fetva almanın caiz olduğu hususudur ki, adam: Zevcem üzerine düştüm, diyerek asıl maksadını ifade etmiş ve buna da gereken cevap verilmiştir.

Bir de oruç kefareti için bir köle azad edilmesi teklif edildi. Çünkü nefsini böyle helak eden kimseye, diğer bir kimseyi hürriyet kavuşturmakla günahtan kurtulması uygun düşer. Kim bir köle veya cariye azad ederse. Allah Teâlâ o kölenin her azası karşılığında o kimsenin azasını cehennemden azad eder, diye hadîs-i şerif varid olmuştur.

Altmış gün oruç ise, bire karşı altmış olarak kısas kabilindendir. Yemek yedirmek ise bu iki ay oruç kefareti bedeline birer fitre vermektir. Bu da en düşük kefaret mertebesidir. Oruç kefareti İmam Azam ve İmam Şafii, hazretlerine göre bu tertip üzeredir. Yani, gücü yeten önce bir köle azad eder. Gücü yoksa, altmış gün oruç tutar. Buna da gücü yoksa, altmış fitre verir.

İmam Malik’e göre kefaret ödeyecek olan serbesttir, dilediği şekli seçer. Bir de İmam Azam’a göre, bir kimse Ramazan ayı içinde kefareti gerektiren birkaç işi ayrı ayrı günlerde işlemiş olsa yalnız bir kefaret lâzım gelir. imam Şafii’ye göre her gün için bir kefaret gerekir.

Yine imam Şafii Hazretlerine göre, oruç kefareti hadîs-i şerifte olduğu gibi, yalnız cinsi münasebetle orucunu bozana, lazım gelir. Yeyip içmekle güne gün lazım gelir. Yemek içmek suretiyle orucunu bozan büyük günah işlemiş olur ve bir gün için yalnız bir gün tutarak kaza eder. Yemek ve içmek halleriyle orucun bozulmasında kazadan, başka şer’i ceza (tazir) da gerekir.

Bir de İmam Azam ile İmam Şafii mezheblerinde meşru bir mazeret olmaksızın insanlar ortasında aşikâre olarak yeyip içmeyi adet edinenin meşru yolla katli bile vardır. Fetva kitaplarında böyle yazılıdır.

Oruca niyet etmeyen kimseye kefaret gerekmez; fakat büyük günah işlemiş olacağından şiddetli bir cezayı hak eder. Kaza olarak da bir gün kaza eder.


550- Ebû Evfa (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile bir seferde bulunuyorduk. Kendileri oruçlu idiler ve Bilâl Habeşî’ye hitaben:

“Hayvandan aşağı in de bana bulamaç yap!” buyurdular. Hazreti Bilâl: Ya Resûlallah, daha hava kararmadı, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikinci defa: İn de bana bulamaç yap! buyurdu. Hazreti Bilâl: Ya Resûlallah, hava henüz kararmadı, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üçüncü defa:

“İn de bulamaç yap!” buyurdu Bunun üzerine Hazreti Bilâl inerek bulamacı yaptı ve Hazreti Peygambere sundu. Efendimiz onu içti. Sonra mübarek parmağı ile doğu tarafını işaret ederek:

“İşte buradan havanın karardığını gördüğünüz zaman oruçlu iftar eder.”

(Havanın kararması batı tarafından aranmaz; çünkü güneşin batısından(batışı ???) sonra, tabiî güneşin biraz ziyası kalır. Bunun hükmü yoktur.)

Mütercim:

Seferde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem oruçlu bulunduğundan, sefer halinde zahmet ve meşakkat olmadığı takdirde oruç tutmanın daha hayırlı olacağı hükmünü âlimler bu hadîs-i şeriften çıkarmaktadırlar. Nitekim: Eğer oruç tutarsanız, sizin için hayırlıdır” mealindeki ayeti kerime de bunu teyit ediyor. (Bakara s. âyet: 184) Çünkü oruç tutmakla vaktin fazileti kaçırılmamış olmakla beraber borç da ödenmiş olacaktır. Bu bakımdan seferde oruç tutmak daha faziletlidir.


551- Hazreti Aişe (R.A.) der kit

Ashaptan Hamza bin Amr El-Eslemî çok oruç tutar idi. Bu adam Hazreti Peygambere sordu. Ya Resûlallah, sefere (yolculuğa) çıktığım zaman oruç tutayım mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“İstersen oruç tutarsın ve İstersen yersin.”
552- Hazreti Cabir (R.A.) der ki

Mekke’nin fethinde çok sıcak bir günde Hazreti Peygamber ile Ebu Revâha’dan başka oruç tutan yoktu. Derken birtakım insanların bir araya toplandıklarını Hazreti Peygamber gördü. Aralarında güneşin ve orucun tesirinden bitkin hale düşen bir kişiyi, başına gölgelik yaparak korumaya çalışıyorlardı. Hazreti Peygamber,

Bu ne haldir?” diye sordular. Adamın yanında bulunanlar: Ya Resûlallah, bu adam oruçlu ve sıcak başına vurmuş, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara buyurdu;

“Sefer halinde oruç tutmak, faziletten sayılmaz.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şeriften, bazıları yolculuk halinde oruç tutmanın mekruh olduğuna ve bazıları da oruç tutmak gerekmediğine hüküm verdilerse de, dört mezhebe göre iftar etmek ruhsattır. Fakat oruç tutmak azimettir (daha hayırlıdır). Ancak bu derece meşakkatli olursa oruç tutmamak daha faziletlidir.


553- Hazreti Aişe (R.A.) rivayet ediyor:

“Bir kimse, üzerinde kazaya kalmış oruç olduğu halde ölürse, onun yerine velisi oruç tutabilir.”

Mütercim:

İmamı Şafii Hazretleri bu hadîsin zahiri ile amel ederek böyle üzerinde kaza oruç borcu olupta ölen bir kimsenin yerine geride kalan akrabasından biri veya velisi oruç tutarsa, ölen borçtan kurtulur, diye hüküm vermiştir. ister ölenin vasiyeti üzerine tutulsun, ister vasiyeti olmadan tutulsun, fark etmez. Ancak yabancı tarafından orucun sahih olabilmesi için vasiyetin bulunması şarttır. Yine Şafii mezhebinde mutlaka ölenin velisi bulunmak şart değildir; başka hadîste açıklandığı üzere akrabadan kim olursa olsun, biri ölü adına oruç tutabilir.

İmâm Azam ile İmam Malik Hazretlerine göre, Hem Hazreti Aişe’nin, hem de İbni Abbas’ın fetvaları ve Medine’lilerin uygulamaları gereğince bu manadaki hadîs-i şeriflerin hükmü kalkmıştır, geçerli değildir. Onun için başkası adına oruç tutulamaz, bedenî ibadetler yapılamaz. Ancak yapılan ibadetlerin sevabı ölülerin ruhlarına hediye edilebilir.
554- İbni Abbas (R.A.) der ki.

Bir adam Hazreti Peygambere gelerek: Ya Resûlallah, annem, üzerinde kazaya kalmış bir aylık orucu olduğu halde öldü. Şimdi onun yerine oruç tutabilir miyim? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şöyle buyurdular:

“Evet!’Allah’ın borcu, ödenmeye en lâyık olarıdır.” (Annenizin kula olan borcunu ödemeniz yerinde olduğu gibi, Allah’a olan borcunu onun adına ödemeniz daha uygundur.)

Not: Bundan önceki hadîs-i şerif münasebetiyle mütercimin açıklamasına bakılsın.


555- Sehl bin Sa’d Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

“İnsanlar, iftar yemeklerini geciktirmedikçe hayır içindedirler.”

Mütercim:

Güneş batar batmaz hemen iftar etmek (orucu bozmak) müstehabdır. Başka bir hadîste de, iftarlarda acele ettikçe ve sahuru geciktirdikçe ümmetim hayır içindedir, diye varit olmuştur. Güneş batması, takvimlerde gösterilen zamanlara itibarla olduğu gibi, bir belde çevresindeki en yüksek dağ ve tepelerden güneşin çekilip batması ile de meydana gelir. Gözle görmekle olduğu gibi, bir veya iki kimsenin haber vermesi ile de olur.

Akşam olduğunu zannederek bulutlu bir günde iftar ettikten sonra güneşin henüz batmamış olduğunu anlayan kimse, geri kalan vakti oruç tutar ve o günü de kaza eder.

Sahur vaktinde de, henüz imsak vakti girmemiştir, diyerek yemek yeyip de sonradan fecrin doğmuş olduğunu anlarsa, o günü hem oruçlu bulunur, hem de kazasını yapar; fakat kefaret gerekmez. Dört müçtehit imamın mezhebleri ve fetvası budur. Yalnız Urve bin Zübeyir ile Ata (R.A.) Hazretlerine göre, kaza bile lâzım gelmez. Bunlara göre unutarak yemek yiyenle aynı hükümde sayılırlar. Ancak müçtehitler bunu kabul etmediler; çünkü unutmak başka şeydir, zan ve hata başka şeydir.

Orucu hurma ile açmak (iftar etmek) faziletlidir. Hurma yoksa su ile iftar etmek faziletlidir. Bazı kimselere göre de su ile iftar daha faziletlidir; çünkü suyun helâl mal olması daha kesindir. Bunun için bazı kimseler, akar suya giderek bir avuç su içip iftar ederlerdi. Eve getirilen suyun kâbında, sucuya verilen parada şüphe olacağı cihetle, kimsenin eli değmemiş akar sudan kendi eliyle alarak içmek şüpheden âridir.
556- İbni Ebî Evfa (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:

“Ey Bilâl! in de, (iftar etmem için) bana bulamaç yap. İn de, bana bulamaç yapıver. Havanın karardığını doğu tarafından gördüğün zaman, oruçlu kimse iftar eder.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin açıklaması (550) numarada geçmiştir. Fakat diğer bir rivayette, doğu tarafından karanlık gelipte batı tarafından aydınlığın arka vermesi halinde oruçlu iftar etmiş olur, diye varit olmuştur.


557- Muavviz’in kızı Rubeyyi (Radıyallahu Anha) der ki:

Aşure günü sabahın erken saatinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ensar’ın yerleşim merkezlerine şu haberi gönderdi:

“Her kim sabahleyin bir şey yemiş (veya içmiş) ise günün geri kalan kısmında yeme ve içmeden kesilsin. Sabahladıktan sonra henüz ağızları bağlı olanlar oruç tutsunlar.” Rubeyyi diyor ki: Biz, önceleri Aşûre günü oruç tuttuğumuz gibi, çocuklarımıza da Aşûre orucunu tuttururduk. Öyle ki, çocuklarınız açlıktan ağladıkları zaman birtakım boyalı kumaş ve yünlerden oyuncaklar yaparak onları iftar zamanına kadar oyalardık. Başka rivayetlerde de, çocuklarımızı alıştırmak için akşamları onları camilere getirirdik, demektedir.
558- Ebû Saîd El Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Orucu geceli gündüzlü tutmayınız. Hangi biriniz geceli gündüzlü tutmak isterse sahur vaktine kadar orucu sürdürsün.” (sahurdan sahura yiyerek yirmi dört saat oruç tutsun) diye Hazreti peygamber buyurunca, ashabı kiram sordu: Ey Allah’ın Resulü, siz bazan geceli gündüzlü oruç tutuyorsunuz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Ben sizin gibi değilim. Geceleyin yattığım zaman benim yedirenim vardır, beni yedirir ve içirenim vardır, beni içirir.”

