ZEKAT BAHSİ
405- İbni Abbas (R.A.)dan rivayet edilmiştir:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Yemen halkına Muaz ibni Cebel’i gönderirken ona şöyle buyurdu:
“Önce sen onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim de Allah’ın peygamberi bulunduğuma dair şehadete davet et. Eğer buna boyun eğerlerse onlara Allah Teâlâ’nın her yirmidört saatte beş vakit namaz farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, onlara Allah Teâlâ’nın zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere mallarında zekâtı farz kıldığını bildir.”
Mütercim:
Bir beldede ihtiyaç sahipleri dururken başka bir yere zekâtın gönderilmesi, İmam Azam mezhebinde evlâ olmamakla beraber caizdir. Fakat İmam Şafii’ye göre, bu hadîs-i şerifin delaletiyle haramdır, caiz değildir.
406- Ebû Eyyub (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Bir kimse Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize gelerek: Ey Allah’ın Resulü! Bana, cennete girmeme vesile olacak bir amel gösterir misiniz? dedi. Peygamberin huzurunda bulunanlardan biri: Nesi var, ne istiyor? diye sordu. Resûl-i Ekrem:
“Onun büyük bir dileği var!” buyurdu ve sonra şu cevabı verdi “Allah Teâlâ hazretlerine ibadet edersin, ona hiç bir ortak koşmazsın, namazını kılarsın, zekâtını verirsin, yakınlarına iyilik edip ilgini kesmezsin.” (işte bunları noksansız ve ihlâslı bir şekilde yerine getiren cennete girer.)
Mütercim:
Namaz ve buna benzer diğer sâlih ameller, Allah’ın vaadi üzere cennete girmeye vesile ve Allah rızasını kazanmaya bir alâmettir. Nitekim bu hadîs-i şerifin işaretinden bu husus anlaşılmaktadır. Amellerimiz ne kadar iyi ve ne kadar çok olursa olsun cennetin karşılığı olamaz. Cennet ancak Allah’ın lütfü ile kazanılır.
407- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine bir Arabî (Bedevi) gelip: Ya Resûlallah! Bana öyle bir sâlih amel göster ki, cennete girmeme vesile olsun, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:
“Allah’a, hiç bir şeyi ortak koşmamak şartı ile ibadet edersin, farz namazları kılarsın, farz olan zekâtı verirsin, ramazan ayını oruç tutarsın.” Arabî dedi ki: Benliğime hâkim olan Allah’a yemin ederim ki, bundan fazlasını yapmayacağım.
Adam dönüp gidince, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Kim cennet ehlinden birini görmekten hoşlanırsa, şu adama baksın.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerif, Arabî hadîs-i diye şöhret bulan bir hadîstir. Burada hac farizasının anılmadığının sebebi, adı geçen Arabî üzerine hac farz olacak kadar parası olmadığındandır. İmam Şafii Hazretleri bu hadîs-i şeriften hüküm çıkararak bu beş vakit namazdan başka farz ve vacip namaz yoktur, diyor. İmam Azam Hazretleri ise, vitir namazının bu Arabî hadisesinden sonra vacip olduğunu içtihat ediyor.
Bir de bayram namazları vacip ise de, Arabî’ye bunların söylenmemesinin sebebi, köy ve çöllerde yaşayanlara bunların vacip olmamasındandır. Zaten Arabî, şehir veya şehir hükmünde bir yerde ikamet etmeyen bedevi demektir.
408- Hazreti Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“İnsanlar (Arap müşrikler) LA İLAHE İLLALLAH = Allah’tan başka ilâh yoktur, diyinceye kadar onlarla savaşmam bana emredildi. Bunu söyleyen kimse, İslam’ın hakkı müstesna, benden malını ve canını korumuş olur. Allah Teâlâ tarafından da hesaba çekilecektir.”
Mütercim:
Biz “görünüşteki hal üzere hüküm veririz” esasına göre, dış hali itibariyle tevhid kelimesini getiren kimseye, şeriata aykırı olarak dokunulmaz. Fakat öşür, haraç, zekât gibi yahut kısas gibi malına veya canına bir hak terettüp ederse, İslam’ın hükmü onun üzerine uygulanır.
409- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Deve sahipleri, develerinin hakkını vermemiş iseler bu develer, dünyadaki en semiz halleriyle (ahirette) sahiplerine gelip ayakları ile onları çiğneyeceklerdir. Davar sahipleri de davarlarının hakkını vermemiş iseler bu davarlar bulundukları en semiz halde sahiplerine gelip, ayakları ile onları çiğneyecekler ve boynuzlayacaklardır. Bu deve ve davarların haklarından biri de, suya çekilecekleri zaman sağılmalarıdır. (Ya memelerinin kabarık görünüp fakir fukarayı imrendirmemesi veya sulama saatinde hazır bulunan yoksullara sütlerinden verilmesi kastedilmektedir.)
Hiç biriniz kıyamet günü, boynunda taşıdığı meleyen bir davarla gelip, yâ Muhammed! demesin. Senin için bir şey yapamam, ben tebliğ ettimdi, diyeceğim.
Boynunda taşıdığı böğüren bir deve ile gelip, yâ Muhammed! demesin. Senin için bir şey yapamam, ben tebliğ etmiş idim, diyeceğim.
410- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Bir kimseye Allah mal verir de onun zekâtını ödemezse, kıyamet, günü, bu mal çifte zehirli yavuz bir yılan şekline girip onun boynuna dolanacaktır. Sonra çenesinin iki yanına yapışarak, ben senin malınım, ben senin gömdüğün (cemiyetten kaçırdığın) definenim, diyecektir” Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:
“Allah’ın, kereminden kendilerine verdiği malda (cimrilik) edenler, bu davranışlarını kendileri için yararlı sanmasınlar. Aksine bu, onlar için zararlıdır. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin ve mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarımızda haberdardır.” (Âl-i İmrân sûresi, âyet-180).
411- Ebû Saîd (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Gümüşten beş Ukye’den (200 dirhem = 560 gr.) azında zekât yoktur. Develerden en az üçer yaşında beş deve olmadıkça zekât yoktur. Toprak ürünlerinden beş Vesak’ın (takriben bir tonun) azında zekât yoktur.”
Mütercim:
Zaruri geçim ihtiyaçları dışında Nisaba sahip olan kimsenin bu malları üzerinden bir yıl geçince gümüşten kırkta bir zekât verilir. Develerde nisap miktarı, en az üçer yaşında olmak şartı ile beş adet olmaktır. Arazi ürünlerinin nisabı, arpa, buğday, kuru üzüm ve hurma gibi maddelerden, beş vesak (takriben bir ton) ürün olmaktır. Toprak ürünlerinin zekâtı, ürün elde edilince ve bu nisaba ulaşınca verilir. Bunlar üzerinden yıl geçmek yoktur. Bir tondan az ürün için de zekât vermek farz değildir.
Bu hadîs-i şerife dayanarak toprak ürünlerinin nisabında müçtehit imamların birbirinden ayrı görüşleri vardır.
İmam Azam’a göre, Toprak ürünlerinin hepsinde, az olsun çok olsun, öşür (onda bir) vermek gerekir.
İmam Şafii bu hadîs-i şerif delaletiyle takriben bir ton ürün olmadıkça öşür lâzım gelmez. İki imam (İmam Muhammed ile imam Ebû Yusuf) da bu görüştedirler. Bir de İmam Şafii mezhebinde yalnız hurma veya kuru üzüm hesabı ile üzümden öşür gerekir, diğer ürünlerden gerekmez.
412- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Kim temiz kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse - ki, Allah temiz olanı ancak kabul eder - Allah onun sadakasını sağ eliyle kabul buyurur. Sonra o sadakayı, herhangi birinizin, tay’ını beslemesi gibi besleyerek o sadaka dağ büyüklüğünde olur.”
413- Harise bin Vehb (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Sadaka veriniz (yoksullara yardım ediniz). Bir zaman gelecek ki, insan sadakasını elinde dolaştıracak ve onu kabul edecek kimse bulamayacak. Herkes, bu sadakayı dün getireydin, kabul ederdim fakat bugün ona ihtiyacım yoktur, diyecek”.
414- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Servetiniz çoğalıp taşmadıkça, kıyamet kopmayacaktır. Hatta mal sahibini, sadakasını kimin kabul edeceği düşündürecek ve hatta yardımını arz edecek de kendisine yardımını arz ettiği kişi, ihtiyacım yoktur, diyecek.”
415- Adiyye bin Hatim (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine iki kişi geldi. Biri fakirlik ve darlıktan söz etti. Diğeri de soygunculuktan, mal ve can güvensizliğinden şikâyet etti. Bunların her ikisine hitaben Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Yol kesme işine gelince, geçireceğin kısa bir müddet sonra kervanlar, muhafızsız olarak Mekke’ye çıkacaklardır. Yoksulluk meselesine gelince; herhangi biriniz, sadakasını dolaştırıp onu kendisinden kabul edecek kimse bulamayıncaya kadar kıyamet kopmayacaktır.
Sonra kıyamet gününde her biriniz mutlaka Allah’ın huzurunda duracak ve kendisi ile Rabbi arasında ne bir perde, ne de kendisine tercümanlık yapacak bir tercüman bulunacaktır. Sonra Allah Teâlâ behemehal şöyle buyuracaktır:
— Sana mal vermedim mi? O da:
— Evet, verdin; diyecektir. Yine Allah soracak:
— Sana peygamber göndermedim mi? O:
— Evet, gönderdin! diyecektir. Sonra sağına bakacak ateşten başka bir şey görmeyecektir. O halde her biriniz yarım hurma ile dahi olsa cehennem ateşinden korunsun. Şayet bulamazsa tatlı bir sözle.“
416- Ebu Musa (R.A.) dan rivayet edilmiştir:
“İnsanlara bir zaman gelecek ki, altın sadakasını vermek için kişi dolaşacak da o sadakayı kendisinden alacak bir kimse bulamayacaktır. Kadınların çokluğu ve erkeklerin azlığından dolayı, kırk kadının bir erkeğin ardından gittiği ve onun himayesine sığındığı da görülecektir.”
417- Hazreti Aişe’den rivayet edilmiştir:
Hazreti Aişe diyor ki: Yanında iki kız çocuğu bulunan bir kadın içeri girip yardım istedi. Bir tek hurmadan başka verecek şey bulamadım ve o hurmayı kadına verdim. Kendisi yemeyip onu kızlarına taksim etti. Kadın çıktıktan sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem eve girdi. Durumu kendisine anlattım. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Her kim, bu kızlardan birinin (büyütüp meydana getirme) çilesini çekerse kendisi için bu kızlar, cehennemden engelleyici bir perde olurlar.”
418- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine birisi gelip: Ya Resûlallah, sevap bakımından hangi sadaka daha büyüktür? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:
“Sağlıklı ve ihtiraslı olup yoksulluktan korkar ve zenginliği ümit ederken verdiğin sadakadır. Yardım yapmayı erteleyip can boğaza dayandığı zamana, falana şu kadar, filana bu kadar, demeyesin. Artık o mal (senin değil) falanındır.”
419- Hazreti Aişe (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum: Ey Allah’ın Resulü! Biz senin zevcelerin olarak içimizden hangimiz sana daha çabuk kavuşacaktır? Buna cevaben şöyle buyurdular:
“Kolu en uzun olanınız!” Sonra biz hanımlar bir kamış parçası ile kollarımızı ölçmeğe başladık. Hanımlar içinde kolları en uzun Hazreti Sevde idi. Fakat daha sonra anladık ki, kolu uzun olmak, çok sadaka vermek demektir ve Hazreti Peygamber bunu kastetmiştir. İçimizden en önce Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e iltihak eden Hazreti Sevde olmuştu. O da gerçekten fakirlere yardım etmeyi çok severdi.
420- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Bir kimse (İsrail Oğulları zamanında), vallahi sadaka vereceğim, diyerek yemin edip sadakasını alarak çıktı ve onu (bilmeyerek bir hırsızın eline koydu. Halk, hırsıza sadaka verildi, diye konuşmağa başladılar. Adam, Allah’ım, sana hamd olsun! Vallahi bir sadaka (daha) vereceğim, dedi. Sadakasını çıkardı ve (bu kez yine bilmeyerek) bir fahişeye verdi. Halk, bu gece fahişeye sadaka verildi, diyerek konuşmağa başladılar. Adam, Allah’ım, fahişeye nasip olduğu için sana hamd olsun! Vallahi, bir sadaka (daha) vereceğim, dedi. Sadakasını çıkardı ve bir zenginin eline koydu. Halk zengine sadaka verildi, diye konuşmağa başladılar. Adam dedi ki:
— Allah’ım! hırsıza, fahişeye ve zengine sadaka verdiğimden dolayı sana hamd ederim.
Sonra o sadaka veren adama rüyasında şu müjde verildi: Hırsıza verdiğin sadaka ise, belki o, hırsızlık yapmaktan vazgeçer. Zinakâr kadına gelince, belki zinasından tevbe eder. Zengine gelince umulur (ki, bu işten) ibret alarak Allah’ın ona verdiği maldan hayra harcar.”
Mütercim:
İmam Azam ve İmam Muhammed Hazretlerine göre, bir kimse, fakir ve muhtaç sandığı bir adama zekâtını verse, sonradan zengin olduğunu anlasa bile caiz olur. Bu zekâtı tekrar vermesi gerekmez. Diğer müçtehit imamlara göre, zekât ödenmiş olmaz, tekrar muhtaç olana verilmesi gerekir.
421- Ma’n bin Yezid (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Babam Yezid, sadaka cinsinden fakirlere dağıtılmak üzere Mescidi şerifte bir adama bir kaç altın verip onu vekil etti. Sonra ben gidip o adamdan bu emanet altınları kendim için istedim. O da bana verdi. Babama geldim ve durumu anlattım. Babam yemin ederek dedi ki, o altınları sana verilmek için değil, başka muhtaçlara dağıtılmak için verdim. Böylece babam altınları benden geri almak istedi. İhtiyacım olduğu için vermedim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurunda muhakeme olduk. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, babam Yezid’e hitaben şöyle buyurdu:
“Ey Yezid Niyet ettiğin şey (sevap) senindir. Ey Ma’n! Aldığın şey (altın) da senindir.”
Mütercim:
Bir kimse kendi zekâtını usûl ve füruuna veremez. (Anasına babasına ve büyük anne ile büyük babalarına veremediği gibi, çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına da veremez). Bu hadîs-i şerifteki cevaz ise, burada evlada, verilen para zekât neviden olmayıp nafile kabilinden verilen sadaka idi. Yahut peygambere ait özelliklerden olup kaide dışı bir iştir, denilebilir.
422- Hazreti Aişe (R.A.) den rivayet edilmiştir:
“Bir kadın, evinin nafakasından, israf etmeksizin bir harcama yaptığı zaman, kadın harcadığı için, harcanan şeyin sevabını alır. Malı kazandığı için de kadının kocası, harcanan şeyin sevabını alır. Kilerciye de onlar kadar, sevap vardır. Hiç birinin sevabı, diğerinin sevabından birşey azaltmaz.”
423- Hakîm bin Hizam (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Üst el (veren el), alt elden (alan elden) daha hayırlıdır. Önce geçindirdiğin kimselere ver. Sadakanın hayırlısı, zenginlik sırtından verilen sadakadır. Haramdan sakınan kimseyi Allah iffetli kılar. Tok gözlü olan kimseyi Allah zengin kılar (muhtaç bırakmaz).”
424- İbni Ömer R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Üst el, alt elden daha hayırlıdır. Üst el, veren eldir. Alt el de, dilenen eldir.”
Mütercim:
Bazı anlayışlı kimseler, edebe uygun düşsün diye, fakirlere bir şey verirken ellerini aşağı tutarak fakirin üstten almasını sağlamağa çalışırlar.
425- Ebu Mûsâ (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin huzurlarına bir ihtiyaç sahibi geldi. Hazreti Peygamber bize şöyle buyurdu:
“Siz aracı olunuz; sevap kazanırsınız. Allah Teâlâ Hazretleri Peygamberinin dilinden dilediği hükmü verir (ihtiyaç sahipleri hakkında Cenabı Hakkın takdiri ne ise mutlaka yerine gelecek ise de, siz yine ihtiyaç sahipleri ile benim aramda aracı olursunuz).”
426- Hazreti Ebû Bekir’in kızı Esma (R.A.) dan rivayet edilmiştir:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:
“Kesenini ağzını bağlama; Allah Teâlâ Hazretleri de senin rızkını bağlar.”
Yani: Fakirlere sadaka vermemek için torba, çuval, dolap ve bunlara benzer erzak depolarını kilit ve bağ altında tutma. Muhtaçlara ve fakirlere karşı açık bulundur, onlara yardımda bulun.
Başka bir rivayette de:
“Sayarak verme. Sonra Allah Teâlâ Hazretleri de sana sayarak verir.” Ne verdiğini ve malından ne eksildiğini saymakla uğraşma. Verebileceğini, sayı ve hesabına bakmadan ver. Sonra Allah Teâlâ da size her şeyi hesapla ve sayı ile verir, malınızın bereketi gider.
427- Esma (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Sen kaplara doldurup kaldırırsan Allah da sana vereceğini kaplara doldurup kaldırır. Gücün yettiği kadar, azar azar ver.”
Mütercim:
Hadis-i şerifte geçen “İrdah” kelimesi, az ve cüz’î bir şeyi vermek anlamını taşır.
428- Hâkim bin Hizam (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine, ey Allah’ın Resulü! dedim. Ben İslam dinini kabulden önce sadaka vermek, köle azad etmek, yakınlarıma iyilik etmek gibi hayırlı işler işlemiştim. Yapmış olduğum bu hayırlardan dolayı bana herhangi bir sevap var mı?
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:
“İslam, geçmiş hayırların karşılığında sana nasip oldu.”
Mütercim:
Sadaka ve yakınlara iyilik gibi niyete bağlı olmayan hayırlar hakkında sırf Allah’ın lütuf ve ihsanı olarak hüküm böyledir. Fakat hac gibi İslam’ın rükünlerinden olup niyete bağlı bulunan ibadetler, İslam’dan önce yapılmışsa, bunlar makbul olmayıp iade edilmeleri gerekir. Ayrıca İslam’dan önce işlenen günahlar, Müslüman olmakla bağışlanmış olur.
429- Ebû Mûsâ (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:
“Müslüman; güvenilir, kendine emredileni tam, eksiksiz ve gönül hoşluğu ile yerine getiren (veya veren, ve bu emredilen şeyi emredilen kişiye ödeyen hazinedar) sadaka veren iki kişiden biridir. (Hazinedar da sadaka veren mal sahibi gibi sevap alır.)”
430- Ebû Hureyre (R.A.)’deh rivayet edilmiştir:
“Kulların sabaha kavuştukları her gün gökten behemehal iki melek iner. Bunlardan biri. Allah’ım! harcayana halef (harcadığının bedelini) ver, diye dua eder. Diğeri de, Allah’ım! tutana (harcamayana) telef ver, der.”
431- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Cimri ile cömert kimsenin örneği, göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar demir zırh giyinmiş iki adam örneğidir. Eli açık kişi, harcadıkça zırhı parmak uçlarını örtecek ve (deri üzerindeki) izlerini kaybedecek derecede genişler ve sarkar. Cimri de ne zaman bir şey harcamak istese zırhının her halkası yerine yapışır ve onu genişletmeğe çalışır, fakat genişlemez.”
432- Ebû Bürde (R.A.) babası tarikiyle dedesinden rivayet edilmiştir:
“Her Müslümana sadaka farzdır.” Ashabı, Ya Resûlallah! dediler, bulamayan ne yapacaktır? Hazreti Peygamber:
“Bedenen çalışıp hem kendisini faydalandırır ve hem sadaka verir.” buyurdu. Ashab, iş bulamayan ne yapacak? diye sordular. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Yorgun argın ihtiyaç (iş ve yük) sahibine yardım eder,” buyurdular. Ashab, bunu da bulamayan ne yapacaktır? dediler. Hazreti Peygamber şöyle cevap verdi:
“Dürüst davransın ve kötülükten el çeksin. Bu onun için bir sadakadır.”
433- Ümmü Atiyye (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Ensar’dan Nesibe’ye (zekât olarak) bir koyun gönderilmişti. Nesibe de bu koyunun etinden Aişe (R.A.) hazretlerine gönderdi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hazreti Aişe’ye “Yanınızda yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hz. Aişe diyor ki: Hayır dedim, yalnız Nesibe’nin o koyundan gönderdiği et var! Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:
“Getir! O koyun yerini buldu.” (Verilen sadaka Nesibe’nin mülkiyetine geçti, onun malı oldu. Artık kendi malından hediye olarak gönderdiğinden yememizde bir sakınca yoktur.)
434- Ebû Saîd El-Hudrî (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
Bir Arabî Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gelerek Medine’ye hicret etmesi için izin istedi. Buna cevaben:
“Kendine yazık etme! Hicret işi güç ve zordur. Senin zekât verecek kadar deven var mı?” buyurdu. Adam, var dedi. Hazreti Peygamber: “O halde amelini denizaşırı ülkelerde yap, Allah Teâlâ senin amelinden hiçbir şeyi zayi etmez” buyurdu.
435- İbni Abbas (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Muaz bin Cebel Hazretlerini Yemen’e vali olarak gönderirken ona şöyle demişti:
“Sen, ehli kitap olan bir topluma (vali olarak) gidiyorsun. İlk yapacağın iş, onları Allah’a ibadete davet etmendir. Allah’ı tanıyınca onlara, Allah Teâlâ Hazretlerinin gündüz ve gecelerinde beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Namazı kılarlarsa, Allah Teâlâ’nın onlara, zenginlerinin malından alınıp fakirlerine verilmek üzere zekâtı farz kıldığını bildirir. Buna da itaat ederlerse, kendilerinden zekâtlarını al (ve gereken yerlere ver). Ancak (bu zekât) halkın mallarının en iyisinden almaya kalkma.”
436- Enes’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Enes der ki: (Sevdiğiniz malda (Allah yolunda) harcamadıkça, iyiliğe erişemezsiniz) mealindeki ayeti kerime nazil olunca, Talha Hazretleri Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna geldi ve dedi ki: “Allah Teâlâ Hazretleri, siz sevdiğiniz mallarınızdan muhtaçlara vermedikçe iyilik derecesine erişemezsiniz, buyuruyor. BEYRUHA hurmalığı, bana mallarımın en kıymetlisidir. Bu yer Allah rızası için sadakadır. Bunun ecrini ve mükâfatını Cenabı Hak’tan bekliyorum. Yâ Resûlallah! Beyruha’yı Allah’ın sana göstereceği yere koy.” Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Oh (ne güzel)! O kazançlı bir maldır. O kazançlı bir maldır.” Dediğini duydum. “Bu malı akrabalarına vermeni uygun görüyorum.” Sonra Ebû Talha, Ya Resûlallah, siz uygun gördüğünüzü yapınız! dedi. Ebu Talha, bu yeri yakınlarına ve amcazadelerine taksim etti.
Mütercim:
Bugün Beyruha’nın yalnız kuyusu kalmıştır. O da Mescidin kapısı tarafında Kürt Said Abdülkadir’in binası karşısında bir evin dış duvarına bitişik dar bir yerde sokak kenarındadır. Bazı ziyaretçiler adı geçen kuyuyu ziyaret ederler ve suyundan bereketlenmek için içerler. Bahçe ise arsa haline dönüp üzerinde binalar yapılmıştır.
437 - Ebû Said El-Hudri (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kurban veya Ramazan bayramında açıkhava namazgâhına çıktı ve namazdan sonra cemaate öğütlerde bulundu; sadaka vermelerini emrederek, “Ey Müslümanlar! Sadaka veriniz.” Buyurdu. Kadınlara uğradı ve “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Cehennemliklerin çoğunun siz kadınlar olduğunu gördüm.” Kadınlar, Ya Resulallah! Dediler, bunun sebebi nedir? Resuli Ekrem, “Çok lanet okuyor ve en yakın adamınıza nankörlük ediyorsunuz. Sağlam iradeli kişinin fikrini, siz aklı ve dini kısa kadınlardan herhangi birinizden daha çok çelen görmedim.” buyurdu.
Sonra Hazreti Peygamber saadethanelerine dönünce İbni Mes’ud’un karısı Zeyneb gelerek Peygamberin huzuruna girmek için izin istedi. Peygamberimize, Zeyneb geldi denildi. Hazreti Peygamber sordu: “Zeyneblerin hangisi?” Onlar da: İbni MEs’ud’un zevcesi Zeyneb, dediler. Efendimiz:
“İzin veriniz, gelsin.” buyurdular. Zeyneb Peygamberin huzuruna geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Resulü! Bugün siz sadaka vermemizden bahsettiniz. Benim birtakım süs eşyalarım (mücevherlerim) var. Bunları muhtaçlara vermek istedim. Fakat kocam, yardım edeceğim kimseler içinde en muhtacın kendisi ve çocukları olduğunu iddia etti. Buna cevaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“İbni Mesûd’un sözü doğrudur. Kendilerine yardımda bulunacağın kişilerin en lâyıkı kocan ve çocuklarındır.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerife dayanarak İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf, hanımın kocasına zekât vermesi caizdir. İmam Azam ile İmam Mâlike göre caiz değildir. Bu hadîs-i şerifte geçen sadaka, zekât olmayan sadaka hükmündedir.
438- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Müslümanın atında ve kölesinde zekât yoktur.”
Mütercim:
Bir insanın bineceği veya cihad için beslediği ata zekât yoktur. Fakat üretmek için ve çoğaltmak için erkek ve dişi karışık olmak şartı ile senenin çoğunu kırda otlayarak yetişen atlarda İmam Azam’a göre zekât vaciptir. İmameyn ile İmam Şafii’ye göre vacip değildir. İmam Azam’a göre böyle atları bulunan kimse, isterse her at için bir altın verir ve isterse değerlerinin kırkta birini zekât verir.
439- Ebû Said EI-Hudrî (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri minbere çıkıp oturdular. Biz de minberi saadetin etrafında oturduk. Sonra Hazreti Peygamber:
“Sizin için korktuklarımdan biri de, dünyanın süsü ve zinetinin benden sonra size açılmasıdır.” buyurdu. Ashap’tan biri sordu:
— Ya Resûlallah, hayır (dünya varlığı) şer getirir mi? Hazreti Peygamber, Allah’ın vahyini bekleyerek sustu.
Vahyin gelişinden sonra Hazreti Peygamber:
“— Soru soran nerede?” buyurdu ve şu cevabı verdi: “Hayır, kesinlikle şer getirmez. Ancak baharda biten bitkilerin bir kısmı da öldürür veya ölüm derecesine vardırır. Zehirli olmayan yeşillikleri yiyen hayvan da var. Böğürleri şişinceye kadar yer. Sonra güneşin kursuna dönerek dışkısını atar, sidiğini akıtır ve keyfine bakar. Bu dünya malı da tatlı bir yeşilliktir. Müslümanın sahip olduğu mal; yoksullara, öksüzlere ve yolda kalmışlara verdiği müddetçe ne güzeldir! [Veya Peygamber’in buyurdukları tarzdadır. (O’nun böyle buyurduklarını hatırlıyorum. Eğer eksiğim varsa bendendir.)] Bu malı, hakkını vermeden tutan kimse ise yiyip de doymayan kişiye benzer. Kıyamet gününde onun aleyhinde şahitlik yapacaktır.”
440- Abdullah’ın karısı Zeyneb (B.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem vaazında kadınlara hitaben: “Sadaka verin, süs eşyalarınızdan olsa bile.” buyurmuştu. Sonra İbni Mesûd’un hanımı Zeyneb ile Ebû Mesud’un hanımı Zeyneb, her ikisi Hazreti Peygamberin saadethaneleri kapısına geldiler. Kapıda Hazreti Bilâl Habeşî’yi (R.A.) buldular. Abdullah bin Mesud’un karısı Hazreti Zeyneb, Hazreti Bilâl’e dedi ki: — Resûlullah’a sor, evimde barındırdığım öksüzlere ve kocama harcadığım şey, sadaka yerine geçer mi? Arkadaşım da aynı durumdadır. Bizi de bildirme! Hz. Bilal içeri girip Peygamberimize sordu. Peygamberimiz, “O iki kadın kimlerdir?” buyurdu. Bilâl, Zeyneb! dedi Peygamberimiz, Zeyneblerden hangisi?” buyurdu. Bilâl, Abdullah bin Mes’ud’un karısı! Dedi. Peygamberimiz buyurdular ki:
“Evet! Hem onun sevabı iki kattır: Yakınlık sevabı ve sadaka sevabı.”
441- Ümmü Seleme (R.A.)nin kızı Zeyneb (R.A.) den rivayet edilmiştir:
Peygamber’in zevcesi Ümm-i Seleme, ya Resûlallah, dedi, ölen kocamdan himayem altında bulunan yetimlere yaptığım harcamadan ötürü bana sevap ve mükâfat var mıdır? Bunlar benim de çocuklarımdır. Resûl-i Ekrem buyurdu: “Sen onların ihtiyaçlarını gör. Onlar için yaptığın harcamanın sevabını alacaksın.”
442- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sadaka ve zekât verilmesi için emretmiş ve bunların toplanması için adam görevlendirmişti. Bir görevli Hazreti Peygambere’ dedi ki: “Ya Resûlallah, İbni Cemil, Halid bin Velid ve Abbas, bu üç kişi zekât vermekten kaçındılar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“İbni Cemil’in zekât vermek istemeyişi, fakir iken Allah ve peygamberi (ganimet mallarından kendisine vererek) onu zengin kılmalarının bir karşılığı mıdır? Halid’e gelince, siz ona haksızlık ediyorsunuz. Çünkü Halid, zırh ve savaş teçhizatını Allah yoluna bağlamıştır. Abdülmuttalib’in oğlu Abbas ise, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in amcası olup kendisinden istenen zekât miktarını vereceği gibi, bir misli fazlasını da verecektir.”
Mütercim:
Buradaki sadaka, sahih olan görüşe göre, farz olan zekâttır. Bazı âlimler, bu sadakanın farz zekât olmayıp nafile sadaka veya harp için bir yardım olduğu görüşündedirler.
443- Ebû Said El Hudri (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Ensardan bazıları Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in yanında biriken maldan istediler. Peygamber de onlara verdi. Tekrar istediler ve yine verdi. Böylece mal tükeninceye kadar onlara verdi. Sonra şöyle buyurdular: bende dağıtılması gereken bir mal bulunursa onu sizden saklayacak değilim. Ancak kim iffetlice davranırsa Allah da onu iffetli kılar. Kim de tok gözlü olursa, Allah onu zengin yapar. Kim de sabretme gayretini gösterirse, Allah onu sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha değerli ve daha bol bir sermaye verilmiş değildir.
444- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Benliğime hâkim olan Allah’a yemin ederim ki, herhangi birinizin ipini alıp sırtında odun taşıması, bir adama gidip ondan ister versin, ister vermesin dilenmesinden daha hayırlıdır.”
445- Zübeyir bin Avvam (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Vallahi, herhangi birinizin ipini alarak sırtında bir demet odun getirip satması ve bu sebeple Allah Teâlâ onun yüzünü kızarmaktan koruması, insanlara, versinler veya vermesinler, el açmasından daha hayırlıdır.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifle Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi ticarete, sanata, ziraata ve çalışmaya teşvik buyuruyor ve başkasının eline bakıp avuç açmaktan sakındırıyor.
446- Hakîm bin Hizam (R.A.)’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Resûlullah Hazretlerinden mal istemiştim, verdiler. Bir müddet sonra, yine istedim, yine verdiler. Üçüncü defa istedim yine verdiler ve sonra bana şöyle buyurdular:
“Ya Hakîm! Gerçekten bu dünya malı tatlı bir yeşilliktir. Kim onu gönül cömertliği ile alırsa, hayır ve bereketini görür. Kim gönül ihtirası ile alırsa hayır ve bereketini görmez. Yiyen ve doymayan kişiye benzer. Üst el (veren el), alt elden (alandan) daha hayırlıdır.”
Sonra Hakîm ibni Hizam, ey Allah’ın Resulü, seni hak Peygamber olarak gönderen Allah Teâlâ Hazretlerine yemin ederim ki, bundan böyle ömrümün sonuna kadar sizin elinizden sonra hiç bir elin altına elimi tutmayacağım, dedi. Ömrünün sonuna kadar da bu sözünde durdu. Hatta Hazreti Ebû Bekir ganimet mallarından kendisine vermek için davet ettiği zaman gitmezdi. Hazreti Ömer de aynı şekilde davet ederdi, gitmezdi. Hazreti Ömer, ey Müslümanlar, şahid olun. Ben Hakîm bin Hizam’ı kendisine mal vermek için davet ediyorum, gelmiyor, diyerek ilân ederdi.
Mütercim:
İhtiyaç ve zaruret hali bulunmadıkça dilenmek, imamların ittifakı ile haramdır. Çalışmaya ve kazanmaya gücü olanlar hakkında imamlar ihtilâf ettiler. Bazıları hadîs-i şeriflerin zahirine bakarak haramdır, dediler. Sahih olan söz de budur. Bazıları da, böyle kimselerin istemesi kerahetle caizdir, dediler. Fakat bu da üç şartla olur:
1- Küçük düşürmeyecek,
2- Israr etmeyecek,
3- Hayır sahibini incitmeyecek, rahatsız etmeyecek.
Bu üç şart bulunmaksızın yapılan dilencilik haramdır. Fakat bazı büyük şeyhler, ahlâk terbiyesi için bazı derviş ve müridlerine seyahat görevi verirlerdi. Torbalı veya torbasız dilenirlerdi. Bunda manevî bir ahlâk terbiyesi düşünüldüğünden bir sakınca yoktur dediler. Fakat bu şekilde dilenmek caiz olduğu takdirde, ısrar etmekten, Allah rızası için veya Allah’ı seversen ve benzeri sözlerden sakınmak şarttır. Zira Allah rızası için dilenen mel’undur ve böyle dilenildiği zaman o istenilen şeyi, aşırı bir şey veya gayri meşru bir şey olmadıkça vermeyen kimse de mel’undur, diye varit olmuştur.
447- Hazreti Ömer (R.A.) anlatıyor:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazen bana mal verirdi. Ben de Ya Resûlallah, benden daha muhtaçlara veriniz, derdim. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurmuştu:
“Bunu al! Beklemediğin ve istemediğin halde sana bir mal gelirse al; fakat bu türlü olmadıkça, sakın kendini onun ardına düşürme.”
448- İbni Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Bazı kimseler vardır ki daima insanlardan dilenirler, kendilerinde zaruret olmaksızın dilenciliği kendilerine sanat edinirler. Bunlar, kıyamet gününde yüzlerinde et parçasından bir şey olmaksızın çıplak kuru kemik halinde geleceklerdir. Bir de kıyamet günü güneş o derece yaklaşacak ki, insanın teri tâ kulağının yarısına çıkacaktır. Sonra mahşerdekiler, böyle dehşetli bir halde iken hepsi yardım isteyecektir. Önce Hazreti Adem’den yardım isteyecekler, sonra Hazreti Mûsâ’dan, sonra Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bütün mahşerde bulunan (… ???) arasından hüküm verilmesi için şefaat ederek gidip cennet kapısının halkasına yapışacaktır. O gün Allah Teâlâ Hazretleri, Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ı Kur’an-ı Kerim’de vaat buyrulan MAKAM-I MAHMUD’a çıkaracaktır. Bütün mahşer halkının övdüğü ve imrendiği bir makamdır bu.”
449- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Yoksul kapı kapı dolaşıp ta bir veya iki lokma yahut bir veya iki hurma ile geri dönen kişi değildir. Yoksul; ihtiyacını karşılayacak imkâna sahip olmayan, durumu bilinmediğinden de kendisine sadaka verilmeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan istemeyendir.”
(Yardım yapılması gereken yoksul budur ve böyle kimseleri gözetmek gerekir,)
450- Ebû Humeyd Es-Sâidî (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Tebük gazasına çıkmış idik. Vadi’l-Kura adındaki yere vardığında bir hurma bahçesi bulunan bir kadınla karşılaştı. Hazreti Peygamber, ashabı kirama hitaben:
“Bu bahçenin hurma mahsulünün miktarını tahmin ediniz.” buyurdu. Sonra bizzat kendisi hurmaların miktarını on vesak (takriben 2 ton) olarak tahmin etti ve on vesak itibariyle onda bir zekât aldı. Sonra bahçe sahibesi olan kadına şöyle buyurdu:
“Bu hurmalıktan çıkan mahsulü biçersin.” (Fazla veya eksik almış isek ödeşiriz.) Tebük’e vardığımız zaman şöyle buyurdu:
“Dikkat ediniz, bu gece fırtına olacak, şiddetli rüzgâr esecektir. Hiç biriniz yerinden kımıldamasın. Devesi olan devesini sağlam bağlasın.” Biz de develerimizi emrettiği şekilde bağladık, yattık. Gerçekten o gece çok şiddetli fırtına oldu; öyle ki, içimizden ayağa kalkan birisini rüzgâr Tayyi dağına sürükledi. Eyle hükümdarı (Yuhanna), Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize beyaz bir katır hediye etti. Hazreti Peygamber buna karşılık olarak Yuhanna’ya bir elbise giydirdi. Aynı zamanda Yuhanna’nın idaresinde bulunan halka güvence verdi ve onlara bir miktar cizye (vergi) mükellefiyeti koydu. Sonra Tebük’den dönerek yine adı geçen Vadi’l-Kur’a ya gelince oradaki bahçenin sahibesi kadına hitaben:
“Mahsûlün ne kadar geldi?” buyurdu. Kadın da, Hazreti Peygamberin tahmini üzere on vesak hurma çıktığını söyledi. Sonra bize şöyle buyurdu:
“Bir an önce Medine’ye varmak istiyorum. Benimle birlikte erken varmak isteyen acele etsin.” İbni Bekkâr, Medine göründü, anlamında bir söz söyleyince Resûl i Ekrem, “işte Tâbe (Medine)! buyurdu. Uhud dağını gördüğünde, “Bu, bizi seven ve bizim de kendisini sevdiğimiz dağcıktır.” dediler. Sonra bize sordular:
“Ensar’ın en hayırlı ailelerini size bildireyim mi?” Ashab, evet, dediler! Buyurdular ki: “En hayırlısı Neccaroğulları aileleridir. Sonra AbdülEşheloğulları aileleri. Sonra Saideoğulları aileleri veya Haris bin Hazreçoğullarının aileleri. Ensar’ın (Medine’lilerin) bütün aileleri hayırlıdır.” Diğer bir rivayette de:
“Sonrâ Harisoğulları aileleri. Sonra Saideoğulları aileleri” diye varit olmuştur.
Mütercim:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in mahsul tahminlerinin tastamam çıkması ve Tebük’de geceleyin şiddetli fırtına olacağını haber vermesi, Peygamberlik mucizelerinden sayılır. Eyle hükümdarı ile birtakım kabilelerin İslam’a boyun eğmeleri de Tebük gazasının güzel sonuçlarından biridir.
451- Abdullah bin Ömer (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Gökten inen yağmurla sulanan ekinlerde veya ırmak ve nehir gibi akarsularla sulanan arazilerden elde edilen ürünlerde zekât olarak onda bir (öşür) gerekir. Fakat hayvan ve dolap gibi vasıtalarla sulanan arazilerin ürünlerinde onda birin yarısı (yirmide bir) zekât gerekir.”
452- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Hurma ürünleri toplandığı zaman herkes öşrünü (zekâtını), verilecek yerlere dağıtılmak üzere Hazreti Peygambere getirirdi. Bu hurmalar Hazreti Peygamberin saadethanelerinde yığın halinde harman olurdu. Hazreti Hasan ve Hüseyin (R.A.)üma çocukluk hali olarak bu hurma yığınının çevresinde oynarlarken Hazreti Hasan’ın (veya Hüseyin’in), ağzına oradan bir hurma attığını gören Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hurmayı çocuğun ağzından mübarek parmağı ile çıkardı ve ona şöyle buyurdu:
“Muhammed ailesinin sadaka (zekât) yiyemeyeceğini daha öğrenmedin mi?” Diğer bir rivayette de şöyle buyurdular:
“Kıh kıh (ağzındakini at). Bizim sadaka yemediğimizin farkında değil misin?” Bu sözü Hazreti Peygamber Hasan’a yahut Hüseyin’e söylemişti.
Mütercim:
Muhammed ailesi (Âli Muhammed), imam Azam ile imam Malik’e göre, yalnız Haşimoğullarıdır. İmam Şafii’ye göre, hem Haşimoğulları, hem de Muttaliboğullarıdır. Bir de çocuk kısmı her ne kadar mükellef değilse de, küçük iken dinî hükümleri bilsin, İslam terbiyesi üzere yetişsin, diye buradaki titizlik gösterilmiştir.
453- Hazreti Ömer’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Allah yolunda (savaşlarda) binilmek üzere birine bir at bağışlamıştım. Fakat adam atı ziyan etti (hayvana bakmadı, hayvan çok zayıfladı). Sonra ucuz satacağını düşünerek bu hayvanı satın almak istedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sorduğumda şöyle buyurdu:
“Satın alma. Verdiğin sadakada döneklik yapma. O adam sana bir dirheme satsa bile alma. Çünkü vermiş olduğu sadakasını söküp alan kimse, dönüp kusmuğunu yiyen gibidir.”
Mütercim:
Böyle sadaka ve zekât türünden olan şeyin elden çıktıktan sonra satın alınması haram değildir; fakat tenzihen mekrûhtur. Bazı âlimlere göre de tahrîmen mekruhtur.
454- İbni Abbas (R.A.)’tan (R.A.) rivayet edilmiştir:
Hazreti Peygamber, zevcelerinden Meymune’nin (R.A) azatlı cariyesine zekât malından verilen bir koyunun atılmış leşini görünce:
“Derisinden yararlanabilirdiniz!” buyurdu. Ashab, o leştir, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdular.
“Ölü hayvanın sadece etinin yenmesi haram kılınmıştır.”
Mütercim:
Hazreti Peygamberin zevceleri tarafından azad edilen kölelerin sadaka ve zekât almaları caizdir. Fakat Hazreti Peygamberin ve Peygamber Al’inden sayılanların azadlılarına caiz değildir. Al-i Muhammed hakkında yukarda iki hadîs geçmiştir.
455- İbni Abbas (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Yemen’e vali olarak gönderdiği Muâz bin Cebel (Radıyallahu Anh) hazretlerine, görevine giderken şöyle buyurdular:
“Zulme uğramışın (mazlumun) ilenmesinden kork; çünkü onun ilenmesi ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur.” (Zekât ve öşür gibi haklar alınırken haksızlık edilmemesi emir buyruluyor.).
456- Abdullah bin Ebî Evfâ (R.A.) der ki:
Verilecek yerlere dağıtılmak üzere mallarının zekâtını Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e getiren kimselere Peygamber Efendimiz, hayır duada bulunarak;
“Allah’ım, falanın ailesine rahmet ve mağfiret buyur!” derdi. Bir gün babam da malının zekâtını getirip teslim edince, onun için de:
“Allah’ım! Ebû Evfa’nın ailesine rahmet ve mağfiret buyur.” diye dua etti.
Mütercim:
Peygamberlerden başkası üzerine “Salât ve Selâm” getirmek bizim için tenzihen mekrûhtur. Her ne kadar bunun manası sahih ise de “Salât” Peygamberlere has bir vasıf olmuştur. Onun için peygamberlerden başkasına “Salât ve Selâm” getirmek mekruh sayılmıştır. Nitekim “Muhammed Azze ve Celle” demek sahih değildir. Gerçekten Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem azizdir, celildir. Fakat “Azze ve Celle” tabiri Allah Teâlâ Hazretlerinin özel vasfı olduğundan yaratıklarda kullanılması sahih değildir. Fakat Peygamber efendimiz kendilerine has olarak “ve Salli Aleyhim = sen müminlere salât et, onlar için mağfiret dile” (Tevbe sûresi: 103 ayet) mealindeki ayeti kerime uyarınca dilediği şahıslara “Salât ve Selâm” eder. Bu Peygambere has özelliklerdendir. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.
457- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“İsrail oğullarından biri diğerinden bin dinar ödünç para istedi. Adam da bu parayı kendisine verdi. Sonra ödünç alan kimse deniz yolculuğuna çıktı. Dönmek için gemi bulamayınca bir odunu delip içine bin altını yerleştirdi ve (Allah’a tevekkül ederek) denize attı. Alacaklı adam da, (parasının vadesi geldiği için, acaba borçlu gelecek mi? diye iskeleye giderken) deniz kenarında bir odun gördü ve yakacak olarak ailesine götürdü. Odunun parçalayınca parayı (bin altını) buldu.”
Mütercim:
Denizin sahile atmış olduğu odun, anber, mücevherat ve bunlara benzer şeyleri almanın mubah olduğu bu hadîs-i şeriften çıkarılmaktadır.
458- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Hayvanların telefi hederdir, (başıboş gezen hayvanların telef ettiği can ve maldan dolayı sahiplerine tazmin gerekmez.) Kuyunun telefi hederdir, (bir kimsenin mülkünde olan kuyusuna düşüp de ölen olursa kuyu sahibine tazmin gerekmez.) Maden ocaklarının telefi hederdir, (meşru bir hakla açılan maden kuyuları içine düşmekle telef olan için tazminat ödenmesi gerekmez. Definenin (ve yeraltı madenlerinin) beşte biri hazinenindir.”
Mütercim:
Hayvanın telefini, zarar ve ziyanını, başıboş bırakılmaları adet olan yerde başlarında kimse bulunmadığı takdirde ittifakla tazmin gerekmez. Fakat sahibi beraber bulunursa veya hayvanın yedekçisi veya sürücüdür (sürücüsü ???) olursa, o hayvanın ön ayakları veya ağzı ve çenesi veya boynuzu ile sebebiyet verdiği zarar-ziyanın tazmini Hanefi mezhebine göre gerekir. Kuyruğu veya arka ayağı ile vurursa tazmin gerekmez. Ancak ön veya arka ayağıyla çiğnerse tazmin icab eder.
Hanbelî mezhebinde de hüküm böyledir. Eğer hayvan öne katılmış olursa her ne şekilde olursa olsun sebebiyle verdiği zarar vs ziyanın tazmini (ödenmesi) gerekir.
Şafii ve Maliki mezheblerinde, hayvan ile beraber bir kimse varsa bu hayvanın her halükarda yapmış olduğu zarar ve ziyanın tazmini gerekir. Bir insan hayvanını herkesin gelip geçtiği bir yerde durdursa da o hayvan ziyanda bulunsa, bu ziyanın tazmini ittifakla gerekir. Ancak böyle bir hayvan yol ortasında işer veya dışkısını yapar da bir üzerinden kayarak ziyana uğrarsa, tazmini gerekmez. Bir de bir insan yolda veya izinsiz olarak başka birinin mülkünde çukur kazar da, böyle kazılmış çukurlara bir insan düşüp telef olursa, o çukura (çukuru ???) kazan adamın yakın akrabası (akîlesi) üzerine ölenin diyeti lâzım gelir. Ayrıca çukuru kazan üzerine kefaret gerekir. Yine bu gibi çukurlara hayvan düşer de ziyan olursa, yine tazmin gerekir.
Cahiliyet devrinden kalma defineler ganimet yerinde sayıldığından cinsleri ne olursa olsun, kıymet ve miktarları ne olursa olsun, bunların beşte birini hazineye vermek gerekir. Şafii mezhebinde define mallarının kıymeti nisap miktarı (20 miskal altın veya 200 dirhem gümüş) değerinde olmadıkça beşte bir lâzım gelmez. Altun ve gümüşten başka şeylerden de lâzım gelmez.
Müslümanlara ait defineler ittifakla kaybolmuş eşya hükmüne girer. Yitik eşya işlemine tabi olurlar. Sahibi aranır, sahibi bulunmaz ise fakirlere dağıtılır.
Dostları ilə paylaş: |