UMRE ÖMRE BAHSİ
494- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“iki umre arasında işlenen günahlara umre kefaret olur. Haccı mebrûr (riyasız ve günahsız yapılan hac) un cennetten başka mükâfatı yoktur.”
Mütercim:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicretten önce Mekke’de her yıl hac ederlerdi. Fakat hicretlerinden sonra Veda Haccı diye şöhret bulan hacdan başka (farz) hac etmemiştir. Fakat bu Veda Haccında umre de yaptıklarından bu umre dâhil dört kez umre niyeti ile ihrama girmişlerdir. Birincisi Hudeybiye yılında, ikincisi Hudeybiye barışının gereği üzere ertesi yılda, üçüncüsü Huneyn gazasından dönüşlerinde ve dördüncüsü de Veda Haccında bir ihramda hac ile umreyi toplamaları suretiyle olmuştur. Ancak Hudeybiye barışı yapıldığı yılda umre, bilindiği gibi tamamlanamamış, ertesi yıla bırakılmıştı.
495- Hazreti Aişe (R.A.) der ki:
Hacdan sonra kardeşimle umre için (Harem dışındaki) Tenim’e giderken bana Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Senin bu umrenin sevabı, yaptığın masraf veya zahmet ve yoğunluğun derecesine göredir.”
Umre, sevabı ve mükâfatı çok olan bir ibadettir. Sevabın derecesi de, insanın yorgunluğuna göre artar ve değişir; onun için bu yorgunluktan üzülme, diye Hazreti Aişe uyarılmıştır.
Mütercim:
Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığına göre, uzak yerlerden yapılan ihramın sevabı, Mekke’ye yakın olan mikatlardan edilen ihramın sevabından daha çoktur. Fakat vaktin müsait olmaması sebebiyle Hazreti Aişe’ye Ten’im’den umre etmesi emredilmişti.
496- İbni Ömer (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem gazadan yahut hac ve umreden dönerken, yolda dağ ve tepe gibi her yüksek yere çıkınca: “Allahu Ekber,” diyerek üç defa tekbir alır ve sonra şöyle buyururdu:
“(Allah her şeyden büyüktür, Allah her şeyden büyüktür, Allah her şeyden büyüktür). Allah’tan başka ibadet edilecek hiç bir ilâh yoktur ve o birdir. Ortağı yoktur. Bütün mülk O’nundur. Bütün hamdler ona mahsustur. O, her şeye kâdirdir. Yolculuğumuzdan muvahhid tövbekarlar olarak, taat ve ibadet üzere ve Rabbimize secde ederek, hamd ederek dönüyoruz. Dinin muzaffer olacağına dair olan vaadi gerçekleşti ve kuluna zafer verdi. Bizzat kendisi ortağı olmaksızın bölük bölük düşmanlarımızı perişan etti.” Yani, Cenabı Hak Bedir’de, Hendek’de, Huneyn vak’asında düşmanlarımızı perişan etti de, şimdi biz yollarda serbest olarak emniyet ve güven içinde yürüyoruz, hac ve gazadan dönüyoruz.
Mütercim:
Bu tekbir ve duaları, hacca veya gazaya gidip gelen her şahsın, yahut seferde bulunanların yüksek yerlere çıktıkça okumaları müstehabdır.
497- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Sefer (yolculuk), azabdan bir parçadır; çünkü sizi yemeğinizden, içmenizden ve uykunuzdan alıkoyar. O halde yolcu olan biriniz işini bitirir bitirmez evine dönmesi için acele etsin.”
Mütercim:
Hac ve ticaret gibi meşru maksadlarla insanın yolculuğa çıkması bir nevi azab ve sıkıntıdır. Çünkü insan yolculuk halinde istediği şeyleri bulamaz, yorgunluk çeker, açlık ve sıkıntı çeker, uykusuz kalır.
498- Kâb bin Ucre (R.A.) der ki:
Hudeybiye anlaşması yaptığımız yılda hepimiz umre niyeti ile ihrama girmiştik. Bir ara bitlendim ve başımdan bitler akmağa başlamış iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza teşrif ederek bu durumumu gördü. Bana şöyle buyurdu:
“Bu böceklerin seni rahatsız ediyor mu?” Ben de: Evet, ya Resûlallah! dedim, rahatsız ediyorlar. Hazreti Peygamber: “O halde hemen başını tıraş et. Sonra üç gün (kefaret olarak) oruç tut yahut altı fakire birer fitre miktarı sadaka ver yahut gücün yettiğince, (tıraşından dolayı kefaret olarak) bir kurban kes.” buyurdu.
Kâb bin ucre diyor ki:
— Sizden kim hasta olursa yahut başından bir şikayeti bulunursa...” ayeti celilesi benim hakkımda nazil olmuştur. Fakat benim hakkımda nazil olmakla beraber hüküm herkes için geçerlidir.30
30 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:269-272
AV BAHSİ
499- Ebû Katâde’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Hudeybiye senesinde biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medine’den Mekke’ye giderken, bizi Mekke şehrine sokmamak için düşmanın hazırladığı haberi geldi. Hazreti Peygamber beni birkaç arkadaşla beraber düşmanın tutum ve harekâtını keşif için düşmanının bulunduğu yöne göndermişti. Arkadaşlarımın bir kısmı umre için ihrama girmişlerdi; fakat ben henüz ihrama girmemiştim. Bu görevle yolda giderken yabani bir eşek olan bir av hayvanına rastladık. Ancak bu av hayvanını benden önce ihramda bulunan arkadaşlarım gördüler. Bunlar ihramda oldukları için bana işaret edemiyorlardı; fakat keşke ben görsem de onu avlasam diye arzu ediyorlardı ve birbirlerine bakarak gülüşüyorlardı. Nihayet ben o yabanî eşeği gördüm; hemen mızrağım ile vurdum, düşürdüm. Arkadaşlarım ihramda olduklarından bana yardımda bulunamadılar. Kendim hayvanı boğazladım, derisini yüzdüm. Etini pişirerek arkadaşlarla birlikte yedik. Yanımızda kalan bir miktar et ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in yanına döndük ve durumu anlattık: Ya Resûlallah, biz bir yaban eşeği avladık ve etinden yedik. Şimdi de yanımızda o etten kalma bir miktar vardır. Hazreti Peygamber biz ihramlılara hitaben:
“(İhramda olmayan kimsenin av etinden) hepiniz yiyiniz!” Size helâldir, buyurdu.
500- Ebû Katâde (K.A.)’den rivayet edilmiştir:
Ebû Katâde’nin yaban eşeğini nasıl avladığını öğrenmek için Hazreti Peygamber sordu:
“İhramda bulunan sizden herhangi biriniz Katade’ye o hayvanı avlamak için delâlet yahut işaret etmiş miydi?” Katâde’nin arkadaşları dediler ki: Hayır, hiç birimiz ona ne söz söyledik ve ne de işaret ettik. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:
“O halde hayvanın arta kalan etinden yiyiniz!” diğer bir rivayete göre: “O eti yiyiniz, helaldir.” buyurdular.
Mütercim:
İhram halinde olan kimsenin deniz hayvanlarından başka kara hayvanlarını avlaması ittifakla haramdır; etinden yemesi de haramdır. Fakat ihramda olmayan kimsenin avladığı av hayvanının etinden ihramda olanın yemesine âlimlerin ihtilafı vardır. İmam Azam’a göre bu hadîs-i şerifin delâleti ile, ihramda olanların hiç bir söz ve işaret yardımları olmaksızın ihramda olmayan bir kimsenin avladığı av etinden ihramda olanların da yemesi caizdir. Fakat ihramdakilerin herhangi bir delâlet ve işaretleri olmuşsa, delâlet veya işaret edenlere kefaret lazım gelir. İmam Şafii ve İmam Malik’e göre, hüküm yine böyle ise de ihramda olmayan bir kimse ihramda olanlar için avlamışsa — ister ihramda bulunanların emir ve izni ile olsun, ister bilgileri dışında olsun – ihramdakiler için av eti haram olur. Bir de Şafii mezhebinde, ihramdakilerin delâlet ve işaretinden dolayı bir ceza gerekmez; fakat yine haramdır.
501- Sa’b bin Cessâme (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri hac için ihrama girmişken (Cuhfe’ye yakın) Ebvâ yahud Veddan adındaki yerlerden birinde Sa’b ibni Cessame tarafından kendilerine av eti hediye edilmişti. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu av (yaban eşeği) etini kabul etmeyip Sa’b Hazretlerine geri çevirdi. Hediyenin kabul edilmeyişinden Sa’b’ın yüzünden beliren üzüntü alâmetini Hazreti Peygamber görünce ona şöyle buyurdular:
“Biz, ihramda olduğumuz için bu av etini sana geri çevirdik.”
Mütercim:
Bazı âlimler bu hadîs-i şerife dayanarak ihramda olmayan kimsenin ihramda olanlar için avladıkları hayvan etinden ihramdakiler yiyemezler, haramdır hükmünü vermişlerdir.
502- Hazreti Aişe’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Harem hudutları içinde (Mekke dolaylarından harem çevresi olarak tespit edilen yerlerin dahilindeki bölgelerde) zararlı olan beş tür hayvan öldürülür. Karga, çaylak, akrep, fare ve kuduz köpek.”
Mütercim:
Hadis-i şerif açıklamalarında bulunan âlimler, Harem dahilinde öldürülmesi yasak olmayan hayvanlar yalnız bu beş hayvandan ibaret değildir, diyorlar. Beş tanesi örnek olarak söylenmiştir. İnsanlara ve ekinlere zararlı olan hayvanları öldürmek helaldir. Yılan, kurt, aslan gibi, zararlı ve yırtıcı hayvanlar Harem dahilinde öldürülebilir. Fakat bazı hayvanlar vardır ki, zarar ve ziyanı halinde öldürülmesi caiz ise de, zararlı durumu dışında sebepsiz öldürülmeleri caiz değildir. Ekinlere musallat olan bazı kuşlar da bu kabilden olsa gerektir. En doğruyu Allah bilir.
503- Abdullah bin Mes’ud (R.A.) anlatır: Biz, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile hac için ihrama girmiştik. Arefe gecesi Arafat’a giderken Mina’da bir mağaraya inmiştik. O mağarada Hazreti Peygambere “Ve’l-Mürselâti” sûresi nazil oldu. Bu sureyi Hazreti Peygamberin mübarek ağzından henüz taze taze alırken ve onun mübarek dudaklarından henüz, tükürük kurumamışken üzerimize koskoca bir yılan sıçradı. Hazreti Peygamber bize: “Yılanı öldürün!” buyurdu. Biz yılanı öldürmek için hemen harekete geçtikse de yılan bizden kurtularak kaçtı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Siz o yılanın şerrinden kurtuldunuz; o da sizin şerrinizden kurtuldu.”
Mütercim:
İhram halinde iken bile yılan gibi zararlı hayvanları öldürmenin caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.
504- Hazreti Aişe (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri keler (büyük kertenkele) hakkında:
“Zararlı bir hayvancıktır!” buyurduğunu kendi kulağımla işittim.
Mütercim:
Hadîs âlimleri diyorlar ki, keler hakkında hazreti Peygamber “O zararlı bir hayvancıktır” buyurduğuna göre, onu öldürmek caizdir.
505- İbni Abbas (R.A.) der ki:
Mekke fethedildiği gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri hepimize hitaben:
“Artık bundan böyle hicret yoktur; ancak cihad ve iyi niyet vardır. Siz (Hak yolunda) toptan savaşa çağrıldığınız zaman, savaşa çıkınız,” buyurdular.
Mütercim:
Mekke fethedilmekle İslam diyarı olduğundan artık bundan böyle Mekke’den Medine’ye hicret etmeye lüzum kalmamıştır. Fakat nerede bulunursanız bulununuz, askerliğe ve cihada çağrıldığınız zaman bu çağrıya koşunuz, demektir.
Bir de, küfür memleketi olan yerden İslam diyarına hicretin vücubu kıyamete kadar bakîdir. Fakat İslam diyarı ile küfür diyarı hangi yerlere söylenir? Bu hususta müçtehit imamlar ihtilaf ettiler. İmam Şafii Hazretlerine göre, bir defa bir yer fetih ve işgal suretiyle Müslümanların eline ve mülkiyetine geçtikten sonra tekrar kâfirlerin eline geçse bile, küfür diyarı hükmüne geçmez; orası kıyamete kadar İslam diyarı olarak kalır. Orada İslam ehlinden bir ferd kalsa dahi yine İslam diyarıdır. “Önce İslam diyarı olan bir yer, ondan sonra ebediyen küfür diyarı olmaz” demişlerdir. Bütün İslam ülkeleri İslam’dır, anlamını taşır.
İmamı Azam mezhebine göre: Bir memlekette İslam kaideleri uygulanmak şartı ile en az üç kişi bulunursa o yer İslam diyarıdır.
506- Enes bin Malik (R.A.) der ki:
Mekke’nin fethinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in mübarek başlarında miğfer adı verilen çelik başlık bulunarak şehre girmişti. Fetih tamamlandıktan sonra miğferi çıkardılar. Sonra biri gelip Hazreti Peygambere şu haberi verdi: “Nerede yakalanırsa öldürülsün!” diye emrettiğiniz İbni Hatal, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış olarak Harem’de bulunuyor. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
“(Nerede olursa olsun), onu öldürünüz,” buyurdu. Sonra Zemzem kuyusu ile Makam-ı İbrahim arasında bu kâfiri öldürdüler.
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifin delaletiyle İmam Malik içtihatlarında, derler ki, kısas ve buna benzer şer’i cezaların Harem hudutları içinde uygulanması caizdir. İmam Azam’a göre caiz değildir. Kısas için Hârem hudutları dışına çıkılması gerekir. Bu hadîs-i şerif, Mekke’nin fethi gününe mahsustur.
Adı geçen İbni Hatal’ın öldürülmesinin sebebi şu: Bu adam Medine’ye gelip Peygamberin huzurunda Müslüman olmuş, iken, zekât ve öşür toplamaya memur olarak gönderildikleri bir beldede arkadaşını öldürmüş ve Mekke’ye kaçmış, böylece İslam dininden çıkmıştı. Ayrıca çeşitli hicivler yaparak peygamberlerin aleyhinde bulunmuş ve ona dil uzatmıştı.
İmam Malik’in içtihadına göre, bu hadîs-i şerifin delaleti ile peygamberi kötüleyip hicvedenin hemen öldürülmesi gerekir. Tevbe etmesi onu idamdan kurtarmaz.
507- İbni Abbas (R.A.) der ki:
Cüheyne kabilesinden bir kadın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gelip dedi ki: Ey Allah’ın Resulü, benim annem hac adamıştı; fakat hac edemeden öldü. Şimdi ben annem için hac edeyim mi? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Evet, annen için haccet! Annenin zimmetinde bir borç bulunsa onun yerine bu borcu ödemeyi gerekli bulur muydun? Allah’a olan borçları ödeyiniz! Allah’a karşı olan borçlar, ödenmeye daha layıktır.”
508- İbni Abbas (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Veda Haccından Medine’ye döndüklerinde Ümmü Sinan adında yaşlı ve saliha bir kadına sordular; “Hacdan seni alıkoyan engel nedir, (bizimle neden hac etmedin?)” Ümmü Sinan cevaplarında: Ya Resûlallah, devemizin birine kocam bindi ve Peygamberle beraber hacca gitti. Devemizin birini de bahçeyi sulamak için bahçe dolabında çalıştırıyoruz. Onun için Peygamberle haccetmek şerefinden mahrum kaldım, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:
“Ramazan’da yapılan umre maiyetimde yapılan hac yerine geçer. (Maiyetimde haccetmekten mahrum oldunsa da
Ramazan ayında bir umre yaparak aynı sevaba erişirsin).”
Mütercim:
Gerçekten Ramazan ayında yapılan bir umrenin sevabı, peygamberle beraber yapılan hac gibidir. Ancak umre yapmakla farz olan hac düşmüş olmaz. Ayrıca farz haccın hac mevsiminde yerine getirilmesi gerekir. Bir değil, bin kere umre etmiş olsa, farz hac düşmez.
509- Ebû Saîd (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Bir kadın, yanında kocası yahut mahremi bulunmaksızın iki günlük yolculuğa çıkamaz. Ramazan ve Kurban bayramları olan iki gün oruç tutulmaz. İki namazdan sonra da namaz kılınmaz. İkindiden sonra, güneş batıncaya kadar (nafile namaz) ve sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar. Üç mescidden başkası için yola (sefere) çıkılamaz: Mescid-i Haram, benim (Medine’deki) mescidim, ve Mescid-i Aksa.”
Mütercim:
Hanefi mezhebinde bir kadın beraberinde kocası veya bir mahremi olmaksızın hacca gidemez. Şafii mezhebinde yollar güven altında ise, kendisi de emin durumda ise, onun gibi bir kaç arkadaş bulunabiliyorsa birlikte yalnız farz hac için gidebilir; başka ziyaretlere gidemez.
Bir de burada iki günlük mesafe diye rivayet edilmiş, başka yerde yine Buharî’de bir günlük mesafe diye rivayet edilmiştir: Hatta bir günlük değil, örf ve adette uzak olsun veya yakın olsun sefer denilen yere mahremsiz bir kadının çıkması caiz değildir. İster kadın genç olsun, ister ihtiyar olsun...
510- Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hac yolunda bir ihtiyar adam gördü ki, iki kişinin omuzlarına dayanarak yürüyor. Bunun üzerine: “Bu adamın derdi ne, (buna ne olmuş)?” diye sordular. Adamın yanındakiler: Ya Resûlallah, dediler, bu adamcağız yaya olarak haccetmeyi, Kâbe’yi ziyaret etmeyi adamıştı, yoruldu ve bu halde yürümek zorunda kaldı. Hazreti Peygamber:
“Bu adamın kendi nefsine işkence etmesine Allah’ın hiç ihtiyacı yoktur” buyurdular ve bir hayvana bindirilmesini emrettiler.
511- Ukbe’bin Âmir (R.A.) der ki:
Kız kardeşim Kâbe’yi yaya olarak ziyaret etmeyi adamıştı. Sonra kız kardeşimin bu adağını Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum. Bana cevaben şöyle buyurdular:
“Hemşireniz yaya da yürüsün, hayvana da binsin.”
Mütercim:
Allah için yaya olarak Kâbe’yi ziyaret etmek (haccetmek) üzerine borç olsun diye adak (nezir) yapan kimsenin bu adağı yerine getirmesi gerekir. Ancak buna gücü yetmezse hayvana biner ve bir koyun kurban eder. Fakat bir kimse yalın ayak hacca gitmeyi adamış olsa, yalın ayaklık bir ibadet sayılamayacağından bu adağın yerine getirilmesi gerekmez.
Hanefî ve Şafii mezheblerinde, hayvana (vasıtaya) binerek hac edilmesi, yaya hac edilmesinden daha faziletlidir. Şükür mertebesi ise, sabır mertebesinden daha üstündür.31
31 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:272-280
MEDİNE’NİN HAREMİ BAHSİ
512- Enes’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Medine’i Münevvere’nin şurasından şurasına kadar olan yeri (Uhud dağı ile Ayr dağı arası) Harem’dir. Bu bölgenin ağaçları kesilmez burada yeni bir şey icad edilmez. Kim bu Harem’de bir bidat meydana getirirse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerif İmam Şafii Hazretlerinin delili olup, Medine’i Münevvere’nin gösterilen çevre dahili, tıpkı Mekke’nin Harem’i gibi mukaddestir. Bu hudutlar içinde av yapılması ve kendiliğinden yetişmiş olan ağaçların kesilmesi yasaktır. Ancak bunları yapmakla bir ceza veya tazmin gerekmez. Çünkü Medine şehri, Mekke gibi hac ve menâsik yeri değildir.
Hanefi Mezhebinde de Medine muhterem bir yerdir; fakat Mekke’nin haremi gibi değildir. Onun için Medine’de av avlamak ve ağaçlarının kesilmesi yasak değildir. Bu hadîs-i şerifte olan yasaklama ise, Medine çevresinin güzelliğini korumak ve havanın temizliğini temin etmek içindir.
İmam Malik’e göre, Medine-i Münevvere Mekke-i Mükerreme’den daha faziletlidir.
513- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:
“Medine’nin iki kara taşlığı benim dilimle harem kılınmıştır.” Ebû Hureyre Hazreti Peygamberin Medine dışında oturan Harise Oğullarına şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Harisoğulları! Sizin Harem’in dışında kaldığınız mı sanılıyor? Hayır, siz Harem hudutları içindesiniz.”
Mütercim:
Medine şehri dışında iki sıra halinde taşlık tepecikler vardır, bu kara taşlıkların birisi Medine’nin doğusunda, diğeri batısındadır, Medine şehri bu iki taşlığın arasında bulunuyor. Hak Teâlâ Hazretleri bu iki sıra taşlı tepecikler arasını Hazreti Peygamber hürmetine muhterem kılmıştır. İmam Müslim’in rivayetine göre Medine-i Münevvere ‘nin harem hududu, merkezden itibaren on iki mil karedir. Bu hadîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hureyre der ki: Uhud dağı eteğinde şehit olarak yatan Hazreti Hamza’nın batısında Harise Oğulları oturuyordu. Hazreti Peygamber bu kabileye vardığında onlara hitaben: “Ey Harise Oğulları! sizin mahallenizin Harem hudutları dışında kaldığı sanılıyordu. Oysa siz Harem hudutları içindesiniz.” buyurdu. Bu son ifadeden anlaşıldığına göre, bir âlim ve müçtehid, kuvvetli bir ihtimale dayanarak verdiği bir hüküm de yanıldığını görürse sonra düzeltip, önceki hükmünden dönmesi gereklidir.
514- Hazreti Ali’den rivayet edilmiştir:
“Medine, Âir’den falan yere kadar Harem’dir. Her kim bu çevre içinde bir yenilik icad eder veya bunu icad edeni barındırırsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. O kimsenin ibadeti kabul olmaz, (veya özrü ve şehadeti kabul olmaz). Müslümanların zimmeti birdir (müşterek zimmetlidirler). Her kim, bir Müslümanın taahhüdünü ihlal ederse (bozarsa) Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti o kimsenin üzerine olsun. Onun da ibadeti kabul olmaz. Her kim, bağlı olduğu kişilerin izni olmaksızın başka bir cemaate bağlanırsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Onun da ibadeti kabul olunmaz.”
515- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:
“Bana kentleri yiyen (kendine bağlayan) bir kentte yerleşmem emredildi. Adına Yesrib diyorlar. Şimdi ise Medine’dir. Bu Medine, demirci körüğü demirin pasını nasıl giderirse sinesinden kötü insanları öylece yok eder.”
Mütercim:
Bu Hadîs-i şerif Hazreti Peygamberin saadet devrinde olan münafık ve fasık kimseler hakkında varit olmuştur. Yahut ahir zamanda Deccal çıkınca ona uyacaklara aittir; çünkü Medine’yi meşru bir maksad için terkedip başka yerlere gidenler hakkında olması mümkün değildir. Zira saadet devrinden sonra Hazreti Ali bile Medine’yi bırakıp Kûfe’yi hilâfet merkezi edinmişti. Cennetle müjdelenen on kişiden Ebû Ubeyde, Zübeyir ve Talha Hazretleri de Medine’den çıkıp kimi Şam’a, kimi Küfe cihetine gitmişlerdir. Yine Muaz bin Cebel, İbni Mes’ud ve Ammar bin Yasir gibi ashaptan büyük zatlar Medine’yi bırakıp çıkmışlardır. O halde bu Hadîs-i şerif özellikle birtakım insanlar hakkında muayyen bir vakit için varit olmuştur. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.
Bazı âlimler bu hadîs-i şeriften Medine’nin diğer bütün İslam ülkeleri üzerine üstünlüğünü, hatta Mekke’den de daha faziletli olduğunu söyleyerek hüküm çıkarmışlardır; çünkü Mekke’yi İslam ülkesine sokan ve kendine bağlayan yine Medine’dir. Fakat İmam Malik Hazretlerinden başka âlimlerin çoğuna göre Mekke-i Mükerrem’e daha faziletlidir. Mekke’yi fethedenlerin yine çoğu Mekke’den hicret etmiş olan muhacirler idi. Nitekim bütün insanların kıble yeri olan Kâbe Mekke’dedir. Sonra, İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan hac da Mekke’yi ziyaret, Kâbe’yi tavaf, Arafat’ta vakfe ile yerine getiriliyor. Aynı zamanda öteden beri Mekke, Allah tarafından Harem kılınmıştır. Dünya üzerinde ibadethane ve mescit olarak ilk inşa edilen Kâbe de Mekke’dedir. Bu Harem hudutları içinde av yapılması, ağaçlarının kesilmesi haram kılınmış ve bu suçları işleyenlere ceza uygulana gelmiştir. Ayrıca bu şehir hakkında: “Kim buraya girerse, emin olur,” mealinde ayeti kerime vardır. Yine Mekke’de işlenen günahlar, diğer yerlerde işlenen günahlardan büyük olur. Fakat Medine’de Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in kabri şeriflerinin bulunduğu Ravza-i Mutahhara yeri, değil Mekke i Mükerreme’den, Kâbe-i Muazzama’dan daha faziletlidir, dediler. Hatta Arş-ı Alâ’dan bile daha faziletlidir, diye söylemişlerdir. Böylece bütün peygamberlerin mübarek cesedleri ve mukaddes ruhları semada olmakla, yeryüzünde şerefli vücutlarının bulunduğu yer arzın diğer yerlerinden daha faziletlidir. Semada da ruhlarının bulunduğu yer, semanın diğer yerlerinden daha faziletlidir, demişlerdir. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.
516- Ebû Hûmeyd Saîdî (R.A.) der ki:
Tebük savaşından Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile dönerken uzakta Medine şehrini gördüğümüz zaman, Hazreti Peygamber Medineyi göstererek: “Şu, Tabe’dir” buyurdu. (Medine-i Tayyibe’dir.)
Mütercim:
Medine şehrinin bir kaç ismi vardır. Tayyibe, Tâbe, Tâib. Bu üç isim, Medine arazisi güzel kokulu olduğundan bu beldeye verilmiş adlardır. Yahut havası ve suyu güzel olduğundan verilmiş isimlerdir, denmiştir. Bir ismi de Beytu’r-Resûl ve Medinetü’r-Resûldür. Ayrıca Harem ve Harem-i Resul gibi daha bir çok isimleri vardır, ilk adı Yesrib’dir. Kırk kadar ismi olduğu söylenir. Kur’an-ı Kerim’de ve bazı hadîs-i şeriflerde Yesrib olarak adı geçer. İlk önce Medine şehrini kuran Amalika’lılardan Yesrib adında bir kimse idi. Onun adı ile isimlendirildi. Fakat bu isim fesad bozuk bir mana taşıdığından böyle çirkin bir ismi Hazreti Peygamber adetleri üzere Tâbe, Medine ve Tayyibe gibi isimlere çevirmişler ve Yesrib adını hoş görmemişlerdir. Ayeti Kerime’de Yesrib olarak geçmesi, münafıkların sözlerini hikâyeden ibarettir. Nitekim ayeti kerimede :”Hani o Hendek savaşanda münafıklardan bir bölük: Ey Yesrib (Medine) halkı, burası sizin duracağınız yer değil, hemen dönün (savaştan), diyorlardı,” şeklindedir. Geçen hadîs-i şerifte de: “Onlar, Medine’ye Yesrib diyorlardı.” buyrulmakla bu Yesrib isminin İslam’da muteber olmadığı anlaşılmaktadır.
517- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Medine’yi, en güzel günlerinde terkedip çıkacaklardır. Şehre yabanîlerden (yırtıcı yaban hayvanlarını ve kuşları kastediyorlar) başkası girmeyecektir. Medine’ye kaldırılacakların en sonuncusu Müzeyne kabilesinden iki çoban olacak ve bunlar sürülerini Medine’ye doğru haykırtı ile sürecekler ve Medine şehrini bir takım vahşi hayvanlarla dolu bulacaklardır. Bu iki çoban da Medine kenarında Şeniyyetü’l-Veda adındaki yere vardıkları zaman yüzükoyun düşeceklerdir, (öleceklerdir).”
Mütercim:
En kuvvetli görüşe göre, bu acıklı olay kıyamet kopmasına yakın ve Sûra üflenmesinden kısa bir müddet önce olacaktır. Çünkü yeryüzünde en son harab olacak ve halkı tükenecek olan Medine olduğuna dair hadîs-i şerifler vardır. Gerçi Yezîdî’ler zamanında Medine’de acıklı bir şekilde katliam olmuştur. Bir günde onbin Müslüman erkek ve kadın öldürülmüş, geri kalan halk dağlara kaçmış ve vadilere sığınmış ise de, büsbütün boş kalmamıştır. Bu çoban olayı da geçmemiştir. Gerçi bu çoban fıkrasını başlı başına bir hadîs imiş gibi sanmışlarsa da, doğrusu bütünü bir hadistir. Bir hadîs kabul edildiği takdirde de, henüz böyle bir olay geçmediği bilinmektedir. İkinci ihtimale göre sözü geçen acıklı olay geçmiştir, demek de caiz olabilir. Çünkü Yevm-i Hırre (felâket günü) diye adlandırılan o acıklı olayda Medine’de onbin kişi öldürülmüştü.
518- Süfyan bin Züheyr (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Yemen fethedilecek ve bu fetihten sonra bazıları sessizce Medine’ye dönüp ailelerini ve kendilerine uyanları alarak Yemene döneceklerdir. Hâlbuki bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlıdır. Şam da feth edilecek ve bazıları sessizce Medine’ye gelerek ailelerini ve kendilerine uyanları alıp Şam’a götüreceklerdir Hâlbuki bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlıdır. Irak da feth edilecek ve bazıları sessizce Medine’ye gelecekler, ailelerini ve kendilerine uyanları alıp tekrar Irak’a dönecektedir. Hâlbuki bilmiş olsalar, Medine onlar için daha hayırlıdır.”
Mütercim:
Bu haber Hazreti Peygamberin büyük mucizelerindendir. Zira bu sıraya göre önce Yemen bölgesi, sonra Şam bölgesi ve daha sonra Irak bölgesi fethedilmiştir. Gerçekten bu yerlerin su ve havasına geçim rahatlığına rağbet ederek Medine halkından çok kimseler ailelerini ve kandırdıkları kimseleri alarak adı geçen bölgelere göç etmişleridir. Hâlbuki Medine-i Münevvere’de Mescid-i Resûl’de beş vakit namaz kılmak, Hazreti Peygamberin Ravza-i Mutahhara sini ziyaret etmek dünyadan ve içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. İlim öğrenmek ve öğretmek veya cihad etmek gibi maksadlar için gidenler bu hükümden dışarda kalırlar.
519- Ebu Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:
“Gerçekten iman, yılanın kıvrılıp yuvasına çekilişi gibi, Medine ye çekilecektir.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifin manası kıyamete mahsus değildir. Hazreti Peygamberin devrinden kıyamet gününe kadar geçecek bütün zamanı kapsar. Hazreti Peygamberin devrinde her müminin Medine’ye rağbet ve arzu göstermesi, Hazreti Peygamberin orada bulunmasındandı. Hazreti Peygamberden sonra yine onun Ravza’sını ziyaret ve Mescidinde beş vakit namaz kılmak için rağbet edile gelmektedir. İşte her zaman kıyamete kadar Müslümanların en büyük ziyaret yeri ve kalplerinin şifası Medine-i Münevvere olacaktır. Şerkavî’de bu hadîs-i şerife bu şekilde mana verilmiştir. En doğru sunu Allah bilir.
520- Hazreti Aişe’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Hiç kimse Medine halkına hile etmeğe kalkışmasın; yoksa suda tuz eridiği gibi erir.”
(Kim hile ve çeşitli yollarla, savaşla Medine halkına zarar vermek isterse, o hain ve zalimi Allah Teâlâ helak ve perişan eder, Bir de Sahih-i Müslim’in rivayetinde: “ateşte kurşun eridiği gibi, cehennem ateşi içinde erir veya, suda tuz eridiği gibi erir,” diye varit olmuştur.)
521- Üsame (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir seferden dönüşlerinde uzaktan Medine şehrini görünce şöyle buyurdu:
“Benim gördüğümü görüyor musunuz? Evlerinizin içlerinde fitne mevzilerini, yağmur tanelerinin düştüğü mevziler gibi görüyorum.” (İlerde başınıza gelecek felâketli halleri ve ailelerinizin maruz kalacağı fitneleri şimdiden görüyorum.)
Mütercim:
Hazreti Peygamberin bu mucizesi aynen meydana gelmiştir. Hazreti Osman’ın hilâfeti zamanındaki hadiseler ve Harre vak’ası gibi nice acıklı olaylar cereyan etmiştir.
522- Ebû Bekre’den (R.A.)’den rivayet edilmiştir:
“Medine’ye Mesih Deccal korkusu girmeyecektir. O gün Medine’nin yedi kapısı bulunacak ve her kapıda iki melek olacaktır. (Bu melekler şehri koruyacaktır.)”
523- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Medine’nin her bir gediğinde melekler vardır; onun için Medine’ye Taun (veba) hastalığı ve Deccal giremeyecektir.”
524- Enes’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Deccal, Mekke ve Medine’den başka her ülkeye girecektir. Deccal’a karşı Medine’nin her bir gediğinde sıra sıra dizilmiş melekler vardır ve bunlar şehri koruyacaklardır. Sonra Medine halkı üç sarsıntı geçirecek ve bunların akabinde Allah, bütün kâfir ve münafıkları Medine’den çıkaracaktır (böylece Deccal’a iltihak edecekler, Medine’de yalnız müminler kalacak ve Deccal’dan korunmuş olacaklardır).”
525- Ebû Saîd (R.A.) den rivayet edilmiştir:
“Deccal Medine’nin kapılarından, içeri girmesi haram (yasak) olduğu halde gelecek ve Medine’nin çorak yerlerinden birine inecektir. O gün, Deccala karşı insanların en hayırlısı yahut insanların en hayırlılarından birisi çıkacak ve diyecektir ki: Senin, bize Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in hadîs-i şeriflerinde anlatmış olduğu Deccal olduğuna şahitlik ederim. Sonra Deccal orada bulunanlara:
— Bu adamı öldürür ve sonra diriltirsem, benim tanrı olduğumdan şüphe eder misiniz? diyecektir. Yanındakiler de: Hayır, şüphe etmeyiz, diyecekler. Bunun üzerine Deccal o adamı öldürüp sonra diriltecektir. Deccal, kendisini diriltince adam şöyle diyecektir:
Vallahi, bugünkünden daha (???) bir basirete hiçbir zaman sahip olmamıştım.”. (Gerçekten ve şüphesiz olarak anladım ki, sen Deccalsın). Deccal tekrar onu öldürmeye kalkışacaksa da öldüremeyecektir, (Allah onu öldürmek için Deccal’a müsaade etmeyecektir).”
Mütercim:
Medine’den Deccal’a karşı çıkacak hayırlı zat Hızır Aleyhisselâm’dır. Yahut Mehdi’dir (Aleyhisselâm), dediler. Sahih-i Müslim’in rivayetinde Hızır Aleyhisselâm olduğu kesinlikle beyan olunmuştur. Hatta Deccal, Hızır Aleyhisselâm’ı bıçkı ile başından sonuna kadar ikiye biçecek ve bir kısmını yolun bir tarafına öbür kısmını yolun diğer tarafına koyacak ve ortasından kendisi geçtikten sonra insanlara:
— Gördünüz mü, diyecek sonra diriltecek ve bunu üç defa tekrarlayacaktır. Orada bulunan insanların hepsi Deccal’ın tanrı olduğunu tasdik edecekler ve secdeye kapanacaklardır. Fakat dördüncü defa Cenab-ı Hak ona fırsat vermeyecektir. Hızır Aleyhisselâm da halka hitaben:
— Bundan sonra bu yalancı ve mel’un Deccal hiç bir kimseyi diriltmeye güç yetiremeyecektir. Bundan böyle bunun sihri batıldır, diyecektir. Sonra Deccal: Şimdi ben sana göstereceğim, diyerek Hızır Aleyhisselâm’ı alıp güya boğazlayacak. Boğazladıktan sonra da kesilen boyun halkasının arasına erimiş kurşun ve bakır dökecek; fakat yine Hızır Aleyhisselâm ölmeyecek ve sapasağlam ayağa kalkacaktır. Hızır tekrar:
— İşte bakınız, bu defa öldürmeye gücü yetmedi. Gördünüz mü? Bu yalancı bir sihirbaz Deccal’dır. Sakın buna inanmayınız, diyecektir. Sonra Deccal, Hızır Aleyhisselâm’ı ateşe atacaktır. İnsanlar onun ateşe atıldığını sanacaklar, Hâlbuki bulunduğu yer gül ve gülistanlık olacaktır.
Bu, Hızır Aleyhisselâm hakkında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, yarın kıyamet gününde Allah’ın huzurunda bu olaya en büyük bir şahid bu zatdır, buyurdu.
526- Cabir (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhisselâm efendimize bir Arabî gelerek Medine’de kalmak üzere biat etmişti. Sonra ertesi gün bu Arabî sıtmaya tutulmuş olduğu halde gelip: Benim biatimi bozun, eski halime döneyim. Muhacir olarak Medine’de kalamayacağım bedevi halime dönmeme müsaade edin, dedi. Hazreti Peygamber bunun dileğini üç defa geri çevirdi ve kabul etmedi. Sonra şöyle buyurdu:
“Medine, demirci körüğü gibidir. Pasını giderir ve temizini parlatır.”
Mütercim:
Ancak bu halin her zaman ve her şahısta uygulanması mümkün değildir. Böyle Arabî gibi bizzat Hazreti Peygambere söz vermişlere aittir. Çünkü Peygamberimizin devrinde, Hazreti Peygamberin huzurundan hoşlanmayıp savuşması ve hicretten çekinmesi, o zamana göre şer’an caiz değildi. Onun için kabul buyrulmadı. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.
527- Enes (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Allah’ım! Medine’ye, Mekke’ye verdiğin bereketin iki katını ver.
Mütercim:
İmam Malik bu hadîs-i şerifin zahirine dayanarak, gerek din bakımından ve gerekse dünya bakımından Medine’nin Mekke’den daha faziletli olduğuna ve Medine’de yapılan ibadetlerin de böylece Mekke’de olan ibadetlerden iki kat ziyade olacağına hüküm vermişse de, diğer müçtehit imamlara göre Hazreti Peygamberin duası, yalnız erzak ve ürünler hakkında varit olmuştur. Mekkede yapılan ibadetler hakkında ise ayrıca Mekke’de kılınan namazların faziletli olduğunu gösteren hadisler bulunduğundan ahiret işlerinde Mekke’nin feyzi daha boldur, diye hüküm vermişlerdir.
528- Hazreti Aişe (R A) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Medine’ye hicret buyurdukları zaman babam Ebû Bekir ile Bilâl Habeşî sıtma hastalığına yakalandılar. Mekke’den hicretlerine sebep olan Kureyş’in azılı kâfirlerine lanet mahiyetinde birtakım beyitler söylediler ve şikâyetlerde bulundular. Onların bu halini Hazreti Peygamber duyunca şöyle dua ettiler:
“Allah’ım! Bize Medine’yi, Mekke’yi sevdiğimiz gibi yahut daha çok sevdir. Ya Rab! Bizim ölçeğimize, kilemize (ürünlerimize) bereket ver. Medine’yi bize sıhhatli bölge yap ve bunun sıtmasını Cuhfe’ye naklet.”
Mütercim:
Hazreti Peygamberin bu duası kabul edildi. Medine’de sıtma ve veba hastalığından eser kalmadı. Havası ve suyu da muhacirlere yaradı. Nitekim Hazreti Aişe (R.A.)a bu hadîs-i şerifin sonunda Biz Medine’ye geldiğimiz zaman, dünyanın en vebalı ve en sıtmalı yeri burası idi. Ayrıca, medine’nin Bathan sahrasındaki vadi den çirkin ve acı bir su akardı. Sıtmaya sebep olan bu su Allah tarafından kurudu. Böylece Hazreti Peygamberin bir mucizesi olarak Medine’nin havası ve suyu değişti.32
32 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:280-291
Dostları ilə paylaş: |