Mütercim:

Hazreti Peygamberin nurlu kalbi, İlâhî feyizlerle dolu olup Vacip Teâlâ Hazretlerinin tecelliyatları ile parıldadığından bu ruhani gıdanın, cismani gıdayı da karşıladığına işaret vardır. Bir kısım âlimlerde, cennet’ten ilâhî bir sofra gelip ondan Hazreti Peygamberin yediğini söylemişlerse de doğrusu ruhanî gıda demektir; çünkü cennetten yemek geldiği taktirde, visal yapılmış olmaz, (geceli gündüzlü oruç tutulmuş olmaz). Bundan sonra gelen hadîs-i şerifin manası aynen böyledir.
559- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların “visal orucu (geceli gündüzlü oruç) tutmalarını yasaklamıştır. Sonra ashaptan biri: Ya Resûlallah, siz bazen visal orucu tutuyorsunuz! dedi. Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:

“Bu visal orucu benim şahsıma mahsustur. Hanginiz benim gibi olabilir? Rabbim Teâlâ Hazretleri, geceleyin yattığım zaman beni yedirir ve içirir.” Sonra, ashaptan bazıları aralarında dediler ki, bu yasaklama bize bir şefkattir yahut tenzih yolu ile mekruhtur. Yoksa visal orucu haram demek değildir. Böylece visal orucuna devam ettiler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber bir kaç gün arka arkaya visal orucuna devam etti. Üçüncü visal orucunda Şevval ayının hilali görününce iftar etmek zarureti doğdu. Bayramın gelmesi dolayısı ile oruca daha devam edilmeyeceğinden ashabı kiramı visal orucunda kendilerine uymaktan caydırmak için şöyle buyurdular:

“Eğer hilâlin (Şevval ayı hilâlinin) görünmesi sonraya kalmış olsaydı, visal orucuna daha devam ederdim, (o zaman sizin halinizi görürdüm. Devam edebilecek miydiniz?)”

Mütercim:

Bû hadîs-i şerifin zahir manası üzerinde müçtehit imamlar ihtilâf etmişlerdir. Hanbelî mezhebine göre visal orucu tenzihen mekruhtur.

İmam Azam ile imam Şafii Hazretlerine göre, tahrimen mekruhtur. bazı âlimlere göre de gücü yeten kuvvetli kimselerin tutmasında kerahet yoktur; çünkü haram veya keraheti hakkında açık bir ifade bulunmamaktadır. Eğer olsaydı, peygamberin yasaklamasından sonra ashap visal orucu tutmazlardı.

Şârih Sindî de kerahetsiz caiz olduğunu tercih etmiştir; çünkü bu hadîsin sonunda bazı rivayette, gücünüzün yettiği ibadeti benimseyiniz, diye varit olmuştur. O halde bu yasaklama, gücü yetmeyenlere bir şefkat anlamındadır, dediler.


560- Ebû Cuhayfe (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Selmanî Farisî ile Ebu’d Derdâ Hazretlerini birbirleriyle özel kardeş yapmıştı. Bir gün Hazreti Selman kardeşliği Ebû’d Derdâ’yi ziyarete gidince onun karısını giyim ve kuşamında intizamsız gördü. Selman Hazretleri, çok yaşlı bir ihtiyar olduğu için teklifsiz olarak hanıma: Sizde görülen bu perişanlık nedir? diye sordu. Kadın dedi ki: Kardeşiniz Ebû’d Derda’nın artık dünya ile bir ilgisi kalmadı; biz de ona uyduk. Sonra Ebû’d Derda, Hazreti Selman’a yemek getirdi; buyurun, yiyiniz dedi, Selman;

— Haydi beraber yiyelim, dedi. Ebû’d Derda devamlı oruçlu ve gece ibadetine müvadim (müdavim ???) olduğundan :

— Ben oruçluyum, dedi. Selman:

— Siz, benimle yemedikçe ben de yemeyeceğim, dedi. Nihayet beraberce yemek yediler. Gece olunca Selman Hazretlerini yatağına yatırdı ve kendisi gece namazı kılmaya davrandı. Selman, yok yok, diyerek Ebû’d Derda’yi yatırdı. Gece yarısı yine ibadete kalkmak istedi, yine ona müsaade etmedi. Gecenin sonu gelince, Hazreti Selman Ebû’d Derda Hazretlerine: Şimdi kalkalım, dedi. Kalktılar, abdestlerini alarak namazlarını kıldılar. Sonra Ebû’d Derda Hazretlerine şöyle dedi:

— Allah Teâlâ Hazretlerine karşı vazifen var, kendine karşı vazifen var ve ailene karşı vazifen vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin. Yani, hergün oruç tutmak olmaz, ara sıra tutmalısınız. Her zaman bütün gece ibadet olmaz. Bir saat, yarım saat kâfidir. Ailenizi büsbütün terk eder gibi, boşlamanız olmaz. Aile ferdlerinizle güzel geçim kurmalısınız. Sonra Ebû’d Derda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine giderek Selman ile aralarında geçen hadiseyi anlattı. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Selman’ın dediği doğrudur.”

Mütercim:

Nafile olarak tutulan oruç, böyle bir misafirin gönlünü hoş etmek gibi meşru bir özürle bozulabilir, caizdir. Ancak bozulan bu orucun kaza edilmesi Hanefi mezhebinde vaciptir. Şafii mezhebinde kazası lazım gelmez; ancak müstehab olur. İmam Malik de İmam Azam’ın görüşündedir. Bunların delilleri “Amellerinizi iptal etmeyin” mealindeki ayeti kerimedir. İmam Şafii Hazretleri, ayeti kerimeden murad “Amellerinizi büyük günahlar gibi kötü işlerle iptal etmeyiniz” manası olduğundan ayetin bu mesele ile ilgisi yoktur, diyor.
561- Hazreti Aişe’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Salih amelden gücünüzün yettiğini yapın; zira Allah’a usanç gelmez, siz usanırsınız.”

(Fazla derecede kendinizi yormayınız yahut tam manası ile ibadetin hakkından geleceğim ümidiyle çalışmayınız. Çünkü tam manası ile ibadeti yerine getiremezsiniz, yorulursunuz, bıkarsınız, uykunuz basar. Melekler gibi, her an gaflet etmeyip tesbih ve ibadette bulunmak insanoğlu için mümkün değildir.)
562- Abdullah bin Amr (R.A.)’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine şöyle buyurdu:

“Senin devamlı oruç tuttuğun, gece uyumayıp namaz kıldığın haberi bana bildirilmedi mi, (sanıyorsun)? Oruçlu ol ve oruçsuz ol; gece ibadetine kalk ve aynı zamanda uyu. Çünkü gözlerinin sende nasibi var. Nefsinin ve ailenin sende nasibi (hakkı) var.” Abdullah dedi ki:

— Böyle her gün oruç tutmaya ve her gece ibadete gücüm yeter benim. Buna karşılık Hazreti Peygamber:

“O halde Davud Aleyhisselâm’ın orucunu tut,” buyurdu. Abdullah, ya Resûlallah! Davud Aleyhisselâm’ın orucu nasıldı? diye sordu.

Hazreti Peygamber buyurdu ki:

“Hazreti Davud bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı ve Savaşta da düşmanla karşılaşınca sebat ederdi.”

Abdullah bin Amr, şu dilekte bulundu: Ya Resûlallah, Davud Aleyhisselâm’ın güzel ahlâkı cesaret ve atılganlıkla ahlâklanmamı bana ne sağlayabilir? Hazreti Peygamber ona:

“Bu bir Allah vergisi ve ihsanıdır,” buyurdu. Sonra Hz. Peygamber, devamlı oruç tutma meselesi hakkında:

“Devamlı oruç tutanın orucu kabul değildir!” buyurdu ve bu sözü iki defa tekrarladılar.

Mütercim:

Savm-ı dehr, devamlı oruç tutmak demektir. Bir meselede ihtilâfa düşüldü. Böyle tutulan bir oruç sebebiyle Allah’ın ve kulların haklarına bir zarar gelecekse, tutulması mekruhtur; zarar yoksa mekruh değildir. Fakat bayram günleri ile teşrik günlerinde oruç kesinlikle haramdır. Bu muayyen günlerde oruç tutulmadığı takdirde devamlı oruç hakkındaki yasak, oldukça hafiflemiş olur. Şu bir gerçek ki, Davud Aleyhisselâm’ın orucu, devamlı tutulan oruçtan daha faziletlidir.
563- Enes bin Malik (R.A.) der ki:

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz bizim eve şeref verdiler. Annem Ümmü Süleym, ziyafet olmak üzere Hazreti Peygambere biraz tereyağı ile biraz da hurma getirdi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, anneme ve orada bulunanlara, şöyle buyurdu:

“Yağınızı tulumuna ve hurmanızı kabına iade ediniz? Çünkü ben oruçluyum.” Sonra Hazreti Peygamber evimizin bir köşesinde iki rekât namaz kıldı, hepimize dua etti. Sonra validem dedi ki:

Ya Resûlallah! Sizden küçük hizmetçiniz için özel bir dua isteyeceğim, Hazreti Peygamber : “Kimdir o küçük hizmetçi?” diye sordu. Annem de, işte sizin hizmetçiniz olan bu Enes’dir, dedi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri dünya ve ahirete ait hiçbir hayırlı şeyi bırakmayıp bütünü ile bana dua etti.

“Allah’ım ona mal ve evlat ihsan et. Hem malını, hem de evladını bereketli kıl” buyurdu. Enes Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in duaları bereketi ile bugün Medine’li ashap içinde mal ve evlâd yönünden en zenginleri benim, derdi.
564- İmran bin Husayn (R.A.) der ki, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem birisine sordu:

“Falanzade! sen şaban ayının sonundaki günlerde oruç tutabildin mi?” O da: Ya Resûlallah, tutamadım! dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Öyle ise ramazan bayramından sonra iki gün oruç tut” buyurdu.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte geçen “serer” kelimesi üzerinde âlimler ihtilaf ettiler. En kuvvetli görüş, bunun her ayın yirmisekiz, yirmidokuz ve otuzuncu günlerinde ay gizli kalacağından o günlere “serer” denmiştir. O kimsenin de her ayın sonundan iki gün oruç tutmak adeti bulunduğunu Hazreti Peygamber bildiğinden bu soruyu adama sormuştu.
565- Hazreti Peygamberin zevcelerinden Cüveyriye binti Haris (R.A.) der ki:

Bir cuma günü ben oruçlu iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hücreme şeref verdi ve bana şöyle buyurdu:

“Sen dün oruç tutmuş muydum?” Ben de; Hayır, oruçlu değildim, dedim. Yine bana sordu:

“Yarın oruç tutmak istiyor musun?” Ben de: Hayır, böyle bir niyetim yok, dedim. Bunun üzerine Peygamber

Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“O halde orucunu boz, (yalnız cuma gününü oruç tutmak meşru değildir).” buyurdular. Ben de cuma günü tutmakta, olduğum orucumu bozdum.

Mütercim:

İmam Şafii Hazretleri bu hadîs-i şerife dayanarak, orucu yalnız cuma gününe tahsis ederek bu günü oruç tutmanın mekruh olduğunu kabul ediyor. Cumartesi ile pazar günlerini de böyle oruca tahsis etmek yine mekruhtur. Yahudi ve hıristiyanlara benzeme olmasın diye bu hükme varmıştır.

Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak ise müstehabdır, demiştir. imam Azam Hazretlerine göre cuma günü oruç tutmak mekruh değildir, tutulmaması daha iyidir.
566- İbni Abbas (R.A.)üma der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine’ye hicret ettiklerinin ertesi yılında Muharrem ayının onunda Yahudi’lerin oruç tuttuklarını görünce onlara sordu:

“Bu ne orucudur?” Onlar da:

— Bugün bizde çok şerefli bir gündür. Cenab-ı Hak Firavunun zulmünden İsrail Oğullarını bu günde kurtarmıştır ve Firavun’u boğmuştur. Bu büyük nimetin şükür karşılığı olarak Hazreti Mûsâ oruç tutardı. Biz de peygamberimiz olan Hazreti Mûsâ’ya uyarak bu Aşûre gününde her yıl oruç tutarız, dediler. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle buyurdu:

“Sizden Hazreti Mûsâ’ya daha layık olan benim, Sonra Hazreti Peygamber Aşûre günü oruç tuttu ve başkalarına da tutturdu.33

33 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:292-317


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin