Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə34/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   42

CUMA SÛRESİ
1166- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Biz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in huzurunda oturmakta iken, Cuma sûresi nazil oldu. Bu sûreyi Hazreti peygamber okudu. “Henüz o ümmî Arablara katılmamış olan diğer (ırklardan da bütün) insanlara (o peygamberi gönderdi).” (Cuma: 3) mealindeki ayeti kerimeyi okuyunca, bu henüz katılmayan kimseler kimlerdir? diye Hazreti peygambere soruldu. Bu soru üç defa tekrarlanınca, Hazreti Peygamber mübarek elini yanında bulunan Selmanî Farisî’nin omzuna koyarak şöyle buyurdu:

“iman, Süreyya yıldızında olsa, bunlardan birtakım kişiler veya bir kişi, mutlaka onu elde ederdi.”

(Nitekim arab olmayan ve sonradan gelen büyük İslâm müçtehitleri yetişmiş ve İslâm dinine büyük hizmetleri olmuştur.)31

31 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:809-810
MÜNAFIKÛN SÛRESİ
1167- Zeyd bin Erkam (Radıyallahu Anh) der ki:

Biz Tebük savaşında bütün ashabla bir arada iken, (münafıklardan) Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün kendi adamlarına şöyle dediğini işitmiştim: Siz bundan sonra Peygamberin etrafında bulunan muhacirlere hiç bir şekilde yardımda bulunmayın, onlara bir şey vermeyin. Böyle yaparsanız, onlar peygamberin etrafından dağılırlar ve ev sahibi biz şerefli kimseler, o sığıntıları Medine’den çıkarmış oluruz.

Ben de bu sözleri amcam Sa’d bin Ubade’ye yahut Hazreti Ömer’e söyledim. Hazreti Ömer de bunu Peygamber efendimize bildirdi. Sonra Hazreti Peygamber beni huzurlarına çağırarak işi benden tahkik etti. Ben de olduğu gibi söylenenleri anlattım. Bundan sonra Hazreti Peygamber, Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ü ve arkadaşlarını huzura getirterek, böyle mi konuştunuz? diye sordu. Onların hepsi yemin ederek tamamen inkâr ettiler. Onların toplu bir şekilde ve yemin ederek söylediklerini inkâr etmeleri beni yalancı durumuna soktu. Buna öyle üzüldüm ki, hayatımda böyle bir üzüntü ve keder çekmedim. Böyle keder içinde evime çekilip oturdum. Benim üzüntüm yetmiyormuş gibi, amcam Sa’d bin Ubade, neden rahat durmadın, başına iş çıkarıp peygambere karşı yalancı oldun, diyerek beni azarlıyordu.

Sonra Allah Teâlâ Hazretleri beni doğrulayan: “Allah’ın Peygamberi yanında bulunan (göçmen Yoksul) ları beslemeyin ki, dağılıp gitsinler, diyenler onların kendileridir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır; fakat münafıklar (bunu) anlamazlar. Diyorlar ki: (eğer bu savaştan) Medine’ye bir dönersek, and olsun, güçlü olan güçsüz olanı oradan çıkaracaktır. Hâlbuki kuvvet ve üstünlük Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler.” (Münafıkûn: 7-8) mealindeki ayeti, kerimeyi indirdi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber bir adam göndererek beni huzurlarına çağırdı. Sonra bu ayetleri okuyarak bana şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Hazretleri seni doğruladı, ya Zeyd!”32

32 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:810-811


1168- Zeyd bin Erkam’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah’ım! Ensar’ı (Medineli ashabı), Ensar’ın oğullarını ve Ensar’ın oğullarının oğullarını bağışla.”


TAHRİM SÛRESİ
1169- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri pâk zevcelerinden Cahş kızı Zeyneb’in evinde bal şerbeti içer ve yanında fazla kalırdı. (Buna kıskandığımızdan) Hazreti Ömer’in kızı Hafsa ile şöyle anlaştık: Hazreti Peygamber, hangimizin evine gelirse, ya Resûlallah! Sen meğâfir (tatlı fakat kokusu hoş olmayan bir bitki usa- resi) mi yedin? Senden meğâfîr kokusu alıyorum, desin. Sonra Hazreti Peygamber, zevcesi Hafsa’nın yanına gidince, Hafsa konuştuğumuz şekilde Hazreti Peygambere hitab etti. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Hayır, meğafîr yemedim. Fakat Cahş kızı Zeyneb’in evinde bal şerbeti içerdim. Yemin ettim, bir daha içmeyeceğim ve bunu da hiç kimseye söyleme.”

Mütercim:

Hazreti Hafsa, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in sırrını (bal şerbeti içmeyeceğine dair yemin edişini) Hazreti Aişe’ye anlatıp haber verdi. Bunun üzerine: “Ey Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun” mealindeki ayet nazil oldu. (Tahrîm: 1)

Bu ayetin nüzul sebebi hakkında bir rivayet de şudur: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, zevcesi Hazreti Hafsa’yı nöbetlerinde ziyaret ettikleri bir günde, Hazreti Hafsa peygamberin izniyle babasına gitmişti. Hazreti Peygamber de kendisine hizmet için cariyesi Mariye’yi çağırmış ve ona hizmet ettirmişti. Hazreti Hafsa bunu öğrenince çok üzüldü. Bunun üzerine Hazreti peygamber ona şöyle buyurdu:

“Mariye’yi kendime haram edersem razı olur musun?”

Hafsa: — Evet, razı olurum deyince, Hazreti Peygamber:

“İşte haram ettim. Fakat bunu sakın hiç kimseye söyleme.” buyurdu. Sonra Hazreti Hafsa, Peygamberin bu sırrını Hazreti Aişe’ye söyledi.

Fethu’l-Barî şerhinde ayetin nüzul sebebi olarak bu olayı (Mariye hadisesi) tercihli gösteriliyor. Fakat Buharî şerhinde açıklandığı üzere, bal şerbetinin haram kılınması hususu tercih edilmiştir.


1170- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

“Ey Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun?” mealindeki ayet nazil olunca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri pâk zevcelerinden ayrılarak, “bir ay, onların yanlarına varmayacağım” diye yemin etmiş ve çardağına çekilmişti. İzin aldıktan sonra Hazreti Peygamberin huzuruna vardım. Gördüğüm manzara şu idi: Hazreti Peygamberin altında kuru bir hasır, başının altında, içi lif dolu deriden bir yastık; Ayak ucunda, deri tabaklamakta kullanılan selem ağacının yaprakları başucunda, küçük bir su kırbası (tulumu) asılı ve Hazreti Peygamberin hasıra değen yan taraflarına hasırın izleri çıkmıştı. Bu durumdan son derece duygulandım ve ağlamaya başladım. Hazreti Peygamber bana:

“Ne ağlıyorsun?” buyurdu. Dedim ki:

— Ya Resûlallah! İran ve Rûm imparatorları rahatlık ve nimet içinde yüzüyorlar. Allah’ın Peygamberi olduğun halde senin bu haline üzülüyorum. Bunun üzerine bana şöyle buyurdu:

“Dünya onların, ahiretin de bizim olmasına razı değil misin? Sonra ben, bu düşüncemden dolayı Allah’tan mağfiret diledim.33

33 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:811-813


NÛN SÛRESÎ
1171- Harise bin Vehb El-Huzaî (Radıyallahu Anh) der ki:

“Dikkat ediniz! Size cennet ehli kimdir bildireceğim: Her düşkün ve küçümsenen kimse ki, Allah adına yemin etse, Allah onu doğru çıkarır. Dikkat ediniz! Size cehennem ehlini bildireceğim: Her kaba cimri ve kibirli kişidir.”

(“Kaba, üstelik de haramzadedir. Mal ve evlât sahibi olduğu için de gururlanır.” mealindeki ayeti kerime bu vasıfta bulunanları açıklamaktadır. (Nun: 13)
1172- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh) derki:

“Rabbimiz (kıyamette) dizini açar ve her mümin, erkek ve kadın ona secde ederler. Ancak dünyada riya ve gösteriş için secde etmiş olanlar kalır. Bunlardan her biri, secde etmeye davranırsa da sırtı yekpare oluverir, secdeye varamaz.”

Mütercim:

“Dizin açıldığı gün” (Nun: 42) mealindeki ayeti kerimenin manası şiddetin açıldığı gün demektir. O günde münafıklarla kâfirlere secde emredilince, vücutları kas katı kesilip secdeye varamayacaklar. Pişmanlık ve utançlarından yüzlerini, gözlerini kapayacaklar. Onları bayağılık ve zillet kaplayacak. Onlar dünyada iken, sıhhat ve afiyet üzere bulunurlarken Allah’a secde etmeye davet edildikleri zaman buna icab etmezlerdi.34

34 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:813-814
MÛDDESSİR SÛRESİ
1173- Hazreti Cabir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Ben, Hira dağında mücavir kalmıştım. Bu mücavirliğimi tamamlayıp vadiye indiğimde, bana seslenildi. Önüme, arkama, sağıma ve soluma baktım. Derken birden, yerle gök arasında bir taht üzerinde Cibril’i oturuyor gördüm. Sonra hemen Hatice’nin yanına vardım ve dedim ki: Beni örtünüz ve üzerime soğuk su dökünüz O zaman bana: Ey örtüye bürünen (peygamber)! Kalk ve (insanları Allah’ın azabı ile) korkut. Rabbini de yücelt, ayeti nazil oldu.”

(Muddessir: 1-3)35

35 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:814-815



NAZİAT SÛRESİ
1174- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ortaparmak ve şehadet parmağı ile şöyle (dikerek) işaret etti ve buyurdu ki:

“Benim peygamber olarak gönderilmemle kıyamet, şu iki (parmak) gibidir.”

Mütercim:

Orta parmakla işaret parmağı arasında başka bir engel olmadığı gibi, Hazreti Peygamber ile kıyamet vakti arasında başka bir peygamber olmayacaktır. İki parmağın birbirine olan yakınlığı veya iki parmak miktarı ne ise, kıyametle peygamber arasında öyle bir yakınlık veya miktar vardır. Ancak bu işaretten kıyametin ne kadar yakın olduğuna dair kesin bir ölçü verilemez. Çünkü ilk hayatın başlangıcı kaç yüz bin sene önce olduğu kesinlikle bilinememektedir. Bu itibarla bir nispet yapılması hiç bir zaman doğru olmaz. Yine de kıyametin kopması için uzun bir müddet daha düşünülebilir.36

36 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:815


ABESE SÛRESİ
1175- Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:

“Kur’an’ı ezberleyerek düzgün okuyanın hali, Allah’ın ikramına mazhar olmuş meleklerle beraber olmaktır. Kur’an’ı güçlük ve zahmetle okuyanın hali de, iki kat sevaba nail olmaktır.” (Biri Kur’an okuma sevabıdır diğeri de çektiği zahmetin sevabıdır.)


1176- İbni Ömer’den (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Kıyamette hesap için insanlar Rablerinin huzurunda durdukları zaman, onların her birinin terleri kulaklarının yarılarına kadar ulaşacak şekilde ter içinde kaybolacaklardır (ter içine batmış olacaklardır.) “37

37 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:815
ÎNŞİKAK SÛRESİ
1177- Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:

“Hesabı tartışılan hiç kimse yoktur ki, helak olmasın.” Ben dedim ki ya Resûlallah! Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Allah “Kitabı (amel defteri) sağ eline verilen kimsenin, hemen hesabı kolayca görülecek, buyurduğuna göre nasıl olur? Bana şu cevabı verdiler:

“Bu ayeti kerime, kula amel defterinin arz edilişini beyandır. Kullara iyi amelleri gösterilir. Fakat hesabı incelenen kimse, muhakkak helak olur.”38

38 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:816-817


ŞEMS SÛRESİ
1178- Abdullah bin Zem’a (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den hutbe okurken işittim; sâlih peygamberin devesinden ve onu öldürenden bahsediyordu. “(Semud kavminin) azılısı fırlayınca,” (Şems suresi: 12) mealindeki ayeti okuyarak şöyle buyurmuştu:

“Salih peygamberin devesine atılıp onu öldüren, kendi kabilesi içinde güçlü kuvvetli ve soydaşları arasında

(Mekke’de kâfir olarak ölen ve Abdullah’ın babası olan) Ebû Zem’e gibi arkalı bir adamdı.” Sonra Hazreti peygamber hanımlardan anlattı ve şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz kalkar da kölesini kırbaçlar gibi karısını kırbaçlar ve belki de o günün sonunda onu yatağına alır.”

Sonra hutbeye devam, ederek insanlara öğüt verdi ve câhiliyet zamanında yellenen kimseye gülünmesine temas ederek:

“Herhangi biriniz, kendisinin de yaptığı bir işten dolayı niçin gülüyor?” buyurdu.39

39 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:817-818


ALÂK (İKRA) SÛRESİ
1179 - Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e vahiy uykuda sâlih (doğru) rüya ile gelmeye başladı. Görmüş olduğu her rüya, gün aydınlığı gibi çıkardı. Yalnızlığı seviyordu. Hira dağına çıkarak yalnızca kalırdı. Evine dönmeyerek müteaddit geceler orada ibadet ederdi. Bunun için de yanında azık bulundururdu. Sonra Hazreti Hatice’nin yanına döner ve aynı şekilde azıklanarak yine Hira dağına çıkardı. Kendisine hak (Allah’tan vahy) gelinceye kadar böyle devam etti. Nihayet Hira dağı mağarasında iken kendisine melek (Cibril) gelip: Oku! dedi. Hazreti peygamber, “ben okumuş değilim.” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem buyurdu ki: Bunun üzerine o melek beni tutup sıktı: takatim kesilinceye kadar. Sonra, beni bıraktı ve: Oku! dedi. Beni Okumuş değilim, dedim. İkinci defa beni tutup sıktı: takatim kesilinceye kadar. Sonra beni bıraktı ve: Oku! dedi. Ben: Okumuş değilim, dedim. Üçüncü defa beni tutup sıktı; sonra beni bıraktı. Bunun üzerine Cibril:

“(Her şeyi) yaratan Rabbin adı ile oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.” mealindeki (Alâk: 1-3) ayetleri okudu.

Hazreti Peygamberin kalbi titreyerek zevcesi Huveylid kızı Hatice’nin yanına vardı. Hemen şöyle buyurdu:

“Beni Örtünüz, beni örtünüz!” Derhal onu örttüler. Nihayet korku ondan gidince, Hatice’ye başından geçeni anlattı; kendimden korktum, dedi. Hatice dedi ki: Hayır (korkma), Allah’a yemin ederim ki, hiç bir zaman seni utandırmaz. Sen yakınlarına iyilik edersin, biçarelerin yükünü yüklenirsin, varlıksızın gönlünü kazanırsın, konuğu ağırlarsın ve Hak’tan gelen güçlüklere yardımcı olursun.

Sonra Hazreti Hatice, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’i amcasının oğlu Varaka’ya götürdü. Varaka’nın babası Nevfel, onun babası Esed, onun babası Abdül’Uzza’dır. Bu kimse cehiliyet devrinde hıristiyanlaşmıştı. İbranî’ce yazardı. Allah’ın verdiği imkân kadar İncil’den İbranî’ce yazardı. Yaşlı bir ihtiyardı. Gözleri de kör olmuştu. Hazreti Hatice ona dedi ki:

— Ey Amcazadem! Biraderzadeni (kocamı) dinle. Bunun üzerine Varaka, Hazreti peygambere sordu:

— Ey biraderzadem! Ne görüyorsun (halin nedir)? Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, gördüğü şeyleri ona haber verdi.

Varaka, Hazreti Peygambere dedi ki:

— Bu (gördüğün melek), Allah’ın Hazreti Mûsâ’ya indirdiği Cibril’dir. Keşke o (peygamberlik) zamanında bir genç olaydım, keşke kavmin seni memleketinden çıkaracağı vakit sağ olaydım. Hazreti Peygamber sordu:

“Onlar beni çıkaracaklar mı?” Varaka dedi ki:

— Evet, Senin geldiğin şekilde (peygamber olarak) gelen her kişiye muhakkak düşmanlık yapılmıştır. Eğer ben senin gününe kavuşursam sana var gücümle yardım ederim. Sonra Varaka’nın vefatı çok sürmedi, bir müddet sonra öldü. Vahiy de bir ara kesildi.


1180- Cabir (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Ben, yolda yürürken gökten bir ses işittim. Gözümü kaldırdım; bir de ne göreyim, Hira’da bana gelen Melek, yerle gök arasında olan bir taht üzerinde oturuyor! Ondan korktum ve geri döndüm. Dedim ki: Beni örtün, beni örtün! Sonra Allah Teâlâ, şu mealdeki ayetleri indirdi:

“Ey örtüye bürünen (peygamber)! Kalk da (insanları Allah’ın azabı ile) korkut. Rabbini yücelt. Elbiseni de (daima) temiz tut. Azaba sebeb olan şeyleri terkde azimli ol.” (Müddessir: 1-5)

Bundan sonra arka arkaya vahiy gelmeğe başladı.

Mütercim:

Hazreti Mûsâ’ya olan İlâhî tecellide ve diğer peygamberlerde de dehşet ve korku hali olmuştur. Hazreti Meryem de: Keşki öleydim de, bu halleri görmeyeydim, demişti.

Bu iki hadîs-i şerif Buharî’nin başında “Vahyin Başlaması” bölümünde geçtiği gibi, burada da zikredilmiştir. Bunun için biz, bu “Zübde” adlı kitabımızda bu hadîs-i şerifleri başta zikretmeyerek burada naklettik. Çünkü “Zübde” ye Hazreti Peygamberin besmelesiyle başlamayı tercih ettik.
1181 — İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Ebû Cehil’in: Eğer ben Kâbe yanında Muhammed’in namaz kıldığını görürsem, muhakkak onun boynuna basacağım, dediğini Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem işitince şöyle buyurdu:

“Eğer (Ebû Cehil) o işi yapmış olsa, derhal melekler onu yok ederlerdi.”

Mütercim:

Kütüb-i Sitte, diye şöhret bulan altı hadîs kitabından “Nesa’î” nin sahihinde bu hadîs-i şerifin ilâvesi vardır:

“Çok geçmeden Ebû Cehil tasarlamış olduğu bu çirkin işi başarmak için Hazreti Peygamber namazda iken teşebbüse geçti. Fakat o anda elini yüzüne siper ederek geri dönüp kaçmaya başladı. Orada kendisini görenler: Sana ne oldu? diye sordular. Ebû Cehil cevap verdi”

— Aman, benimle Muhammed arasında ateşten korkunç bir hendek ve kanatlar vardı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu: “Eğer Ebû Cehil bana yaklaşmış olsaydı, melekler onu yakalayıp vücudunu paramparça edeceklerdi.”40

40 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:818-822


KEVSER SÛRESİ
1182- Enes’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Mi’raç gecesinde büyük bir nehire vardım. Nehirin her iki yanı, içi boş inci kubbeleri idi. Ben sordum: Ey Cibril! Bu nedir? Dedi ki: Bu, Kevser nehiridir. (Allah’ın sana ihsan ettiği cennetteki Kevser’dir).”41

41 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:822
NASR SÛRESİ
1183- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Nasır sûresi nazil olduktan sonra, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri her namazın secde ve rükû’unda muhakkak:

“Ey Rabbimiz! Sana hamd eder olduğumuz halde seni noksanlıklardan tenzih ederiz. Allah’ım, beni mağfiret buyur.” derdi.

Mütercim:

Nasır (İza câe) sûresinin meali şöyle:

“Allah’ın zaferi ve Mekke’nin fethi gelip de insanları Allah’ın dinine bölük bölük girerlerken gördüğün zaman, artık Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah Tevvab’dır tevbeleri kabul buyurandır.”

Bu sûreye Tevdi (veda) derler. Bu sûrede Hazreti Peygamberin dünyadan veda edip ayrılacağına işaret olduğu söylenir. Hazreti Abbas bu işareti sezerek ağlamış. Bir rivayette bu sûrenin inmesinden iki sene sonra Hazreti Peygamber cennete göçmüştür.42

42 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:823


MUAVVİZETEYN SÛRELERİ
1184- Ubeyy bin Kâ’b (Radıyallahu Anh) der ki:

Ben, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine Muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûrelerinden sorunca şu cevabı verdiler:

“Bana vahyedildi ve ben de okudum.”

(Muavvizeteyn Allah kelâmıdır. Peygamber’e nasıl (vahy edilerek) okundu ise, o da aynını okudu. Bunların bütün kelimeleri Kur’andır. Bundan ümmetin icmal (ittifaklı) vardır. Bunların inkârı küfür olur.)43

43 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:823-824
KUR’ANIN FAZİLETLERİ BAHSİ
1185- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Muhakkak her peygambere emsali olmayan bir mucize verilmiştir ve o mucize üzerine insanlar o peygambere iman etmiştir. Bana verilen (mucize) de, Allah’ın bana vahiy ettiği bir vahiydir (Kur’an’dır). Umarım ki kıyamet gününde en çok bağlıları bulunacak peygamber ben olurum.”

Mütercim:

Bütün peygamberlere ve resullere, bulundukları zamana göre insanların akıllarını hayrete düşürecek ve peygambere imanı gerekli kılacak şekilde mucizeler verilmiştir. Hazreti Mûsâ’nın asası ve Hazreti İsa’nın ölüleri diriltmesi gibi... Diğer peygamberlere verilen bu gibi değişik mucizeler bugün için ortada yoktur. Onların hepsi peygamberlerin kendi devirlerine ait olarak kalmıştır. Fakat son peygambere verilen mucize, Allah tarafından vahiy edilerek indirilen Kur’an olmakla kıyamete kadar devam edip kalacaktır. Bunun için peygamberimizin kıyamet gününde bağlıları (kendisine iman etmiş olanlar), diğer peygamberlerin ümmetinden daha çok olacaktır. Çünkü kıyamete kadar gelecek olan insanlar, insan gücü üstünde olan Ku’ran-ı kerimin fesahat ve belagatını, ihtiva ettiği hikmet ve hükümleri, zaman geçmesiyle de manevî değerinin aynen üstün kaldığını görerek aciz kalacaklar ve iman edeceklerdir. Nitekim bu durum halen devam etmektedir. Müslümanların sayısı çoğalıp yayılmaktadır. Allah, müminlerin sayısını artırsın!

Hadîs âlimleri bu hadîs-i şerifi bir kaç şekilde yorumlamışlardır:

1) Her peygambere, bulunduğu asırda en çok kıymet ve rağbet gören şeyin üstünde bir mucize verilmiştir. Sihrin ilerlediği bir devirde Hazreti Mûsâ’ya asa verilerek sihirbazların bütün sihirleri yok edilmiştir. Tıbbın ilerlediği bir zamanda Hazreti İsa’ya ölüleri diriltmek mucizesi verilmiştir: Hicaz’da fesahat ve belagata, edebî sanata kıymet verildiği ve şiir yarışmaları yapıldığı bir devirde de, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bütün şair ve edibleri susturacak Kur’an-ı kerim Allah’tan bir mucize olarak verilmiştir.

2) Diğer peygamberlerin mucizeleri kendi hayatları devresine bağlı kalmıştır. Kur’an-ı Kerimin mucizesi ise, kıyamete kadar devam edecektir.
1186- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in hayatında, bir gün ashaptan Hişam bin Hâkim adında biri namaz kılıyordu. Aşikâre olarak Kur’an okurken işittim ki, hazreti peygamberin bana öğrettiği okuyuş şeklinden başka bir şive ile okuyor. Nerede ise adamı hemen tutup namazdan çevirecek oldum. Sabırsızlıkla namazını tamamlamasını bekledim. Selâm verir vermez, kaçmasın diye hemen eteğinden yapışıp sımsıkı onu yakaladım ve: bu sûreyi bu şekilde okumayı sana kim öğretti, dedim. Hişam dedi ki, o şekilde okumayı bana Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğretti. Sen yalan söylüyorsun; Hazreti Peygamber o sureyi bana, senin okuduğundan başka türlü öğretti, dedim. Sonra onu elbisesinden yakaladığım gibi, çekerek Hazreti Peygambere götürdüm ve:

— Ya Resûlallah! Bu Hişam, Furkan sûresini, sizin bana öğrettiğinizden başka bir şive ile okuyor, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

“Sen onu (Hişam’ı) bırak.” Sonra Hazreti Peygamber Hişam’a hitab ederek: “Oku, ey Hişam! “buyurdu. Hişam da, evvelce ondan işittiğim şekilde okudu. Onun bu okuyuşuna Hazreti Peygamber:

“İşte bu şekilde indirildi.” buyurdu; Hişam’ın okuyuşunu tam buldu. Sonra Hazreti Peygamber bana hitab ederek:

“Oku, ey Ömer!” buyurdu. Ben de daha önce Hazreti Peygamberin bana öğrettiği şekilde o sûreyi okudum.

Benim okuyuşuma da:

“İşte öyle indirilmiştir.” buyurdu; benim okuyuşumu da doğruladı. Sonra şöyle buyurdu:

“Gerçekten bu Kur’an yedi harf (şive) üzerine inzal edildi. Siz, bunlardan kendinize kolay geleni okuyun.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin geniş açıklaması Husumet Bahsinde geçmiştir.
1187- Hazreti Fatıma (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana gizli olarak şöyle buyurmuştur:

“Cibril (Aleyhisselâm) her sene bana (bir defa) Kur’anı arz ederdi, (baştan sona kadar okurdu). Bu yıl ise, onu bana iki defa arz edip okudu. Onun bu işinden ecelimin geldiğini sanıyorum.”

Mütercim:

Her ramazan ayında Hazreti Cibril gelip Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in baştan sona kadar Kur’an’ı hatmedişini dinler ve ondan sonra da Hazreti Peygamber Cibril Aleyhisselâm’ın aynı şekilde hatmini dinlerdi. Bu mana, metinde geçen karşılıklı okuyuş ifadesinden anlaşılmaktadır. Ben ona, o da bana okurdu manasını taşıdığından bu ikili okuyuş olduğu meydana çıkıyor. Bu da, Kur’an-ı Kerimin baştan sona kelime ve harflerinin tamamen değişiklikten korunmuş olduğunun tesbitidir.
1188- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Komşum ve anadan kardeşim olan Katade’nin geceleri kısa olan “İhlâs” sûresini çok tekrarlayarak okuduğunu işittim. Onun bu işini azımsayarak kardeşimin halini Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e arzettim. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (o azımsadığın) İhlâs sûresi, Kur’an’ın üçte birine muâdildir.”

(Sevab ve mükâfat yönünden yahut mana ve meziyetleri bakımından muâdil olur, denmektedir. Asıl itibariyle Kur’an üç ana mevzuyu ihtiva eder. Bunlar, Dinî hükümler, Kıssalar ve haberler, tevhid konularıdır. İşte İhlâs sûresi bu üçüncü kısım, olan tevhide ait olduğundan Kur’an’ın üçte birini teşkil etmektedir. Bir de denilebilir ki, İhlâs sûresini okumanın fazileti — sahih bir iman ve ihlâs taşıyarak — Kur’anın üçte birini okumanın fazileti kadardır.


1189- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına sordu:

“Herhangi biriniz bir gecede Kuranın üçte birini okumaktan aciz kalır mı? (neden üçte birini okumuyorsunuz?)

“Bu teklif ashabı kirama ağır gelerek dediler ki: Ya Resûlallah Kur’anın üçte birini her gece okumaya hangimizin gücü yetebilir ki! Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Kul Hüvellahu Ehad = ihlâs sûresi, Kur’anın üçte biridir, (her gece onu okuyabilirsiniz).”
1190- Üseyd bin Hudayr (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

Üseyd bir gece atını bir yere bağlamış ve oğlu küçük Yahya da hayvana yakın bir yerde yatıp uyumuştu. Kendisi de Bakara sûresini sesli olarak okumaya başlayınca, bir ara at ürkerek öteye beriye sıçrar oldu. Üseyd okuyuşunu kesti. Hayvan da durdu. Tekrar sesle okumaya başlayınca, at yine ürküp tepindi. Üseyd yine okuyuşunu kesti. Hayvan da sakinleşti. Üçüncü defa aynen okuyunca hayvanın ürkmesi üzerine, çocuğa bir zarar vermesin diye Üseyd kalktı ve oğlu Yahya’ı bir kenara çekti. O esnada gözü göğe ilişince, beyaz bir bulut içinde parlak kandiller halinde çok sayıda nurlar gördü. Bunlar göğe doğru yükselerek kayboldular. Üseyd buna hayret ederek şaşa kaldı. Sabah olunca, gördüğü manzarayı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem e anlattığında Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Oku, ey Hudayr oğlu (Üseyd)!, Oku, ey Hudayr oğlu!” (Keşki durmayıp okumaya devam edeydin). Üseyd dedi ki:

— Ya Resûlallah! Çocuğum Yahya, hayvana yakın bir yerde yatıyordu. Hayvan ona bir zarar vermesin diye okuyuşumu kestim ve çocuğu yerinden kaldırdım. O esnada göğe doğru baktığım zaman bulut benzeri bir şey içinde kandiller gibi bir çok ışık ve nurlar gördüm. Bunlar göğe doğru yükselip gözümden kayboldular.

Hazreti Peygamber Üseyd’e sordu: “O şeyin ne olduğunu bilir misin?”. Üseyd: — Hayır, ya Resûlallah; bilmiyorum. Dedi. Hazreti Peygamber buyurdu:

“Onlar meleklerdi. Senin sesin (kur’an okuyuşun) için yaklaşmışlardı. Eğer sen okuyuşuna devam etmiş olsaydın, onlar insanların gözlerinden kaçmaksızın sabahlayacak ve insanlar onlara bakacaklardı.”

Mütercim:

Üseyd bin Hudayr (Radıyallahu Anh), ses ve eda bakımından Kur’an ı kerimi en güzel okuyanlardan biri idi. Ebû Mûsâ El-Eş’arî hakkında varit olan, “Davud (Aleyhisselâm) ailesine verilen hoş ses ve hasletlerden sana verilmiştir.” hadîs-i şerif, Üseyd hakkında da varit olmuştur. Üseyd Hazretlerinin bu özelliğinden dolayı melekler onun ses ve okuyuşuna ve ihlâsına âşık olarak onun tatlı okuyuşunu dinlemek için gelmişlerdi.


1191- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Hased (gıbta) ancak iki şeyde olur: 1) Bir adam ki, Allah ona Kur’an öğretmiş o da gece ve gündüz esasında Kur’an’ı okur ve komşusu da onu işitip: Keşki falana (komşuma) verilen şey bana da verileydi de, onun yaptığını yapaydım der. 2) Bir adam ki, Allah ona mal vermiştir de o malı hak yolunda harcıyor. Bunu bilen biri çıkıp diyor ki: Keşki falan kimseye verilen mal bana da verileydi de onun yaptığı gibi yapaydım.”

(işte bu iki şeye hased ve gıbta caizdir.)
1192- Hazreti Osman’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Sizin hayırlınız, Kur’an ı öğrenen ve onu başkasına öğretendir.”


1193- Osman bin Affan (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

“Sizin en faziletliniz, Kur’an ı öğrenen ve onu başkasına öğretendir.”

Mütercim:

Aranızda en faziletli olan kimse, Kur’an’ı iyi bir şekilde öğrenerek diğer insanlara aynen öğreteninizdir. Bu daha çok Kıraat ilmini öğrenerek o şekilde başkalarına öğretenler içindir. İmam Sevrî Hazretleri bu hadîs-i şerifi delil edinerek, Kur’an öğretimi ile meşgul olmayı cihada bile tercih etmiştir.

Bir de bu hadîs-i şeriften, Kur’an öğretmekle meşgul olanların, tefsir, hadîs ve fıkıh öğretenlerden üstün olacağı hatıra gelebilir.

Bunun için şarihler demişlerdir ki, Kur’an öğreticileri umumiyet itibariyle âlimlerden olacağı cihetle, Kur’an öğreticilerinin âlimlerden daha faziletli olması gerekmez. Bu müjde, diğer faydalı bilgi öğretenleri de içine alır.


1194- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Kur’an’ı ezberleyenin hali, devesi bağlı olanın haline benzer. Eğer deveyi gözetip bağlı bulundurursa ona sahib olur; eğer onu çözer de salıverirse, kaybolur gider.” (Kur’an da devamlı okunarak gözetilirse muhafaza edilmiş olur; aksi halde zihinden kaybolur, gider.)


1195- Abdullah (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

“Bir kimsenin: şu ve şu ayeti unuttum demesi, ne fena sözdür. Gerçek şu, iki (şu ki ???) unutuldu, demelidir. Unutulmaması için müzakeresine devam ediniz; çünkü Kur’an’ın kişilerin göğüslerinden silinip gitmesi, bağlı iken çözülüverilen develerin dağılıp kaybolmasından daha çabuktur.”


1196- Ebû Mûsâ (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Kur’an’ı (devamlı okuyarak) gözetiniz, (onu unutmayınız). Nefsim kudet elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın (göğüslerden) boşanması devenin bağından boşanmasından daha şiddetlidir.”


1197- Ebû Mûsâ’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Ey Ebû Mûsâ! Sana, Davud (Aleyhisselâm) ailesine verilen güzel seslerden bir ses verilmiştir.”


1198- Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) der ki:

Babam bana şerefli bir aileden bir hanım nikâhlamıştı. Evimizin idare ve ihtiyaçlarına da babam bakardı. Bir gün babam benim durumumu zevceme sordu. Zevcem beni görünüşte över bir ifade ile ve aslında kusuruma işaret ederek: Sizin oğlunuz ne iyi adamdır ki, ona varalı beri yanıma uğramamış, gece gündüz ibadet ile vakit geçirmiştir, dedi. Benim bu halimi babam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem e arzetti. Bunun üzerine Hazreti Peygamber babama:

“Oğlunu benimle karşılaştır.” buyurdu. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gittiğimde bana sordu:

“Sen nasıl oruç tutuyorsun?” Ben: Her gün tutuyorum, dedim. Yine sordu:

“Kur’an’ı nasıl hatmediyorsun?” Dedim ki: Her gece Kur’an’ı hatmediyorum. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdu:

“Her ayda üç gün oruç tut ve her ay Kur’an’ı bir defa hatim et.” Ben, bundan daha çoğunu yapabilirim, dedim. Hazreti Peygamber:

“Öyle ise her hafta üç gün oruç tut,” buyurdu. Ben dedim ki, bundan daha çoğunu yapabilirim. Bana buyurdular:

“Bir gün oruç tut, iki gün ye (ve böylece devam et).

Ben dedim ki, bundan daha çoğunu yapabilirim. Hazreti Peygamber:

“Sen oruçların en faziletlisi olan Davud’un (Aleyhisselâm) orucunu tut. O da gün aşırı oruç tutmaktır. Her yedi gecede bir defa da Kur’an’ı Hatim et,” buyurdu.


1199- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh)den rivayet edilmiştir:

“Sizin içinizden bir kavim çıkacak. Onların namazı yanında siz kendi namazlarınızı, oruçları yanında oruçlarınızı, amelleri yanında amellerinizi küçümseyeceksiniz. (Görünüşte onların ibadetleri sizinkinden daha üstün olacak, gerçekte ise yok hükmünde bulunacaktır.) Kur’an okuyacaklar; fakat hançerelerinden aşağı geçmeyecektir. (Manevî hiç bir nasibleri olmayacaktır). Onların dinden çıkışı, okun av hayvanını delerek çıkışı gibidir. İnsan o okun demir ucuna bakar (kan izinden) bir şey görmez. Okun ağaç kısmına bakar, yine bir şey görmez. Sonra yelesine bakar, yine bir şey görmez. Nihayet ok atıcısı, okun gezinde şüpheye düşer (de yine bir iz bulamaz işte o okuyucuların da okuyuşlarında manevî hiç bir esef ve iz bulunmayacaktır, okuyuşlarından asla faydalanamayacaklardır) “


1200- Ebû Mûsa (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Kur’an’ı okuyup ta onunla amel eden mümin; yenmesi lezzetli ve kokusu hoş olan turunca benzer. (Hem kendisi iyidir, hem de çevresine faydalıdır.) Kur’an okumayıp da onunla amel eden mümin, yenmesi lezzetli ve kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’an okuyan münafığın hali de, kokusu güzel; fakat tadı acı olan bitki gibidir. Kur’an okumayan münafığın hali ise, tadı acı yahut kötü olup kokusu da acı olan Ebû Cehil karpuzuna benzer.”


1201- Cündüb (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

Kalbleriniz Kur’an üzerinde (mana ve kıraat bakımından) birleştikçe Kur’an okuyunuz. Ayrılığa düştüğünüz zaman hemen okumayı kesip dağılınız (birbirinizle münakaşaya girmeyiniz). 44

44 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:824-833


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin