SELEM BAHSİ
620- İbni Abbas’dan (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Peşin para ile veresiye mal alan kimse, belli bir ölçü veya belli bir, tartı ile belirli bir süre (vade) üzerinde anlaşsın.” Bir rivayette de: “Belli bir ölçü ve belirli bir vade hususunda anlaşsın.” buyrulmuştur.
Mütercim:
Selem satışı, veresiyeyi peşine satmaktır. Daha doğrusu peşin para ile veresiye mal almaktır ki, buna alevra satış denir. Diğer alışverişler gibi, selem de icab-kabul ile gerçekleşir. Meselâ, bir buğday satıcısına gelen bir müşteri: Sana yüz kilo buğday için üç yüz lira verdim, üç ay sonra teslim alacağım, der de, satıcı, kabul ettim, cevabını verirse selem suretiyle alış veriş gerçekleşmiş olur. Ancak selem suretiyle alış verişin sahih olabilmesi için bazı şartlar vardır. Satın alınacak malın cinsini ve vasıflarını açıklamak, alınacak malın cinsine göre miktarını belli etmek, malın fiyatını tespit etmek, malın teslim zamanını tayin etmek gibi. Ceviz ve yumurta benzeri malların büyüklükleri birbirine yakın olduğu için bunların miktarları sayı ile belirlenebilir, ölçek ve tartı ile de tespit edilebilir.
Muayyen bir kalıpla imal edilen tuğla, kerpiç ye benzeri maddelerin miktarları sayı ile gösterilir.
Kumaş ve bez gibi malların cinsleri gösterildikten sonra bunların eni, boyu ile incelik ve kalınlıklarını ve uzunluklarını da tayin etmek gerekir. Bununla beraber malın teslim edilme yeri de gösterilmek şarttır.
Şartlarına uyularak yapılan sözleşmede peşin olarak paranın teslimi gerekir. Eğer para teslim edilmeden satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılırlarsa, bu alış veriş geçersiz olur.
Hanefi mezhebinde, selem suretiyle satın alınacak malın en az bir ay sonra teslim alınması lazımdır. İmam Malik’e göre en az on beş gün sonra teslim alınmalıdır. Şafii mezhebinde malının tesliminin yapılması şart değildir. Mal ve para karşılıklı olarak peşin alınıp verilmiş olsalar selem yine sahih olur; fakat malın teslimi ertelendiği zaman, teslim vaktinin belirlenmesi şarttır. Hadîs-i şerifte geçen “şey” kelimesi, hayvanlara da şamil olduğu için, hayvanlarda da selem yolu ile alış verişin caiz olduğunu İmam Şafii kabul etmektedir. Hâlbuki Hanefî mezhebinde, hayvanlarda selem alış verişi caiz değildir.36
36 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:359-360
ŞUF’A BAHSİ
621- Ebû Râfi’den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin azadlısı olan Ebû Râfi’ (R.A.) der ki: Sa’d bin Ebi Vakkas’a, yâ sa’d! dedim, evinizdeki iki odamı benden satın al. Sa’d, vallahi onları satın almam! dedi. Misver, vallahi o iki odayı satın alacaksın, dedi. Sa’d, vallahi parça parça veya taksit taksit dört bin Dirhem’den fazla vermem, dedi. Bu odalara karşılık bana beş yüz Dinar verildi. Ancak Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ’in, “komşu, yanıbaşındakine herkesten daha müstehaktır.” buyurduğunu işitmemiş olsaydım, odalarımı size vermezdim, dedim ve bu odaları Hazreti Peygamberin emirlerine uyarak Sa’d bin Ebi Vakkas’a verdim.
Mütercim:
Satılacak akarın piyasa değeri ne ise o değer üzerinde ona sahip olmaya Şuf’a denir. Hanefi mezhebinde şuf’a hakkı, ilk önce satılık akarda ortaklığı olana aittir. Sonra satılık akarda iç içe bulunan (akarın yol ve su gibi menfaatlerini paylaşan) kişi gelir. Bunlardan sonra da bitişik komşuya, aittir. Birinci derecede hakka sahip olan, satılan mala talib ise, diğerleri hak iddia edemezler. İkinci derecede hakka sahip olan talib ise, üçüncü derecedeki hak isteyemez. Bu durumda şufa sebepleri üçtür. 1) Gayrimenkulün (taşınmaz malın) mülkiyetine ortak olmak, 2) Akarın yolunda veya suyunda kullanmak hakkı bulunmak, 3) Akarın komşusu olmak.
Şafii mezhebinde, bitişik komşunun şuf’ada hiç bir hakkı yoktur. Ebû Râfi’in bu nakledilen hadîs-i ise, satılan malda Sa’d bin Ebî Vakkas’ın bir ortaklığı bulunma ihtimaline yorumlanmaktadır. Bu da Hazreti Cabir’in: Şuf’a ancak ortak malda olur; hisseler ayrıldıktan sonra ve hudutlar gösterdikten sonra, kimsenin şuf’a hakkı olamaz, sözüne dayandırılmaktadır.
İmam Azam Hazretleri, Ebû Râfi’den rivayet edilen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin sözü ile amel ettiler. Şafii âlimleri bu Ebû Râfi’den rivayet edilen hadîs-i şerifin isnadında zaaf görmektedirler. Hâlbuki Hazreti Câbir’in rivayetinin isnadında zaaf yoktur.
Hanefî mezhebinde şufada üç şart lâzımdır:
1- Müvasebe: Malın satıldığını duyan kimse, hemen o mecliste şuf’a hakkına sahip bulunduğunu ve hakkını taleb edeceğini söylemelidir.
2- Şahid: Satılan yanına giderek en az iki kişi yanında: Siz şahid olun, bu mülkün şüf’a hakkı benimdir, haberim olmaksızın falancaya satılmıştır. Ben dava açacağım. İşittiğim anda Şuf’a taleb ettim ve şimdi de taleb ediyorum, gibi sözler söylemek. Yahut bu sözleri müşterinin yanına giderek bizzat ona söylemek. Müşteri uzak bir yerde ise ona mektupla bu haberi iletmek.
3- Dava: Mahkemeye başvurarak davacı olmak. Bu üç şarttan biri bulunmazsa şuf’a hakkı kalmaz. Bu üç şarta dikkat edilmelidir.
622- Hazreti Aişe (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum: Benim iki komşum var. Onlardan birine hediye veya bağış yapacağım zaman hangisine yapayım? Bana şöyle buyurdular. “Bunlardan sana kapısı en yakın olana.”
Mütercim:
Birkaç komşusu bulunan kimse, bunlar arasında tercih yapacağı zaman en yakın olan komşuyu seçmelidir. Ondan başlayarak diğer yakın komşulara vermelidir. Buharî Hazretleri Şuf’a bölümünde bu hadîs-i şerifi zikretmelerinin sebebi, bitişik komşunun şuf’a hakkı varken diğer komşulara tercihi gerektiğini göstermektir. Komşuların yakın ve uzaklığı, ev kapıları itibariyle olması gerekir. Fakat İmam Şafii Hazretleri, bu hâdîs-i şerif esas itibariyle şuf’a hakkında olmayıp açıkça hediyeye dair olduğundan bitişik komşunun şuf’a hakkına sahip olacağına delil olamaz, diye içtihat eyledi.37
37 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:361-362
İCARE BAHSÎ
623- Ebû Mûsâ El-Eş’arî (R.A.) der ki:
Yanımda Eş’arî kabilesinden iki kişi olduğu halde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna vardık. Bu adamlar çalışmak ve hizmet etmek için Hazreti Peygamberden valilik istediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana dönerek kırgın bir bakışla: “Ebû Mûsâ...” deyince, hemen dedim ki: Ya Resûlallah, seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim! Bu iki kişinin, sizden memuriyet isteyeceklerini bilmiyordum ve bu isteklerini bana açmadılar. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri o iki kişiye hitaben şöyle buyurdu:
“Memuriyetlerimize, talip olanları atamayız (ancak ehil bulduğumuz kişileri atarız).” (Çünkü istekte bulunanların bir maksadı olabilir).
Mütercim:
İmam Buharî Hazretleri bu hadîs-i şerifi icare bölümünde zikretti. Sebebi şu: Hükümetin memuru, amme işlerini gören kişi demektir. Adam için iş değil, iş için ehil adam aramalıdır, meşhur ata sözü, bu hadîs-i şerife uygun düşmektedir. Gerek kadılık görevine, gerek diğer memuriyetlere ehliyetli kimselerin tayini gerekir. Kadılık görevine talip olmak din yönünden iyi olmadığı gibi, diğer memuriyetleri de istemek bu hadîs-i şerif ile iyi bulunmamaktadır.
624- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Allah Teâlâ Hazretlerinin gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür.” buyurunca ashap sordu: Sen de mi? Resûli- Ekrem:
“Evet, Mekke’lilerin, Kararît bölgesinde koyunlarını güderdim.” buyurdular. Yahut “Mekke’lilerin koyunlarını, karârît (ücret) karşılığında güderdim.”
İbni Hacer el-Askalanî, Fethu’l-Barî adlı eserinde, bir miktar ücretle güderdim, manasını tercih etmiştir. Mekke’lilerin kırat kelimesini kullanmaları büyük miktarlarda görülmüştür. Paralarda, altın ve gümüşlerde kullanılmaz. Nitekim “Her kırât, Uhud kadardır”, hadîs-i şerifinde büyük miktar manasında beyan edilmiştir. Mısırlıların dilinde ise kırat ancak parada, altın ve gümüşte kullanılır. Bir kırat beş arpa tanesi ağırlığıdır.
İbni Hacer’in Mekke’de kırat adında bilinen bir yer olmadığı düşüncesi ile ilk mânayı kabul etmemesini bazı âlimler isabetli bulmamışlardır. Çünkü zamanımızda bile bir yerin meşhur olarak bilinmemesi onun mevcut bir yer olmadığına delil olamaz. Zamanla isimler ve şöhretler değişebilir de. Ayrıca Hazreti Peygamberin o yerde bu adı vermesi ihtimâli de vardır. Bu sebeplerden dolayı akla ve mantığa uygun düşen: “Mekke koyunlarını çocukluğumda Kararît bölgesinde güderdim” manasını vermektir.
Peygamberlere nübüvvetten önce koyun gütme görevi vermek onlara bir noksanlık olmayıp şefkat ve merhamete, idare ve siyasete alıştırmak, tevazu ve yüksek ahlâkla ahlaklanmak hikmetine bağlıdır.
625- Ebû Mûsâ’dan (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanların örneği, şuna benzer: Bir adam, birtakım kimseleri muayyen bir ücretle bir gün akşama kadar kendisine bir iş yapmak üzere kiralar. Bu adamlar da ona gün ortasına kadar çalışırlar; sonra derler ki, senin bize vermeyi kabullendiğin ücrete ihtiyacımız yok ve şimdiye kadar çalıştığımız da hükümsüzdür. Adam bu işçilerine der: Hayır, bunu yapmayın, işinizin geri kalanını tamamlayın ve ücretinizin tamamını alın. Onlar bunu yapmaktan kaçınırlar ve işi bırakırlar.
Adam bunlardan sonra başkalarını ücretle çalıştırır ve onlara der ki: Bu gününüzün geri kalanını çalışarak tamamlayın, size o çalışmayı bırakanlara şart koştuğum ücreti vereceğim. Bunlar da çalışırlar; nihayet ikindi olunca, sana yaptığımız iş hükümsüz (karşılıksız) dır ve bize tayin ettiğin ücret de senin olsun, derler. Adam, onlara: Geri kalan işinizi tamamlayınız, zira günün bitmesine kısa süre kaldı, der. Bu işçiler de çalışmaktan kaçınırlar. Adam, geri kalan zamanı çalışmak için başka kimseleri ücretle çalıştırır. Bunlar da günün geri kalan kısmını çalışırlar; nihayet güneş batar ve daha önce çalışan iki gurubun ücretini tamamen hak kazanırlar. İşte bu milletlerin ve onların ilahi nuru kabul etmelerinin örneği budur.”
Mütercim:
Yahudilerin ameli, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın peygamber olarak gönderilmesi ve Yahudilerin onu inkâr etmeleriyle hükümsüz kaldığı gibi, Hıristiyanların ameli de, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ı inkârları sebebiyle karşılıksız kalmıştır, diye bu temsil açıklanabilir.
626- İbni Ömer’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Sizden önceki ümmetlerden üç kimse yolda giderlerken (yağmura tutulduklarından) bir mağaraya sığındılar. Derken dağdan yuvarlanan bir kaya mağaranın ağzını kapadı. İçerdeki adamlar dediler ki, bu kayadan sizi, ancak sâlih bir amelinizi vesile ederek Allah’a dua etmeniz kurtarır. Onlardan biri şöyle dua etti:
— Allah’ım! Benim çok ihtiyar anne ve babam vardı. Onlara akşam sütünü içirmeden aile ve elim altındakilerden hiç kimseye içirmezdim. Bir gün bir iş takibinde oluşum, beni geciktirdi ve geldiğim zaman ikisi de uyumuştu. Akşam sütlerini sağdım ve (yanlarına vardığımda) kendilerini uykuda buldum. Onlardan önce aile veya elim altındakileri içirmek istemedim. İki elimde süt kadehi (bardağı) olarak durup uyanmalarını bekledim. Nihayet şafak sökünce uyandılar ve akşam sütlerini (sabahın bu erken saatinde) içtiler.
Allah’ım! Eğer ben bunu senin rızanı kazanmak için yaptımsa, içinde bulunduğumuz şu kaya derdinden bizi kurtar.
Bu dua üzerine kaya, biraz (mağaradan dışarıya çıkılamayacak kadar) aralandı. Diğer şöyle dua etti:
— Allah’ım! amcamın bir kızı vardı; bana insanların en sevimlisi idi. Kendisini bana teslim etmesini istedimse de, kaçındı. Sonra bu kız, açlık ve kıtlık senelerinden birine uğrayarak bana geldi. Bana kendini teslim etmek şartı ile ona yüz yirmi Dinar (sarı lira) verdim. Kızcağız (çaresiz kalarak) istediğimi yaptı. Nihayet ona istediğimi yapabilecek duruma geldiğim zaman dedi ki; Nikâhsız olarak halkayı (kızlığımı) bozmanı sana helâl etmem. Bu durumda ona yaklaşmayı ağır buldum ve verdiğim altınları kendisine bırakarak bana insanların en sevimlisi olan o kızın yanından ayrıldım. Allah’ım! Eğer bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz darlıktan bizi kurtar. Bu dua üzerine kaya biraz daha aralandı; fakat çıkmayı başarabilecekleri kadar değildi. Üçüncüleri şöyle dua etti:
Allah’ım! Ben birtakım işçiler kiraladım. Sonra onların yevmiyelerini ödedim; yalnız içlerinden biri ücretini almadan bırakıp gitti. Onun alacağını ticarette çalıştırdım ve bu alacaktan bir sürü mal meydana geldi. Bir müddet sonra yanıma gelerek dedi ki: Ey Allah’ın kulu, benim ücretimi bana öde! Ben de ona dedim ki, şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretindendir. Adam dedi ki, ey Allah’ın kulu, benimle alay etme! seninle alay etmiyorum, dedim. Bunun üzerine malların hepsini alıp götürdü.
Allah’ım! Eğer bunu senin rızanı kazanmak için işlemiş isem, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar. Bu dua üzerine kaya açıldı ve onlar da yürüyerek çıktılar.”
Mütercim:
Bazı rivayetlerde üçüncü adamın üç sa (takriben dokuz kilo) pirinç karşılığında işçisini çalıştırdığı nakledilmektedir. Bir işçinin izni olmaksızın onun ücretinde iş verenin istediği gibi tasarruf hakkı yoksa da, henüz işçinin eline geçmemiş olan bir ücretin üzerine ilâve bir bağış olacağından işçinin lehine olarak caizdir. Ayrıca bu hadîs-i şerif, iyi amellerin ahirette kişiler için kurtuluş vesilesi olacağına işaret etmektedir.
627- Ebû Saîd El-Hudrî (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem in emirleri ile ashaptan bir kaç kişilik bir müfreze (birlik) halinde gazaya çıkmıştık. Yolda Arap kabilelerinden birine uğradığımızda, bizi müsafir etmelerini istedik. Onlar kabul etmediler. O sırada bu kabilenin reisini akrep sokmuş olduğundan bütün halk çeşitli ilâçlarla onun tedavisine çalışıyorlardı. Fakat hiç bir fayda elde edilememişti. Sonra bize baş vurulmasını düşünmüşler ve bize gelip dediler ki: Reisimizi akrep soktu. Biz de her çareye baş vurduk fakat fayda vermedi. İçinizden herhangi birinizin buna dair bildiği bir ilâç veya afsun (okuyacağı havas) var mıdır? İçimizden biri (ben) onlara cevaben: Evet vallahi ben, Allah’ın izniyle sizin reisinizi afsunlarım. Ancak biz sizden müsafirliğe kabul edilmemizi istedik, siz razı olmadınız. Şimdi bize bir ücret tayin etmezseniz afsun yapmam, dedi. Sonra onlardan otuz baş koyun almak üzere sözleşme yapıldı. Teminat alınınca Ebû Said El-Hudri bu kabile reisinin yanına vardı ve Fatiha sûresini okuyup ona üfledi. Allah Teâlâ Hazretlerinin izni ile adam hemen iyileşti. Kendisinde hiç hastalık eseri kalmadı. Onlar da sözleşme gereği otuz baş koyunu teslim ettiler.
Koyunlar teslim alındıktan sonra bunları aramızda bölüşmeyi istedikse de, afsun yapan Ebû Saîd, durumu Hazreti peygambere arz etmeyi uygun buldu ve sorduktan sonra bölüşelim, dedi. Sonra bu koyunlarla Medine’ye dönülünce mesele Hazreti Peygambere arz edildi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Said’e hitaben:
“Fatiha sûresinin afsun olduğunu sana kim bildirdi? Gerçekten isabet ettiniz. Koyunları aranızda bölüşünüz ve bana da bir hisse ayırınız” buyurdu ve gülümsedi. (Yaptığınız iş o derece helâl ki, ben de yiyebilirim.)
Mütercim:
Bir kimse böyle şifa için afsun yapınca karşılığında verilecek ücreti almanın helâl olduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Verilecek ücret yalnız okuyana ait ise de, bütün hazırdaki arkadaşlar arasında, bölünmesi iyi ahlâklardan bir örnektir. Burada Hazreti Peygamberin “bana da bir hisse ayırın” buyurması, alınan ücrette bir şüphe olmadığını ifade etmek içindir. Yoksa onlardan hisse almamıştır.38
38 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:363-369
HAVALE BAHSİ
628- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Varlıklı olan kimsenin borcunu ödemeyip geciktirmesi, bu zulüm ve haksızlıktır. O halde sizden biriniz varlıklı bir adama havale edildiği zaman onun ardına düşsün (alacağını ondan talep etsin).”
Mütercim:
Borçlu olan kimse, borcunu ödemeye imkânı varken meşru bir özür olmaksızın bu borcunu ödemeyip bugün, yarın diye alacaklıyı oyalarsa, alacaklıya eziyet ve sıkıntı verdiğinden zulüm işlemiş olur. Bu şekilde eziyet etmek ise haramdır. Ancak, alacaklı, alacağını borçludan istedikten sonra oyalamanın haram olduğunu, alacak istenmeden geciktirmenin haram olmadığını âlimler söylemişlerdir.
Bir borçlu, üzerinde olan bu borcunu, kendisine borçlu olan başka birisine havale ederek alacaklısına ödenmesini isteyebilir. Bu durumda alacaklısı olan şahıs, üzerine havale edilen şahsı zengin bulduğu takdirde bu havaleyi kabul edip ondan alacağını isteyebilir ve onu takib etme hakkına sahip olur. İşte böyle bir işleme havale denilir. Havale, borçlu ile alacaklı arasında bağlantı haline gelir. Yani havale eden muhil (borçlu ile lehine havale edilen Muhalün Leh (alacaklı) arasında sözleşme yapılır; kendisine havale edilen Muhalün Aleyhin (üçüncü şahsın) hazır bulunması gerekmez. Ancak bu üçüncü şahsa havale haberi ulaşıp ta onu kabul ederse havale tamam olur. Böylece bir borçlu, kendi borcunu başkasına olan alacağına, karşılık o borçluya havale ederse, alacaklısının bu havaleyi kabul, etmesi ve alacağını bu üçüncü şahıstan takip etmesi icab eder ki, hadîs-i şerif buna delâlet etmektedir. Bu hadîs-i şerifte olan emir vâcibliğe değil, müstehablığa hamledilmiştir.
629- Seleme bin Ekvâ, (Radıyallahu Anh) der ki: Biz Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurlarında iken bir cenaze getirildi ve denildi ki: Ya Resûlallah, bu cenazenin namazını kılınız. Hazreti Peygamber sordu:
“Bu ölünün bir kimseye borcu var mıydı?” Oradakiler:
— Hayır, borcu yoktu, dediler. Yine sordu:
“Geriye mal olarak bir şey bırakmış mı?” Onlar :
— Hayır, mal diye bir şey bırakmadı, dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona cenaze namazı kıldı. Sonra başka bir cenaze getirildi ve Ya Resûlallah, buna cenaze namazı kılınız, dediler. Hazreti Peygamber onlara sordu:
“Bunun borcu Var mıydı?” Kendisine:
— Evet, vardı. Diye cevap verildi. Yine Hazreti Peygamber sordu “Geriye mal olarak bir şey bırakmış mı?” Oradakiler:
— Üç dinar bıraktı, dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, o cenazenin namazını kıldı.
Sonra üçüncü bir cenaze getirildi ve dediler ki, bunun cenaze namazını kılınız. Hazreti Peygamber sordu:
“Mal olarak geriye bir şey bıraktı mı?” Oradakiler:
— Hayır, bırakmadı. Dediler. Yine sordu: “Zimmetinde borç var mıydı?” Onlar:
— Üç dinar borcu vardı. Dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem : “Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın.” buyurdu. Ebû Katade dedi ki: Ya Resûlallah, onun borcunu üzerime alıyorum. Bunun üzerine Hazreti Peygamber onun da namazını kıldı.
Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Allah Teâlâ, Hazreti Peygamber’e fetihler ihsan edince (ganimetler çoğalınca), Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Ben, müminlere, kendi nefislerinden daha yakınım. Müminlerden kim (miras yerine) borç bırakarak ölürse onun borcunu ödemeyi üzerime alıyorum. Kim miras bırakırsa veresesine aittir.”
Mütercim:
İslam’ın ilk zamanlarında korkutmak ve ibret olmak için Hazreti Peygamber, borçlu ölenlerin cenaze namazını kılmamıştır. Fakat bu borçlu olarak ölenlerin cenaze namazları diğer ashap tarafından kılınırdı. Sonra fetihler çoğalıp ganimetler bollaşınca, artık Hazreti Peygamber, ölen Müslümanların borçlu olup olmadığını soruşturmayarak namazlarını kılardı. Çünkü borçlu olarak ölüp de borcunu karşılayacak mal bırakmamış ise bu borcu ödemeyi üzerlerine almışlardı.
“Ben, müminlere kendi nefislerinden daha yakınım. Bundan böyle müminlerden borçlu olarak ölenin borcunu ödemek bana aittir. Geriye mal bırakanın malı veresesi içindir.”
Hadîs-i şerifte adı geçen ölünün borcunu ödemeyi Ebû Katade üzerine aldığından ölüden borç düşmüş oldu. Bu şekilde kefalet ve tazmin ittifakla sahihtir.
630- Hazreti Câbir (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bana mal vaat ederek şöyle buyurmuşlardı: “Eğer Bahreyn’den para gelmiş olsaydı sana şöyle şöyle (avuç dolusu) verecektim.” Fakat Bahreyn bölgesinden para ancak Hazreti Peygamberin irtihallerinden sonra gelebildi.
Bu malın gelişinde Hazreti Ebû Bekir (R.A.) bir duyurucu vasıtası ile çarşı ve sokaklarda şu ilânı yaptırdı:
— Her kime Hazreti Peygamberin bir vaadi veya taahhüdü varsa yanımıza gelsin, ödeyeyim. Bu haberi duyunca Hazreti Ebû Bekir’in (R.A.) yanına gittim. Hazreti Peygamberin bana buyurduğunu ona arz ettim. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir; iki defa iki avuç dolusu bana para verdi. Bunların beşyüz dirhem olduğunu saydım. Sonra Hazreti Ebû Bekir bana hitaben: Verdiğimin iki katını da kendin avuçlayıp al, buyurdu. Ben de avuç avuç aldım ve paraların tümü bin beşyüz dirhem oldu.39
39 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:370-373
VEKÂLET BAHSİ
631- Ukbe bin Âmir (R.A.) der ki;
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ashabı kiram arasında bölünmek üzere kurbanlık davarlar vermişti. Hepsini ashap arasında böldükten sonra yalnız bir yaşında bir oğlak kalmıştı. Bu durumu Hazreti Peygambere arzettiğim zaman bana şöyle buyurdular:
“Onu da sen kurban kes.”
Mütercim:
Ukbe bin Âmir Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından veya ortaklar tarafından vekil olarak o davarların dağıtılmasına memur edilmişti. Yapılacak işlerde ortağın vekâleti caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.
632- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Bir adamın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’de muayyen bir yaşta bir deve alacağı vardı. Onu istemeğe geldi; fakat bu alacağını isterken sert ve kaba davrandı. Oradaki ashaptan bazıları bu adama haddini bildirmek isteyince, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Bırakın onu: (dilediği gibi) konuşmak, hak sahibinin hakkıdır. Bu adama, devesi yaşında bir deve veriniz.” ashap dediler ki: Ya Resûlallah, biz onun alacaklı olduğu deveden daha büyüğünü bulabiliyoruz, emsalini bulamadık. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
“Onu veriniz; zira sizin en iyi ödeme yapanınız, en hayırlınızdır.” buyurdular.
Mütercim:
Vekâletin caiz olduğu hükmü bu hadîs-i şeriften çıkarılmaktadır. Yine deve ve buna benzer hayvanların ödünç alınmasının cevazı Şafii ve Maliki fakihlerin çoğunluğuna göre bu hadîs-i şeriften alınmıştır. Ancak Hanefî mezhebinde böyle veresiye olarak hayvanı hayvan karşılığında satmak caiz değildir. Bu konuda açık olarak başka hadîs-i şerif varit olmuştur. Hanefî âlimlerinden İmam Tahavî’ye göre bu hadîs-i şerifin hükmü kalkmıştır. İmam Şafii’ye göre hükmü kalkmamıştır, bu hüküm halen de geçerlidir.
Bu hadîs-i şerife karşı olarak gösterilen diğer hadîs-i şerif, hadîs âlimlerince “Mürseî” dir. Hükmün kalkması bu derecedeki hadîsle olamaz, demişler ve İmam Tahavî’ye red cevabı vermişlerdir.
Görünüşte hadîste geçen iki deve arasında olan kıymet farkı bir menfaat sağlamaktadır. Ödünç muamelelerinde ise menfaat sağlamak haramdır. Fakat bu menfaat, akid esnasında şart koşulmadığından bir hediye hükmündedir, bu caizdir. Ancak İmam Malik Hazretlerine göre ziyadelik şartı akid esnasında olmasa bile, yine yasaktır.
Netice olarak Hanefi mezhebinde böyle veresiye olarak hayvanın cinsine satılması, ödünç verilmesi veya değiştirilmesi caiz değildir. Delil ise, diğer bir hadîs-i şeriftir.
633- Mervan bin Hakem (R.A.) ve Misver İbni Mahreme (R.A.) den rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine Havazin kabilesinden İslam’ı kabul eden heyetler geldi. Bunlar, daha önce kendileriyle Müslümanlar arasında yapılan savaşta ganimet olarak alınan mallarını, esir edilen, adamlarını geri almak istediler. Peygamber efendimiz onlara hitaben şöyle buyurdu:
“Bence sözün en değerlisi en doğru olanıdır. İki gruptan birini seçiniz: Ya esirleri veya malı. (Bu ikisinden birini size geri vereceğim) Esasen sizi beklemekte idim (fakat geç geldiniz).” Onlar ya Resûlallah! dediler, adamlarımızın geri verilmesini istiyoruz. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, Müslümanlara bir konuşma yaparak, Allah Teâlâ Hazretlerine, şanına lâyık şekilde hamd ü senada bulundu ve sonra şöyle buyurdu:
“İmdi biliniz ki, din kardeşleriniz tevbe ederek (Müslüman olarak) bize geldiler. Onlardan alınan esirleri kendilerine geri vermeyi ben uygun gördüm. İçinizden bunu karşılıksız olarak yapmak İsteyen varsa yapsın. Kendi payını korumak isteyenler de varsa Allah Teâlâ’nın bize ihsan edeceği ilk ganimet mallarından kendilerine paylarının karşılığı tarafımızdan verilmek üzere bunu yapsınlar.” Müslümanlar dediler ki: Biz, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in öngördüğünü gönül hoşluğu ile kabul ettik. (Bir karşılık beklemeksizin onlara esirlerini geri vermeyi kabul ediyoruz.) Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Biz, hanginizin bunu şahıs olarak kabul ettiğini, hanginizin kabul etmediğini bilemeyiz. Yerlerinize dönünüz. Düşüncelerinizi komutanlarınıza söyleyin de onlar bize arz etsinler.” Sonra bütün ashap yerlerine gidip fikirlerini açıkladılar ve hepsi esirlerin karşılıksız olarak geri verilmesine razı oldular.
Mütercim:
Bu hadîs-i şeriften, vekilin ikrarı ve söz söylemesi müvekkilin ikrarı demek olduğunu meydana çıkıyor. Çünkü her birliğin komutanı emrindekilerin vekili sayılmıştır. İmam Ebû Yûsuf Hazretleri bu görüşü benimsedi. İmam Azam, İmam Şafii, imam Muhammed Hazretlerine göre, komutanlar idareci ve hâkim durumunda olup maiyeti hakkında onların sözlerinin kabulü, tıpkı hâkim in ve idarecinin memurlar hakkında olan sözlerinin kabulü gibidir.
634- Ebû Hureyre (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beni bir vakit zekâtı muhafazaya memur etmişti, (anbar memuru olmuştum). Bir gece adamın biri gelip hurma erzakından avuçlayarak aldı. Ben de onu yakalayarak, seni Hazreti Peygambere götüreceğim, dedim. O hırsız bana dedi ki: Gerçekten ben buna muhtacım. Benim çoluk çocuğum var ki, son derece ihtiyaç içindedirler. Ben de acıyarak onu bıraktım. Sonra sabah olunca Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdu:
Ebû Hureyre! Dün gece yakaladığın adam ne yaptı?” Ben de: Ya Resûlallah! dedim. O adam, çoluk çocuğunun ihtiyaç ve zaruretinden şikâyet ettiği için kendisini acıdım ve bıraktım. Hazreti Peygamber:
“Ne var ki, o adam sana yalan söyledi ve yine dönecektir.” buyurdu. Tekrar erzak çalmak için geleceğini bildiğimden onu gözetledim. Bir gece yine geldi. Zekât mallardan avuç avuç almağa başladı. Kendisini yakaladım ve: Seni Hazreti Peygamberin huzuruna, götüreceğim, dedim. Adam bana yalvardı:
— Beni bırakınız. Son derece fakir ve muhtacım. Çoluk çocuğum da son derece zaruret içindedir. Bir daha gelmeyeceğim. Bu defa da beni bağışla, dedi. Yine acıyarak onu salıverdim. Sabah olunca Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:
“Ebû Hureyre! Gece yakaladığın adamı ne yaptın?” buyurdu. Ben de:
— Yâ Resûlallah! Son derece ihtiyacından, çoluk çocuğunun zaruretinden şikâyet etti, merhamet diledi. Ben de onu acıyarak salıverdim, dedim. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdu:
“Ne var ki, o yalan söylemiştir ve yine dönecektir.” Sonra ben üçüncü gece yine onu gözetledim. Bir de baktım ki, avuç avuç hurma çalıyor. Hemen onu yakaladım ve: Bu defa muhakkak seni Hazreti Peygamber götüreceğim; çünkü bir daha gelmeyeceğim diye söz verdiğin halde tekrar geldin, bu üçüncü defa oldu, dedim. Adam bana şu cevabı verdi. Bu defa da beni bırak; ben sana çok değerli kelimeler öğreteceğim ki, bunlar sebebiyle Allah Teâlâ sana çok faydalar ihsan ve ikram eder.
— Öğreteceğin kelimeler nedir? diye sordum. Dedi ki:
— Yatacağın zaman “Ayete’l-Kürsî” yi sonuna kadar oku. Her akşam böyle okursan, sabaha kadar Allah Teâlâ Hazretleri sana koruyucu Melekler gönderir ve seni korurlar. Şeytan da sana yaklaşamaz, dedi. Bu sözüne karşılık ben de onu salıverdim. Sabah olunca yine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sordu:
“Geceki tutsağı ne yaptın?” Ben de, hırsızın bana söylediği sözleri ve öğrettiği kelimeleri Hazreti Peygambere anlattım ve bunun üzerine adamı salıverdiğimi; söyledim. Hazreti Peygamber Bana şöyle buyurdu:
“Yalancı olduğu halde, (Ayete’l-Kürsi’nin özelliğine dair) sana doğruyu söylemiştir. Ya Eba Hureyre! üç geceden beri seninle konuşan kimdir, biliyor musun?” Ebû Hureyre: Hayır, bilmiyorum, dedi. Hazreti Peygamber:
“O şeytandır,” buyurdu.
Mütercim:
Ebû Hureyre (R.A.), öşür ve sadaka anbarını korumaya memurdu ve Hazreti Peygamberin vekili idi. Böyle vekil olanın, vekâlet ettiği maldan zaruret dolayısı ile bir şey vermek veya harcamak halinde müvekkilin muvafakatını alması gerektiğine bu hadîs-i şerif delil olmaktadır.
635- Ebû Saîd El-Hudrî (R.A.) der ki:
Bilâl Habeşî Hazretleri bir kere “Berna” adı verilen sarı ve yuvarlak biçimde hurma ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelince, ona sordu;
“Bu hurma nereden?” Bilâl dedi ki:
— Ya Resûlallah, yanımda bulunan kalitesiz hurmadan iki ölçek verip bu berna hurmasından bir ölçek aldım ve size ikram için özel olarak getirdim. Hazreti Peygamber Bilâl’a şöyle buyurdu:
“Eyvah, eyvah! Ribanın tâ kendisi, ribanın tâ kendisi... Bunu yapma. Böyle iyi hurma satın almak istediğin zaman, sendeki kalitesiz hurmayı para ile sat ve aldığın para ile bu iyi hurmayı satın al.” Sonra o hurmaların hemen sahibine geri verilmesini Hazreti Peygamber emretti.40
40 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:373-379
Dostları ilə paylaş: |