NİKÂH BAHSİ
1202- Enes bin Mâlik (Radıyallahu Anh) der ki:
Ashaptan üç kişi, Hazreti Peygamberin, ibadet halini sorup öğrenmek maksadıyla Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in pâk zevcelerinin evine geldiler. Edindikleri bilgiye göre, Hazreti Peygamberin geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğundan ibadetini azımsar oldular. Kendilerinin daha çok ibadet etmeleri gerektiğini düşündüler. Bir rivayete göre bu üç kişiden biri Hazreti Ali ve diğerleri de Abdullah bin Amr ve Osman bin Mez’un idi. Bunlardan biri, ben ömrüm boyunca geceleri ibadetle geçireceğim, dedi. Diğeri, haram günler müstesna ömrüm boyunca her gün oruç tutacağım, dedi. Üçüncüsü de, ben kadınlardan uzaklaşacağım ve asla evlenmeyeceğim, dedi. Onlar böyle konuşurlarken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem teşrif ederek onların konuşmalarını duyması üzerine şöyle buyurdu:
“Şöyle, şöyle söyleyen siz misiniz? Dikkat ediniz! Vallahi sizin içinizde Allah’tan en çok korkan (ona itaatkar olan) benim. Bununla beraber bazan oruç tutarım, bazan tutmam? (geceleri) namaz kılarım ve aynı zamanda uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse, benden değildir.”
Mütercim:
Hanefî mezhebinde evlenmek, aşırı istek halinde vaciptir. İtidal (normal) halde bulunanlara evlenmek müekked sünnettir. Zevce haklarını gözetmeyeceğinden korkanlara ise mekruhtur.
Evlenmek için durumları müsait olmayanlar, oruç tutmak ve perhiz yapmak suretiyle sabır ve tahammül etmeye çalışır.
1203- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e: — Ben genç bir delikanlı olduğumdan zinaya düşmekten korkmaktayım. Evlenmem için de durumum müsait değildir, (kendimi iğdiş yaptırsan olur mu?) diye sordum, cevap vermediler. Sorumu üçüncü defa tekrarlayınca bana şöyle buyurdular:
“Ey Ebû Hureyre! Senin ne ile karşılaşacağını yazan kalemin mürekkebi kurumuştur (Senin başından geçecek olan mukadderat yazılmıştır, artık bunlar değişmez). Buna karşı istersen kendini burdur? ister bırak (kaderine boyun eğmekten başka çaren yoktur).”
1204- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Ben dedim ki: Ya Resûlallah! Bir vadiye inseniz de orada yaprağından yenmiş bir ağaç ile yaprağından yenmemiş bir ağaç bulsanız, bunlardan hangisinden devenizi otlatmayı münasip görürsünüz? Hazreti Peygamber:
“Yenmemiş ağaçta otlatırım,” buyurdu. Hazreti Aişe, Hazreti Peygamberin, kendisinden başka bakire bir kadınla evlenmemiş olduğunu ima ederek kendisine daha çok muhabbet beslenmesi gerektiğini belirtmek istemiştir.
1205- Hazreti Urve (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendine nikâhlamak üzere Hazreti Aişe’yi Hazreti Ebû Bekir’de isteyince, Hazreti Ebû Bekir: Ben senin kardeşinim, (kızımı sana verebilir miyim?) dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın dininde ve kitabında sen benim (din) kardeşimsin; (arada soy ve süt kardeşliği olmadığı için) o bana helâldir.”
1206- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Zübeyr’in kızı Dıbâa’nın evine vardı ve ona dedi ki:
“Galiba sen haccetmek istiyorsun?” Dıbâa dedi ki:
— Vallahi kendimi de sancılı (hasta) buluyorum. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:
“Haccını şart koşarak yap ve şöyle niyet et: Allah’ım, Nerede (sancılarım (yüzünden) beni alıkoyarsan, ihramdan çıkma yerim orasıdır.” (Bu takdirde muhsar, yani hacdan bir engelle geri kalan kimsenin hükmüne tabi olur.)
1207- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Bir kadın dört şeyden dolayı nikâh edilir: Malı için, şerefi için, güzelliği için ve dindarlığı için. Sen dindarı seç, ellerin yeşersin.”
1208- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in yanından zengin bir adam geçip giderken, Hazreti peygamber yanında bulunanlara sordu: “Bu geçen adam hakkında ne dersiniz?” onlar dediler ki:
– Bu adam; eğer bir kız isterse kendisine nikâh edilmeğe, bir kimse için aracı olursa aracılığı kabul edilmeğe ve eğer bir şey söylerse dinlenmeye Iayık kimsedir. Hazreti Peygamber sustu, sonra Müslümanlardan fakir bir adam geçti. Yine Hazreti Peygamber ashaba sordu:
“Bu adam hakkında ne dersiniz?” Onlar dediler ki:
— Bu adam; bir kız isterse verilmemeğe, bir iş için aracı olursa kabul olunmamaya ve bir söz söylerse dinlenmemeğe layık kimsedir.
Bunun üzerine Hazreti Peygamber buyurdu:
“Şu fakir yok mu, öteki zengin adam gibi dünya dolusu adamlardan hayırlıdır.”
1209- Üsame (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:
“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”
1210- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Ben, Hazreti Peygamberin pâk zevcelerinden Hafsa’nın kapısın da bir erkeğin içeri girmek için izin istediğini işittim. Hazreti Peygambere dedim ki, bakınız şu erkek sizin evinize girmek için izin istiyor. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:
“Sanıyorum o adam. Hafsa’nın süt amcası falandır.” Sonra sordum: — Ya Resûlallah! Benim süt amcam falan kimse hayatta olaydı, benim evime girebilecek miydi? Hazreti Peygamber:
“Evet! Çünkü süt kardeşliği, soyun haram kıldığını haram kılar. (Soyca olan amca mahrem olduğu gibi, süt amca da mahremdir.)
1211- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) derki:
Hazreti Ali tarafından Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: Hazreti Hamza’nın kızını kendinize nikâhlamaz mısınız? denilmesi üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“O kız, süt kardeşimin çocuğudur.” (ben onun süt amcası olurum ki, bu caiz değildir)
1212- Ümmü Habîbe validemiz (Radıyallahu Anha) der ki:
Ben, Hazreti Peygambere: Kız kardeşim olan Ebu Süfyan’ın kızını kendinize nikahlayınız, deyince bana şöyle buyurdular:
“Siz bunu istiyor musunuz? Gerçek şu ki, o bana helâl olmaz (çünkü iki kız kardeş bir kimsenin nikâhında toplanamaz).” Sonra dedim ki; Duyduğumuza göre siz, Ebû Seleme’nin kızını kendinize nikâhlamak istermişsiniz! Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu söze şaştı ve:
“Zevcem Ümmü Seleme’nin kızını mı?” diye sordu. Ben de: Evet, dedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Eğer o kız, benim himayemde ve terbiyemde yetişmemiş (üvey evlâdım olarak benim terbiyem dışında yetişmiş) olsa bile bana helâl olmaz. O kız, (aynı zamanda) benim süt kardeşimin kızıdır. Onun babası Ebû Seleme ve ben, Süveybe adlı kadından (Ebû Leheb’in cariyesinden) süt emdik. Bu halde sakın siz bana kızlarınızı ve kız kardeşlerinizi arz etmeyiniz.”
1213- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Süt kardeşim yanımda iken, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza geldi. Ben Hazreti Peygamberin bu halimizden hoşlanmadığını mübarek yüzlerinden anladım. Hemen dedim ki: Ya Resûlâllah! Bu adam benim süt kardeşimdir. Bunun üzerine buyurdular:
“Siz, süt kardeşlerinizin kimler olduğuna dikkât ediniz. Süt mahremliği, ancak açlık sebebiyle emzirilmedir.” (iki veya iki buçuk yaşına kadar çocuğun emmesinden olur. Bu yaştan sonra süt kardeşliği olmaz.)
Mütercim:
Süt kardeşliği, çocuk henüz iki yaşını geçmemişken, süte muhtaç olduğu bir devrede ona verilen sütten dolayı olur. Bu müddeti iki buçuk yaşına kadar çıkaran imam vardır. Bu yaştan sonra süt emmekten kardeşlik meydana gelmez. İmam Şafii Hazretleri bu hadîs-i şerifi delil alarak bir çocuğun en az beş defa süt emmiş olmasını, kardeşliğin meydana gelmesi için şart koşmuştur. Hanefî mezhebinde ise, bir defa emmekle de kardeşlik husule gelir. Ancak her ikisinde de bu emişlerin süt emme çağında olması gereklidir.
1214- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anha)’dan rivayet edilmiştir:
“Bir kadın, halası ile ve yine bir kadın teyzesi ile bir adamın nikâhında toplanamazlar.”
(Bir adamın nikâhında iki kız kardeşi bulunamayacağı gibi, hala ile yeğen ve teyze ile yeğen de bir adamın nikâhında toplanamazlar. Ancak bunlardan biri ölür veya boşanırsa, diğeri nikâhlanabilir.)
1215- Cabir ve Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anhuma) anlatırlar:
Biz, bir savaşda ordugâhda iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem (bir rivayette de onun elçisi Bilâl Habeşi) yanımıza geldi. Sonra bize şöyle buyurdu:
“Mut’a (geçici nikâh) yapmamıza izin verildi. Siz muta nikâhı yapabilirsiniz. Herhangi bir erkek ve kadın aralarında anlaşırlarsa, beraber olmaları müddeti üç gecedir. Sonra isterse bunu çoğaltırlar veya birbirlerini anlaşarak terk ederler.”
Hazreti Ali’den rivayet edildiğine göre, bu hadîs-i şerifin hükmü sonradan kaldırıldı ve mut’a nikâhı haram kılındı. Mütercim:
Mut’a nikâhı, ki, bir mal karşılığında muayyen bir vakit için yapılan nikâhtır. Böylece bir nikâh, ümmetin (ehli sünnet âlimlerinin) icma’ı ile haramdır. Rafızî ve Şiî’lerde bu nikâh halen yürürlüktedir. Ehli sünnet mezheblerinde bu nikâh caiz olmamakla beraber böyle bir nikâh halinde taraflara recim cezası uygulanmaz. Ebû Sûud Hazretlerinin Kenz haşiyesinde böyle yazılıdır.
1216- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:
Bir kadın, kendisini Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arz etti (nikâhlanmasını istedi). Hazreti Peygamberin buna istekli olmadığını anlayan orada bulunanlardan biri dedi ki: Ya Resûlallah bu kadını bana nikâhlayınız. Hazreti Peygamber ona sordu:
“Senin (mehir olarak verebilecek) neyin var?” Adam: — Ya Resûlallah, hiç bir şeyim yoktur! dedi. Hazreti Peygamber:
“Demirden bile olsa bir yüzük ara bul.” buyurdu. Adamcağız evine gidip arama yaptıktan sonra döndü ve:
— Vallahi, ya Resûlallah hiç bir şey (demir yüzük dahi) bulamadım! Yalnız üstümdeki şu futanın yarısı benim, yarısı da bu kadının olsun, dedi. Adamın belden yukarı kısımda giyilecek elbisesi olmadığını da Sehl rivayet eder. Sonra Hazreti Peygamber adama şöyle buyurdu:
“Kadın senin futanı ne yapacak? onu sen takınsan ona bir şey kalmayacak. Ve o takınsa sana bir şey kalmayacaktır” Aradan bir müddet geçtikten sonra adamcağız kalkıp evine gitmek üzere çıkarken arkasından Hazreti Peygamber çağırdı ve sordu:
“Kur’an’dan ne biliyorsun?” Adam, falan sûreyi, falan sûreyi ve falan sûreyi biliyorum, diyerek saydı. Hz. Peygamber, “bunları ezberden okuyabilir misin?” diye sordu. Adam, evet! dedi. Resûl-i Ekrem buyurdu ki: “O halde Kur’an’dan bildiğin (sûreleri ona öğretmen) karşılığında o kadını sana nikahladım.”
Mütercim:
Hanefî mezhebine göre bu hadîsin manası şu: Ezberinde bulunan Kur’an’ın hürmetine veya onun sebebiyle bu hanımı, emsaline tanınan mihir bedeli ile (nikâh bedeli ile) sana nikahladım.
Şafii mezhebinde manası şu: Ezberinizde olan sûreleri bu hanıma öğretmek mihir karşılığı olmak üzere onu sana nikahladım. Şafii mezhebinde Kur’an öğretmek, geçer para ve mal hükmündedir. Hâlbuki Hanefî mezhebinde mihrin aynî mal veya para olması şarttır. Yine Hanefi mezhebinde “temlik” sözü ile nikâh akdi sahih olur. Şafii’de ise akid ancak nikâh ve tezviç sözleriyle olur.” Nikahladım, zevce aldım” gibi sözlerle nikâh akdi olur, mülk edindim sözü ile olmaz. Şafiilerce her ne kadar bu hadîs-i şerifte “Temlik” sözü ile nikâh akdi yapıldığı görülüyorsa da, daha önce Hazreti Peygamberin nikâh sözünü kullanması vardır. “Temlik” sözünü sonradan tekid için kullanmışlardır, denilmektedir. Nitekim bazı rivayetlerde “temlik” sözü yerine, “nikâh” sözü geçmektedir.
1217- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:
Bir kadın gelip: Ya Resûlallah, ben kendimi sana hibe etmek üzere geldim, dedi. Hazreti Peygamber onun bu teklifi karşısına mübarek başını eğdi ve bir şey söylemeyerek durdu. Sonra ashaptan bir adam ayağa kalkıp o kadını kendisine istedi. Hazreti Peygamber adama sordu:
“(Mihir bedeli olacak) bir şeyin var mı?” Adam, bir şeyim yoktur, dedi. Hazreti Peygamber:
“Evine git de bir şey bulabilir misin, bir bak! Demir yüzük bile olsa ara!” buyurdu.
Adam evine gidip döndü ve: Ya Resûlallah, vallahi hiç bir şey bulamadım. Yalnız şu belden aşağı giydiğim futam var; bunun yarısı benim yarısı da o kadının olsun, dedi. Hazreti Peygamber:
“O, senin futanı ne yapacak? Sen giyince, ona bir şey kalmayacak ve o giydiği zaman, sena bir şey kalmayacak” buyurdu. Adam epeyce oturduktan sonra evine gitmek üzere kalktı. Arkasını dönüp gitmekte olduğunu Hazreti Peygamber görünce onu çağırdı ve sordu:
Kurandan ne biliyorsun?” Adamcağız; falan sûreyi, falan sûreyi bilirim, diyerek bir kaç sûre saydı. Hz. Peygamber:
“bunları ezberden biliyor musun?” buyurdu. Adam, evet! dedi. Peygamber, “o halde Kur’an’dan bildiğin (sureleri ona öğretmekliğin), karşılığında o kadını sana temlik ettik (nikâhladık).” buyurdu.
Mütercim:
Bu hadîs-i şerif, geçen hadîsin tekrarı ise de birbirinden biraz farklı olduğundan yine tahric edilmiştir.
1218- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Dul bir kadın, açık olarak rızası alınmadıkça nikâh edilmez. Bakire kız da izni alınmadıkça nikâh edilmez.” Ashabı kiram sordular: Ya Resûlallah! Bakire olan bir kızdan nasıl izin alınır? (Ekseriya utangaç olur ve konuşmaz.) Buna cevap olarak:
“Onun izni (rızası) susmasıdır” buyurdular.
Mütercim:
Bulûğ çağına ermiş akıllı dul kadın, hanefî mezhebinde açık olarak söylemedikçe, kabul ve rızasını beyan etmedikçe evlendirilemez.
Bulûğ çağına ermemiş çocuğun izni alınmaksızın evlendirilmesi ittifakla caizdir.
Şafii mezhebinde bulûğa ermiş olan bakire bir kızı, kızın izni olmaksızın babası cebren, evlendirebilir. Fakat izin alması müstehabdır. Hâlbuki Hanefî mezhebinde bu caiz değildir. Ancak bir baba kızını evlendirir de kız bu evlenmeyi duyunca susarsa, bu izin kabul edilerek nikâh sahih olur. Eğer evlenme akdini duyduğu zaman istemez ve red ederse, nikâh sahih olmaz.
1219- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)’dan rivayet edilmiştir:
“Kızın rızası susmasıdır!”
Hazreti Aişe’nin: Ya Resûlallah! Kızlar utangaç olurlar, (rızaları nasıl anlaşılacak?) demesi üzerine, Hazreti Peygamber bu hadîs-i buyurdular.
Mütercim:
Bakire olan bulûğ çağındaki kızın gülmesi, sessiz olarak ağlaması yine rıza sayılır. Fakat sesli olarak ağlaması veya feryad etmesi red ve kabul etmemektir.
1220- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir: Resûl-i Ekrem:
“Kötü zandan sakınınız; çünkü kötü zan, sözün ve hatırdan geçen şeyin en yalanıdır. Siz insanların ayıblarını araştırmayınız, dedikodularını dinlemeyiniz ve birbirinize kiri tutmayınız. Birer kardeş (gibi) olunuz. Hiç kimse, kardeşinin talib olduğu kadına, nikâhlanmasın! veya bırakmasını beklemeden talip olmasın.” buyurdu.
1221- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Hiçbir kadına, (dinde veya insanlıkta) bacısının kabındakini kendi kabına aktarmak için onun boşanmasını dilemesi caiz değildir. Nitekim o kadının alacağı, kendisine ne takdir edilmiş ise odur.”
(iyi varlıklı bir kocaya sahip olan bir kadının elindeki nimete konmak istemek, günah olmakla beraber mukadderatın ötesinde bir yarar sağlaması da imkânsızdır.)
1222- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)den rivayet edilmiştir:
Hazreti Aişe, kendisine ait bir hizmetçi kadını, Ensar’dan birine nikâhlayarak onun gerekli ihtiyaçlarını hazırladı ve evlenmesinde bulundu, Evine döndüğü zaman Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:
“Ey Aişe! Sizin düğününüzde eğlence yok muydu? Ensar (Medineli müminler) oyun ve eğlenceden hoşlanırlar.”
(Bunun manası, nikâh ve düğün toplantılarında dinen meşru olan def çalma gibi eğlencelere yer veriniz, demektir. Şerkavî şerhinde: “Keşke def çalıp oynayacak bir cariye göndereydin” diye rivayet vardır. Hazreti Aişe: Ya Resûlallah! Biz nasıl bir şarkı söylemeliydik? diye sorunca Hazreti Peygamber, şöyle diyebilirdiniz, buyurdu:
“Geldik size, geldik size.
“Allah kerem kılsın bize.
“Esmer buğday olmayaydı, semirmezdi kızlarınız,
“Sarı altın olmayaydı, şenlenmezdi yurtlarınız.”
1223- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) dan rivayet edilmiştir:
“Dikkat ediniz! Bir kimse zevcesine yaklaşırken: Bismillah, Allah’ım, beni şeytandan uzaklaştır ve şeytanı da bize vereceğin çocuktan uzaklaştır! der ve sonra da karı koca arasında bu yaklaşmadan bir çocuk meydana gelirse, o çocuğa hiç bir zaman şeytan zarar veremez.”
1224- İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) den rivayet edilmiştir:
“Sizden biriniz düğün ziyafetine çağrıldığı zaman, oraya varsın.”
Mütercim:
Herhangi haklı bir özür olmadıkça veya düğün cemiyetinde haram işler işlenmedikçe düğün toplantılarına gitmek gereklidir. Çünkü düğün sünnettir, ona icabet etmemek günah olur. Diğer davetlere katılmak ise müstehabdır.
1125- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Kadınlara iyi davranılması hakkındaki öğütlere uyunuz. Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Eğe kemiğinin en eğri yanı yukarısıdır. Eğer onu doğrultmaya kalkışırsan kırarsın ve de olduğu gibi bırakırsan öylece eğri kalır. Siz kadınlara iyi davranmayı birbirinize tavsiye ediniz.”
Mütercim:
Kadınların bazı eksiklik ve aksaklıklarını görürseniz onları bağışlayınız. Onları oldukları gibi kabul ederek idare ediniz. Onların yaratılışlarından gelen birtakım zaafları vardır. Bu itibarla onların dünyasında daha çok duygular hâkim dir ve bu da onların idare edilmeye muhtaç oldukları gerçeğini isbat eder.
1226- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki.
Bir gün, onbir kadın, kocalarının gizli yönlerini olduğu gibi anlatmak üzere sözleşerek aralarında bir toplantı düzenlediler. Onlardan birinci kadın kocasını şöyle tanıttı: “Benim kocam, sivri dağın tepesinde arık deve etine benzer. Yassı değil ki çıkabilsin ve et de semiz değil ki, taşınmaya değsin. (Benim kocam çok zayıftır; hiç bir kadının rağbet edeceği bir erkek değildir.)
İkincisi: Kocamın durumunu yayamam çünkü saymakla bitirememekten korkarım, onu (ne zaman ve nerede) ansam hep kusurlarını anarım.
Üçüncüsü: Benim kocam patavazsızın biridir. Konuşsam boşanırım ve sussam askıda bırakılırım (ne boşar beni, ne de kocalık eder bana).
Dördüncüsü: Benim kocam çöl gecesi gibi mutedildir. Ne sıcak, ne de soğuktur. Ne korku var, ne de usanmak.
Beşincisi: Kocam eve girince parslaşır (pars gibi yatar uyur) ve evden çıkınca aslanlaşır. Verdiğinin nereye harcandığını sormaz. Pars gibi yuvasına bağlı, aslan gibi güçlü ve aynı zamanda cömerttir.)
Altıncısı: Kocam yemek yeyince ne var, ne yok kaldırır su içince su kabını kurutur. Yatağa yatınca elbisesine bürünür yatar ve elini uzatmaz ki, derdimi bilebilsin.
Yedincisi: Benim kocam başarısız veya iktidarsız ve salaktır. Her ne dert varsa onda mevcuttur. Ya başını yarar, ya bir yerini kırar, ya da sana hepsini birden yapar.
Sekizincisi: Kocamın bana dokunması tavşan dokunması gibi yumuşaktır. Vücudunun kokusu da turunç kokusu gibi hoştur.
Dokuzuncusu: Kocamın evi yüksek direkli (olup misafir kabulüne her yönden elverişli) dir. Kılıcının bağı uzun (kendi de uzun boylu) dur. Ocağının külü boldur (ateşi daima yanar ve kazanı da misafirler için her zaman kaynar). Evi de toplantı yerinin yakınındadır.
Onuncusu: Kocam mülk sahibidir. Onun mülkünden daha iyisine sahip olan yoktur. Damları çok ve fakat yayılma yerleri az olan develeri vardır ki, ud sesini işittikleri zaman yaşamaktan ümitlerini keserler (kesilip misafirlere ikram edileceklerini bilirler).
Onbirincisi: Kocam Ebû Zer öyle bir adamdır ki, iki kulağımı mücevherat ile süsledi. Pazılarımı yağla doldurdu ve beni şişmanlattı; ben de kendime geldim. Kocam beni güç şartlar altında yaşayan birkaç davar sahibi (fakir) bir ailede bularak atları, develeri ve ekinleri bol olan bir yuvaya koydu. Onun yanında ne söylesem azarlanmam, uyurum ve gün üzerime doğar (kimse beni iş için uyandırmaz). İçtiğim zaman da kanıncaya kadar içerim. Ebû Zer’in annesi öyle bir kadın ki, sandıkları ağzına kadar dolu ve evi geniştir. Ebû Zer’in oğlu öyle bir oğul ki, onun yattığı yer kılıç kını gibidir ve kuzu budu ile doyar. Ebu Zer’in kızı öyle bir kız ki, babasının ve annesinin emrindedir. Giysilerini doldurur. Komşu kızları (endamı ve güzelliği ile) küplere bindirir. Ebû Zer’in cariyesi öyle bir cariyedir ki, (mahrem) konuşmalarımızı asla yaymaz. Aşımıza kem gözle bakmaz. Evimizi çerçöple doldurmaz. Ümmü Zer sözlerine şöyle devam etti:
Kocam Ebû Zer, sütlerin yayıklandığı bir gün çarşıya çıktı ve orada bir kadınla karşılaştı. Kadının pars yavrusu gibi iki çocuğu vardı. Bu çocuklar, kadının koltuklarının altından memeleri ile oynuyorlardı. Kocam hemen beni boşayarak onu kendisine nikâhladı. Ben de daha sonra hatırı sayılan bir adamla evlendim. Atına bindi, eline Hat yapısı mızrağını aldı, akşamleyin yanıma bol bol av hayvanları ile geldi ve her çeşidinden bana bir çift vererek dedi ki: Ey Ümmü Zer! Yiyebildiğin kadar ye ve yakınlarına da ver. Bununla beraber onun bana verdiği şeyleri bir yere toplasam, ilk kocam Ebû Zer’in, en küçük kabını dolduramazdı.
Bu hadiseyi anlatan Hazreti Aişe Radıyallahu Anha, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in şöyle buyurduğunu anlattı: “Senin için ben, Ümmü Zer için Ebû Zer gibiyim.”
Mütercim:
İyi geçinmede, ihsan ve ikramda, ben de sana Ümmü Zer hakkında Ebû Zer nasıl idiyse öyleyim. Bazı rivayetlerde şu ilâve vardır:
“Fakat Ebû Zer zevcesi Ümmü Zer’i boşamış, ben ise seni boşamayacağım.”
1227- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Kocası yanında iken, hiç bir kadına, kocasının izni olmaksızın (nafile) oruç tutmak helâl olmaz. Yine kocasının izni olmaksızın hiç kimseyi evine alamaz. Kocasının emri olmadan kadın herhangi bir harcamada bulunur (sadaka verir) ise onun (sevabının) yarısı kocasına verilir.”
1228- Üsame (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Cennet kapısında dikildim ve cennete girenlerin genellikle yoksullar olduğunu gördüm. Makam sahipleri ise bekletilmekte idiler. Ancak cehennemliklerin cehenneme atılmaları emredilmişti. Cehennem kapısında da dikildim ve cehenneme girenlerin genellikle kadınlar olduğunu gördüm.”
1229- Hazreti Esma (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum: — Ya Resûlallah! Benim bir ortağım (kumam) var. Ona nispet ve gösteriş yapmak niyetiyle, kocam Zübeyir, bana şunu ve bunu verdi desem bunun bana bir günahı var mıdır? Hazreti Peygamber şu cevabı verdiler:
“Kendisine verilmedik şeyi verilmiş gibi gösteren, yalandan, iki elbise giyen gibidir.”
1230- Mugîre (Radıyallahu Anh)den rivayet edilmiştir:
Sa’d ın kıskançlığına mı şaşıyorsunuz? Ben ondan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır.”
Mütercim:
Hazreti Sa’d: Vallahi ben zevcemle bir kimseyi görmüş olsam ona kılıcımın arkası ile değil, keskin tarafı ile vururum, dediğinde herkes onun kıskançlığına şaştı. Onların bu hayretini sezen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, işte bu hadîs-i şerifi buyurdu.
1231- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Allah Teâlâ kıskançtır. Allah’ın kıskanması ise, haram kıldığı şeyi, müminin yapmasındandır.”
1232- Hazreti Esma (Radıyallahu Anha) der ki:
Zübeyr bin Avvam, beni kendisine nikahladı. Zübeyr’in dünya malı olarak su taşımak için bir deve ve binmek için de bir attan başka hiç bir şeyi yoktu. Bu atın yem ve otunu ben temin ederdim. Her iki hayvanın suyunu da ben verirdim. Devenin su tulumu sökülürse, onu ben dikerdim. Ekmek hamurunu da ben yoğururdum. Ekmek pişirmesini iyi beceremediğimden çok kere bu işi Medine’li sadik komşularım yaparlardı.
Hazreti Peygamber, Nad’roğulları arazisinden bir hurma bahçesini Zübeyr’e vermişti. Ben o bahçeden deveye yem olmak üzere hurma çekirdeği toplar ve başımda taşıyarak getirirdim. Hurmalık da Medine’ye altı km. kadar uzakta idi. Birgün bir kap içinde başımda hurma çekirdeği taşıyarak evime dönerken yolda Hazreti Peygambere rastladım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in beraberinde Ensar’dan bazı kimseler de vardı.
Hazreti Peygamber beni kendi devesinin arkasına bindirmek için, “Ih ıh” deyerek devesini çökertti. Fakat benim erkeklerle beraber yürümekten utandığım ve kocamın da kıskanç olduğunu düşündüğümden deveye binmek istemediğimi anlayan Hazreti Peygamber beni bırakıp geçti. Sonra eve dönünce karşılaştığım bu hadiseyi olduğu gibi kocam Zübeyir’e anlattım. Kocam bana şu cevabı verdi:
— Senin hurma çekirdeği taşıman, Peygamberin devesinin arkasına binmenden daha ağır geldi.
Yine ben eski işime ve hizmetime aynen devam ettim. Sonra babam Hazreti Ebû Bekir Es-Sıddîk (Radıyallahu Anh), işimi görmek ve atımıza bakmak üzere bana bir hizmetçi gönderdi. Böylece babam beni hizmetçilikten azad etmiş gibi oldu.
1233- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Birgün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem pak zevcelerinden birinin evinde iken, diğer bir zevcesi hizmetçisinin eline bir tabak içinde yiyecek tutuşturarak Hazreti Peygambere gönderdi. Ev sahibesi olan zevcesi kıskanarak hizmetçinin eline vurup tabağı yere düşürdü. Tabak kırıldı ve içinde bulunan yiyecek dağıldı. Hazreti Peygamber çanağın kırıklarını ve dağılan yiyecekleri (hurmaları) toplamağa başladı. Bunu yaparken de misafirlere:
“Anneniz kıskandı” buyurdu. Sonra Hazreti Peygamber o hizmetçiyi alıkoydu ve tabağı kıran zevcenin ev eşyasından bir tabak alarak ona verip tabak sahibine yolladı.
1234- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:
“Senin benden hoşnud veya dargın olduğunu kesinlikle bilirim. Sonra ben sordum: Ya Resûlallah! bunu nerden bilirsiniz? Şu cevabı verdiler:
“Sen benden hoşnud iken, bir şey için yemin ettiğin zaman, Muhammed’in Rabbi hakkı için, diyerek yemin edersin. Fakat dargın olduğun zaman İbrahim’in Rabbi hakkı için, diye yemin edersin,” Ben doğrudur dedim. Ne var ki, vallahi ya Resûlallah yalnız adınızı anmam (fakat kalbim sevginizle doludur).
1235- Ukbe bin Âmir’den (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Nikâh düşen kadınların yanına varmaktan sakınınız.” Ensar’dan bir adam sordu: Ya Resûlallah! Bir kadının kayın biraderi hakkında ne buyurursunuz? Buna cevap olarak Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Kayın biraderiyle kadının yalnız kalması ölümdür (tehlikeli ve caiz değildir).”
1236- İbni Mes’ud’dan (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Kadın kadına, tenleri birbirine değecek şekilde yaklaşıp da sonra o kadını, kocasının gözü önüne getirircesine ona anlatmasın.”
Mütercim:
Burada Hazreti Cabir’den rivayet edilen bir hadîs-i şerif unutulmuştur. O da şudur: “Sizden biriniz evinden uzun zaman uzak kalırsa gece ansızın evine gelmesin.” Diğer bir rivayette de: “Yolculuktan dönüp kasabana girdiğin zaman hemen karının yanına varma; tâ ki, zevcen başını tarayıp süslensin” buyrulmuştur. Gurbet, hac ve gaza gibi uzak bir yolculuktan evine dönecek olan kimse, evine varmadan önce, gelişinden evini haberdar etmelidir. Kocasının döndüğünü öğrenen zevce, bazı temizlik ve süslenme işleri için zaman bulacağından aralarındaki muhabbet çoğalmış olur. Aralarında nefreti gerektirecek bir durum olmasın.
Eve ansızın gelmeler, ev halkına kötü bir zan beslemeğe sebeb olabileceğinden bunu yapmamak uygun olur.45
45 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:833-852
Dostları ilə paylaş: |