KA’B BİN EŞREF’İN ÖLDÜRÜLMESİ BAHSİ
1054- Hazreti Cabir (R.A.) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Kâ’b bin Eşrefin hakkından kim gelecek? Çünkü bu adam, Allah’a ve onun peygamberine eziyet etmiştir.” Bunun üzerine Muhammed bin Mesleme kalkıp dedi ki:
— Ya Resûlallah! Onu öldürmemi ister misiniz? Hazreti Peygamber: “Evet,” buyurdu. Muhammed bin Mesleme dedi ki:
— O halde bir şey (uydurma ve asılsız şeyler) söylememe izin veriniz. Hazreti Peygamber: “Söyle!” dedi. Sonra Muhammed bin Mesleme, geceleyin Kâb bin Eşrefin evine gitti. Kapıdan seslenerek dedi ki:
— Ey kâb! Bu adam (Hazreti Peygamber) bizden zekât istedi ve bizi sıkıntılara sokuyor. Bana ödünç olarak bir şey veresin diye sana geldim. Kâ’b cevap verdi:
— Evet, o, sizden daha çok şeyler isteyecektir. Vallahi siz ondan muhakkak bıkacaksınız. Muhammed bin Mesleme:
— Ne yapalım, bir defa ona uyduk. Şimdi onun sonunun neye varacağını görmeden kendisinden ayrılmak istemiyoruz. Şimdi sizden bir veya iki deve yükü hurma ödünç vermenizi istiyoruz. Kâ’b Şöyle konuştu:
— Peki, vereceğim; fakat karşılığında rehin isterim. Muhammed bin Mesleme sordu;
— Rehin olarak ne istersiniz? Kâ’b dedi ki:
— Kadınlarınızı rehin veriniz. Muhammed bin Mesleme:
— Sen Arapların en güzelisin, sana hanımlarımızı veremeyiz, dedi. Bu defa Kâ’b bin Eşref:
— Öyle ise çocuklarınızı rehin veriniz, dedi. Muhammed bin Mesleme cevap verdi:
— Çocuklarımızı sana nasıl rehin verebiliriz? Sonra bu çocuklardan birine sövüldüğü zaman bir veya iki yük hurma karşılığında rehin edilmiş denilecektir. Bu ise bizim için bir utançtır. Biz sana ancak silâhımızı rehin verebiliriz.
Sonra Kâ’b bin Eşref rehin olarak silâh ve zırh almayı kabullendi ve bir gecenin muayyen bir zamanında alışverişi tamamlamak için sözleştiler. Sonra Muhammed bin Mesleme, Kâb’ın süt kardeşi Ebû Naile Hazretleri ile Kâb bin Eşref’in kalesine vardılar. Kale dışından haber verdiler. Kâb bin Eşref bunları kalenin içine aldı. Kendisi de yanlarına indi. Kâ’b aşağıya inerken karısı: Bu gece vaktinde nereye iniyorsun, dışarı çıkma, diye seslendi. Kâ’b dedi ki: Bu gelenler Muhammed bin Mesleme ile süt kardeşim Ebû Nailedir. Karisi: Ben bir ses işittim. O sesten sanki kan damlıyor, dedi. Kâb:
— Asaletli kişi, geceleyin kılıç darbesine davet edilse bile, icabet eder, diye karşılık verdi. Sonra Kâ’b aşağı indi. Muhammed bin Mesleme’nin yanında Ebû Naile’den başka iki kişi daha vardı. Muhammed bin Mesleme daha önce arkadaşlarına şu direktif de bulunmuştu:
— Kâ’b yanımıza gelince ben onun saçını tutup koklayacağım. Belki size de koklatacağım. Onun başını kıskıvrak yakaladığımı gördüğünüz zaman derhal saldırıp kılıçlarınızla vurunuz.
Gerçekten Kâ’b, misafirlerinin yanına güzel elbiselerle ve hoş kokular sürünmüş olarak geldi. Muhammed bin Mesleme:
— Bugünkü kadar güzel koku hayatımda görmedim? dedi. Kâ’b cevap verdi:
— Elbette, yanımda Arab kadınlarının en mükemmel ve en güzel kokulu kadını vardır. Muhammed bin Mesleme:
— Müsaade eder misiniz, başınızı bir koklayayım, dedi. Kâ’b
— Koklayınız, dedi. Muhammed bin Mesleme kokladı ve arkadaşlarına da koklattı. Muhammed bin Mesleme:
— Bir kez daha müsaade eder misin? dedi. Kâ’b Evet! diye cevap verdi. Kâ’b bin Eşrefin başını kıskıvrak yakalayınca, hadi davranın, dedi ve arkadaşları da hemen kılıçları ile vurup onu öldürdüler. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurlarına dönerek Kâ’b’ı öldürdüklerini bildirdiler.
Mütercim:
Kâb bin Eşrefin öldürülmesi, hicret’in üçüncü yılında Rebiulevvel ayında olmuştur. Bu adam Yahudilerden ve Nadir kabilesi ele başlarından çok üstün bir şair olup şiirleri ile Hazreti Peygamberi hicvederdi. O sıralarda da Mekke’ye gidip gelmiş ve Bedir savaşı hakkında da mersiyeler söyleyerek Kureyş kâfirlerini İslâm aleyhine kışkırtıp harekete geçiriyordu. Ensar’ın Evs kabilesinden Muhammed bin Mesleme kendi kabilesi erlerinden dört arkadaşla gidip anlatıldığı şekilde Kâb’ın başını kestiler. Başkalarına da ibret olarak gösterdiler. Sonra Yahudi’ler sabahleyin Peygamberin huzuruna varıp yapılan işten şikâyet ettiler. Muhammed bin Mesleme’nin kısas olarak öldürülmesini istediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Kâb’ın ne türlü fesadlar çıkardığını anlatarak Yahudiler bir cevap veremeden gittiler.33
33 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:697-699
EBU RAFİ’İN ÖLDÜRÜLMESİ
1055- Berâ bin Âzib (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Ebû Râfi’in öldürülmesi için Ensar’dan birkaç kişiyi görevlendirdi ve bunların başına da Abdullah bin Atik’i komutan yaptı.
Ebû Rafi, Yahudilerin ileri gelenlerinden ve zenginlerinden olup Hazreti Peygamber’e karşı İslâm düşmanlarına yardım eder, her zaman ve her fırsatta fesat çıkarak peygambere eziyette bulunurdu Ebû Rafi, kendisine özel olarak yaptırmış olduğu bir kalede otururdu.
Onu öldürmek görevini üzerine alan Abdullah bin Atik, güneş battıktan ve herkes sürüleriyle birlikte evlerine döndükten sonra, arkadaşları ile Ebû Rafi’in kalesine yaklaştılar. Abdullah arkadaşlarına dedi ki, siz burada bekleyin. Ben kale kapısına gideyim. Belki bekçiyi kandırarak içeri girme fırsatını bulurum. Böylece arkadaşlarından ayrıldı ve kale kapısına kadar yaklaştı. Sonra defi hacet yapıyormuş gibi maşlahına büründü, Kale halkı içeri girmiş bulunuyordu. Kapıcı da kapıyı kapamak üzereydi. Abdullah’ın karartısını fark edince, ona seslendi: - Ey Allah’ın kulu, kapıyı kapayacağım; girmek istiyorsan gir.
Abdullah der ki: Ben bu çağrıyı büyük bir fırsat bilerek hemen içeriye girdim. Kapının iç tarafında tenha bir yerde gizlendim. Çevrede hiç kimse kalmadığından kapıcı kapıyı kapayıp kilitledi. Kapının anahtarlarını kapının bir çivisine astı. Ben önce kapıyı o anahtarlarla açtım ve açık bıraktım. Sonra yine saklandım. Ebû Rafi sarayının en üst katında dost ve yakınları ile sohbet eder ve eğlenirdi. Daha sonra arkadaşlarının hepsi kendi yerlerine çekilirlerdi. Ebû Rafi ise, haremlikte çoluk çocuğu ile kalırdı. Ben yavaş yavaş yukarıya çıktım. Her kapıdan içeri girdikçe o kapıyı içerden sürmelerdim ki, şayet Ebû Rafi’in adamları beni duyarlarsa yetişip Ebû Rafi’i kurtaramasınlar. Sonunda Ebû Rafi’in yatmakta olduğu odaya girdim. Fakat aileleriyle yatmakta olan Ebû Rafi’in kim olduğunu ve odanın hangi köşesinde bulunduğunu karanlıktan kestiremiyordum. Yerini belirlemek için: Ey Ebû Rafi!.. diye seslendim. Adam uykudan uyanarak : — Kim o? dedi. Ben sesin geldiği yere koşup kılıç darbelerimi indirmeye başladım. Fakat telaşlı olduğumdan bir netice alamadım. Ebû Rafi, çığlık kopardı. Ben de odadan çıkarak sofada biraz bekledim. Tekrar içeriye girdim ve:
— Ebû Rafi, bu çığlık nedir? dedim. Ebû Rafi:
— Anası geberesice! dedi, az önce odada bulunan biri kılıçla bana vurdu. Hemen ona bir darbe indirerek ağır şekilde yaraladım ama öldüremedim. Sonra kılıcımın sivri ucunu karnına sapladım ve sırtından çıktı. Bu defa kesin olarak onu öldürdüğümü anladım. Hemen geri dönerek sürgülü kapıları açmak suretiyle dışarıya çıktım. Kalenin merdivenlerinden aşağıya inerken son basamağa vardığımda merdiveni bitmiş sanarak ayağımı yere attım ve bu mehtaplı gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Başımdaki sarıkla ayağımı bağlayarak yürüdüm ve kale kapısında oturdum. Kendi kendime dedim ki, Ebû Rafi’in ölümü kesinlikle meydana çıkmadıkça ben buradan ayrılmayacağım. Böylece bekledim. Nihayet horozların öttüğü seher vaktinde, Arabların âdeti üzere bir ölüm habercisi kalenin yüksek bir yerine çıkarak: - Hicaz tüccarı Ebû Rafi öldürüldü, diye ilân etti. Ben hemen arkadaşlarımın yanına gittim ve onlara:
— Şimdi acele edelim. Allah Teâlâ Ebû Rafi’i öldürdü, dedim.
Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in yanına vardım ve olayı anlattım. Hazreti Peygamber bacağımın kırıldığını öğrenince bana;
“Ayağını uzat.” buyurdu. Ben de uzattım. Hazreti Peygamber bacağımı sıvadı. Sanki o bacak hiç kırılmamış gibi oluverdi.34
34 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:699-701
UHUD SAVAŞI BAHSİ
1056- Hazreti Câbir (Radıyallahu Anh) der ki:
Uhud savaşı gününde bir adam Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek:
— Ya Resûlallah! Ben bugün öldürülürsem neredeyim? diye sordu. Hazreti Peygamber ona:
“Cennettesin!” buyurdu. O adam yemekte olduğu avucundaki hurmaları hemen yere attı. Sonra düşmana saldırarak çarpışmaya başladı ve şehit oldu. Allah ondan razı olsun.
Mütercim:
Böyle bir olay ashabı kiramdan iki kişiye nasib olmuştur: Biri Bedir savaşında çarpışan Umeyr bin Humâm, diğeri de Uhud savaşında şehit olan bu zattır ki, ismi açıklanmamıştır.
1057- Sa’d bin Ebî Vakkas (Radıyallahu Anh) der ki:
Uhud savaşı gününde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri kendi ok torbasını çıkarıp benim önüme koydu ve şöyle buyurdu:
“At... Anam babam sana feda olsun.”
1058- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Uhud savaşında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri mübarek başından isabet alarak bir dişi de kırılmıştı. Mübarek yüzünden kanları siler ve de şöyle buyururdu:
“Peygamberinin başını yaran bir kavim nasıl kurtulabilir?”
Mütercim:
Bu hâdise üzerine “Senin bu hususta yapabileceğin bir şey yok! Allah, ya onları tevbekâr kılar, ya da zalim olduklarından ötürü kendilerine azab eder” mealindeki ayeti kerime nazil oldu. (Ali İmran: 128) Allah, dilerse onları tevbekâr kılar ve küfürlerinde ısrar ederlerse onlara azab eder. Çünkü onlar zalimdirler. Bu ayeti kerimenin nüzulünde tefsir âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Bi’ri Maûne halkı hakkında yahut Uhud savaşındaki düşmanlar hakkında Hazreti Peygamberin bedduaya niyet etmeleri üzerine nazil oldu, denilmiş; fakat Buhari’de, bu hadîs-i şerifte, Uhud savaşında nazil olduğu açıklanmış bulunduğundan bu husus daha kuvvetlidir.
1059- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin Uhud savaşında mübarek başları yarılıp dişi kırıldıktan sonra sabah namazlarının son rekâtlarında rükudan kalktıktan ve SEMIALLAHU LİMEN HAMÎDEH dedikten sonra: “Allah’ım! Falana, falana ve falana lanet et!” diye beddua ederlerdi. (Sonra Allah tarafından mealini bir önceki hadîs-i şerif münasebetiyle verdiğimiz ayeti kerime nazil oldu.)
1060- Vahşî’den rivayet edilmiştir:
Abdullah bin Adiyy (Radıyallahu Anh) der ki, Hazreti Hamza’yı öldüren Vahşî’den, onu nasıl öldürdüğünü anlatmasını istedim. O da şöyle anlattı:
— Hazreti Hamza, Bedir savaşında Tuayme bin Adiyy’i öldürmüştü. Efendim Cübeyr bin Mut’im bana dedi ki, eğer amcam Tuayme’yi öldüren Hamza’yı öldürebilirsen seni kölelikten azad ederim. Nihayet Uhud savaşı için askerler toplanınca, ben de onlarla beraber Mekke’den çıktım. Uhud dağına, varıp savaş için saf bağladık. Arabların adeti üzere içimizden Siba adında biri, karşı karşıya gelmiş olan iki ordunun ortasına çıktı ve karşısına bir savaşçı istedi. Onun karşısına hemen Hazreti Hamza çıktı ve: Allah’a ve onun peygamberine karşı çıkan kadın kılıklı Siba, diyerek üzerine atıldı ve ona öldürdü. O zaman ben bir kayanın arkasında Hazreti Hamza’yı öldürmek için pusuya yatmış idim. Hamza bana yaklaşınca süngümü onun karnına doğru fırlattım. Süngüm, göğsü ile göbeği arasına isabet etti ve arkadan çıktı. Orada hemen şehit oldu. Savaş sonrası Mekke’ye dönen insanlarla bende döndüm. Sonra Mekke’de İslâmiyet yayılmaya başlayınca korktum ve Taife kaçtım. Daha sonra Mekke fethedilince Taif’den bazı heyetler İslâm’ı kabul için Hazreti Peygamberin huzuruna gitmeye başladılar. O heyetler arasında beni de gönderdiler ve asla korkmamamı, İslâm’ı kabul edenlere Hazreti Peygamber tarafından hiçbir zarar gelmeyeceğini de öğütlediler. Böylece ben bir heyet içerisinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna vardım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni görünce bana :
“Vahşi sen misin?” buyurdu. Evet, dedim.
“Hamza’yı sen mi öldürdün?” diye sordu. Dedim ki: Durum size bildirildiği gibidir. Bunun üzerine bana şöyle buyurdular:
“Yüzünü bana göstermemeye gücün yeter mi?” Ben de çıktım ve bir daha kendilerine görünmedim; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem irtihal edince, Müseylemetü’I-Kezzab adında biri, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkmıştı. Ben kendi kendime dedim ki, bu kâfire karşı çıkar da ben onu öldürürsem, Hamza’nın yerine bana bir kefaret olur. Bu niyetle Hazreti Ebû Bekir tarafından Müseylemetü’l-Kezzab’a karşı gönderilen askerin içine ben de girdim. Nihayet gidip savaşa başladığım zaman yıkık bir duvarın deliğinden onu perişan bir halde su ararken gördüm. Hemen süngümü üzerine attım, iki memesi arasına saplandı ve arka taraftan iki kürek kemiği arasından çıktı. Ensar’dan Abdullah bin Zeyd de yetişerek onun başını kesti. Böylece Müseylemetü’l-Kezzab öldürülerek taraftarları da temizlendi.
1061- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Uhud savaşında düşmanlar tarafından kırılan mübarek dişini göstererek:
“Peygamberine karşı bunu yapan bir kavime Allah’ın gazabı şiddetlidir.” buyurdu ve şöyle devam etti:
- Allah yolunda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in öldürmüş olduğu bir kişiye de Allah’ın gazabı şiddetlidir.”
Mütercim:
Uhud savaşında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin kırılan dişi, ön dişlerle azı dişleri arasındaki diş olup alt çenenin sağ tarafında idi. Hazreti Peygambere bu tecavüzü yapan Utbe ibni Ebi Vakkas adındaki kâfirdi ve Hazreti Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın da kardeşidir. Hazreti Peygamberin mübarek başını taş ile yaralayan da ibni Kamie adındaki mel’ûn idi. Bunların her ikisi de birer sebeple helak olup cehennemi boyladılar.
İbni Kamie, bir dağ yolunda giderken büyük bir yaban keçisi tarafından boynuzlanarak parça parça edildi.
Utbe ibni Ebi Vakkas ise, çok geçmeden helak oldu ve bu adamın soyundan gelen çocukların ön dişleri anadan doğma hep kırık (yarım) halde olmuştur. Bunun atmış olduğu taş, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in başına giymiş oldukları çelik zırhın iki halkasına isabet ederek bu halkaları elmacık kemiği içine batırmıştı. Ebû Ubeyde bin Cerrah bu halkaları güçlükle çıkardı. Ne yazık ki, bunlar çıkarılırken Hazreti Peygamberin iki ön dişi de çıktı (35). Böylece hem mübarek yüzleri, hem de mübarek ağızları kanlar içinde kaldı.
Sonra Ebû Said El-Hudrî’nin babası Malik bin Sinan gelerek elmacık kemiklerinde olan kanı emerek yuttu. Bunu gören Hazreti Peygamber: “Benim kanım karışan kimseye cehennem ateşi dokunmaz!” buyurdu.
35- Diğer siyer kitaplarında: Bu halkaların çıkması sırasında (Ebu ubeyde bin cerrah (R.A.)’ın iki ön dişi çıktı) diye yazılmaktadır.
Yine Uhud savaşında, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i öldürmek kasdı ile gelmiş olan Kureyş öncülerinden Übeyy bin Halef adındaki mel’ûn, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in bizzat attıkları okun isabeti ile yaralandı ve onun ızdırabı ile can verdi, cehennemi boyladı. (Allah’ın laneti kâfirler üzerine olsun...)
1062- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Uhud savaşında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, müşrikler Mekke’ye doğru dönüp giderlerken onların tekrar geri dönmeleri mümkün olacağı cihetle bir tehlike sezdiklerinden ashabı kirama şöyle buyurdular:
“Bu müşrikleri kim izleyecek (arkalarını takıp edecek)?” Bunun üzerine ashaptan yetmiş kişi hazırlandı.
Mütercim:
Bu yetmiş kişi içinde Ebû Bekir, Zübeyr bin Avvam, Ömer, Osman, Ammar bin Yasir, Talha, Sa’d ibni Ebi Vakkas, Abdurrahman ibni avf, Ebû Huzeyfe, İbni Mes’ud (Radıyallahu Anhum) gibi ashabın büyükleri vardı. Gerçekten bunların takibedişini gören müşriklerin kalplerine Allah tarafından korku ve dehşet düştü. Daha önce dönüp tekrar hücum etmek niyetini taşırlarken, bu defa kaçmaya karar verdiler. Düzensiz ve dağınık bir halde Mekke’ye kaçıp gittiler.
Başka bir hadîs-i şerifte de, müşrikler Medine’ye üç mil uzaklıktaki Hamra’ul-Esed isimli yere vardıkları zaman, Allah, onların kalplerine korku düşürdü. Bundan dolayı savuşup gittiler şeklindedir.
Sonra o müşrikleri izleyen yetmiş kadar ashabı kiram hakkında: “O müminler ki, (Uhud savaşında) kendilerine yara isabet ettikten sonra Allah’ın ve peygamberin çağrısına uyar ve hele iyilik edip fenalıktan sakınırlar, onlar için çok büyük bir mükâfat vardır. Onlar, o kimselerdir ki, kendilerine insanlar: Düşmanlarınız size karşı ordu hazırladı; siz onlardan korkun; dediler de, bu söz onların imanını artırdı ve üstelik: Allah bize kâfidir: o ne güzel vekildir, dediler.” (Ali İmran 172, 173)
Böylece düşmanın takibine gidenler, o yolda, hiç bir zarara uğramayarak selâmet içinde Allah Teâlâ’nın ihsanı ile geri döndüler.36
36 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:701-706
HENDEK (AHZAB) SAVAŞI
1063- Hazreti Câbir (Radıyallahu Anh) derki:
Hendek savaşı için bütün ashap hendek kazarken, kazmaların işlemediği sert bir tabakaya rastladık. Ashap durumu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bildirdiler. Peygamber Hazretleri:
“Ben inerim” buyurdu. Sonra (açlığa karşı) mübarek karınlarına taş bağlamış oldukları halde kalktılar. Nitekim hendek kazarken üç gün yiyecek namına hiç bir şey tatmamıştık. Resûlullah hendeğe indi ve kazmayı alarak o sert tabakaya vurunca kum gibi parçalanıp dağıldı.
— Ya, Resûlallah! dedim. Bana izin ver de, evime kadar gideyim. Sonra evime gittim ve zevceme dedim ki, bugün Hazreti peygamberde bir hal gördüm ki, dayanılacak gibi değil. Yanında yiyecek bir şey var mıdır? Zevcem, bir oğlak ile bir parça arpamız var, dedi. Hemen ben o keçi yavrusunu kestim. Etini ve arpayı pişirdim. Sonra Hazreti Peygamberin huzuruna giderek:
— Ya Resûlallah! Evimizde birazcık yemek var. Birkaç ashap ile beraber evimize kadar teşrif eder misiniz, dedim. Hazreti Peygamber bana sordu:
“Evinizdeki yemek ne kadardır?” Ben de, miktarı şu kadardır, diye bildirdim. Hazreti Peygamber:
“Çoktur, iyidir.” buyurdu, ve ilâve etti:
“Sen evine dön ve hanımına söyle: Ben gelinceye kadar tencereyi âteşten ve ekmekleri tandırdan çekmesin.” Sonra Hazreti Peygamber bütün ashaba hitab ederek:
“Kalkınız!.. (Cabir bize sofra hazırladı.)” buyurdu. Bu davet üzerine, muhacirin ve ensar hep kalktılar ve evimize geldiler. Ben de hemen zevcemin yanına koşup: Allah sana iyilik versin. Bütün ensar ve muhacirler Hazreti peygamberle geldiler. Şimdi ne yapacağız? dedim. Zevcem:
— Hazreti Peygamber, yemeğin ne kadar olduğunu sordu mu? dedi. Ben de:
— Evet, sordu, dedim. (O halde bunun bir hikmeti vardır.) Sonra Hazreti Peygamber buyurdu:
“Haydin (onar onar) giriniz. Geniş oturunuz, birbirinizi sıkıştırmayınız.” Sonra Hazreti Peygamber tandırdan ekmek çıkarıp doğruyor ve üzerine et doğradıktan sonra tencere ve tandırı örterek sofrayı ashabının önüne koyuyor; Sonra tekrar et ve ekmek çıkarıyordu. Hepsi doyuncaya kadar et ve ekmek doğramaya devam etti. Bir miktar da arttı. Resûl-i Ekrem, (Cabir’in karısına) şöyle buyurdu:
“Bunu sen ye ve bir kısmını da ikram et. Çünkü halk kıtlığa uğramıştır.”
1064- Süleyman bin Sured (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hendek (Ahzab) savaşı esnasında: “Biz onlarla (kâfirlerle) savaşırız; fakat onlar bundan böyle bizimle savaşamazlar.” buyurdu.
Mütercim:
Bu hadîs-i şerif, Hazreti Peygamberin mucizelerindendir. Şöyle ki: Ahzab sûresinin dokuzuncu ayeti kerimesinde mealen Cenabı: Hak “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın: Hani (Hendek savaşında sizi yok etmek için kâfirlere ait) ordular size gelmişti de, biz onların üzerine (şiddetli) bir rüzgâr ile görmediğiniz (meleklerden ibaret) ordular salıvermiştik. Allah ne yapmakta olduğunuzu görüyordu.” şeklinde beyan ettiği üzere, bütün kabileler bir araya gelerek Müslümanları yok etmek için onbin kadar asker toplamışlardı. Kesin bir zafer kazanmak niyeti ile Medine’ye geldiler ve çevresine kondular. İslâm askerlerinin sayısı üç bin civarında idi. Hazreti Peygamber Medine şehrinin etrafına hendek kazdırdı ve iç tarafa çekildi. Bir aya yakın düşmanla karşı karşıya bulunularak karşılıklı olarak birbirlerine ok ve taşlar atıldı. Hak Teâlâ Hazretleri müminlere yardım için bin melek gönderip askerlerin etrafında tekbir getirdiler. Kâfirler o melekleri görmeyip seslerini işittiler. O esnada bir de fırtına halinde şiddetli bir rüzgâr çıktı. Düşmanların yüz ve gözlerine kum ve toprak saçarak ateşlerini söndürdü, çadırlarını söktü. Hayvanlarını ve eşyalarını darmadağın etti. Bu hal sebebiyle Allah tarafından kalplerine korku sokuldu. Bu hengâmede içlerinden Tuleyha bin Huveylid adındaki kâfir seslendi:
— Haberiniz olsun! Muhammed size sihir yapmağa başladı. Canınızı kurtarmak isterseniz selâmet tarafına koşunuz. Bunu duyan askerler dağınıklık içinde ve perişan bir halde Mekke’ye doğru kaçıp gittiler. Bu savaşa dair geniş bilgi siyer kitaplarında vardır.
Bu olay üzerine Hazreti Peygamber bir müjde olarak ashabı kirama: “Artık bundan böyle biz onlarla savaşırız. Onlar bize savaş açamayacaklar,” buyurarak mucizelerini gösterdiler. Zira Hendek savaşının ertesi yılı Hudeybiye andlaşması oldu. Ondan bir yıl sonra da umre niyeti ile Mekke’ye gidilip hac vazifesi yerine getirildi ve orada üç gün kalındıktan sonra emniyet ve güven içinde selâmetle Medine’ye dönüldü. Sonra Kureyş öncüleri andlaşmayı bozduklarından ertesi yıl Mekke fethedildi. Böylece Hazreti Peygamberin açık mucizesi gerçekleşti.
1065- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hendek (Ahzab) savaşı münasebetiyle şöyle buyururdu:
“Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur; birdir Ordusunu aziz (şanlı ve üstün) kıldı. Kuluna yardım etti. Müttefikleri (Hendek savaşına katılan hizipleri) hezimete uğrattı. Birdir. O ve O’nun dışında hiçbir şey (güç) yoktur.”37
37 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:706-709
BENİ KURAYZA GAZASI
1066- Ebû Saîd EI-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Benî Kurayza adındaki Yahudi kabilesi, Hazreti Peygamber tarafından onbeş gün muhasara edilip sıkıştırıldıktan sonra, onlar Sa’d bin Muaz (Radıyallahu Anh) Hazretlerini hakem tayin ederek onun vereceği hükme razı oldular. Kale ve savunma mevzilerinden aşağıya indiler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Sad bin Muaz Hazretlerine haber gönderdi. Sa’d, Hendek savaşında yaralanmış ve yarası da ağır olduğundan Medine’de bir çadırda yatmakta ve tedavi edilmekteydi. Sa’d Hazretleri bir merkebe bindirilerek yola çıkarıldı. Sa’d Hazretleri, daha önce Benî Kurayza yurdunda bulunduğu sırada kendisine mescit (namazgah) edindiği bir yere yaklaşınca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashaba hitaben şöyle buyurdu:
“Efendinizi veya en hayırlınızı kalkıp karşılayınız.” Bu emir üzerine ashap ayağa kalktılar. Sonra Hazreti Peygamber Sa’d Hazretlerine hitaben:
“Şunlar (Beni Kurayza yahudileri) senin vereceğin hükme razı oldular (bunlara ne yapılması gerekiyorsa fikrini ve hükmünü bildir) .” buyurdu. Sa’d bin Muaz cevap verdi:
— Bunların savaşçılarını öldürür, diğerlerini esir alırsın. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Sa’d
Hazretlerinin bu hükmüne karşı şöyle buyurdu:
“Sen, bu Yahudiler hakkında Allah’ın hükmü ile hüküm verdin (yahut Meleğin hükmü ile hüküm verdin, gerçeği ifade ettin).” (Sa’d bin Muaz, Hendek savaşında aldığı yaranın tesirinden kurtulamayarak öldü.)38
38 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:709-710
RİKA GAZASI
1067- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Necid bölgesi yönüne savaş için gittik. Sonra geri dönerken güneşin şiddetli sıcağında büyük ağaçları bulunan bir vadiye geldik. Hazreti Peygamber öğlen uykusu (dinlenmek) için buraya indi. Beraberinde bulunan insanlar da hep indiler ve birer ağacın gölgesine çekildiler. Hazreti Peygamber yalnız başına bir sakız ağacının (yahut dikenli bir ağacın) altına indi. Kılıcını da ağacın bir budağına astı ve uykuya yattı. Biz uyumakta iken Hazreti Peygamber bizi çağırdı. Biz de hemen yanlarına koştuk. Baktık ki, bir bedevi Peygamberin yanında oturuyor. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bize buyurdu:
“Uyumakta iken bu bedevi gelip kılıcımı kınından çekti ve uyandım ki, kılıç onun elinde yalın olarak bulunuyor. Bana, seni benden kim kurtaracak? dedi. Ben de ona:
“Allah” dedim. İşte o, şurada oturuyor.” (Hazreti peygamber ona hiç bir ceza vermedi.)
Mütercim:
Bu olay Hazreti Peygamberin mucizelerindendir. Başka bir rivayette de, Hazreti peygamber ona: “Senden beni Allah kurtarır.” buyurması üzerine o anda Hazreti Cibril gelerek o Bedevi’nin göğsüne bir yumruk vurdu. Bedevî yere serilerek elinden kılıç düştü. Hazreti Peygamber yere düşen kılıcı hemen alıp Bedevi’ye: “Şimdi seni benden kim kurtaracaktır?” buyurdu. Bedevî dedi ki: Senden beni kurtaracak yoktur. Aman ya Resûlallah! Sonra şehadet kelimesini getirerek Müslüman oldu ve kavmine döndükten sonra onun vasıtasıyla çokları İslâmı kabul etti.39
39 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:710-711
Dostları ilə paylaş: |