REHÎN BAHSİ
693- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Rehin olan bir hayvana nafakası karşılığında binilir; sağılır bir hayvan ise nafakası mukabilinde sağılır. Hayvanın nafakası (alafı) binene ve sütünü içene aittir.”
Mütercim:
Şafii mezhebinde bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel edilerek denilir ki: Bir kimseye rehin olarak bırakılan (merhun) hayvanın sütü, mürtehine (rehini kabul eden kimseye) aittir. Alafı ve diğer masrafları da ona aittir. Ancak bu hayvan hasta olur da ilâç ve tedavi ücreti gerekirse, bu masraflar rehini veren kimseye (râhine) aittir.
Hanefî, Maliki ve Hanbeli mezheblerinde ise, bu hadîs-i şerifin hükmü diğer nakillerle kaldırılmıştır. Yahut bunun manası, mürtehînin (rehin alanın) hayvana binmesi ve sütünü alması gibi faydalanmalar ve hayvanın yiyeceğini temin gibi harcamalar râhinin (asıl mal sahibinin) izni ile mürtehine ait olur. Çünkü mürtehinin rehin bırakılan hayvandan hiç bir şekilde faydalanma hakkı yoktur. Ancak mürtehin, râhinden alacağını ele geçirinceye kadar bu hayvanı yanında bekletme hakkı vardır.
Şafii âlimleri ise, böyle açık bir şekilde varit olan hadîsin bir takım ihtimallerle ve kıyaslarla hükümsüz bırakılması caiz olamaz ve bu hadîsin hükmünün kaldırılması için açık bir delil de isteriz diyorlar. Böylece bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel ederek mermin olan (rehin bırakılan) hayvanın binilmesi ve sütünün alınması gibi menfaatlerle yine merhun olan bir evin içinde oturma suretiyle ondan faydalanma mürtehine ait olmakla beraber bunların bakım masraflarının da mürtehine ait olduğuna hüküm vermişlerdir. Hanefî mezhebinde ise, tahsil edilmesi mümkün olan bir hak karşılığında bir malı hapsetmek rehindir. Bu mala merhun dendiği gibi, rehin de denilir. Râhin, rehin veren kimsedir. Mürtehin de, rehini kabul eden adamdır, Rahin ve mürtehinin icab ve kabulü ile rehin bağlantısı meydana gelir. Fakat rehin mal ele geçmedikçe akid lazım ve tamam olmaz. Bunun için râhin, teslimden önce rehin vermekten dönebilir. Mürtehin de bizzat kendisi rehin malı muhafaza eder, yahut ailesi, ortağı ve hizmetçisi gibi güvenilir kimselere muhafaza ettirir. Yer kirası ve bekçi parası gibi rehin malın korunması için olan harcamalar mürtehine aittir.
Yine Hanefî mezhebinde, rehin bırakılan mal hayvan ise onun alafı ve çoban ücreti, eğer akar ise tamiri, sulandırılması, otlarının ayıklanması, su yollarının temizlenmesi, akarın ıslahı yolundaki masraflar râhine aittir. Râhin ve mürtehinden her biri, diğerine ait olan masrafı kendi yaparsa, bu bir bağış sayılır, diğerinden yaptığı masrafı isteyemez.7
7 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:425-426
KÖLE AZAD ETMEK BAHSİ
694- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Her kim, Müslüman olan bir kölesini azad ederse, Allah Teâlâ Hazretleri, o azad edilen kölenin herbir azası karşılığında, azad eden kimsenin bir azasını cehennemden azad eder.”
Mütercim:
Şu muhakkak ki azad edenin, mü’min ve muvahhid olması şarttır. Azad edilen kölenin de azalarının tamamı azad edilmiş olacağı için, azad edenin de bütün vücudu cehennemden azad edilmiş olur.
695- Ebû Zer El-Gıfarî (R.A.) der ki:
Ben, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine sordum: Ya Resûlallah, amellerin hangisi daha faziletlidir? Bana şu cevabı verdiler:
“Allah Teâlâ Hazretlerine iman ve Allah yolunda cihad etmektir.” Yine sordum: Azad edilecek kölelerin en faziletlisi hangisidir? Buyurdular ki:
“Kölelerin en pahalısı ve sahibince en çok beğenilen ve değerli olanıdır.” Ben yine sordum: Ya Resûlallah, böyle köleyi azad etmeğe gücüm yoksa ne yapayım? Cevap verdiler:
“Bir zanaatkâra yardım edersin yahut zanaat bilmeyenlere zanaat işi yaparsın.”
Ya Resûlallah! dedim, böyle zanaat gibi bir iş elimden gelmezse ne yapayım? Buyurdular:
“İnsanlara kötülük dokundurmazsın ki, bu da kendine verdiğin sadakadır.”
696- İbni Ömer’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Kim ortak olduğu bir köledeki hissesini satar da elinde kölenin kıymetini karşılayacak kadar malı bulunursa, köle adalet üzere kıymetlendirilerek diğer ortaklarına hisselerini verir. Köle de azad olur. Ancak köleyi azad edecek kadar malı yoksa o zaman köleden azad etmiş olduğu miktar azad olur.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifle ilgili hükümler 690 sayıda geçmiştir.
697- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Allah Teâlâ Hazretleri, ümmetimin kalplerinden geçen vesvese ve kuruntuları, yapmadığı yahut konuşmadığı müddetçe bağışlamıştır.”
Mütercim:
Bu ümmetin unutarak veya hata yolu ile işlemiş olduğu işler, Hazreti Peygambere ümmet olma şerefine binaen bağışlanmıştır. Fakat insanın kalbinden gelip geçen kuruntular devamlı olarak kalpte beslenir ve üzerinde durulursa, bunlardan dolayı sorumluluk gerekir. Meselâ: Bir yıl sonra dinden çıkacağını veya fırsat bulursa İslam’ı terk edeceğini kalbinden geçiren kimse, o anda dinden çıkmış olur. Emâir Kasîdesinde bu husus şöyle ifade ediliyor: “Bir müddet sonra dinden çıkmayı niyetine koyan kimse, hemen dinden soyulmuş olur.” Fakat kölesini azad etti veya zevcesini boşadı diye kalbinden niyet etmiş olsa, bu niyetlerini dili ile ifade etmedikçe azad veya boşama işi gerçekleşmez.
imam Malik Hazretlerinin bir sözüne göre, böyle yalnız niyet etmekle azad ve talak işi meydana gelir; fakat zihar sırf bir niyetle meydana gelmediğinde âlimlerin ittifakı olduğu gibi, bir kimse namazda; birtakım lüzumsuz şeyleri düşünerek namazını bu kuruntularla kılarsa, o namazın iade edilmesi gerekmez. Hâlbuki bu kuruntular namazda söylenmiş olsa, o namaz batıl sayılır; çünkü namazda konuşmak haramdır.
Hazreti Ömer’in “Namazda benim zihnim orduyu hazırlamakla meşgul olur” buyurmasından, kuruntularla namazın bozulmayacağı anlaşılıyor. Bunun için Maliki mezhebine bağlı olan bazı âlimler de, yalnız niyet etmekle azad ve boşama işlerinin, gerçekleşmeyeceğini kabul etmişlerdir.
698- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Ebû Hureyre Hazretleri, kölesi ile beraber memleketinden çıkıp her ikisi İslam’ı kabul etmek için Medine’ye gelirlerken köle yolda kaybolur. Ebû Hureyre Medine’ye vararak İslam’ı kabul eder. Ebû Hureyre, Hazreti Peygamberin huzurunda bulunurken kaybolan kölesi çıkagelir. Köle gelir gelmez Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir mucize olarak şöyle buyurur:
“Ya Ebâ Hureyre, işte kölen sana geldi.” Ebû Hureyre de:
— Ben de onun artık hür olduğuna sizi şahit tutuyorum, der.
699- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Temim kabilesi hakkında Peygamber Sallallahu. Aleyhi ve Sellem Hazretlerinden işittiğim üç şeyden ötürü o kabileyi severim. Buyurdular ki:
1 — “Decal’a karşı ümmetimin en sert olanları onlardır.” 2 — “Bu gelen sadaka ve zekâtlar, bizim cemaatimiz (Temim kabilesin) dendir.” 3 — “Ya Aişe, sen o (Temim kabilesinden olan) Cariyeyi azad et; çünkü Hazreti İsmail peygamberin soyundandır.”
Mütercim:
Hazreti Aişe daha önce, İsmail Aleyhisselâm soyundan birini azad edeceğim, diye adak yapmıştı. Onun için Hazreti Peygamber Temim kabilesinden olan o cariyeyi azad etmeyi Hazreti Aişe’ye emrederken bu kabilenin İsmail Aleyhisselâm’in soyundan olduğuna işaret etmişti. Çünkü Temim Oğulları kabilesi, soy yönünden Mudar oğlu İlyas’da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizle birleşir. Savaş sonu esir edilenler hangi yabancı milletten olurlarsa olsunlar, köleleştirilebilecekleri gibi, azad edilmeleri de caizdir; fakat azad edilmeleri daha faziletlidir.
700- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Herhangi biriniz, kölesine: Rabbine (sahibine) yemek ver, rabbine abdest aldır, rabbine su ver, diye hitab etmesin. Köle efendisine: Efendim, mevlâm desin. Ama hiçbiriniz: Kölem ve cariyem, demesin; yiğidim, hamarat kızım ve oğlum, diye hitab etsin.”
(Köle, efendisine “Rab” tabirini ve efendi de kölesine “Abd” tabirini kullanmasın.)
Mütercim:
Bir kimsenin, efendisi hakkında “Rab” sözünü kullanması Yûsuf sûresinde: “Doğrusu o adam, benim Rabbim’dir = efendimdir.” mealindeki 23. ayeti kerimede kullanılmıştır. Fakat bir sebep yokken kölenin efendisine daima, “Rabbim’dir” yahut efendinin kölesine, “Senin Rabbin olduğum için şu ve bu hizmetlerde bulun” şeklinde hitab etmeleri haram değil ise de tenzih yollu mekruhtur. Çünkü “Rab” sözü, sahip manasına da gelir. Allah korusun, Rab kelimesini, mabud manasında yahut ibadete müstehak manasında bir kimse için kullanmak küfürdür.
Bizim dilimizde köle ve hizmetçilere hitab için bir efendinin, oğlum, kızım sözlerini kullanması en uygun bir ifadedir. Bununla beraber, bir kimse kölesine veya cariyesine: Bu benim oğlumdur, yahut bu benim kızımdır, diye söz söylemiş olursa bunlar hemen azad olurlar. imam Azam mezhebinde köle ve cariye efendisinden yaş bakımından daha büyük bile olsalar yine: Bu benim oğlumdur veya kızımdır, diye hüküm verilirse, hemen azad olurlar. İki imama göre (İmam Muhammed ve İmam Ebû Yûsuf’a göre), bunlar yaşça efendilerinden daha küçük iseler, azad olurlar; büyükseler azad olmazlar. Fakat sırf çağırmak maksadı ile bunlara: oğlum, kızım denilirse, ittifakla azad olmazlar. Çünkü çağırmakta bir hüküm yoktur. Yine böylece, kızım şöyle yap, oğlum böyle yap demek de çağırmak gibidir. Bununla beraber kız, şöyle yap, oğlan böyle kızım ve oğlum demekten daha güzeldir.
Köle ve cariyelerin ise, efendilerine karşı: Efendimiz, veli – i nimetimiz tabirlerini kullanmaları uygun düşer.
701- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Sizden birinize hizmetçisi yemeğini getirdiği zaman, hizmetçisini beraberinde sofraya oturtmayacaksa, ona bir veya iki lokma yahut bir veya iki tadımlık yemek versin; çünkü o hizmetçi yemeğin hazırlama zahmetini çekmiştir.”
Mütercim:
Gerçekten efendilerin hizmetçileriyle yemek yemeleri, bazı köy ve taşra ağalarında uygulanmakta ise de, şehirlerde ve büyük konaklarda, özellikle İstanbul da hizmetçiler ayrı olarak yemeğin geri kalanını yerler. Bu Hadîs-i şerifin gereği üzere, hizmetçilerin efendileri ile birlikte yemek yemelerinde herhangi bir sakınca yoktur. Bu tür hareket efendilerin kıymet ve şereflerine bir noksanlık getirmeyeceği cihetle müstehabdır. Bir de beldenin mevcut örf ve adetine uyularak hizmetçilere bir miktar o yemekten verilmeyip ayrıca; yemelerinde de bir günah yoktur. Zira hadîs-i şerifteki emir işin müstehab olduğuna yorumlanmıştır.
702- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Sizden biriniz döğüştüğü (dövüştüğü) zaman yüze vurmaktan kaçınsın (Bir kimse lüzum halinde hizmetçisine, kölesine veya başkasına tokat veya yumruk atmak yahut başka bir şey ile vurmak isteyince onun yüzüne vurmasın. Yahut dayak cezasına çarpılan kimsenin yüzüne vurulmasın; çünkü yüz, insanın en şerefli azasıdır. Bir de Âdem Aleyhisselâm o simada yaratılmıştır, simaya hürmet gerekir. 8
8 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:426-432
MÜKATEB (SÖZLEŞMELİ KÖLE) BAHSİ
703- Hazreti Aişe (R.A.)a der ki:
Efendisi tarafından kitabete bağlanan (efendisine muayyen bir para ödemek şartı ile azad olmayı kabullenen) bir cariye, Hazreti Aişe’ye gelerek ondan kitabet bedeli olan paranın efendisine ödenmesi hususunda yardım istedi. Berîre adındaki bu cariye, henüz efendisine kitabet bedelinden bir şey ödememişti. Hazreti Aişe, Berîre’ye dedi ki:
— Git, efendine müracaat et de, dilerse senden istenen kitabet bedelini toptan ona ödeyeyim ve seni de Allah rızası için hemen azad edeyim. Ancak sen onun azadlısı değil, benim azadlım olmuş olursun. Seninle ilgili velayet (miras) hakları bana ait olur. Bu şartla kabul ederse, onun parasını vereyim.
Sonra Berîre gidip bu durumu efendisine anlatınca, Hazreti Aişe’ nin teklifi kabul edilmedi ve, Hazreti Aişe, velayet hakkı bize kalmak şartı ile Allah rızası için senin bedelini öderse ödesin, denildi. Berîre dönerek Hazreti Aişe’ye almış olduğu cevabı söyledi, Hazreti Aişe de bu meseleyi Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arz edince, Hazreti Peygamber, şöyle buyurdu:
“Sen onu (Berîre adındaki cariyeyi) satın al ve sonra azad et. Velayet hakkı ancak azad edene aittir.” Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashaba hitaben şöyle buyurdu:
“Bazı kimselerin düşüncesi nedir ki, onlar alış verişte Allah’ın, kitabında olmayan bir takım şartlar koşuyorlar. Allah’ın kitabında olmayan bir şartı koşan kimse için bu şart geçerli değildir; yüz defa şart koşsa bile... Geçerli ve muteber olan şart, Allah’ın şartıdır.”
Mütercim:
İmam Ahmed bin Hanbel, bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel ederek, mükâteb olan kölenin kendi rızası ile satılması caizdir, diyor. İsterse bu mükâteb köle kitabet (sözleşme) bedelini ödemekten aciz olsun, isterse olmasın; çünkü bu Berîre hadîsinde, Berîre’nîn acziyetine dair herhangi bir işaret ve açıklık yoktur.
Fakat İmam Azam, İmam Şafii ve bazı Maliki âlimlerine göre, mükâtab olan bir köle, kitabet bedelini ödemekten aciz kalmadıkça satılması caiz değildir. Bu Berîre hadîs-i de, Berîre hem kendi gücü, hem de zanaat yönünden çaresiz kalmış ki, Hazreti Aişe’ye müracaat etmişti. Ancak İmam Şafii’ye göre, Mükâteb olan köle ile onun efendisinin müşterek rızaları olursa köle ve cariyelerin satışa caizdir. Bu Berîre hadîsinde de nihayet hüküm, her iki tarafın rızalarıyle gerçekleşip Hazreti Aişe’ye satılmıştır. Hazreti Aişe de Allah rızası için o cariyeyi azad etmiştir. Velayetin de ancak azad edene ait olduğu Hazreti Peygamber tarafından beyan edildiğinden Berîre’nin sahibleri de buna razı oldular.
Bir de Şafii mezhebinde kitabet bedelinin en az iki taksitle olması lazımdır. Bir taksitle veya peşin olursa, caiz değildir; çünkü böyle olmayan köleye mükâteb denmez. Fıkıh kitaplarında ona “me’zun = alış – verişe yetkili” adı verilir. Zira kitabet, azad olmak için köle üzerine konan bir nevi haraç takdiri gibidir.
Hanefi ve Maliki mezheblerinde, gerek peşin ve gerekse bir taksitle kitabet bedelinin ödenmesi caizdir. Ayrıca “velayet, azad edenin hakkıdır” sözünden, bir kimsenin İslam’ı kabul ederek hidayet bulmasına vasıta olanın, ona veli olması manası çıkmaz. Aslında köle ve cariyelerin azad edilmesi bir kaç şekilde olur:
1- Hazreti Aişe tarafından Berîre’nin azad edildiği gibi, Sırf Allah rızası için azad etmek.
2- Efendinin köle veya cariyesine: Şu kadar para bana ödersen azadsın, diyerek azad etmek ki, bu anlaşmaya mükâtebe veya kitabet denir. Sözleşmeyi kabullenen köleye de mükâteb denilir. Azad eden efendiye de Mükâtib adı verilir. Azad edilen kadın ise ona mükâtebe ve azad eden kadına da mükâtibe denir. Mükâteb olan köle bedelini tamamen ödemez de az bir miktar kalırsa yine köledir. Fakat kararlaştırılan miktarın tamamını ödeyince hür olur.
3- Köle veya cariyenin azadının, efendilerinin ölümüne bağlanması. Bir kimse vasiyyet ederek ölümümden sonra
falan köle veya cariyem hürdür, demek suretiyle olur. Bu kimsenin ölmesiyle o köle veya cariye azad olur. Fakat kölenin bedeli, ölenin malının üçte bir kıymetinden fazla olmaması gerekir. Ancak varisler razı olurlarsa fazla da olsa caizdir. Ölünün vasıyyeti ancak malının üçte birinden geçerlidir. Eğer bu müdebber köleden başka malı yoksa, o kölenin kıymetinden üçte bir indirilir. Ve gerisini köle çalışarak varislere öder.
4- Bir cariyeden çocuk doğarsa o cariye Ümmü’l-veled (çocuk anası) olur. Böyle bir cariyenin tekrar satılması caiz değildir. Fakat hizmette kullanılması veya mükâtebe kılınması caizdir. Sonra bu çocuklu cariyenin efendisi (doğmuş olan çocuğun babası) ölünce, bu cariye kendiliğinden azad olur. Diğer varislerin bunun üzerinde hiç bir hakları olmaz.9
9 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:432-434
HİBE BAHSİ
704- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Ey İslam kadınları! Sakın komşu kadın, komşu kadının hediyesini küçümsemesin, bir koyun paçası olsa bile...
705- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Bir hayvanın koluna veya paçasına davet edilmiş olsam icabet ederim. Bana bir hayvan kolu veya paçası hediye edilse kabul ederim.” (Hibe ve hediye edilen şey, az veya çok ne ise kabul edilmeli, demektir.)
706- Ebû Hureyre (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine dışardan bir yiyecek veya başka bir şey getirildiği zaman, onun hediye veya sadaka olup olmadığını: “Hediyemidir yoksa sadaka mıdır?” diye sorarlardı. Sadaka olduğu söylenirse: “Siz yiyiniz” buyururdu ve kendisi ondan yemezdi. Hediye olduğu söylenirse, ashap ile birlikte mübarek elini uzatarak yerlerdi.
Mütercim:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize ve onun aile ferdlerine hatta ailesine ait köle ve cariyelere ve azadlılarına da insanların sadaka ve zekâtları haramdır. Bunun tafsilâtı zekat bahsinde geçmiştir. (Zekât ve sadaka malın kiridir.)
707- Enes (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin önüne bir defa pişmiş et getirildi ve : Ya Resûlallah! denildi, bu et, Hazreti Aişe’nin azadlısı Berîre’ye sadaka olarak verilen ettendir. Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:
“Bu et Berîre için sadaka, bizim için ise hediyedir.” (Berîre’nin bize bir hediyesidir.) Sonra ondan yediler.
Mütercim:
Berîre, Hazreti Aişe’nin azadlısı ise de, Peygamberin pak zevcelerinin köle ve cariyeleri bu sadaka hususunda, “Âl-i Muhammed den sayılmadıklarından bunlara sadaka caizdir. Sadaka haram olan (Al-i Muhammed) ise, İmam Azam Hazretlerine göre yalnız Haşimî’lerdir. Ali, Abbas, Cafer, Akil, Haris bin Abdülmuttalib ((R.A.)üm) Hazretlerinin sülâleleri ile onların azadlılarıdır. Zayıf bir görüşe göre de haram olan yalnız zekâttır. Nafile kabilinden olan sadaka ise caizdir.
708- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in zevceleri iki kısma ayrılmışlardı. Bir kısmı Hazreti Aişe tarafı ki, Hafsa, Safiyye ve Sevde idiler. Diğer kısmı da, Ümmü Seleme tarafı ki, Zeyneb (binti çahş) Meymûne, Ümmü Habibe ve Cüveyriye idiler. Bütün Müslümanlar, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin en sevgilisi Hazreti Aişe olduğunu bildiklerinden, hediye gönderecekleri zaman Hazreti Aişe’nin nöbetini beklerler ve Hazreti Peygamber Aişe’nin evinde iken çok hediye gönderirlerdi. Bu hal ise, Ümmü Seleme taraftarı olan diğer pâk zevcelere güç geliyordu. Bunun üzerine Ümmü Seleme hazretlerine dediler ki, hediyelerin yalnız Hazreti Aişe’nin evine gelmeyip Hazreti Peygamber kimin evinde ise ayırım yapmaksızın oraya gönderilmeleri yolunda bütün Müslümanlara bilgi verilmesi için Hazreti Peygambere dilekte bulun. Onların bu isteklerini Ümmü Seleme Hazretleri Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arz edince, evet veya hayır diye bir cevap vermediler. Böylece her nöbetinde Ümmü Seleme meseleyi ayrı ayrı günlerde olmak üzere üç defa peygambere arzetti. Üçüncü defada Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu.
“Sakın Aişe hakkında beni üzmeyin; çünkü zevcelerimden hiç bir kadının yatağında iken bana vahiy gelmemiştir; ancak Aişe’nin yatağında iken gelmiştir.”
Sonra Ümmü Seleme taraftan olan pâk zevceler, bu hususta yardımcı olmak için Hazreti Fatıma (R.A.) ya müracaat ettiler ve onu vasıta kıldılar. Hazreti Fatıma da babasına gidip: Ya Resûlallah, zevceleriniz, Ebû Bekir’in kızına karşı sizden adalet ve eşitlik isterler, dedi. Buna cevap olarak Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Ey Kızcağızım, benim sevdiğimi sevmez misin?” O da, evet, severim, dedi.
Sonra Hazreti Fatıma, Hazreti Peygamberin pâk zevcelerine giderek aldığı cevabı anlattı. Yine bu zevceler Fatıma’nın tekrar Hazreti Peygambere bu mesele için gitmesini istedilerse de, Hazreti Fatıma bundan kaçındı. Sonra bu zevceler içlerinden Zeyneb’i gönderdiler. Hazreti Zeyneb konuşmasında biraz öfke ve şiddet gösterdi:
— Ya Resûlallah! pâk zevceleriniz, Ebû Bekir’in kızına karşı Allah rızası için adalet ve eşitlik isteğinde ısrar ediyorlar, dedi. Hazreti Peygamberin huzurunda oturmuş bulunan Hazreti Aişe’ye karşı da bir takım öfkeli ve uygunsuz sözler söylemeğe başladı. Hazreti Aişe de onun sözlerini cevaplandırarak onu susturdu. Sonra Hazreti Peygamber Hazreti Aişe’ye dair Hz. Zeyneb’e şöyle buyurdu:
“Ey Zeyneb, bu Ebû Bekir’in kızıdır!”
Mütercim:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri gülümseyerek söz söyleme bakımından Zeyneb ile Aişe’nin hangisi üstün gelecek diye beklerken Hazreti Zeyneb’i Aişe’nin susturması üzerine:
-Ey Zeyneb, sen Aişe’nin hakkında gelemezsin; çünkü o, Ebû Bekir’in kızıdır.” buyurdular. Nitekim Ebû Bekir; bütün arabların soy ve sülâlesini bildiği gibi, kızı da öylece bilirdi. Onun için neseb yarışmasında da üstün gelmesi tabiî idi.
Hediye hususuna gelince: Herkes istediği eve hediye göndermesinde serbesttir. Peygamberimizin bütün Müslümanlara duyurarak diğer evlerime de hediye gönderiniz şeklinde istekte bulunması güzel ahlâka aykırı düşeceğinden adalet ve eşitlikle bu meselenin ilgisi yoktur.
Bir de kalp sevgisi bakımından eşitlik insanın elinde değildir Bundan dolayı Hazreti Peygamber mazurdur. Bununla beraber Hazreti, Peygamber, Hazreti Aişe’nin evine gelen bütün hediyeleri diğer zevcelerine de bölerlerdi. Fakat onlar: Bu bölüşme bize neden Hazreti Aişe’nin evinden gelsin, diye iddia ederek kendi evlerinden de böyle bir bölüşmenin yapılmasını istiyorlardı.
709- Numan bin Beşîr (Radıyallahu Anh) der ki.
Babam Beşir, bana kendi malından bir bahçe bağışlamıştı. Sonra annem Amre, bu bağış şahidsiz olamaz. Sen Hazreti Peygamberi şahid tutarak bu bağışını ona arz et, diye babama söyledi. Babam da Hazreti Peygamberin huzuruna vararak: Ya Resûlallah, zevcem Amre’den olma oğlum Beşir’e bir şey bağışladım. Fakat annesi Amre, sizi şahid tutmadıkça benim bu bağışımı kabul etmiyor, dedi. Babama Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Bütün çocuklarına aynı şekilde bağış yaptın mı?” Babam: — Hayır, diğer çocuklarıma böyle bağış yapmadım, dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem :
“Öyle ise, bağışından dön,” buyurdu. Babam da bağış yapmadı.
710- Numan bin Beşir’den rivayet edilmiştir:
“Diğer çocuklarına da buna yaptığın gibi bağışta bulundun mu?”
(Ey Beşir, bu oğlun Numan’a ettiğin bağış gibi diğer çocuklarına da ettin mi) Beşir: Hayır, etmedim; dedi. Sonra Hazreti Peygamber Beşir’e şöyle buyurdu:
“Allah’tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adaleti gözetiniz.” Beşir de yapmış olduğu bağışı geri aldı.
Mütercim:
Çocuklarına bağışta bulunmak isteyen bir kimsenin erkek ve kız çocuklarına eşit olarak bağışta bulunması müstehabdır. Birbirinden farklı olarak onlara bağışta bulunmak tenzih yolu ile mekruhtur. Ancak güç durumda olan ama, kötürüm ve âciz çocuklara daha fazla vermekte kerahet olmaz.
Mirasta erkek çocuklar, kızların hissesinden iki kat fazla alırlarsa da, babanın hayatında yapılacak bağışta bunların ayrıca faydalandırılmaları uygundur ve müstehabdır.
imam Tavus ve İmam Sevri’ye göre burada eşit tutmak vaciptir. İmam Ebû Yusuf da der ki: Bir baba, diğer evlatlarını sıkıntıya sokmak için bazı evladına ziyade bağışta bulunursa, bu haramdır ve çocuklar arasında eşitliğin gözetilmesi vaciptir.
Bir de bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, mubah olmayan bir iş için şahid gösterilmesi mekruhtur. Bir devlet başkanının tebası hakkında şehadetleri caiz olduğu da bu hadîs-i şeriften meydana çıkmıştır.
Hanefî mezhebinde, bir babanın evladına olan hibesinden dönmesi caiz değildir; çünkü akrabalık hibeden dönmeğe engeldir. Bu hadîs-i şerifte olan hibeden dönme ise, malın teslim ve tesellümünden önce olmuştur. Hibe aslen tamamlanmamıştı. Onun için bağıştan dönülebilmiştir.
İmam Şafii ve İmam Malik mezhebi erinde, bu hadîsin zahirine bakılarak, bir babanın çocuklarına olan hibesinden dönmesi sahihtir. Gelecek hadîste daha geniş olarak anlatılacaktır.
711- İbni Abbas (R.A.) dan rivayet edilmiştir:
Bağıştan (hibeden) geri dönen kimse kusup da sonra kusmuğuna dönen köpek gibidir.” (Bir kimsenin bağışladığı şeyi geri alması çok çirkin ve kötü şeydir.)
Mütercim:
Hibe (bağış), karşılıksız olarak bir malı başkasının mülkiyetine geçirmektir. Hibe edene “Vahib”, hibe edilen mala “Mavhûb” ve onu kabul edene de “Mevhubun leh” denilir. “îttihab” da hibeyi kabul etmek demektir. Hibe icab ve kabul ile yapılır ve ele geçirilmekle tamamlanır.
Hibede icab, bağışladım, hibe ettim, hediye ettim, ihda ettim gibi, karşılıksız bir malı temlik manasında kullanılan sözleri söylemektir. Kabul de, o malı kabullenmek veya ele geçirmektir. Bir malı karşılıklı olarak verip almakla da geçerli olur. Hibede malı ele geçirmek, alışverişteki kabul gibidir.
imam Azam mezhebinde, hibe eden kimse, malın tesliminden sonra da, malı alan kimsenin rızası ile hibesinden dönebilir eğer hibeyi kabullenip malı ele geçiren kimse, geri vermeye razı olmazsa, hibe eden hâkim e müracaat edebilir. Hâkim de ileride izah edilecek geri dönme engelleri yoksa, hibeyi kaldırabilir. Ancak hibeden dönmeyi engelleyen sebeplerden biri var ise, yapılan bağışı bozamaz.
Meselâ:
Bir kimse, usul ve furu’una, kardeşlerine veya bunların çocuklarına, amca ve halalarına, dayı ve teyzelerine bir şey bağışladıktan sonra o bağıştan geri dönemez. Akrabalık ve mahremiyet hibeden dönmeğe engeldir. Karı ve koca arasında evlilik devam ederken hibe yapıldıktan sonra ondan da dönülemez.
Alınan hibeye bir karşılık verilir de, hibe eden şahıs bu karşı malı ele geçirmiş bulunursa, yine hibeden dönülemez.
Bağışlanan mal arazi ve arsa cinsinden olur da, hibeyi kabul eden şahıs bu yer üzerinde bina kurar veya ağaç dikerse, yahut hibe edilen hayvan cılız olur da bu hayvan hibeyi kabul edenin yanında semizleşirse, yahut buğday olur da un haline getirilirse, böyle bağışlanan şeyin ismi değişecek şekilde bir değişildik meydana gelmesi sebebiyle hibeden dönülmez. Ancak malın kıymetinin düşmesi hibeden dönmeye engel olmaz. Bunun için, bir kimsenin başkasına hibe ettiği kısrak sonradan yüklü kalırsa, bu hibeden dönülmez. Fakat kısrak doğurduktan sonra hibeden dönülebilir ve kısrağın yavrusu bağış yapılan kimseye ait olur. Eğer hibeyi kabullenen şahıs o malı satarsa, yahut onu başkasına hibe ve teslim ederse, artık hibe edenin geri dönmek hakkı kalmaz.
Yine hibe edilen mal, onu kabullenenin elinde helak olursa, geri dönmeğe mahal kalmaz.
Yine hibe edenle hibeyi kabul ,eden şahıslardan herhangi biri ölürse, bu ölümden sonra hibeden dönülemez.
Bir de alacaklı kimse, alacağını borçluya bağışlayınca artık o bağıştan geri dönemez. Hibeden dönmeyi engelleyen haller yedi madde olarak sayılır:
1) Hibe edilen malda ziyadelik meydana gelmesi,
2) Hibe edenle hibeyi kabullenenlerden birinin ölmesi,
3) Hibe edilen mal karşılığında bir şey alınması,
4) Hibe olunan malın, hibeyi kabullenenin elinden çıkması,
5) Hibenin karı-koca arasında yapılmış olması,
6) Hibe edenle hibe olunan arasında akrabalık bulunması,
7) Hibe edilen malın helak olması.
Verilen sadakadan da, fakirin eline geçişten sonra dönülemez.
imam azama göre, yukarda, sayılan engeller bulunmazsa yapılan bağıştan dönülebilir. hadîs-i şerif, hibeden dönmenin çirkinliğini ifade etmektedir. Yoksa köpeğin kendi kusmuğunu yalaması, köpek mükellef olmadığından haram değildir.
imam Şafii ve imam Hanbelî’ye göre, aksine olarak, akraba olmayanlara (yabancılara) verilen bağışlardan dönmek asla caiz değildir. Bu hadîsin tehdidi, haram demektir. Ancak baba oğluna bir şey hibe ederse, bundan dönülebilir. Nitekim yukarıda geçmişti.
İmam Malik’e göre, bir kimse yapacağı hibe karşılığında kendisine bir şey verilir ümidi ile bağış yapar da, sonra o karşılığı alamazsa, yapmış olduğu bu bağıştan dönebilir. İmam Hanbeli’nin bir görüşüne göre de hüküm böyledir.
712- Hazreti Peygamberin pâk zevcelerinden Meymûne bînti Haris (R.A.)a’dan rivayet edilmiştir:
Meymûne Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den izin almaksızın kendi cariyesini azad etmişti. Sonra Meymûne’nin nöbetinde Hazreti Peygamber Meymûne’nin evine teşrif edince, kendi cariyesini azad etmiş olduğunu ona söyledi, Hazreti Peygamber Meymûne’ye:
“Gerçekten sen bu işi yaptın mı?” dedi. Meymûnede: — Evet, ya Resûlallah, azad ettim; dedi. Sonra Hazreti Peygamber zevcesine şöyle buyurdu:
“Keşke o cariyeyi dayılarına vereydin daha büyük sevap alırdın”
Mütercim:
Bu hadîs-i şeriften, köle ve cariyenin azad edilmelerindense, akraba ve yakınlara bağışlanmalarının daha sevap olacağı anlaşılıyorsa da, durum ve ahvale göre hüküm değişir. Meselâ, bir kimsenin akrabası bir hizmetçiye son derece muhtaç iken onun cariyesini bunlara bağışlaması, azad etmesinden daha sevapdır. Fakat ihtiyaçları yoksa, azad etmesi daha sevap olur.
713- Misver bin Mahreme (R.A.) der ki
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem herkese bir takım elbiseler dağıttı; fakat babam Mahreme’ye bir şey vermemişti. Babam dedi ki, oğlum, biz beraberce Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize gidelim. Belki bize de o elbiselerden verir. Ben de babamın isteğine uyarak onunla beraber gittim. Sonra Hazreti saadethanelerinin kapısına varınca babam bana:
Haydi, oğlum eve gir de Hazreti Peygamberi bana çağır, dedi. Ben şaştım bu nasıl şeydir? Hiç peygamber çağrılır mı diye işi büyüttüm ve tereddüt ettim. Bunun üzerine babam bana: Oğlum Hz Peygamber kibirlenenlerden, büyüklenenlerden değildir, bizim gibi ihtiyarların davetine gelir, dedi. Ben de Hz Peygamberin huzuruna vardım ve dışarda babamın kendilerini belemekte olduğunu söyledim. Gerçekten Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri hemen dışarı çıktılar; üzerlerinde o elbiselerden de güzel bir kaftan vardı. Babama şöyle buyurdular:
“Bu kaftanı sana saklamıştım.” Sonra babam o kaftanı inceleyip gözden geçirdi ve son derece memnun oldu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: “Artık Mahreme razı olmuştur!” buyurdular.
Mütercim:
“Mahreme razı oldu” sözünün Mahreme’ye ait olduğu ihtimali de vardır, diye yorum yapılmıştır.
714- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Bir defa Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, muhterem kızları Fatıma’nın evine şeref verdiler. Fakat kapıdan içeri girmeyip geri döndüler. Sonra Hazreti Ali gelip eve girince, Hazreti Fatıma, bu durumdan üzüldüğünü ona anlattı. Hazreti Ali hemen dönerek zevcesinin üzüntüsünü Hazreti Peygambere arz etti. Hazreti Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Ben, Fatıma’nın kapısında resimli ve motifli bir perde gördüm, benim dünya ile işim ne? (Bunun için içeri girmedim).”
Sonra Hazreti Ali geri dönüp Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in üzüntüsünü Hazreti Fatıma’ya bildirince, Hazreti Fatıma:
— O halde bu perdeyi ne yapmam gerektiğini babam bana bildirsin, dedi. Hazreti Ali de bu hususu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arz edince şu cevabı aldılar:
“Bu perdeyi, muhtaç durumda olan falan aileye (hediye olarak) göndersin.”
Mütercim:
Kapıya perde takmak haram değil ise de, böyle faydasız süslere rağbet gösterilmesi Peygamber ailesine uygun düşmediğinden bunu Hazreti Peygamber kabul etmemiştir. Burada kabul edilmeyen şey kapı perdesi olmayıp bu perde üzerinde olan nakışlar, süs ve resimlerdir.
Bir de bu perde başkasına gönderilmiş ve onlar tarafından biçilerek elbise yapılmıştır. Eğer haram olaydı, bu perdenin, onlara da haram olması gerekirdi; çünkü alınması yasak olan şeyin verilmesi de yasaktır. Böyle perdelerin kullanılmaması zühd ve takva yolunu benimsemedir.
715- Abdurrahman bin Ebi Bekir’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Bir gazada Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in maiyetinde yüz otuz kişi idik. Bir ara Hazreti Peygamber sordu:
“Herhangi birinizde yiyecek bir şey var mıdır?” Sonra bir adam, yanında bulunan bir miktar unu getirdi. Bu un hamur yapılarak yoğruldu. Sonra boyu uzun, saçları toz toprak içinde dağınık, bir müşrik koyunlarını sürerek geldi. Hz. Peygamber o müşrik’e (koyunları kastederek)
“Satılık mı, yoksa hediye yahut bağış mı?” buyurdu. Müşrik, hayır, satılık dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, o koyunlardan bir tane satın alarak kestirdi. Sonra o koyunun ciğer kısımlarının pişirilmesini emretti ve pişirildi, Abdurrahman der ki: Yüce Allah’ın adına, yemin ederim ki, mevcudumuz olan yüz otuz kişiden bu ciğerden yemedik hiç kimse kalmadı. Hazır bulunanlara bizzat o ciğerden efendimiz verdi. Uzakta bulunanların hisselerini de ayırdı. Sonra o hamur ile o koyunun eti pişirilip iki sofraya bölündü. Biz de ikiye ayrılarak bu yemekleri yedik. Geriye yine iki sofra olacak kadar yemek arttı. Artan yemeklerimizi deveye yükledik ve beraberimizde götürdük. Hazreti Peygamberin bir mucizesi olarak üç kilo civarındaki un ile bir koyun, yüzotuz kişiye kâfi geldikten sonra bir o kadar daha arttı.
Mütercim:
Bu hadîs-i şeriften müşrik ve kâfirin hediye ve hibesini almak caiz bulunduğu anlaşılmaktadır.
716- Esma binti Ebî Bekir (R.A.)a der ki:
Babam Ebû Bekir tarafından cahiliyet zamanında boşanmış bulunan müşrike annem bana geldi. Ben Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum: — Ya Resûlallah, henüz İslam ı kabul etmemiş olan annem bana geldi ve benden bir yardım bekler haldedir. Ona bir iyilik ve ihsanda bulunayım mı?
Hazreti Peygamber buyurdu ki:
“Evet, annene iyilik ve ikramda bulun.”
Mütercim:
Hangi din ve milletten olursa olsunlar, bunların karşılıklı olarak hediyeleşmelerinin caiz olduğu bu hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır. Hatta İbni Uyeyne’nin rivayetine göre, bu hadîs-i şerifi doğrulayıcı olarak,
“Allah, din hususunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere sadakat göstermekten, onlara iyilik etmekten adaletli davranmaktan sizi yasaklamaz? Çünkü Allah adalette bulunanları sever.” Mealindeki ayeti Kerime nazil oldu. (Mümtehine sûresi, ayet 8)10
10 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:435-445
Dostları ilə paylaş: |