Zübdetü’l buhâRÎ


YARATILIŞIN BAŞLANGICI BAHSİ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə21/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   42

YARATILIŞIN BAŞLANGICI BAHSİ
839- İmran bin Husayn (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Beni Temim kabilesinden bir grup Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine geldiklerinde onlara hitaben:

“Ey Temîm oğulları, size müjdeler olsun!...” buyurdu. Onlar bu müjdeyi dünya nimetine yorumlayarak dediler ki:

- Mademki bizi müjdelediniz, o halde bize (dünya malından şimdi bir şey) veriniz. Bu cevap üzerine Hazreti Peygamberin mübarek yüzü değişti. O anda Yemenliler Hazreti Peygamberin huzuruna gelmişlerdi. Hazreti Peygamber onlara şöyle buyurdu:

“Ey Yemen’liler! Müjdeyi siz kabul edin? zira onu Temîm Oğulları kabul etmedi.” Yemenliler: — Kabul ettik, dediler.

Sonra Hazreti Peygamber, yaratılışın başlangıcını ve Arş’ın nasıl meydana geldiğini anlatmaya başladı. Tam bu esnada birisi gelerek, İmrân! dedi, deven boşandı. Ben de devemi bulup bağlamak üzere hemen Hazreti Peygamberin huzurundan ayrıldım. Keşke kalkmasaydım!..


840- İmran’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

-Ey Temim oğulları, müjdemi kabul edin. Müjdemi Temîm Oğulları kabul etmediyse, siz kabul ediniz ey Yemenliler! Allah var iken başka hiçbir varlık yoktu. Onun arşı su üzerinde idi, Her şeyi takdir edip Levh-i Mahfuz’a takdir yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı.


841- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri buyurur ki: insanoğlu bana dil uzatır; Hâlbuki bana dil uzatmak ona yakışmaz. Beni yalanlar; Hâlbuki beni yalanlamak ona yakışmaz. Bana dil uzatması, benim çocuğum olduğunu, demesidir. Beni yalanlaması da, Allah beni başlangıçta yarattığı gibi, öldükten sonra diriltmez, demesidir.”


842- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri âlemi yaratıp tamamlayınca, Levh-i Mahfuz’a ki, Allah katında arşın üzerindedir şöyle yazdı: Benim rahmetim, gazabımı yenmiştir.” (Nitekim “Allah Teâlâ, rahmeti kendine farz kılmıştır” mealindeki ayeti kerime de bunu göstermektedir.)


843- Ebû Bekre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri gökleri ve yeri yarattığı günden beri zaman, aynı minval üzere dönmektedir. Yıl on iki aydır. Bu aylardan dördü mukaddes aylardır. Üçü, peş peşedir ki, Zilka’de, Zilhicce ve ve Muharrem aylarıdır. Biri de Cümâde’l-Âhir ile Şaban ayları arasındaki Mudar Receb’idir.”

Mütercim:

Cahiliyet zamanında iki kabile birbirleriyle savaşmak istedikleri zaman, haram aylarda savaş yasak olduğundan, bazı haram ayların isimlerini değiştirerek meselâ Muharrem ayına Safer adını vererek o ayda savaşırlardı. Sonra harb bitince Safer ayına Muharrem diyerek isim değiştirirlerdi. Sonra Hazreti Peygamber zamanında bu cahiliyet adedi tamamen giderilerek âlemin ilk yaratılışında olduğu gibi arabî aylar kararlaştı. Muharrem ayı kıyamete kadar Muharrem ayıdır, Receb ayı da daima receb ayıdır. Bundan sonra İslâmda ayların değiştirilmesi mümkün olmayacaktır.


844- Ebu Zer (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir gün güneş batarken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bana:

“Biliyor musun, nereye gidiyor?” diye sordular. Ben de: — Allah Teâlâ ve peygamberi bilir, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

“O güneş gider ve Arş’ın altında secde ederek (normal seyrini devam ettirmesi için) Allah’dan izin ister ve ona izin verilir. Belki pek yakında secde edecek de secdesi kabul olunmayacak ve izin isteyecek de ona izin verilmeyecektir. Nereden geldinse oraya dön denilecektir. Bunun üzerine güneş, battığı yerden doğacaktır. İşte bu Allah Teâlâ’nın, “güneş, kendi yerleşimi (yörüngesi) nde hareket etmektedir. Bu da, Aziz ve Alîm olan Allah’ın takdiridir.“ âyeti kerimesinin manasıdır. (Yasin sûresi, âyet : 38)

Mütercim:

Güneşin secde etmesi, Allah’ın iradesine uyarak yörüngesinde hareket etmesidir. Kıyamete yakın, âlemin düzeni bozulurken, güneşin hareketi de bozulacaktır. Doğudan doğarken batıdan doğacağı, “Rabbinin bazı alâmetleri geleceği gün” mealindeki ayetin işareti ile ve bu hadîs-i şerifin açık delaletiyle ve diğer hadîslerle sabittir.

Bir de, “Arş’ın altında secde eder” sözü, bazı astronomi âlimleri ile bid’at sahibi kimselerin ileri geri konuşmalarına sebeb olmuş ise de, bunda itiraza yer yoktur. Çünkü güneş ve ay, yahut semadaki varlıkların hepsi Arş’ın altındadır.” Görmez misin ki, göklerde ve yerde olan varlıklar, güneş ve ay hep Allah’a secde ederler.” mealindeki ayeti kerimenin açık delaletiyle güneşin, ayın ve diğer yıldızların secdesi sabittir ve devamlıdır.
845- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Güneş ve ay, kıyamet gününde dürülmüş olacaklardır.”

(Güneş ve ay, ziyası sönmüş olduğu halde bunlara tapanlara cehennemde gösterileceklerdir. Nitekim “Siz ve Allah’tan başkasına taptığınız varlıklar, Cehennem odunusunuz” mealindeki ayeti kerime bu hususu açıklıyor)
846- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem gökte bir bulut veya bir karartı gördüğü zaman gider gelir ona bakardı. Bunun için dışarı çıkar, içeri dönerlerdi. Mübarek yüzlerinde de bir değişiklik olurdu. Ben bu telâşlarının sebebini kendilerine sordum. Bana şu cevabı verdiler:

“Bilemiyorum, belki bu bulut, Ad kavminin, “Vaktaki, kendilerine gelecek olan azabı, vadilerine doğru gelen bir bulut halinde gördüler, dediler ki: Bu gelen bulut bize yağmur yağdıracak (bereket verecek)” dediği buluttur ki, yağmur getireceği sanılırken felâket getirebilir, diye korkuyorum.”

847- Abdullah bin Mes’ud Hazretlerinden (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Herhangi birinizin ana karnında yaradılışı kırk günde toparlanır, sonra o kadar müddet zarfında kan pıhtısı olur, sonra o kadar müddet içinde et parçası olur, sonra Allah Teâlâ bir melek gönderir ve bu meleğe dört kelime (ceninin kaderiyle ilgili dört hüküm) emredilerek onun amelini, rızkını, ecelini, mutlu veya mutsuz olduğunu yaz, denilir. Sonra ona ruh verilir. Sizden biriniz, cennetle kendisi arasında ancak bir arşınlık mesafe kalıncaya kadar iyi amel işlemişken kaderi önüne geçerek cehennemliklerin amelini işler (ve cehenneme girer). Yine sizden biriniz, cehennem ile kendisi arasında bir arşınlık mesafe, kalıncaya kadar kötü amel işlemişken kaderi önüne geçerek cennet ehlinin amelini işler (ve cennete girer) .”

Mütercim:

Önemli ve muteber olan hal, imanla ahirete göçmektir, müminlerin daima iyi işlerde (salih amellerde) bulunmaları gerekir. Böyle güzel bir hal ile ahirete göçenler cennetliktirler, diye haklarında iyi zanda bulunulur. Onlar rahmetle anılırlar. Kötü bir hal ile göçenlere de, günahlarının bağışlanması için dua edilir
848- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ kulunu sevdiği zaman Cibril’e buyurur ki: Allah Teâlâ falan kulu seviyor, sen de onu sev. Cibril de onu sever. Sonra Cibril göktekilere (meleklere) seslenir ki: Allah Teâlâ falan kimseyi seviyor, siz de onu seviniz. Böylece Göktekiler de (melekler) o kulu severler. Sonra o kul için yeryüzünde kabul hükmü konur, (herkes onu sever).”


849- Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:

“Melekler bulutlara inip gökte takdir edilen işleri aralarında konuşurlar. Şeytanlar, gizlice kulak vererek konuşulanı dinlerler ve bunu kâhinlerine iletirler. Fakat bunlara kendiliklerinden yüz yalan katarlar. (Böylece kâhinlerin verdiği haberlerin hemen hepsi yalan olmuş olur.)”


850- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Cuma günü olunca, mescidin her kapısında melekler bulunur. Onlar, mescide ilk gelenleri sırasıyla yazarlar. İmam minbere çıkıp oturunca, melekler defterlerini dürerler ve hutbeyi dinlemeğe gelirler.” (Böylece imam minbere çıktıktan sonra gelen cemaat için sevab yazılmaz. Fakat cuma sevabından mahrum kalmazlar. Ancak cemaate ilk gelenlerin faziletini alamazlar.)


851- Berâ (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Şair Hassan bin Sabit’e (Radıyallahu Anh) :

“Sen kâfirleri hicvet (onları yer); Cibril de seninle beraberdir buyurdu.

Mütercim:

Meşru olan şiir ve manzumelerin mescidde dahi olsa okunmaları caiz bulunduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Hassan Hazretlerine şiir söylemeyi Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in emredişi Mescidde olmuştur.
852 - Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:

“Ey Aişe! Bu gelen Cibril’dir, sana selâm ediyor.” Hazreti Aişe: Ona da selâm ve Allah’ın rahmeti ve bereketleri olsun, dedi. Hem de, ya Resûlallah! Siz, Benim göremediğimi görüyorsunuz, dedi.


853- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Haris bin Hişam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordu: Ya Resûlallah! Size Allah’ın vahyi nasıl gelir? Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Bazan vahiy bana çan sesi gibi gelir ve bu, vahyin bana en ağır şeklidir. Sonra, ses kesilir ve ben, onun söylediklerini kavramış olurum. Bazan da melek bana insan biçiminde gelerek benimle konuşur ve ben onun söylediklerini kavrarım.”
854- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Cibril Aleyhisselâma:

“Bize yapmakta olduğun ziyaretleri çoğaltamaz mısınız?” dedi.

Bunun üzerine şu mealdeki ayeti kerime nazil oldu: “Biz melekler, ancak senin Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasındakiler (yapacağımız, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz işler) O’nundur. Rabbin asla unutkan değildir.” (Meryem sûresi: Ayet 64)


855- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Cibril Aleyhisselâm, bana Kur’an ı bir harf (bir lehçe, şive) üzere okudu. Fakat ben ondan, lehçelerin (harflerin) çoğaltılmasını devamlı istedim; nihayet yedi harfe kadar çıktı.”

(Hazreti Cibril de Allah Teâlâ Hazretlerine niyaz ederek, Allah tarafından kullarına bir genişlik olsun diye Hicaz kabilelerinden yedi lehçe üzere Kur’an okunmasına izin verildi. O yedi kabileyi de şu beyt içine almaktadır:

Kureyş’un, Temim’un, Dabbe’tün, Kinane ve Bakîhim, Kays’un, Hüzeyl’ün, Benû Esed

Böylece, Kureyş, Temim, Dabbe, Kinane, Kays, Huzeyl ve Benî Esed’den ibaret yedi kabilenin lehçesi üzere kıraat caiz oluyor. Buna Kıraat-i Seb’a (yedi kıraat) deniyor. Allah kelâmında herhangi bir değişiklik anlamında olmayıp hepsi mütevatir olmakla Hazreti Osman (Radıyallahu Anh) Hazretlerinin hat şekline, onun yazmış olduğu Mushafın yazı esasına uygundur. Yoksa bazı imansızların sandıkları gibi, asla mana ve ahkâm bakımından hiç bir değişiklik yoktur.
856- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum:

— Ya Resûlallah Uhud muharebesindeki günden daha şiddetli bir gün geçirdiniz mi? Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdular:

“(Ey Aîşe), senin kavminden (Kureyş’den) çekeceğimi çektim. Onlardan çektiğimin en şiddetlisi Akabe gününde idi. Şöyle ki Taif halkının ileri gelenlerinden olan Abdi Yâ liyl bin Abdi Külâl’e, (Taife kadar gidip Kureyş’in eziyetlerinden korunmak için) baş vurmuştum. O ise isteğimi kabul etmedi. Ben kederli ve yüzümün yöneldiği tarafa (rast gele) yola koyuldum. Ancak Karn i Seâlib adındaki yere vardığımda kendime geldim. Başımı kaldırdım ve birden kendimi, beni gölgeleyen bir bulutun altında buldum. Baktım ve ansızın orada Cibril’i gördüm. Bana seslenerek şöyle dedi: Allah Teâlâ, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri cevabı işitmiştir. Allah Teâlâ sana dağlara memur bir melek gönderdi Kavmin hakkında ona istediğin emri verebilirsin. Bunun üzerine dağlar meleği bana seslenerek selâm verdi ve dedi ki:

— Ya Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! Onların durumu senin arzuna bağlıdır. İstersen iki Ahşeb’i (karşılıklı iki dağı) üstlerine çevirebilirim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem cevap olarak şöyle buyurdu:

“Hayır, Umarım ki, Allah Teâlâ, onların sulbünden yalnız Allah’a ibadet edecek ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayacak bir nesil çıkarır.”


857- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Bir kimse zevcesini yatağına çağırır da zevcesi kaçınırsa, melekler o kadına sabaha kadar lanet ederler.”


858- Cabir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Yolda yürürken gökten bir ses işittim ve gözümü kaldırdığımda birden Hira dağında bana gelen meleğin, gök ile yeryüzü arasında bir kürsü üzerinde oturmakta olduğunu gördüm. Kendisinden ürperdim ve hemen eve dönerek örtün beni, örtün beni, dedim. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

“Ey örtüsüne bürünen peygamber! Kalk da (Kavmine Allah’ın azabını) ihtar et. Rabbini yücelt, üstünü temizle, kötülüklerden uzak dur.” mealindeki ayeti kerimeleri indirdi (Müddessir sûresi: ayet 1-5) Bundan sonra vahiy çoğaldı ve arka arkaya gelmeğe başladı!

Bir rivayette de: “Allah’ın, vahyi bir müddet kesildi ve sonra ben yolda yürürken...” diye nakledilmiştir. Bir aralık vahyin gelişinde üç sene kadar bir kesinti meydana gelmişti. Bu kesintiden sonra Cibril’in geldiği ve artık zaman zaman vahyin devam ettiği anlaşılmaktadır.

Mütercim:

Tâ-Hâ sûresi 21. ayeti kerimesinde, Mûsâ Aleyhisselam’a, “Onu (asadan dönüşen yılanı) yakala ve korkma!” ve yine Araf sûresi 143 ayeti kerimesinde, Mûsâ’nın Rabbi dağa tecelli edince, o dağı yer ile bir etti. Mûsâ da bayılarak yere düştü.” buyrularak Hazreti Mûsâ’ nın ve diğer peygamberlerin Allah’ın vahyi ve tecellisiyle korktukları anlaşılıyor. Bu tabii bir haldir. Hazreti Meryem de, Kur’an ı Kerimin Meryem süresi 23. ayetinde:

“Keşke ben daha önce ölseydim de unutulmuş gitmiş olsaydım.” diyerek korku ve endişesini göstermiştir.
859- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“isra (ve mi’râc) gecesi Mûsâ Aleyhisselâm’ı esmer, uzun boylu ve kıvırcık saçlı bir kişi olarak gördüm; tıpkı Kahtan kabilesinden Şenûne erkeklerine benziyordu, İsâ Aleyhisselâm’ı orta boylu, kırmızı ve beyaz karışımı (sarışın) ve düz saçlı bir kişi olarak gördüm. Cehennem bekçisi Malik’i de gördüm. Allah’ın peygamberine göstermiş olduğu büyük alâmetler arasında Deccal’ı da gördüm. Artık sen (ey peygamber) Allah’ın mülakatından ötürü şüpheye kapılma.”


860- İbni Ömer’den (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir: “Sizden biriniz ölünce ona sabah ve akşam oturacağı yer gösterilir. Eğer o kimse cennetlik ise, ona cennetten yeri gösterilir. Cehennemlik ise ona cehennemden yeri gösterilir.” (Akşam sabah kabirde ya azab çeker, ya da sevinç duyar.)
861- İmran bin Husayn’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Cennete baktım da cennet ehlinin çoğunu fakir kimseler gördüm. Cehenneme baktım da, Cehennem ehlinin çoğunu kadınlar gördüm.”

862- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Rüyamda kendimi cennette gördüm. Bir de baktım ki, bir kadın bir köşkün kenarında abdest alıyor. Bu köşk kimin? diye sordum. Dediler ki, Ömer bin Hattab’ındır. Sonra Ömer’in kıskançlığı hatırıma geldi de o taraftan yüzümü çevirdim.” Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle buyurunca, Hazreti Ömer ağlayarak:

— Ya Resûlallah! Sizden de mi kıskanacağım! Dedi.
863- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“İlk cennete girecek olan topluluğun suretleri, dolunay şeklinde olacaktır. Onlar cennette tükürmezler, sümkürmezler ve büyük küçük abdeste çıkmazlar. Cennette onların kullandığı kaplar altındır, Tarakları altın ve gümüştendir. Buhurdanlıklarında yanan, öd ağacıdır. Onların teri miskdir (misk kokusu gibi kokar).

Cennet ehlinden her birinin iki zevcesi vardır. Bacaklarının ilikleri, parlaklıktan etlerinin arkasından göze çarpar. Aralarında ayrılık yoktur, kindarlık yoktur. Kalpleri tek bir kalp gibidir. Sabah akşam Allah’ı tesbih ederler.”
864- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“ilk cennete girecek grup (un yüzleri), dolunay şeklinde olacaktır. Onların arkasından cennete girecekler, en çok ışık veren yıldız gibi olacaklardır. Cennet ehlinin Kalpleri tek bir adamın kalbi gibidir. Aralarında ayrılık yoktur, birbirine kin tutma yoktur. Onlardan her bir erkeğin zevcesi vardır. Parlaklıklarından, her birinin bacaklarının ilikleri etlerinin ardından görünür. Sabah akşam Allah’ı tesbih ederler. Onlar asla hasta olmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Kullandıkları kaplar altın ve gümüştür. Tarakları altındır. Buhurdanlıklarında yanan, öd ağacıdır. Terleri de miskdir.”


865- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:

“Muhakkak ümmetimden yetmiş bin yahut yediyüz bin kişi (cennete) girecek ve onların öndekileriyle sondakileri aynı anda gireceklerdir. Yüzleri dolunay gibi parlaktır.”

Mütercim:

Yediyüz bin kişi veya yediyüz bin ordu veya büyük bir topluluk manasına da gelebilir. Böylece milyon ve milyarları da kapsayabilir. Hem de bu, hesabsız ve yüzleri dolunay gibi parlak olarak cennete girecekler hakkındadır. Diğer cennetlikler için değildir. Bazı hadîslerde de, her bin kişi ile beraber yine yediyüz bin kişi cennete girecektir diye varit olmuştur.


886- Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ince ipekten yapılmış bir cübbe hediye edildi Kumaşının inceliği, yumuşaklığı, güzelliği herkesin hoşuna gitmişti. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Cennet’te Sa’d bin Muaz’ın mendilleri bundan daha güzeldir,” buyurdu.
867- Berâ (Radıyallahu Anh) rivayet ediyor:

“Elbette Sa’d bin Muaz’ın cennetteki mendilleri bana hediye edilen cübbeden daha iyidir.” (Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e sündüsten yapılmış bir cübbe hediye edilmiş ve herkesin hoşlarına gitmişti. Bunun üzerine bu hadîs-i şerifi buyurdular.)

Mütercim:

Sa’d bin Muaz (Radıyallahu Anh), Ahzab savaşında yaralanarak şehit olmuştu. Elbette şehit olarak cennete girenin mendilleri, kıyas olunamayacak kadar dünya eşyasından daha iyidir.


868- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Cennette bir ağaç vardır ki, onun gölgesinde bir süvari yüz sene yürür (de o mesafeyi alamaz). İsterseniz: Alabildiğine uzayan bir gölgede, ayeti kerimesini okuyun. Gerçek şu ki, sizden birinizin cennette ok yayı kadar yeri, dünyada, üzerine güneşin doğup battığı yerlerden daha hayırlıdır.”


869- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

“Dünyada insanlar doğudan veya batıdan gözüken parlak bir yıldızı uzaktan gördükleri gibi, cennet ehli de yüksek çardakların halkını (Gufef ehlini) öyle göreceklerdir. Bu hal, aralarındaki fazilet farkındandır.”

Ashab dediler ki: Ya Resûlallah! Bu makamlar peygamberlerindir, oraya başkaları ulaşamaz. Hazreti Peygamber cevap olarak:

“Öyle değil, canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Onlar, Allah’a iman edip peygamberleri tasdik eden kişilerdir.” buyurdu.


870- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Humma hastalığı cehennem hararetindendir. Siz onu soğuk su ile soğutunuz.” Yahud: “Zemzem suyu ile soğutunuz.” buyurdu. (Hastaya su içirmekle, yıkamakla ve üzerine, serpmekle ateşi düşürülür.)

Mütercim:

Gerçekten doktorlar da tifo hummasını buz ve kar ile tedavi ederler. Hastanın başına buz ve kar koyarlar. Bu şekilde ateşi hafifletilmeye çalışılır. Yahut bu hadîs-i şerif, bazı hasta veya bazı humma hastalıkları hakkında varit olmuştur. O kimsenin veya o hastalığın şifası su ile olacağı peygamberin bir mucizesi olarak bilindiğinden böyle buyrulmuş olabilir. Yoksa her humma ve sıtma için soğuk su ile tedavi olur demek, manasını taşımaz. Ayrıca Hicaz bölgesi çok sıcak bir memleket olduğundan orada ateşli hastalığa yakalananlar için faydalı bir tedavi usulüdür de denilmiştir.

“Feyh” kelimesi, şiddetli hararet, koku dağılma ve yayılma manalarına gelir. Bir rivayette de: “Min fevri cehennem” vardır. Cehennemin kaynaması manasınadır. Netice olarak, humma hastalığının ateşi cehennem ateşi (harareti) kısmından ise de mümin için rahmet ve günahlarını örtücüdür. Kâfir için ise, cehennem azabından bir azabdır.
871- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Sizin (dünyadaki bu) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır.” Ashabı kiram dediler ki:

— Ya Resûlallah, cehennem ateşinin harareti dünya ateşinin bu harareti derecesinde olsa da yeter. Hazreti Peygamber tekrar:

“Cehennem ateşinin harareti, dünya ateşinin hararetinden altmış dokuz derece fazladır.” buyurdular.


872- Üsame (Radıyallahu Anh) der ki:

“Kıyamet gününde bazı adamlar getirilip cehenneme atılırlar. Bağırsakları hemen cehenneme dökülür ve değirmen merkebinin dönüşü gibi dönerler. Sonra cehennemlik olanlar onun başına toplanırlar ve ona:

-Ey falanca! Bu halin ne? Sen (dünyada) iyiliği emredip kötü işlerden sakındırmaz mıydın? der. O da şu cevabı verir: emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Sizi kötülükten sakındırırdım; fakat kendim yapardım.”

Mütercim:

İlimleriyle amel etmeyen âlimler - Allah korusun - bu hal ile karşılaşırlar, demektir.
873- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Bir vakit Peygamber Sallallahu, Aleyhi ve Sellem Hazretlerine sihir yapıldı ye bu sihir yüzünden yapmadığı bir şeyi yapıyormuş gibi hayal etmeye başladı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sihrin giderilmesi için bir gün Allah Teâlâ Hazretlerine arka arkaya dua ettiler ve sonra bana buyurdular ki:

“Cenabı Allah’ın şifamın hangi şeyde olduğunu bana bildirdiğini hissettin mi? Bana iki adam geldi (Cibril ve Mikâil). Bunlardan biri (Cibril) başucumda oturdu. Diğeri (Mikâil) de ayak ucumda oturdu. Bunlardan biri (Mikâil), diğerine (Cibril’e) sordu:

— Bu zatın hastalığı nedir? Cibril:

— Büyülenmiş, dedi. Mîkâil sordu:

— Ona kim büyü yaptı? Cibril:

— Labîd bin A’sam adındaki Yahudi, dedi. Mikâil sordu:

— Ne ile büyü yaptı? Cibril:

— Tarak, keten lifi ve erkek çiçeğin tacı ile, dedi. Mikâil sordu:

— Büyü nerede? Cibril:

— Zervan kuyusunda, dedi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, o kuyuya varıp geri döndüler. Oradan dönüşünde Hazreti Aişe’ye:

“O kuyunun çevresindeki hurmalar, sanki şeytan başları gibi.” buyurdu.

Hazreti Aişe der ki:

— Ya Resûlallah! dedim, o sihir maddesini çıkardınız mı? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Hayır! Bana gelince Allah Teâlâ beni iyileştirdi. O büyünün çıkarılmasının da halk arasında şer (tedirginlik) uyandıracağından korktum. Sonra o kuyu kapatıldı.

Mütercim:

Sihrin kendisi gerçekte müessir değildir; fakat Allah’ın bir hikmeti olarak müessir olur. Ancak muavvizeteyn surelerinin (Felâk ve Nâs sûrelerinin) inişinden sonra bir daha Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sihirbazların sihirleri tesir etmedi.
874- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Herhangi birinize Şeytan gelerek, falan şeyi kim yarattı, filan şeyi kim yarattı? diye sorar. Sonunda da senin Rabbini kim yarattı? der. Her kim, bu raddeye ulaşırsa, Allah’a sığınsın ve bu sorulara son versin.”


875- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, doğuyu göstererek: “Haberiniz: olsun! Fitne muhakkak buradadır, muhakkak fitne buradadır. Şeytanın boynuzunun çıkacağı yerden gelecektir.” buyurdu.


876- Câbir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Akşam olunca yahut akşam karanlığı basınca, artık çocuklarınızı sokağa, dışarıya bırakmayınız. Çünkü o vakit şeytanlar sokaklara dağılır. Yatsıdan bir müddet geçince onları serbest bırakınız. Bir de gece yatarken besmele ile kapını kapa, lâmbanı söndürürken besmele çek. Besmele ile kırbanın ağzını bağla. Besmele ile kaplarının üstünü ört. Kabın üstüne herhangi bir şey koyuver.”

Mütercim:

Bu, insanlara doğru yolu göstermedir. Hazreti Peygamberin emrine uyarak bunları yapmakta maddi ve manevî faydalar var.


877- Süleyman bin Sured (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizle oturuyordum, iki kişi de karşılıklı olarak çekişip söyleşiyorlardı. Onlardan birinin öfkeden yüzü kızardı ve şah damarı şişti. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Bir söz biliyorum. Eğer şu (öfkeli) adam onu söylerse içini kemiren öfke muhakkak gider. Euzü Billahi Mineşşeytan = Şeytandan Allah’a sığınırım, deseydi içini saran öfke giderdi.

Sonra o adama dediler ki; Peygamber, senin şeytandan Allah’a sığınmanı istedi. Adam şu cevabı verdi: — Ben, aklımı mı oynattım?

Mütercim:

O Kimse, bedevî’lerin cahillerinden ve henüz İslâm ahlâkı ile ahlaklanmamış biri olduğundan, şeytandan Allah’a sığınmanın ancak deli olanlara mahsus olduğunu sanmış. Yahut îmam Nevevî’nin yorumladığı gibi, o kimsenin münafıklardan biri olmak ihtimali de vardır.


878- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Her insan doğduğu zaman şeytan onun iki yanına (böğürüne) parmağını batırır. Ancak Meryem’in oğlu İsa (Aleyhisselâm)a parmağını batırmak istedi; fakat örtüye batırdı.


879- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Esnemek şeytandandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman gücü yettiği kadar onu engellesin, çünkü sizden biriniz (esneyipte) ha... dediği, zaman şeytan güler, sevinir.”


880- Ebû Katade (R.A.) den rivayet edilmiştir:

“Salih (iyi) rüya Allah’tandır. Kötü rüya şeytandandır. Sizden biriniz, korkulu bir rüya görürse sol tarafına tükürsün ve o rüyanın şerrinden Allah’a sığınsın. Bu takdirde o rüya ona zarar veremez.”


881- Sa’d (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

“(Ey Ömer!) Az önce yanımda olan kadınlara şaştım. Senin sesini duyduklarında hemen örtünmeye davrandılar. Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Şeytan, senin bir yola saptığını görse mutlaka senin yolundan başka bir yola sapar.”


882- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Sizden biriniz uykudan uyanıp ta abdest aldığı zaman üç defa burnuna su çekerek sümkürsün; çünkü şeytan geceyi onun genzinde geçirir.”

Mütercim:

Allah Teâlâ Hazretlerinin hikmetleriyle ilgili bu gibi sözlerin peygamberlik mucizelerinden olduğunu kabul ederiz, başka bir yorum yapmayız. Zira Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insan aklının bilemeyeceği hakikatlere ve esrara vakıf olmuştur. Bununla beraber bazı âlimler, geniz kısmında olan kir, toz gibi birikintiler, insanın halsiz ve tembelliğine sebeb olur. Bu hal de şeytanın sevdiği şeylerden olduğu için o kir ve tozların giderilmesi emredilmiştir, gibi bir yorumlarda bulunuyorlarsa da, en iyisi bunları gerçek bilip üzerlerinde yorum yapmamaktır. En doğrusunu Allah Teâlâ bilir.


883- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) den rivayet edilmiştir:

“Yılanları Öldürünüz. Bilhassa sırtında iki siyah çizgi olan yılanla engerek yılanını öldürünüz. Çünkü bu iki cins yılan, insanın gözünü kör eder ve hamile kadının çocuk düşürmesine sebeb olurlar.

Mütercim:

Yılanlar içinde bir cins yılan vardır ki, insana bakar bakmaz insan ölür. Bazısı da, o cins yılanın sesini işitir işitmez ölürmüş.

Bir de sırtında iki siyah çizgi bulunan yılan ile kısa kuyruksuz olan engerek yılanı çok zehirli olup cinler bunların kıyafetine girmez. Onun için tereddüt etmeksizin bu iki cins yılanın öldürülmesi emredilmiştir.
884- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Küfrün başı doğu tarafında. Öğünme ve böbürlenme, at ve deve sahipleri haydacı göçebelerde, ağırbaşlılık ise, davar sahiblerindedir.”


885- İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri mübarek eliyle Yemen tarafını göstererek:

“iman şurada, Yemen bölgesindedir! (Kâmil iman taşıyanların çoğu bu bölgededir). Dikkat ediniz, kabalık ve katı yüreklilik, develerini kuyruk diplerine haydayan bedeviler de iki şeytan boynuzunun çıkacağı Rabi’a ve Mudar kabilelerindedir.” buyurdu.
886- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Siz horoz sesi işittiğiniz zaman Allah’ın kereminden isteyiniz. Çünkü horoz öterken melek görmüştür. Eşeğin anırmasını işittiğiniz zaman da şeytandan Allah’a sığının; çünkü o (anırırken) şeytan görmüştür.”

Mütercim:

Gerçekten horoz mübarek bir hayvandır, namaz vakitlerini insana bildirir. Hele seher vakti ile sabah vaktini bir vakit hesaplama uzmanı gibi tayin ederek yaz kış ötmesiyle ilan eder. Hatta Mısır halkı bizim gibi horoz öttü demez, horoz ezan okudu, derler. Horoz sesi insana bir ferahlık ve genişlik verir. Merkeb anırması ise, insana hoşnudsuzluk verir.


887- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“isrâil Oğullarından bir kavim kayboldu ve ne işledikleri (hangi surete çevrildikleri) bilinmiyor. Kanaatimce onlar, farelerden başkası değillerdir. Çünkü bu farelerin önüne deve sütü konunca içmezler, fakat koyun sütü konunca içerler.” (İsrâîl Oğullarından bu kavim de böyle idi. Devenin eti ve sütü onlara haramdı, koyun ise helal idi.)

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte farelerin o ümmetten türemiş oldukları kesinlikle beyan edilmiyor, kanımca sözü ile ifade ediliyor. Diğer hadîs-i şeriflerde ise insandan hınzır, maymun, fare gibi hayvan şekillerine çevrilenlerin tür ve nesillerinin kalmamış olduğu kesinlikle bildirildiğinden, artık bu hadîs-i şeriften sonra böyle bir neslin kalmadığını Allah Teâlâ Peygamberlerine bildirmiştir, deniliyor.

Ebû İshak Ez - Zeccâc ve İbni Arabî gibi bazı âlimler, bu hadîsten hüküm çıkararak şimdi mevcut bulunan maymunların (gazabı ilâhiyeye uğrayıp) şekil değiştirdiklerini, insandan maymun olduklarını söylüyorlarsa da, doğru olan ve âlimlerin çoğu tarafından kabul edilen, o şekil değişikliğinden gelen hayvan neslinin tükenmiş olmasıdır.
888- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Herhangi birinizin içeceğinin içine sinek düşerse, onu içeceğin içine daldırsın ve sonra çıkarsın. Çünkü sineğin bir kanadında zehir ve diğerinde şifa (deva) var.”


889- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Fahişe bir kadına günahı bağışlandı. Bir kuyunun başında soluyan ve susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe rastlayan bu kadın, ayakkabısını çıkarıp baş örtüsüne bağladı ve onunla kuyudan köpeğe su çekti. İşte bu hareketinden dolayı günahları bağışlandı.”

Mütercim:

Allah Teâlâ küçük bir iyilik karşılığında büyük mükâfat verir. Bu, Allah’ın bir ihsanıdır, onu dilediğine verir. O’nun ihsanının hududu yoktur.19

19 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:553-579


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin