Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə32/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   42

MAİDE SÛRESİ
1132- Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Medine dışından bir kabile, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek bir müddet Medine’de oturdular. Sonra Medine’nin suyundan ve havasının ağırlığından şikâyet ederek şöyle dediler:

— Ya Resûlallah! Biz bu beldenin havasını ağır bulduk, (burada hasta olduk). Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şu cevabı verdi:

“işte şu develerimiz, Medine dışına havası güzel bir yere (Mer’aya) çıkıyorlar. Siz de onlarla çıkın ve bu develerin sütlerinden ve (hastalığın tedavisi için) bevillerinden içiniz.”

Bu tavsiye üzerine o kabile Medine dışına çıktılar ve develerden de faydalanarak sıhhat buldular. Fakat bir müddet sonra kavuştukları nimete nankörlük ederek hak dinden döndüler ve peygamberin çobanını öldürüp bütün develeri yağma ettiler. Allah’a ve Peygamberine karşı çıkarak tehditler savurmaya başladılar.

Mütercim:

Bu irtidat eden kabile, eski memleketlerine kaçmak üzere iken, Hazreti Peygamber o üzücü olayı öğrendi. Hemen onların takip edilerek yakalanmaları için Hazreti Peygamber bir birlik gönderdi. Giden birlik onları yakalayarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in huzuruna getirdi. Sonra fesad ve kötülük peşine koşan bu kimseler hakkında şu mealdeki ayeti kerime nazil oldu:

“Allah’a ve onun peygamberine savaş açanlar ve yeryüzünde fesad peşinde koşanların cezası ancak öldürülmek veya çarmıha gerilmek veya el ve ayakları çaprazlamasına kesilmek veya sürgün edilmektir.”

Bu ayeti kerime uyarınca cezalarını çektiler.

Eti yenen deve ve diğer hayvanların sidikleri ve tersleri, İmam Azam Hazretlerinin mezhebine göre hafif necaset hükmündedir. Bunların zaruret halinde sıtma ve diğer hastalıklar için kullanılması caiz ise de, kesinlikle içilmeleri haram olan şeyleri kullanmak caiz değildir. Fakat içilmeksizin dıştan kullanılabilirler.


1133- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir defa öyle hüzün verici ve dokunaklı bir hutbe okudu ki: öylesini bir daha kendilerinden işitmedim. O hutbede şöyle buyurmuştu:

“Ey ashabım! Eğer benim bildiğimi siz bilmiş olsaydınız, az güler ve çok ağlardınız.”

(Allah Teâlâ’nın azametinden, kıyamet ahvalinden, cinayet işleyenlerin azabından ve bunların korkunç hallerinden benim bildiklerimi siz de benim kadar bileydiniz, bu halleri düşünerek çok ağlardınız ve hiç gülmezdiniz.)

Bu hutbenin tesirinden bütün ashap hüngür hüngür ağlayarak elleri ve mendilleriyle yüzlerini kapadılar. O sırada ashaptan bir zat (Abdullah bin Huzafe) ayağa kalkarak:

— Ya Resûlallah! Benim babam kimdir? dedi Hazreti Peygamber oha: “Falancadır (Hüzâfe’dir)!” buyurdu. Böyle yersiz bazı soruların Hazreti Peygambere sorulması üzerine Allah tarafından şu mealdeki ayeti kerime nazil oldu:

“Ey iman edenler! Size açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri peygambere sormayın, Kur’an indirilirken bunları sorarsanız, size açıklanır (ve hoşlanmazsınız). Allah şimdiye kadarki sorularınızı bağışladı. Allah Gafûr’dur, Halîm’dir.” (Maide: 101)

Mütercim:

Huzafe’nin üç oğlu vardı. Abdullah, Kays ve Harice. Bunlara neseb bakımından dil uzatılırdı. Hazreti Peygamber gerek bu hutbelerinden önce ve bu hutbe arasında sorulan yersiz sorulardan rahatsız olmuşlardı. Hatta birisi de kalkıp, benim devem kayboldu, nerededir? diye sordu. Bu hareketlerden celâllenen Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Kim ne isterse bana sorsun; hemen burada ona cevap vereceğim.” Bunun üzerine kendi nesebinde şüphesi olan Abdullah şüphesini gidermek için yukarda geçen soruyu sordu ve şüphesi giderilmiş olduğundan sevindi. Fakat sonradan annesi, böyle yersiz soruyu duyunca son derece üzüldü ve kederlendi. Kıyamete kadar beni, Hazreti Peygamberin ümmeti içinde töhmet altında bırakacak söz söyledin, diye oğluna fena halde gücendi.

Hazreti Peygamberin bu yersiz sorular üzerine celallenmesini teskin için, Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) gidip Hazreti Peygamberin mübarek ayaklarına kapandı ve şöyle dedi:

— Biz Rabbimiz Allah’tan, dinimiz, İslâm’dan ve peygamberimiz Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den hoşnuduz. Fitnelerin şerrinden Allah’a sığınırız.
1134- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki: “Ey Resulüm de ki: Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azab göndermeğe yahut Parti parti sizi birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmaya da kâdirdir. Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi, nasıl açıklıyoruz!” (En’am: 65) mealindeki ayeti kerime nazil olunca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri üstten ve alttan gelen azab için:

“Allah’ım! Bu gibi azabdan senin azametine sığınırım.” buyurdu ve birbirine düşürme azabı için de: “Allah’ım! Bu bir dereceye kadar hafif veya ehvendir.” dedi.

Mütercim:

Başka bir hadîs-i şerifte, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem : -Ümmetimden dört şeyin kaldırılmasını Allah Teâlâ Hazretlerinden diledim. Fakat bu dört şeyden Allah Teâlâ ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmadı. Ümmetimi Lût kavmi gibi, semadan taş yağdırarak ve bir de Karun gibi yere geçirerek helak etmemesine dair iki duamı Allah kabul buyurdu. Ancak ümmetim arasında ayrılıklar olmamasını ve birbirleriyle savaşmamalarını niyaz ettimse de bu ikisini Allah kabul buyurmadı.”

(İnsanlar arasında kıyamete kadar ayrılıklar, çekişmeler ve birbirleriyle savaşmalar olacaktır.)
1135- Hazreti Abdullah (Radıyallahu Anh) der ki.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Hazretlerinden daha çok kıskanan hiç bir kimse yoktur. Bunun içindir ki, Allah Teâlâ gerek gizli ve gerek aşikâr bütün fuhuşları haram kıldı. Yine Allah Teâlâ’dan övülmeyi daha çok seven hiç kimse yoktur. Onun içindir ki, kendi zatını övmüştür.”

(Kur’an ı kerimin bir çok ayetlerinde: Allah Rahim’dir, Gafûr’dur, Âlîm’dir. Hamd Allah’a mahsustur, diye övgüler vardır. Ayrıca kullar tarafından Allah’a edilen hamd ve övgülerden Allah razı olur. Bunda kulların faydası var; Allah ise kulların hamdına muhtaç değildir.)10

10 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:775-778
BERÂE SURESİ
1136- Semûre bin Cündüb (Radıyallahu Ann) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Bu gece bana iki melek geldi ve beni alıp götürdüler. Nihayet beni bir şehre götürdüler ki, o şehrin binaları altın ve gümüş kerpiçlerle örülüydü. Orada bizi bir takım erkekler karşıladılar. Onların bedenlerinin bir kısmı, gördüklerinin en güzeli ve bir kısmı da gördüklerinin en çirkini idi. Beraberimdeki melekler, o kimselere dediler ki: Haydi cennet nehirlerinden şu nehire giriniz. Onlar da gidip o nehire girdiler. Sonra yanımıza döndüler. Kendilerinden o çirkinlik gitmiş ve gayet güzel bir şekile girmişlerdi. Sonra o iki melek bana dediler ki: işte şurası Adn cennetidir. Şurası da senin makamındır. vücutlarının yarısı gayet güzel ve yarısı gayet çirkin olan kimseler de; iyi amellerini, diğer kötü amellerle karıştıranlardır.” (Tevbe: 102) Allah Teâlâ bunların günahlarını bağışlamıştır.11

11 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:779


HUD SURESİ
1137- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem söyle buyurdu:

“Aziz ve şanı yüce olan Allah Teâlâ, malını (benim yolumda) harca ki ben de sana ihsan edeyim, buyurmuştur.

Allah’ın ihsan eli dolu olup yermek suretiyle eksilmez ve gece gündüz bol bol nimet saçar. Gökleri ve yeri yaratalı beri Allah’ın ihsan ettiği nimetleri götürüyorsunuz. O’nun elindeki nimet hazinelerinden hiç bir şey eksilmemiştir. Gökleri ve yeri yaratmazdan önce Allah’ın Arş’ı su üzerinde idi. Adalet terazisi de onun kudret elindedir; dilediğini alçaltır, dilediğini de yükseltir.” (Her şeyin ölçüsü onun elindedir; dilediğine dilediği miktar verir.)
1138- Ebû Mûsâ’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri, zalime mühlet verir; nihayet onu yakaladı mı, artık bırakmaz (kaçırmaz).” Ebû Mûsâ der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu buyurduktan sonra şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

“Zalim ülkeleri cezalandırmak istediğinde senin Rabbinin cezalandırması işte böyledir. O’nun cezalandırması çok acı ve çok ağırdır.” (Hûd: 102)

Mütercim:

Bu ayeti kerime ile Allah Teâlâ, kullarını zulüm işlemekten sakındırıyor.12

12 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:779-780


HICR SÛRESİ
1139- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri, göklerde emrini verince melekler, O’nun buyruğuna boyun eğerek kanatlarını çırparlar ve sert kaya üstünde zincir sesine benzeyen bir gürültü çıkarırlar. Kalplerinden korku gidince derler ki, Rabbiniz ne buyurdu? Meleklerin büyükleri cevap verir:

— Allah, hak ve gerçek olanı buyurdu. Allah yücedir, uludur. Bu arada kulak hırsızlığı yapanlar, bu sözleri işitirler. Bu kulak hırsızlığı yapan (cin ve şeytan) lar, şöyle, bir diğerinin üstünde halkalanırlar. Bazan işitene, aldığı haberi arkadaşına iletmeden önce şahap (akanyıldız) yetişerek onu yakar. Bazan da kendisine şahap isabet etmeyip aldığı haberi peşindekine ve o da altında bulunana ileterek haberi zincirleme dünyaya ulaştırırlar. Sonra bu haber sihirbazın ağzına atılır. Sihirbaz (kâhin) da yüz tane yalan ekleyerek haberi yayar ve yüzde biri doğru çıkınca da insanlar, falan ve filan gün, şöyle ve şöyle olacağını bize bildirmemiş miydi? İşte doğru çıktı, derler. Doğru çıkan ise gökten işitilen söz (haber) dür.”

Mütercim:

Hicir sûresinde: “Biz, gökleri (Allah’ın rahmetinden) kovulmuş şeytandan koruduk. Ancak Kulak hırsızlığı eden olursa onu parıldayan bir şahap (ağma) kovalar.” (Hicr: 17-18) mealindeki ayeti kerimenin tefsiri olan bu hadîs-i şerif münasebetiyle denilmektedir ki: Önceleri şeytanlar göğe çıkarak haber çalıp yeryüzüne inerler ve aldıkları bu haberleri kâhinlere ve dostlarına verirlerdi. Bu şeytanlar, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın doğumundan sonra göklerin üç katından kovuldular. Sonra Peygamberimizin doğumundan itibaren de, yakıcı bir şahap ile kovalanarak kehanet ve sihirbazlık kapıları kapanmış oldu. 13

13 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:780-782


NAHL SÛRESİ
1140- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) rivayet etmiştir:

“Allah’ım! Cimrilikten, tembellikten, yaşlanıp bunamaktan, kabir azabından, Deccal’in fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.” diye Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua ederdi.

Mütercim:

Kur’an ı kerimin: “Kiminiz de yaşlanıp bunama çağına itilir.” mealindeki ayeti kerime nazil olduktan sonra, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle dua ederlerdi.14

14 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:782
İSRA SURESİ
1141- Ebu Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Ben, kıyamet gününde Âdem oğullarının efendisiyim. Bu nedendir, bilir misiniz? Allah Teâlâ Hazretleri, öncekileri ve sonrakileri bir yerde (geniş bir arazide) toplayacaktır. Öyle bir yer ki, çağıran kişi oradakilere sesini duyuracak ve gözde onları görebilecektir. Güneş de onlara yaklaşacaktır. Mahşer halkının keder ve sıkıntısı, çekilmez ve dayanılmaz dereceye ulaşacaktır. İnsanlar birbirlerine diyecekler ki, başınıza geleni görüyorsunuz. Rabbiniz katında size şefaat edecek birini araştırmayacak mısınız?

Sonra insanlar birbirine diyecekler ki, şefaat dilemek için Âdem Aleyhisselâm’a gidiniz. Onlar da Hazreti Âdem Aleyhisselam’a giderek ona şöyle diyecekler:

— Sen insanoğullarının atasısın. Allah kudret eliyle seni yarattı ve kendi kudretinden sana ruh verdi. Sonra meleklere emretti ve sana secde ettiler. Rabbin katında bize şefaatçi ol. İçinde bulunduğumuz (kötü) hali görüyorsun. Sıkıntımızın ne dereceye ulaşmış olduğunu biliyorsun Âdem Aleyhisselam cevap verecek:

— Gerçek şu ki, benim Rabbım bugün öyle gazaba gelmiştir ki, bundan önce böyle bir gazaba gelmemiş ve bundan sonra da böyle bir gazaba asla gelmeyecektir. Rabbım, yasak ağacın meyvasından yemeği bana yasakladığı halde O’nun emrine karşı geldim. Kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm. Başkasına gidin. Nûh Aleyhisselam’a gidin. Sonra onlar Nuh Aleyhisselâm’a gidecekler ve şöyle diyecekler:

— Sen yeryüzüne gönderilen büyük peygamberlerin ilkisin, Allah Teâlâ Kur’an da seni “Çok şükreden kul” olarak anmıştır (seni övmüştür) . Rabbin katında bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali görüyorsun, Nuh Aleyhisselâm cevap verecek:

— Aziz ve yüce olan Rabbım, bugün öyle gazaba gelmiştir ki, bundan önce böyle bir gazaba gelmemiş ve bundan sonra da böyle bir gazaba asla gelmeyecektir. Hem de ben, kavmimin helaki için dua etmiştim. Kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm. Başkasına gidin, İbrahim Aleyhisselâm’a gidin. Onlar da İbrahim Aleyhisselâm’a gidip şöyle diyecekler:

— Ey İbrahim Aleyhisselâm! Sen Allah’ın peygamberi ve dünya halkından Allah’ın Halil’isin (dostusun). Rabbin katında bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali görmüyorsun (görüyorsun)? İbrahim Aleyhisselâm onlara cevap verecek:

— Benim Rabbim bugün öyle bir gazaba gelmiştir ki, bundan önce böylesine gazab etmemiştir ve bundan sonra da asla böyle bir gazaba gelmeyecektir. Hem de ben üç yalan söylemiştim. Kendi derdimdeyim, kendi derdimdeyim, kendi derdimdeyim. Başkasına gidin; Mûsâ Aleyhisselâm’a gidin. Onlar da Hazreti Mûsâ’ya gidib şöyle diyecekler:

— Ey Mûsâ! Sen Allah’ın Resulüsün, Allah sana peygamberlik vermekle ve seninle konuşmakla seni diğer insanlardan üstün kıldı. Bizim için Rabbinden şefaat dile. İçinde bulunduğumuz hali görüyorsun. Mûsâ Aleyhisselâm onlara cevap verecek:

— Benim Rabbim bugün öyle bir gazaba gelmiştir ki, bundan önce böylesine gazab etmemiştir ve bundan sonra da böylesine gazab asla etmeyecektir. Hem de ben emredilmediğim halde bir cana kıymıştım (bir adam öldürmüştüm). Başım dertte, başım dertte, başım dertte! Siz başkasına gidin; İsâ Aleyhisselâm’a gidin. Onlar da İsâ Aleyhisselâm’a gidib şöyle diyecekler:

— Ey İsa (Aleyhisselâm)! Sen Allah’ın Resulüsün ve Meryem’e vasıtasız olarak bıraktığı kelime ve Allah’tan bir ruhsun. Beşikte çocuk iken insanlarla konuşmuşsun. Bizim için Rabbinden şefaat dile. İçinde bulunduğumuz hali görüyorsun? Hazreti İsa (Aleyhisselâm) onlara cevap verecek:

— Benim Rabbim bugün öyle bir gazaba gelmiştir ki, bundan önce böylesine gazab etmemiştir ve bundan sonra da asla böylesine, gazab etmeyecektir. Hazreti İsa, (diğer peygamberler gibi, işlediği herhangi) bir günah anmayacak, Kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm, kendi derdime düşmüşüm. Başkasına gidin; Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gidin, diyecek. Onlar da Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gidip şöyle diyecekler:

— Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem )! Sen Allah’ın Resulüsün ve peygamberlerin sonuncususun.

Allah senin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim içinde bulunduğumuz hali görüyorsun.

Ben de, kalkıp Arş’ın altına vararak Rabbim Azze ve Celle Hazretlerine secdeye kapanacağım. Sonra Allah bana, (secdede iken) kendisine öyle hâmd ve güzel övgüler ilham edecek ki, benden önce hiç kimseye bunları ilham edip açmamıştır. Sonra bana şöyle denilecek:

— Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem )! Başını secdeden kaldır. Dilediğini iste, sana verilecektir. Dilediğine şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır. Bunun üzerine ben başımı kaldıracağım ve şöyle diyeceğim!

— Ümmetimi isterim, ya Rabbi! Ümmetimi isterim, ya Rabbi! Ümmetimi isterim ya Rabbi! Bana denilecek ki:

— Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! Ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları, cennet kapılarının sağından (Bab-ı eymen’den) içeri al. Bu cennete girenler, cennetin diğer kapılarında da diğer insanlara ortaktırlar.”

Bu hadîsi- şerifin sonunda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Cennet kapıları kanatlarından her iki kanadın arası, Mekke İle Himyer arası yahut Mekke ile Busrâ arası kadardır.” (Himyer, Yemen’de bir bir belde ve Busrâ da Şam tarafında bir yerdir.)

MÜTERCİM:

Bu hadîs-i şerifte bütün peygamberlerin “kendi derdime düşmüşüm” demeleri mahşer gününe mahsustur. Mahşer gününden kurtulduktan sonra bütün peygamberler ümmetlerinden bazılarına şefaat edeceklerdir; bu hususta Allah tarafından kendilerine izin verilecektir. Bunlardan başka şehitler ve veliler de şefaat etmeğe yetkili kılınacaklardır. Bu hususlar, hadîs-i şerif ve ayetlerle sabittir.15

15 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:782-787



KEHF SÛRESİ
1142- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Kıyamet gününde bazı iri yapılı, semiz adamlar gelecektir ki, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar ağırlıkları olmayacaktır. Siz bunların durumunu belirten şu mealdeki ayeti kerimeyi okuyunuz: “Biz o kâfirler için kıyamet gününde terazi kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz).” (Kehf: 105)16

16 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:787
MERYEM SÛRESİ
1143- Ebû Saîd’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

(Cennetlikler cennete cehennemlik olanlar da cehenneme girdikten sonra) alaca bir koç şeklinde ölüm getirilip (cehennem ile cennet arasında) durdurulur. Sonra bir münadi (çağıran) seslenir: — Ey cennet ehli!.. Cennetlik olanlar başlarını kaldırıp bakarlar. Sonra münadi onlara sorar:

— Siz bunu (bu koç biçimindeki yaratığı) tanıyor musunuz? Onlar:

— Evet, bu ölümdür diyecek ve hepsi onu görmüş olacaklardır. Sonra o münadi cehennemlik olanlara seslenecek:

— Ey cehennemlikler!.. Onlar da başlarını kaldırıp bakacaklar. Sonra münadi soracak:

— Siz bunu (bu koç biçimindeki yaratığı) tanıyor musunuz? Onlar:

— Evet, bu ölümdür! diyecekler ve hepsi onu görmüş olacaklardır. Sonra koç şeklindeki ölüm orada boğazlanır. Arkasından münadi şöyle der:

— Ey cennetlik olanlar! Bundan sonra ölüm yoktur. Siz ebedi olarak cennette kalacaksınız.

— Ey cehennemlik olanlar! Bundan sonra ölüm yoktur. Siz de cehennemde ebedî olarak kalacaksınız.”

Sonra cennetliklerin sevincinin artacağını ve cehennemliklerin de kat kat kedere boğulacaklarını beyan buyuran şu mealdeki ayeti kerimeyi Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem okudu;

“(Ey Resulüm), sen o kâfirleri, hasret (pişmanlık) gününe karşı uyar ki, haklarında hüküm verildiği zaman kendileri gaflet içinde idiler (bu gaflette olanlar dünyalılardır) ve iman etmemekte direniyorlardı.” (Meryem:39)17

17 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:788-789


ALTINCI CÜZ

NÛR SURESİ
1144- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:

Ashaptan Uveymir adında bir zat Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek:

— Ya Resûlallah! Bir kimse, kendi zevcesinin yanında yabancı bir erkeği bularak zinalarına gözleriyle şahid olsa, onu zina halinde öldürse siz de kendisini kısas olarak öldürür müsünüz veya koca burada nasıl hareket etmelidir? diye sordu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Hazretleri seninle zevcen hakkında Kur’an (ayet) indirdi. (Nûr: 4) Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’de belirtilen şekilde lânetleşmelerini onlara emretti. Uveymir de karısı ile lanetleşti. Sonra Uveymir, ya Resûlallah! Eğer onu nikâhım altında tutarsam kendisine haksızlık etmiş olurum, dedi ve onu boşadı. Bu boşama, onlardan sonra, lânetleşen karı-koca hakkında sünnet (şeriat) oldu. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bakınız, bu lânetleşen kadın, karnındaki çocuğunu siyah, kapkara gözlü, kalın kalçalı ve kalın baldırlı olarak doğurursa, Uveymir’in bu kadın hakkında söylediği bence doğrudur. Eğer bu kadın çocuğunu, kızılcağız ve kızıl keler gibi çelimsiz doğurursa, Uveymir’in gerçekten o kadına iftira ettiği kanısındayım.” Sonra o kadın, Uveymir’i doğrular biçimde çocuğunu doğurdu. Bu çocuk, anasına nispet edilerek çağrılırdı. Ona, Uveymir’in oğlu denmez, Havle ‘nin oğlu denirdi.

Mütercim:

Hanefî mezhebinde, karı-koca arasında fıkıhtaki usulüne göre mülâane yapıldıktan sonra, hâkim bunların arasını ayırır. Hâkim in bu ayırması bain suretiyle talaktır.

Şafii mezhebinde ise, kocanın lanetlemesinden sonra bir daha birleşmeyecek şekilde boş olur.

Maliki mezhebinde de, karı-kocadan her ikisinin lânetleşmesinden sonra ayrılık meydana gelir ve nikâh kalkar, talak vaki olmaz.

Hanbeli mezhebinde, bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel edilerek, liandan sonra kocanın boşaması ile talak ve ayrılık olur. Boşamazsa nikâh devam eder.

Lianın karı-koca hakkında faydası şu: Koca, kazif cezasından (zina iftirası cezasından) ve kadın da zina cezasından kurtulmuş olur. Bu hususta bilgi için fıkıh kitaplarının Lian, Zina, Kazif bölümlerine bakılsın.


1145- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Ashaptan Hilâl bin Ümeyye, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek zevcesinin Şerik bin Semhâ (Sehma) adında biriyle zina ettiğini söyledi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Davanı delil ile (şahidlerle) ispat et; yoksa (iftira suçundan) sırtına (seksen değnek) vurulmak gerekir.” Hilâl dedi ki:

— Ya Resûlallah! birimiz, kendi evinde bu işlenen suçu yalnız başına görünce dışarı çıkıp şahid araması mı gerekir? Hilâl’in bu sözüne karşı yine Hazreti Peygamber:

“Muhakkak delil gerekir; yoksa sırtına dayak cezası var.” buyurdu. Hilâl bin Ümeyye, sözünü yeminle kuvvetlendirerek doğru konuştuğunu, kesinlikle ifade etti ve Allah benim sırtımı iftira cezasından korumak üzere ayet indirecek, dedi. Bunun üzerine şu mealdeki ayeti kerimeyi Allah Teâlâ Hazretleri indirdi:

“Zevcelerine zina isnad edenler ve kendilerinden başka şahidleri bulunmayanlar: Bunlardan her birinin şahitliği, dört defa doğru olduğuna dair Allah’ı şahit göstermesidir. Beşinci defada, eğer yalancılardan ise Allah’ın lanetine uğramasını diler.” (Nûr: 6-7)

Bu ayeti kerime indikten sonra Hazreti Peygamber haber göndererek Hilâl ile zevcesini huzura getirtti. Önce Hilâl, zevcesine isnad ettiği zina suçunda doğru söylediğini dört defa yeminle ifade etti. Beşinci defada, eğer yalancı ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını diledi. Bu esnada Peygamber Efendimiz, karı kocadan her ikisine şöyle buyurmakta idi: “İkinizden birinin yalancı olduğunu Allah muhakkak surette bilir. Sizden tevbe (suçunu itiraf) edecek olan var mı?” Sonra Hilâl’ın karısı Asim kızı Havle kalkarak, kocası tarafından kendisine iftira edildiğine dair dört defa şahitlik etti. Beşincisinde, oradakiler kadını durdurarak, yalan söylüyorsa mutlaka Allah’ın gazabına uğrayacağını ihtar ettiler. Kadın bocalayıp durakladı ve oradakiler, lânetleşmekten vazgeçeceğini sandılar. Sonra kadın, ben yakınlarımı bütün gün kepaze edemem, diyerek yemin ve laneti tamamladı. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:

“Bu kadını gözleyiniz. Eğer karnındaki çocuğu, sürmeli gözlü, kaba etleri dolgun ve baldırları iri olarak doğurursa, bu çocuk Şerik bin Sehmâ’nın (zinadan) çocuğudur.”

Sonra kadın bu şekilde bir çocuk doğurdu. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Eğer Allah’ın kitabında geçen hüküm olmayaydı, benimle bu kadın arasında ağır bir hesaplaşma olurdu.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte ve Iian ayetinin iniş sebebi üzerinde hadîs âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Bundan önceki hadîs-i şerife bakılırsa, Iian ayetinin iniş sebebi, Uveymir’in Hazreti Peygambere müracaat etmiş olmasıdır. Bu ikinci hadîs-i şerife bakılırsa, ayetin inmesine sebeb Hilâl bin Ümeyye’dir.

Âlimlerin çoğuna göre, ayetin inmesine sebeb Hilâl’dir. Sonra bu hüküm Uveymir’e ve başkalarına teşmil edildi. Fakat Vakıdî’nin görüşüne göre bu ayetin nüzulüne sebeb Uveymir’dir.

Ayrıca kendisine zina isnad edilenin Şerik bin Sehmâ olduğunda ittifak vardır. Her iki hadîs-i şerifte zina ile suçlanan kadınların ismi Havle oluşu, bu meseleyi açığa kavuşturmayı zorlaştırıyor. Bazı âlimler, Havle isminde ayrı iki kadın bulunduğunu söylemektedir. Böylece bir erkek, ayrı ayrı iki kadınla zina etmiş olabilir.18

18 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:789-792


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin